- 2 Eylül 2017
- 3.866
- 8.443
-
- Konu Sahibi Idrakyollariiltihabi
- #141
Bana biraz fazla dramatize ediyorsunuz olayları gibi geldi. Sigara basma olayı hariç ben de çok dayak yedim. Dayak atilmayan çocuk yoktur herhalde. Eskiden çocuklar böyle sert bir sekilde büyütülürmüş. Ama ne annemden ne babamdan sevgi eksikliği yüzünden dayak yedim diye hissetmedim. Yanlış yaptım dayak yedim oturdum aşağı.
Bakın olaylar hakkında çok düşünmeyin. Aglama- ağlamama olayını edebileştirmeyin. Hayat güzel ama zorlaştıran sizsiniz gibi geldi bana. Sigara içmeye zorla başlamanız, ağlama konusundaki düşünceleriniz bana çok arabesk hatta çok romanvari geldi. Realist net düşünce yapısına geçin. Romantiklik pek bir şey katmıyor hayata.
Kesinlikle cahillik vs değil.
Vicdansızlık belki utanç.
Çünkü çocuğunu sevmeye utanan insanlardı geçmiştekiler.
Annenizle ilgili bişey söylemeyeceğim. Ama şuan çocuğunuza olan tavrınızın çok önemli. Bir örnekle açıklayayım. Yaklaşık iki sene önce üç çocuklu bir misafir geldi. Kadın önce çocukluğundan bahsetti. Annesi üzerine titrer, kendisini ifade etmelerine imkan tanımayacak kadar koruma altına alırmış, kendini ifade etmeyi zamanla öğrenmiş vs.. Kınamak kesinlikle değil bu ama açıklayıcı olmak adına çocuğunun birinin davranışlarından bahsedeceğim. İlk geldiklerinde çocuk yırtınıp tepinme benzeri hareketlerde bulunarak acıktım diye ağlama denebilir mi bilmiyorum, tarzında sızlandı. Kadın gülümseyerek izledi.(benim beklediğim tavır, tamam oğlum lütfen aa falan demesiydi fısıltıyla dahi olsa) ben de ben onlarınkini hazırlayayım o zaman dedim çocuklardan için. Halbuki beylerin gelmesini bekliyorduk çok uzun sürmeyecekti bekleyişimiz. Her neyse meyve faslına geçtik.çocuklar babalarıyla oturuyordu. Onlarınkini mutfağa hazırladım, eşim gelip alacaktı. Birazdan çocuk gelip, buradan tarifi mümkün olmayan bir ses tonu ve vurgu ile"bize niye gelmediiii! "diye bir tepki verdi. Amcaya sor o getirecek sizinkini dedim. Sonra yine gelip meyve için sızlanmayı sürdürdü. Annesi hep tebessümle izledi . Çünkü o esnada anneye göre çocuk bana kendini ifade ediyordu (!) tabi burada ev sahibinin mağduriyeti sorun değil, önemli olan çocuğun kendini ifade etmesi idi(!).. Anne olarak doğru yanlış ayrımını yapabilmek çok zor sorunlu çocukluk geçiren anneler için. Bunu en başta kendimden biliyorum. Konu dışı mı onu da tam kestiremiyorum ama yardımcı olmak adına yazmak istedimMerhaba hatunlar
Konuya neresinden başlasam bilemiyorum. En temizi anneliğimden başlamak. Oğlumla ilgili konu açmıştım. Birçoğunuz dehşete kapılırken, bir kısmınız da bana acıdı. Zor çocuk annesi olarak verilen hiçbir tepki, yaşadıklarımdan daha ağır olamadı tabi.
Oğlum kreşe başladı. Nispeten düzeldi, bazen farklı zorluklar yaşatıyor, bazen "kreşin hiç mi faydası olmaz arkadaş, Allahım sana geliyorum" diye söylenmeme sebep oluyor, bazen de sadece "iyi ki" dedirtiyor. Altı aydır ciddi manada çabalıyorum. Psikolog, kreş, kendimi törpüleme ve ikimizi de iyileştirme çabalarım az da olsa karşılık buluyor. Bu çabalara "çocuk eğitimi" ile alakalı bulduğum tüm kitapları çılgınlar gibi okumam da eklendi. Bulduğum tüm makaleleri, kitapları okudum. Araştırdım, ezberledim ve zaten çorba olmuş beynimi kullanılmaz hale getirdim.
Kendi savaşım tam da bu noktada başladı. Ve evet bu sefer iki saattir kendimi tutamadan ağlıyorken "annem aslında iyi bir insan. Kötü bilmesin kimse" demeyeceğim. Lakin yine de rica ediyorum çok kötü yorumlar yapmayın olur mu? Annem en nihayetinde...
