P
pessimist.kız
Ziyaretçi
-
- Konu Sahibi pessimist.kız
- #1
Bugün seni çok ama çok özledim de söylemek istemedim.
Niye öyle burnumun sızladığını, içimin burulduğunu,
gözlerimin çaktırmadan ıslandığını anladım da ondan seni özlediğimi söylemedim.
Bu güzel eylül gününde Boğaz'ı seninle seyretmek isterdim,
sigaramın yarı dumanını rüzgarla paylaşmaya hazır,
bedenim göğsüne yaslanmış öylece bakardım görüntüye.
Bakarken güzel şeyler düşünürdüm!
Sabah rastgele müzik dinlerken kimin söylediğini bilmediğim bir şarkının sözü çok hoşuma gitti.
Kıymetimi bilmen için illa gitmem mi lazım,
sevdiğini duymak için illa ölmem mi lazım diye soruyordu.
Ya da benim bu şarkıdan çıkardığım sonuç bu emin değilim.
İnsan hem sevdiğini söyleyip de hem neden sevdiğinin yanına gelmez.
Hani sana okuduğum kitapların konularını ve kişiliklerini anlatıyorum ya
"Kürk Mantolu Madonna"nın erkek kahramanı geldi aklıma bugün.
Kitabı sana anlatırken, hissettiklerimi dile döküşüm
ve adama nasıl sinir olduğumu hatırladım sana sinir olurken.
Aşık olduğu kadını evinin işleri bitince yanına almayı düşünen bir adam.
O evin inşaat işleriyle uğraşırken kadıncağız Almanya'da hastalıktan ölüverdi.
Bu garibim de aşkından gözleri kör,
kadını mutlu etmek için evi güzelleştirmeye çalışıyor, kadının öldüğünden habersiz bir şekilde.
Aşkın boya badanaya ihtiyacı yok ki.
Sonrada bir ömür boyu terkedildiğini düşünerek mutsuz yaşadı.
Ama ille de boyayacağım diyorsan ben yanındayken boya.
Benim öyle "benden uzak olsanda mutlu ol",
"gideceğin yere beni de götür sorana başımın belası dersin",
"sabret aşkım sabret" gibi şarkı sözleriyle hiç işim olmaz.
Arada söylüyorsun ya "Endamın yeter" diye biz onu söyleyelim.
Ben seni öyle ilahi bir aşkla seviyorum öyle anlatmaya kalksam,
kelimelere döksem ifade edememekten korkuyorum.
Ya da dile dökülenin basitleşmesinden.
Ben eğer becerebilsem parmaklarımla kaburgalarımı ayırıp
seni içimdeki buğuda saklarım.
Uykunun en derin yerinde birden uyanınca seni yanımda görmek,
pişirdiklerimin güzel olduklarını gözlerinden okumak,
kış gecesinde söylenmeden patlatılmış mısırı paylaşmak,
televizyondaki filmi seyretmek için demlenmiş çayı birlikte içmek,
hastalıklarda sevgiyle sıkılmış limonata içirmek,
kahvenin telvesinde yazanları birlikte yaşamak,
sabahın kör saatinde çıplak denize girmek,
emanet alınmış bir motorsikletle gezintiler yapmak,
sırtıma dolanmış kollarınla güneşi batırmak,
bizim batırdığımız güneşin doğduğu ülkedeki insanların hayatları hakkında abuk hikayeler uydurmak,
bozuk musluk yüzünden kavga etmek,
ne kadar rahat adamsın ne kadar telaşlı kadınsınlarla başlayan cümlelerle tartışmak,
hayatı-hayatın getirdiklerinin tümünü seninle paylaşmak.
Bugün seni çok ama çok özledim de söylemek istemedim.
Hani geçen akşam trafik kazası yüzünden ölmüş birini görmüştük.
Üzerini örtmüşlerdi de sadece ayakkabıları görünüyordu.
Ben çok etkilenmiştim de sen "adamı tanımıyorsun bile" diyerek etkilenmemin sebebini anlamamıştın.
İlk düşündüğüm hayatın çok mu değerli olduğu
yoksa düşünmeye değmeyecek kadar basit mi olduğu hakkında aklım karışmıştı.
Ne zaman ölümle karşılaşsam aynı karmaşık duyguları hissederim zaten de
sevince insanın içi daha çok acıyor.
Öleni tanıman gerekmiyor ölüm karşısında.
Orada yatan sende olabilirdin bende.
Seni düşünmek bile istemiyorum.
Kendimi öldükten sonra düşünemeyeceğime göre sana acı çektirmek istemiyorum.
Eee diyeceksin. Eee si ölüm var, eve gitme süresince bile ertelenemiyor
seni yolun ortasında yakalayıveriyor ve bulduğu yerde götürüyor.
Bu yol kıyısında bize göre zamansız bir kaza olabilir,
deniz gezmesinde söylenenler söylenmeden gelebilir, yaşanacakları beklemeden de...
Yaşamak istediklerini söylemeden...
Bir akşam denizden dönerken aynı duygu karmaşasını hissederek,
sana telefon açıp "Hayatı benimle paylaşır mısın" diye sormuştum.
Güzel şeyler söyledin de hala net bir cevap alabilmiş değilim artık hiçbirşey sormuyorum.
Sende unuttum zannediyorsun herhalde.
Artık çok özlediğimde bile özlediğimi bu yüzden söyleyemiyorum.
Cevapsız sorular varsa ortalıklarda, yalansız olmuyor yaşananlar.
Bugün seni çok özledim de yinede söylemedim bu yüzden.
