- 3 Aralık 2006
- 3.073
- 131
- 688
- 63
Eğlence için insanların ölmesi ne garip, değil mi? Hava olsun diye, sıkılan bir kurşunla... O bir kurşun bir yuvayı yıkıyor, bir aileyi dağıtıyor. Bu kimsenin umurunda bile değil...
İşte, böyle bir olay daha...
Çocuk, burnunu cama yaslamış, düğünü seyrediyordu. Akşamdı. Annesi yanına gelip, içeri girmesini söyledi. İtiraz etmeyerek içeri girdi. Annesi, ocaktaki yemeği ağır ağır karıştırmaya devam etti. Çocuk, televizyon kumandasını eline alıp, kanallarda gezindi. Keyfine göre bir şey bulamayınca bıraktı.
Mutfağa gidip, bir müddet annesini seyretti. Sonra annesine, (Babam ne zaman gelecek?) diye sordu. Annesi yemekten başını kaldırmayarak, (Bilmiyorum) dedi. Çocuk tekrar sordu. Annesi, elindeki tahta kaşığı bırakarak çocuğa döndü. Sinirli bir şekilde,
(Bilmiyorum, git oyuncaklarınla oyna) diyerek mutfaktan kovdu.
Çocuk annesini tavrına üzülmüştü. İçeriye gitti. O sırada silah sesleri duyuldu. Sesler, düğünden geliyordu.
Kadın cama doğru baktı ve işine geri döndü. Tam o sırada bir şangırtı koptu. Kadın yere yıkılmıştı, çocuk ise, mutfaktan gelen sesi duyarak annesinin yanına koştu. Tekrar silah sesleri duyuldu. Çocuk dizlerini üzerine çöktü. Korkarak annesine yaklaştı. Başını kaldırıp, kucağına koydu. Annesinin başından kan akıyordu. Neler olduğunu anlamaya çalışıyordu. Başını annesinin göğsüne yasladı. Annesinin kalbi artık atmıyordu. Çocuk büyük bir umutla, (Anne, uyan!) dedi. Annesi kıpırdamıyordu bile. (Anne uyan, anne uyan!) diye tekrar bağırdı ama tık yoktu. Ocaktaki çorba da yanmaya başlamıştı. Çocuk güçlükle kalkıp, yemeğin altını kapattı. Annesine baktı, ocağa yaklaştığında hep kendisine kızardı. Şimdi umursamaz bir tavırla yerde yatıyordu. Tekrar annesinin yanına döndü. Ağlamaya başladı. Annesinin elleri buz gibiydi. Ne yapacağını bilmiyordu. İçindeki umutsuzluk ve hayal kırıklığı, daha da artmıştı.
Dışarıdan sesler geliyordu. Acaba, aşağıya inip insanları çağırsa mıydı? Fakat yerinden doğrulamadı. Annesini burada bırakmak istemiyordu. Emekleyerek telefona ulaştı. Babasının telefon numarası neydi acaba? Telefon rehberini eline aldı. Annesi söylemişti, ilk sırada babası olması gerekiyordu. İlk sırada bir şeyler yazıyordu. Yanında da rakamlar vardı. Rakamların aynılarını bulup, tuşladı. Biraz bekledi, çalıyordu. Babası telefonu açtı. Bütün olanları bir çırpıda anlattı.
Telefonu kapatarak annesinin yanına döndü. Tek çare, babasını beklemekti. O da öyle yaptı. Zaman hiç geçmiyor gibiydi. Annesi yavaş yavaş soğuyordu. Dudakları bembeyazdı. Saçlarını arasından akan kan, halıyı kırmızıya boyamıştı.
Sonunda kapı çaldı. Çocuk birden irkildi. Annesine dönerek, (Sakın bir yere ayrılma anne. Kapıyı açıp, geleceğim) diyerek kapıya yöneldi. Babası, çocuğu kenara iterek mutfağa doğru hızlıca yürüdü. Hanımını kanlar içinde görünce, (Hayır! ) diye haykırdı. Yanına gidip, dizlerinin üzerine çöktü. Kadının başını kollarının arasına aldı, ağlamaya başladı. Çocuk, babasını ilk defa böyle görüyordu. Koşarak babasının boynuna atladı. (Baba, ben baktım. Annem şaka yapmıyor. Neden baba neden? ) Babasının hıçkırıkları, boğazında düğümlenmişti. Kadını yavaşça yere yatırdı ve oğluna sıkıca sarıldı. (O artık yok, oğlum. Artık bizimle olmayacak) dedi. Çocuk babasına sarılarak daha çok ağlamaya başladı.
Çocuk büyümüş, artık 36 yaşındaydı. Annesinin mezarına her gittiğinde kulağını annesinin mezarına koyar, annesinin o zaman atmayan kalbi şimdi atardı.
Hatice Aydemir, İstanbul.