Kitaplar diyordum. Oğlumu iyileştirmek için altını çizdiğim tüm cümleler, benim çocukluğumda silmeye çalıştığım tüm anıları canlandırdı. Bu yüzden, cehalet mutluluktur sözüne bir kez daha hak verdim. Yaklaşık iki saat önce okuduğum kitabın bir bölümünde donup kaldım. Nefesim kesildi sanki. İlk önce kendi oğluma karşı beslediğim vicdan azabı ile başa çıkmaya çalışırken, aslında kendi çocukluğuma ağladığımı fark ettim.
Annem, sebebini hatırlayamadığım bir öfkeden dolayı (muhtemelen dediğim şeyi neden hemen yapmıyorsun diye kızmıştır. Kardeşinin bezini getir demedim mi sana bla bla) adeta odayı inleten şaplakları art arda bacağımla buluşturdu. Yaşım sekiz. Daha çocuktum ben de ama küçük anne olmam gerekiyordu ona göre. Oldum da. Öyle ki kardeşimin ilkokul karnesinin veli kısmında benim adım yazıyordu. Neyse konu bu değildi. Bacağımın acısını pek hissedemedim o anda. Annemin yanında ağlayamazdım, ne münasebet canım güçsüz müyüm ben? Koskoca ablayım en nihayetinde. Diğer odaya gidip kapıyı kapattım. Ağlamamak için kendimi o kadar sıktım ki, dayanamayıp kanepeyi tekmeledim. Kanepenin kenarında aşırı kalın oyma ahşap vardı. Bırakın çocuğu, yetişkin insan gücüyle bile kırılması imkansıza yakındı. Ve ben o ahşap çıkıntıyı kırdım. Sonrasında annem ve babam o kısmın nasıl kırıldığını asla bilemediler. Benim kırmama ihtimal bile vermedikleri için, sorma gereği bile hissetmediler.
Sonra bacağıma baktım. Annemin parmak izleri kabarmış, neredeyse su toplamıştı. Acı hissetmiyordum hala. Sadece "bir anne bunu neden yapar?" diye düşünüyordum. Gözlerimi silip adeta bir duvar gibi annemin karşısına dikildim. "bacağıma bak!" dedim. Aslında merhamet dileniyor, vicdana davet ediyormuşum. Şimdilerde anlıyorum. Öfkesi geçmemişti. "bir şey olmaz hak ettin!" dedi. Bir müddet dondum. Ve zannediyorum zayıflığımı ve merhamete olan ihtiyacımı belirttiğim son andı. Bir daha da tekrarlanmadı.
Kitaplar, bu ara çok canımı yakıyorlar. Annem emzik muamelesi yaptığı sigarasını, her zaman yaptığı gibi tezgahın üzerine bırakmış. Öylece yanıyor. Üzerine çok da düşünmeden, çocukca bir merakla elime alıp baktım, sonra da dudağıma götürdüm. Yaş 10. Tam o anda annem girdi mutfağa. Sigaranın kötü bir şey olduğunu biliyorum en nihayetinde. Annemin evde olduğu bir anda yanan sigarasını deneyecek kadar aptal olabilirim, bu sizi yanıltmasın. Ama sigara kötüdür, bunu biliyorum. Panikle elimi arkama saklayıp (sigara ile birlikte. Yoo aptal değilim) kalbimin ağzımda atmasına ilk kez şahitlik ettim. Annem benden daha zeki olduğunu kanıtlayan o cümleyi sarf etti. "ne saklıyorsun arkanda?" tepeden çıkan dumana rağmen sordu bu soruyu evet. Tezgahta göremediği sigaraya rağmen sordu. Çünkü işkenceyi uzatmak, daha fazla haz veriyor olmalıydı.
Annem hiç düşünmedi bunu yaparken. Yani bence düşünse yapmazdı. Yapmamalıydı. Sigarayı elimden kapıp koluma bastırdı. Canım hiç tatlı değildi ama bu kadarı fazla gelmişti. Allahım o nasıl bir acı. Ağlamadım. Odaya gittim yine. Zaten o da sormadı acıdı mı diye. Bu yüzden belki 20 yaşında tiksinerek sigaraya başladım. Nefret ede ede, zorlayarak içtim ve hala içiyorum.
Bu ve bunun gibi onlarca hatıra, silindikleri yerden çıkıyorlar karşıma. Güçlü ol idrak, zayıf olma idrak, senin canın tatlı değil idrak. Bu seslerin kaynağı dikiliyor karşıma. Ve canım çok yanıyor. O sigaranın acısını yaşıyor, o parmak izlerini görüyorum en net haliyle. Canım şimdi yanıyor işte.
