- 23 Ekim 2007
- 510
- 4
- 43
kiraz kız
O yıl havalar birden soğumuş, kuzeyden esen
yel, geceleri vuuu diye sesler çıkartmaya başlamış
Hüsrev ağa, çobanlarına " davarı köme sokun, kış
bu yıl yaman olacak !"galiba diye söyleniyordu.
Ali dağın, üstüne ilk kar yağmış. K...köyü kışa
erken teslim olmuştu. Kardan , her taraf beyaz bir
çarşaf gibi göz alabildiğine uzanıp gidiyordu. Bozkır
öfkesini kusmuş, köylü, fırtınadan göz gözü görme-
diğinden mecbur kalmadıkça dışarı çıkmıyordu.
Gecenin bir yarısı olmuştu. Kiraz, kızı uyku tut-
mamıştı nedense....Garip bir duygu vardı içinde
nedense...Bir olay olduğu zaman içine doğardı san-
ki..Sol gözüm seyriyor, biri ölecek galiba derdi..
Gerçekten de sabaha karşı sela verilirdi..Bu
yüzden, Kiraz kızın, köy içinde ayrı bir yeri vardı.
Rüstem ağa gibi gaddar bir adamın böyle bir kızı
olsun diye köylü şaşırırdı.
O gece yarısı köpekler bir birine girdi .
Hüsrev ağa, konağı eli silahlı, adamlar beklediği
için, içi rahattı...Ama o da uyuyamamıştı .İçi daral-
mıştı. Ve , yattığı karyola sanki gizli bir el
tarafından çekilmiş gibi geldi, çatır çatır sesler geli
yordu yerin altından . Yatan karısını uyandırdı.
"Gız Eşe, galk, deprem oluyo galiba !" dedi..Allah
Allah ! "diye bildiği duaları okumaya başladı.
Kiraz, "Ana, içim sıkılıyo bugün, sebebini de
bilmiyom "demişti. Kadın da uyanmıştı. Koca konak
gidip gidip geliyordu. Odanın içindeki aynalı dolap
ve karyolanın yanındaki küçük dolap küt diye yere
düşmüş, sallantıdan duvarda çatlaklar meydana
gelmişti, Yarım saat sürmüştü bu sarsıntı.
Korkudan yerlerinden kıpırdayamamışlardı.
O günden sonra, ağa köylüye iyi davranacağım
diye içinden söz vermişti...
* * * *
Halil, davar ağılında, Karabaşı seviyordu ki
Kiraz, içeri girdi. Ağa kızını karşısında görünce önce
şaşırdı, sonra, toplandı.
"Buyur Kiraz bacı ?" dedi..
"Ağam dedi ki, benim işim var, sizi Zor
ağanın oğlunun düğününe, Halil götürsün dedi..
Arabayı, koşup bizi düğüne sen götüreceksin "
Halil, ağa kızının yeşil gözlerine, selvi gibi uzun
boyuna, gerdanına ve omuzlarından topuklarına
kadar uzanan sarı saçlarına baktı baktı.İçinden
"hey Allah'ım, sırrına akıl ermez, ne güzel yaratmış
sın "diye içinden geçirdi.
Kiraz, da, çoban Halil'in kara kömür karası
gözlerine, güneşten esmerleşmiş kıllı göğüslerine
ve kıvırcık gür siyah saçlarına baktı, içinden ılık ılık
bir şeyler aktı.
"Allah'ım ! Bana ne oldu ? Kapımızda çobanlık
yapan bir adam, aklımı başımdan aldı...Ben ki
Hüsrev ağa gibi, burnundan kıl aldırmayan bir
adamın kızıyım ! "
Halil, şaşkınlığını attıktan sonra. Adını duyduğu
yüzünü ilk kez gördüğü kızın emir verir gibi konuş-
masını gülümseyerek , hoş görüyle karşılamıştı.
Başka biri olsaydı, karşılığını verirdi.
"Baş üstüne Kiraz bacı ...!Hazır olunca, ben
sizi alırım !" dedi..
* * * *
Biri doru öbürü demir kırı iki kısrağın çektiği at
arabası konağın kapısının önüne çekilmişti.
Bahçe kapısı açıldı, Hüsrev ağa, karısı , kızı çıktı
Hüsrev ağa, körüklü çizmeleri, başında tepesi
çökmüş fotörüyle, eski zaman dere beylerine ben
ziyordu. Elinde kamçı, kaşlarını çatarak :
"Halil, bunlar, sana emanet, kıllarına bir zarar
gelirse, bunlardan sen sorumlusun ! "dedi..
