- 28 Ocak 2009
- 2.107
- 26
- 158
Yuvarlak yüzlü, kara gözlü, toparlak bir çocuk var. Birde saçları harman tozu renginde uçuşan, bal rengi gözlü bir kız var. Kızla oğlan aynı sınıftalar. İkisi de 8yaşındalar. Sınıfta en ön sırada oturuyorlar. Derslerde sürekli fısır fısır konuşup, gülüşüyorlar. Eğer konuşmazlarsa da uzun uzun ve anlamlı bir şekilde bakışıyorlar. Öğretmenleri, çok konuştukları için kızla oğlanı ayırıyor. Oğlanı arka sıraya koyuyor. Derslerde artık konuşamadıkları için sürekli kız arkasına dönüp çocuğa bakıyor. Öğretmen bu durumu anlıyor. Ve kızı sürekli uyarıyor. Ama bu kız uyarıları dinlemeyip ya da unutup tekrar arkasına dönüyor ve çocuğa bakıyor. Öğretmen bir gün eline sopasını alıyor. Ve kıza doğru yaklaşıyor, çocuk da kıza vuracağını anlayıp ayağa fırlıyor ve öğretmene, ‘öğretmenim, o bir şey yapmadı. Lütfen onun yerine bana vurun.’ diyor. Aradan yıllar geçiyor. Ve adam, yani çocuk büyüyor ve çok yaşlanıyor.
Başından üç evlilik geçmiş. Fakat hiçbirinde aradığı sevgiyi bulamıyor. Hiçbir zaman o kızı unutamıyor. Sanki o kız ona hiç yaşlanmamıştır, hala 8 yaşındadır gibi geliyor. Bir gün o kızla karşılaşıyor. O da büyümüş, bir kadın olmuştur. Ama genç bir kadın… Daha doğrusu adamdan çok daha genç göstermektedir. Adamla kadın eskiden olduğu gibi fısır fısır konuşup, gülüşüp, bakışmaktadırlar. Adam, kadına onu çok sevdiğini, şu ana kadar hiç kimseyi onun kadar sevmediğini söyler. Gerçekte söylemek istediği bu değildir. Esas söylemek istediği ‘hiç kimse benim seni sevdiğim kadar sevemez’ demektir. Kadın da ona; ‘Her zaman insan son sevgisini en büyük sevgi sanar..’ der. Ama adam, kadının neyi ima etmek istediğini anlamaz. Neyse, bir gün gene neşeli bir şekilde otururlarken bir adam onlara doğru yaklaşır. Adam şık giyimli biridir. Yaşlı adam sert bir şekilde, onlara doğru yaklaşan adama ‘ne istediğini, kim olduğunu sorar.’ Şık giyimli, kibar adam, ‘kendimi tanıtayım efendim, ben Azrail’ der. Yaşlı adam da ‘demek geldiniz, zaten geleceğinizi tahmin ediyordum, ben hazırım hadi gidelim’ der. Azrail de ‘ben senin için gelmedim ki,’ der. Yaşlı adam da, ‘ya kimin için geldin’ der. Anlar ki, Azrail kadın için gelmiştir.
Yaşlı adam bağırarak kadının önüne geçer. Ve Azrail’e ‘sakın onu götürme, onun yerine beni al’ diye Azrail’e yalvarır. Azrail, ‘milyonlarca yıldır bu işi yapıyorum, ilk defa senin gibisini rastladım’ der. Ne Azrail ne de kadın inanır adama. Her ikisi de, ‘sana inanmıyorum, hiç öyle şey olur mu?’ derler. Yani ne Azrail ne de kadın inanıyordu. Salt onlar değil, bu olayı duyan, bu öyküyü dinleyen hiç kimse inanmadı.
Ama bu dünyada hiç kimsenin inanmadığı bu öykünün doğru olduğuna inanan tek kişi vardı: Bu öyküyü anlatan yaşlı adam. Bu hikayenin adı: ‘‘KİMSENİN İNANMADIĞI ÖYKÜ’
Nzım Hikmet
Başından üç evlilik geçmiş. Fakat hiçbirinde aradığı sevgiyi bulamıyor. Hiçbir zaman o kızı unutamıyor. Sanki o kız ona hiç yaşlanmamıştır, hala 8 yaşındadır gibi geliyor. Bir gün o kızla karşılaşıyor. O da büyümüş, bir kadın olmuştur. Ama genç bir kadın… Daha doğrusu adamdan çok daha genç göstermektedir. Adamla kadın eskiden olduğu gibi fısır fısır konuşup, gülüşüp, bakışmaktadırlar. Adam, kadına onu çok sevdiğini, şu ana kadar hiç kimseyi onun kadar sevmediğini söyler. Gerçekte söylemek istediği bu değildir. Esas söylemek istediği ‘hiç kimse benim seni sevdiğim kadar sevemez’ demektir. Kadın da ona; ‘Her zaman insan son sevgisini en büyük sevgi sanar..’ der. Ama adam, kadının neyi ima etmek istediğini anlamaz. Neyse, bir gün gene neşeli bir şekilde otururlarken bir adam onlara doğru yaklaşır. Adam şık giyimli biridir. Yaşlı adam sert bir şekilde, onlara doğru yaklaşan adama ‘ne istediğini, kim olduğunu sorar.’ Şık giyimli, kibar adam, ‘kendimi tanıtayım efendim, ben Azrail’ der. Yaşlı adam da ‘demek geldiniz, zaten geleceğinizi tahmin ediyordum, ben hazırım hadi gidelim’ der. Azrail de ‘ben senin için gelmedim ki,’ der. Yaşlı adam da, ‘ya kimin için geldin’ der. Anlar ki, Azrail kadın için gelmiştir.
Yaşlı adam bağırarak kadının önüne geçer. Ve Azrail’e ‘sakın onu götürme, onun yerine beni al’ diye Azrail’e yalvarır. Azrail, ‘milyonlarca yıldır bu işi yapıyorum, ilk defa senin gibisini rastladım’ der. Ne Azrail ne de kadın inanır adama. Her ikisi de, ‘sana inanmıyorum, hiç öyle şey olur mu?’ derler. Yani ne Azrail ne de kadın inanıyordu. Salt onlar değil, bu olayı duyan, bu öyküyü dinleyen hiç kimse inanmadı.
Ama bu dünyada hiç kimsenin inanmadığı bu öykünün doğru olduğuna inanan tek kişi vardı: Bu öyküyü anlatan yaşlı adam. Bu hikayenin adı: ‘‘KİMSENİN İNANMADIĞI ÖYKÜ’
Nzım Hikmet