Doğum yapıyorum. Bilmem kaç saattir suni sancı veriyorlar bilmiyorum. Çıksa da rahatlasam diye düşünürken annem eğiliyor kulağıma. "kızım bırak kendini bağır artık" diyor. Gözümden bir damla yaş geliyor tam da o anda. Ama hayır, bırakamam. Ben zayıf değilim, hem ne varmış doğumda canım. Dünyanın en sessiz doğumunu yapmış olabilirim, bilmiyorum. Acımadı kiiiii. Ama annemin o sözü acıttı canımı. Doğumdan daha fazla hem de.
Şimdi oğlumla birlikte kendi çocukluğumu da büyütüyorum. Sebepsiz ağlamalarına ve tutturmalarına sinirlendiğim her an kendi çocukluğum dikiliyor karşıma. "bir şey olmaz" dediğim anda, tiksiniyorum kendimden. Bir şey oluyor çünkü, biliyorum.
Oğlum üç yaşına kadar acıya müthiş dayanıklı bir çocuktu. Çenesi yarıldı ve ağlamadı. Eşim bu duruma hayret ederken ben dua ediyordum içimden ağlasın diye. Ağlasın, ağlamalı. Çocuklar ağlayabilmeli çünkü. Erkenden büyümemeli çocuklar. Oğlumun canı çok tatlı artık. Minicik bir sıyrık olsa krem sür diye ortalığı inletiyor ve ben buna çok seviniyorum. "sürerim annemmm" diyerek koşuyorum krem almaya. Varsın elalem aman ne mızmız çocuk desin. Yeter ki oğlum çocuk olsun.
Bu gece sayfalar dolusu yazabilirim. Çünkü sildiğim ya da sildiğimi sandığım anılar hortladı bu gece. Size yazdığım en basitleri belki de. Yok, sürekli şiddet gören bir çocuk değildim asla. Bir elin parmaklarını geçmemiştir sayısı hatta. Bu tarif de annemden bak, bir elin parmakları. Ancak ben yetişkin olarak doğdum ve bu görebileceğim en büyük şiddetti işte. Ailenin haylaz, başarısız ve ezik çocuğunun ardından doğunca, ne haddime çocuk olmak yahu.
Muhtemelen aşırı pişman olacağım bu iç dökme halini yazmazsam delirebilirdim evet. Bu gece beynim benden bağımsız hareket ediyor çünkü. Şimdi ben, çocuk bile olmamışken nasıl çocuk büyüteyim ki. Neresinden tutayım anneliğin? Çocukluğundan mı...
Biraz gözlerim doldu okurken her yerde çıkmıyor mi karismiza kendi cocuklugumuz sorguluyoruz mücadele ediyoruz bazen o çocuklaMerhaba hatunlar
Konuya neresinden başlasam bilemiyorum. En temizi anneliğimden başlamak. Oğlumla ilgili konu açmıştım. Birçoğunuz dehşete kapılırken, bir kısmınız da bana acıdı. Zor çocuk annesi olarak verilen hiçbir tepki, yaşadıklarımdan daha ağır olamadı tabi.
Oğlum kreşe başladı. Nispeten düzeldi, bazen farklı zorluklar yaşatıyor, bazen "kreşin hiç mi faydası olmaz arkadaş, Allahım sana geliyorum" diye söylenmeme sebep oluyor, bazen de sadece "iyi ki" dedirtiyor. Altı aydır ciddi manada çabalıyorum. Psikolog, kreş, kendimi törpüleme ve ikimizi de iyileştirme çabalarım az da olsa karşılık buluyor. Bu çabalara "çocuk eğitimi" ile alakalı bulduğum tüm kitapları çılgınlar gibi okumam da eklendi. Bulduğum tüm makaleleri, kitapları okudum. Araştırdım, ezberledim ve zaten çorba olmuş beynimi kullanılmaz hale getirdim.
Kendi savaşım tam da bu noktada başladı. Ve evet bu sefer iki saattir kendimi tutamadan ağlıyorken "annem aslında iyi bir insan. Kötü bilmesin kimse" demeyeceğim. Lakin yine de rica ediyorum çok kötü yorumlar yapmayın olur mu? Annem en nihayetinde...