"Emrin baş üstüne ağam, için rahat olsun !"
Kiraz, babasının eline geldi.Ağa, kızının alnını
öptü. " Sağlıcakla gidin, sağlıcakla gelin !" dedi.
Kadın, Kiraz, arabanın arkasına, çuvalların üstüne
oturdu. Halil, " Deht aslanlarım !"dedi. Araba
hareket etti.
* * * *
Araba, taşlı çakıllı bir yolda ağır ağır
gidiyordu...Gök yüzü açık, uzakta, güneş vurdukça
değişik renge bürünen ırmağın kenarındaki söğüt
ağaçları görünüyordu.
Ağanın karısı, " köy çok uzaktı mı Halil ?" dedi.
"Çok uzak sayılmaz Eşe ana, köy
Sakarya ırmağının kenarında eski bir Çerkez köyü
Kiraz, ın içi içine sığmıyordu, Halil arabanın önünde
ağanın " bunlar sana emanet Halil !"diye konuşması
nı anımsadı...Şeytan, içinden "Halil, ağa kızı sana
vermez, eline bir fırsat geçti, bu fırsat bir daha ele
geçmez, ağanın karısını öldür, kızı da dağa kaçır !"
diye kışkırtıyordu. "Yoo...! Emanete hıyanet
edemem ben !" diye öfkeli içinden söylendi.
Sonra, atlara kamçıyı salladı. Ama, şeytan yakasını
bırakmıyordu. "Dağ başında senin öldürdüğünü kim
bilecek ! Aptallık yapma Halil ! Hüsrev ağaya da
zaten kızgınsın. Hazır, işte. ...Öcünü de alırsın...!"
Kadın, Halil'in içinden geçenleri bilmiş gibi güldü.
"Halil, sesin çok güzelmiş, o gün söylediğin türkü
neydi ? Söyle...Cevizin yaprağı dağ arasında
severler güzeli bağ arasında !" diye. Halil, "Şey...
Eşe ana, ben....!" Kadın ısrarlı, "Haydi söyle !"dedi
Halil ,türküyü söylemeye başladı. Kalın ,gür erkek
sesi, yazıda yankılandı. Kiraz, başını öne eğmiş
sessizce dinliyordu. "Bizim çobanda ne hünerler
varmış, da bilmiyormuşuz...!"
O yıl havalar birden soğumuş, kuzeyden esen
yel, geceleri vuuu diye sesler çıkartmaya başlamış
Hüsrev ağa, çobanlarına " davarı köme sokun, kış
bu yıl yaman olacak !"galiba diye söyleniyordu.
Ali dağın, üstüne ilk kar yağmış. K...köyü kışa
erken teslim olmuştu. Kardan , her taraf beyaz bir
çarşaf gibi göz alabildiğine uzanıp gidiyordu. Bozkır
öfkesini kusmuş, köylü, fırtınadan göz gözü görme-
diğinden mecbur kalmadıkça dışarı çıkmıyordu.
Gecenin bir yarısı olmuştu. Kiraz, kızı uyku tut-
mamıştı nedense....Garip bir duygu vardı içinde
nedense...Bir olay olduğu zaman içine doğardı san-
ki..Sol gözüm seyriyor, biri ölecek galiba derdi..
Gerçekten de sabaha karşı sela verilirdi..Bu
yüzden, Kiraz kızın, köy içinde ayrı bir yeri vardı.
Rüstem ağa gibi gaddar bir adamın böyle bir kızı
olsun diye köylü şaşırırdı.
O gece yarısı köpekler bir birine girdi .
Hüsrev ağa, konağı eli silahlı, adamlar beklediği
için, içi rahattı...Ama o da uyuyamamıştı .İçi daral-
mıştı. Ve , yattığı karyola sanki gizli bir el
tarafından çekilmiş gibi geldi, çatır çatır sesler geli
yordu yerin altından . Yatan karısını uyandırdı.
"Gız Eşe, galk, deprem oluyo galiba !" dedi..Allah
Allah ! "diye bildiği duaları okumaya başladı.
Kiraz, "Ana, içim sıkılıyo bugün, sebebini de
bilmiyom "demişti. Kadın da uyanmıştı. Koca konak
gidip gidip geliyordu. Odanın içindeki aynalı dolap
ve karyolanın yanındaki küçük dolap küt diye yere
düşmüş, sallantıdan duvarda çatlaklar meydana
gelmişti, Yarım saat sürmüştü bu sarsıntı.
Korkudan yerlerinden kıpırdayamamışlardı.