Orada yatan bende olabilirdim. Bırak işlerini de ben söylemeden kendin gel.
Niye öyle burnumun sızladığını, içimin burulduğunu,
gözlerimin çaktırmadan ıslandığını anladım da ondan seni özlediğimi söylemedim.
Bu güzel eylül gününde Boğaz'ı seninle seyretmek isterdim,
sigaramın yarı dumanını rüzgarla paylaşmaya hazır,
bedenim göğsüne yaslanmış öylece bakardım görüntüye.
Bakarken güzel şeyler düşünürdüm!
Sabah rastgele müzik dinlerken kimin söylediğini bilmediğim bir şarkının sözü çok hoşuma gitti.
Kıymetimi bilmen için illa gitmem mi lazım,
sevdiğini duymak için illa ölmem mi lazım diye soruyordu.
Ya da benim bu şarkıdan çıkardığım sonuç bu emin değilim.
İnsan hem sevdiğini söyleyip de hem neden sevdiğinin yanına gelmez.
Hani sana okuduğum kitapların konularını ve kişiliklerini anlatıyorum ya
"Kürk Mantolu Madonna"nın erkek kahramanı geldi aklıma bugün.
Kitabı sana anlatırken, hissettiklerimi dile döküşüm
ve adama nasıl sinir olduğumu hatırladım sana sinir olurken.
Aşık olduğu kadını evinin işleri bitince yanına almayı düşünen bir adam.
O evin inşaat işleriyle uğraşırken kadıncağız Almanya'da hastalıktan ölüverdi.
Bu garibim de aşkından gözleri kör,
kadını mutlu etmek için evi güzelleştirmeye çalışıyor, kadının öldüğünden habersiz bir şekilde.
Aşkın boya badanaya ihtiyacı yok ki.
Sonrada bir ömür boyu terkedildiğini düşünerek mutsuz yaşadı.
Ama ille de boyayacağım diyorsan ben yanındayken boya.
Benim öyle "benden uzak olsanda mutlu ol",
"gideceğin yere beni de götür sorana başımın belası dersin",
"sabret aşkım sabret" gibi şarkı sözleriyle hiç işim olmaz.
Arada söylüyorsun ya "Endamın yeter" diye biz onu söyleyelim.
Ben seni öyle ilahi bir aşkla seviyorum öyle anlatmaya kalksam,
kelimelere döksem ifade edememekten korkuyorum.
Ya da dile dökülenin basitleşmesinden.
Ben eğer becerebilsem parmaklarımla kaburgalarımı ayırıp
seni içimdeki buğuda saklarım.
Uykunun en derin yerinde birden uyanınca seni yanımda görmek,
pişirdiklerimin güzel olduklarını gözlerinden okumak,
kış gecesinde söylenmeden patlatılmış mısırı paylaşmak,
televizyondaki filmi seyretmek için demlenmiş çayı birlikte içmek,
hastalıklarda sevgiyle sıkılmış limonata içirmek,
kahvenin telvesinde yazanları birlikte yaşamak,
sabahın kör saatinde çıplak denize girmek,
emanet alınmış bir motorsikletle gezintiler yapmak,
sırtıma dolanmış kollarınla güneşi batırmak,
bizim batırdığımız güneşin doğduğu ülkedeki insanların hayatları hakkında abuk hikayeler uydurmak,
bozuk musluk yüzünden kavga etmek,
ne kadar rahat adamsın ne kadar telaşlı kadınsınlarla başlayan cümlelerle tartışmak,
hayatı-hayatın getirdiklerinin tümünü seninle paylaşmak.
Bugün seni çok ama çok özledim de söylemek istemedim.
Hani geçen akşam trafik kazası yüzünden ölmüş birini görmüştük.
Üzerini örtmüşlerdi de sadece ayakkabıları görünüyordu.
Ben çok etkilenmiştim de sen "adamı tanımıyorsun bile" diyerek etkilenmemin sebebini anlamamıştın.
İlk düşündüğüm hayatın çok mu değerli olduğu
yoksa düşünmeye değmeyecek kadar basit mi olduğu hakkında aklım karışmıştı.
Ne zaman ölümle karşılaşsam aynı karmaşık duyguları hissederim zaten de
sevince insanın içi daha çok acıyor.
Öleni tanıman gerekmiyor ölüm karşısında.
Orada yatan sende olabilirdin bende.
Seni düşünmek bile istemiyorum.
Kendimi öldükten sonra düşünemeyeceğime göre sana acı çektirmek istemiyorum.
Eee diyeceksin. Eee si ölüm var, eve gitme süresince bile ertelenemiyor
seni yolun ortasında yakalayıveriyor ve bulduğu yerde götürüyor.
Bu yol kıyısında bize göre zamansız bir kaza olabilir,
deniz gezmesinde söylenenler söylenmeden gelebilir, yaşanacakları beklemeden de...
Yaşamak istediklerini söylemeden...
Bir akşam denizden dönerken aynı duygu karmaşasını hissederek,
sana telefon açıp "Hayatı benimle paylaşır mısın" diye sormuştum.
Güzel şeyler söyledin de hala net bir cevap alabilmiş değilim artık hiçbirşey sormuyorum.
Sende unuttum zannediyorsun herhalde.
Artık çok özlediğimde bile özlediğimi bu yüzden söyleyemiyorum.
Cevapsız sorular varsa ortalıklarda, yalansız olmuyor yaşananlar.
Bugün seni çok özledim de yinede söylemedim bu yüzden.
Orada yatan bende olabilirdim. Bırak işlerini de ben söylemeden kendin gel.