Kitaplar diyordum. Oğlumu iyileştirmek için altını çizdiğim tüm cümleler, benim çocukluğumda silmeye çalıştığım tüm anıları canlandırdı. Bu yüzden, cehalet mutluluktur sözüne bir kez daha hak verdim. Yaklaşık iki saat önce okuduğum kitabın bir bölümünde donup kaldım. Nefesim kesildi sanki. İlk önce kendi oğluma karşı beslediğim vicdan azabı ile başa çıkmaya çalışırken, aslında kendi çocukluğuma ağladığımı fark ettim.
Annem, sebebini hatırlayamadığım bir öfkeden dolayı (muhtemelen dediğim şeyi neden hemen yapmıyorsun diye kızmıştır. Kardeşinin bezini getir demedim mi sana bla bla) adeta odayı inleten şaplakları art arda bacağımla buluşturdu. Yaşım sekiz. Daha çocuktum ben de ama küçük anne olmam gerekiyordu ona göre. Oldum da. Öyle ki kardeşimin ilkokul karnesinin veli kısmında benim adım yazıyordu. Neyse konu bu değildi. Bacağımın acısını pek hissedemedim o anda. Annemin yanında ağlayamazdım, ne münasebet canım güçsüz müyüm ben? Koskoca ablayım en nihayetinde. Diğer odaya gidip kapıyı kapattım. Ağlamamak için kendimi o kadar sıktım ki, dayanamayıp kanepeyi tekmeledim. Kanepenin kenarında aşırı kalın oyma ahşap vardı. Bırakın çocuğu, yetişkin insan gücüyle bile kırılması imkansıza yakındı. Ve ben o ahşap çıkıntıyı kırdım. Sonrasında annem ve babam o kısmın nasıl kırıldığını asla bilemediler. Benim kırmama ihtimal bile vermedikleri için, sorma gereği bile hissetmediler.
Sonra bacağıma baktım. Annemin parmak izleri kabarmış, neredeyse su toplamıştı. Acı hissetmiyordum hala. Sadece "bir anne bunu neden yapar?" diye düşünüyordum. Gözlerimi silip adeta bir duvar gibi annemin karşısına dikildim. "bacağıma bak!" dedim. Aslında merhamet dileniyor, vicdana davet ediyormuşum. Şimdilerde anlıyorum. Öfkesi geçmemişti. "bir şey olmaz hak ettin!" dedi. Bir müddet dondum. Ve zannediyorum zayıflığımı ve merhamete olan ihtiyacımı belirttiğim son andı. Bir daha da tekrarlanmadı.
Kitaplar, bu ara çok canımı yakıyorlar. Annem emzik muamelesi yaptığı sigarasını, her zaman yaptığı gibi tezgahın üzerine bırakmış. Öylece yanıyor. Üzerine çok da düşünmeden, çocukca bir merakla elime alıp baktım, sonra da dudağıma götürdüm. Yaş 10. Tam o anda annem girdi mutfağa. Sigaranın kötü bir şey olduğunu biliyorum en nihayetinde. Annemin evde olduğu bir anda yanan sigarasını deneyecek kadar aptal olabilirim, bu sizi yanıltmasın. Ama sigara kötüdür, bunu biliyorum. Panikle elimi arkama saklayıp (sigara ile birlikte. Yoo aptal değilim) kalbimin ağzımda atmasına ilk kez şahitlik ettim. Annem benden daha zeki olduğunu kanıtlayan o cümleyi sarf etti. "ne saklıyorsun arkanda?" tepeden çıkan dumana rağmen sordu bu soruyu evet. Tezgahta göremediği sigaraya rağmen sordu. Çünkü işkenceyi uzatmak, daha fazla haz veriyor olmalıydı.
Annem hiç düşünmedi bunu yaparken. Yani bence düşünse yapmazdı. Yapmamalıydı. Sigarayı elimden kapıp koluma bastırdı. Canım hiç tatlı değildi ama bu kadarı fazla gelmişti. Allahım o nasıl bir acı. Ağlamadım. Odaya gittim yine. Zaten o da sormadı acıdı mı diye. Bu yüzden belki 20 yaşında tiksinerek sigaraya başladım. Nefret ede ede, zorlayarak içtim ve hala içiyorum.
Bu ve bunun gibi onlarca hatıra, silindikleri yerden çıkıyorlar karşıma. Güçlü ol idrak, zayıf olma idrak, senin canın tatlı değil idrak. Bu seslerin kaynağı dikiliyor karşıma. Ve canım çok yanıyor. O sigaranın acısını yaşıyor, o parmak izlerini görüyorum en net haliyle. Canım şimdi yanıyor işte.