O günden sonra, ağa köylüye iyi davranacağım
diye içinden söz vermişti...
* * * *
Halil, davar ağılında, Karabaşı seviyordu ki
Kiraz, içeri girdi. Ağa kızını karşısında görünce önce
şaşırdı, sonra, toplandı.
"Buyur Kiraz bacı ?" dedi..
"Ağam dedi ki, benim işim var, sizi Zor
ağanın oğlunun düğününe, Halil götürsün dedi..
Arabayı, koşup bizi düğüne sen götüreceksin "
Halil, ağa kızının yeşil gözlerine, selvi gibi uzun
boyuna, gerdanına ve omuzlarından topuklarına
kadar uzanan sarı saçlarına baktı baktı.İçinden
"hey Allah'ım, sırrına akıl ermez, ne güzel yaratmış
sın "diye içinden geçirdi.
Kiraz, da, çoban Halil'in kara kömür karası
gözlerine, güneşten esmerleşmiş kıllı göğüslerine
ve kıvırcık gür siyah saçlarına baktı, içinden ılık ılık
bir şeyler aktı.
"Allah'ım ! Bana ne oldu ? Kapımızda çobanlık
yapan bir adam, aklımı başımdan aldı...Ben ki
Hüsrev ağa gibi, burnundan kıl aldırmayan bir
adamın kızıyım ! "
Halil, şaşkınlığını attıktan sonra. Adını duyduğu
yüzünü ilk kez gördüğü kızın emir verir gibi konuş-
masını gülümseyerek , hoş görüyle karşılamıştı.
Başka biri olsaydı, karşılığını verirdi.
"Baş üstüne Kiraz bacı ...!Hazır olunca, ben
sizi alırım !" dedi..
* * * *
Biri doru öbürü demir kırı iki kısrağın çektiği at
arabası konağın kapısının önüne çekilmişti.
Bahçe kapısı açıldı, Hüsrev ağa, karısı , kızı çıktı
Hüsrev ağa, körüklü çizmeleri, başında tepesi
çökmüş fotörüyle, eski zaman dere beylerine ben
ziyordu. Elinde kamçı, kaşlarını çatarak :
"Halil, bunlar, sana emanet, kıllarına bir zarar
gelirse, bunlardan sen sorumlusun ! "dedi..
"Emrin baş üstüne ağam, için rahat olsun !"
Kiraz, babasının eline geldi.Ağa, kızının alnını
öptü. " Sağlıcakla gidin, sağlıcakla gelin !" dedi.
Kadın, Kiraz, arabanın arkasına, çuvalların üstüne
oturdu. Halil, " Deht aslanlarım !"dedi. Araba
hareket etti.
* * * *
Araba, taşlı çakıllı bir yolda ağır ağır
gidiyordu...Gök yüzü açık, uzakta, güneş vurdukça
değişik renge bürünen ırmağın kenarındaki söğüt
ağaçları görünüyordu.
Ağanın karısı, " köy çok uzaktı mı Halil ?" dedi.
"Çok uzak sayılmaz Eşe ana, köy
Sakarya ırmağının kenarında eski bir Çerkez köyü
Kiraz, ın içi içine sığmıyordu, Halil arabanın önünde
ağanın " bunlar sana emanet Halil !"diye konuşması
nı anımsadı...Şeytan, içinden "Halil, ağa kızı sana
vermez, eline bir fırsat geçti, bu fırsat bir daha ele
geçmez, ağanın karısını öldür, kızı da dağa kaçır !"
diye kışkırtıyordu. "Yoo...! Emanete hıyanet
edemem ben !" diye öfkeli içinden söylendi.
Sonra, atlara kamçıyı salladı. Ama, şeytan yakasını
bırakmıyordu. "Dağ başında senin öldürdüğünü kim
bilecek ! Aptallık yapma Halil ! Hüsrev ağaya da
zaten kızgınsın. Hazır, işte. ...Öcünü de alırsın...!"
Kadın, Halil'in içinden geçenleri bilmiş gibi güldü.
"Halil, sesin çok güzelmiş, o gün söylediğin türkü
neydi ? Söyle...Cevizin yaprağı dağ arasında
severler güzeli bağ arasında !" diye. Halil, "Şey...
Eşe ana, ben....!" Kadın ısrarlı, "Haydi söyle !"dedi
Halil ,türküyü söylemeye başladı. Kalın ,gür erkek
sesi, yazıda yankılandı. Kiraz, başını öne eğmiş
sessizce dinliyordu. "Bizim çobanda ne hünerler
varmış, da bilmiyormuşuz...!"