Doğum yapıyorum. Bilmem kaç saattir suni sancı veriyorlar bilmiyorum. Çıksa da rahatlasam diye düşünürken annem eğiliyor kulağıma. "kızım bırak kendini bağır artık" diyor. Gözümden bir damla yaş geliyor tam da o anda. Ama hayır, bırakamam. Ben zayıf değilim, hem ne varmış doğumda canım. Dünyanın en sessiz doğumunu yapmış olabilirim, bilmiyorum. Acımadı kiiiii. Ama annemin o sözü acıttı canımı. Doğumdan daha fazla hem de.
Şimdi oğlumla birlikte kendi çocukluğumu da büyütüyorum. Sebepsiz ağlamalarına ve tutturmalarına sinirlendiğim her an kendi çocukluğum dikiliyor karşıma. "bir şey olmaz" dediğim anda, tiksiniyorum kendimden. Bir şey oluyor çünkü, biliyorum.
Oğlum üç yaşına kadar acıya müthiş dayanıklı bir çocuktu. Çenesi yarıldı ve ağlamadı. Eşim bu duruma hayret ederken ben dua ediyordum içimden ağlasın diye. Ağlasın, ağlamalı. Çocuklar ağlayabilmeli çünkü. Erkenden büyümemeli çocuklar. Oğlumun canı çok tatlı artık. Minicik bir sıyrık olsa krem sür diye ortalığı inletiyor ve ben buna çok seviniyorum. "sürerim annemmm" diyerek koşuyorum krem almaya. Varsın elalem aman ne mızmız çocuk desin. Yeter ki oğlum çocuk olsun.
Bu gece sayfalar dolusu yazabilirim. Çünkü sildiğim ya da sildiğimi sandığım anılar hortladı bu gece. Size yazdığım en basitleri belki de. Yok, sürekli şiddet gören bir çocuk değildim asla. Bir elin parmaklarını geçmemiştir sayısı hatta. Bu tarif de annemden bak, bir elin parmakları. Ancak ben yetişkin olarak doğdum ve bu görebileceğim en büyük şiddetti işte. Ailenin haylaz, başarısız ve ezik çocuğunun ardından doğunca, ne haddime çocuk olmak yahu.
Muhtemelen aşırı pişman olacağım bu iç dökme halini yazmazsam delirebilirdim evet. Bu gece beynim benden bağımsız hareket ediyor çünkü. Şimdi ben, çocuk bile olmamışken nasıl çocuk büyüteyim ki. Neresinden tutayım anneliğin? Çocukluğundan mı...
Şeyda senmisinBana biraz fazla dramatize ediyorsunuz olayları gibi geldi. Sigara basma olayı hariç ben de çok dayak yedim. Dayak atilmayan çocuk yoktur herhalde. Eskiden çocuklar böyle sert bir sekilde büyütülürmüş. Ama ne annemden ne babamdan sevgi eksikliği yüzünden dayak yedim diye hissetmedim. Yanlış yaptım dayak yedim oturdum aşağı.
Bakın olaylar hakkında çok düşünmeyin. Aglama- ağlamama olayını edebileştirmeyin. Hayat güzel ama zorlaştıran sizsiniz gibi geldi bana. Sigara içmeye zorla başlamanız, ağlama konusundaki düşünceleriniz bana çok arabesk hatta çok romanvari geldi. Realist net düşünce yapısına geçin. Romantiklik pek bir şey katmıyor hayata.
O utanç hissi de elalem yüzündendi zaten.Utanc değil. Annem severdir beni fakat koşulsuz değil. Annemin koşullari vardi, mesela karnem iyi olduğunda, benden iyisi olmazdi. Kötü olduğunda, berbat bir tatil geçirirdim. Niye? Annem etrafa böbürlenebilsin ne kadar iyi bir anne olduğunu gösterebilsin diye.
Annem instagramdan önce bir 'instamom'du. Varsa yoksa, hepsi etraf için. Çocuklarin mutsuzluğu önemli değil. Etrafa ideal aile tablosu gösterilmeli.
Bazen içimde o kadar öfke doğuyor ki. Yapilacak hiçbirşeyde yok.
Çok doğru.Şeyda senmisin
Ben annenle çaya gidip geldiğiniz komşu kızı,hani küçük yaşında çok becerikli olmak zorunda olan,annelerin ancak kendilerinin yapabileceği kadar iş beklediği küçük abla
O işler senin sandığın gibi değil,herkes senin kaldırdığın oranda kaldıramaz herşeyi.
Hatırlıyorum da anneni gözüne baka baka kızdırırdın,saçını başını yolardı,karşısına geçip gülerdin.
Belki Şeyda değilsin,ama bil ki birçoğumuz da değiliz,senin travmasız atlattığını zannettiğin şeyler öyle bir zamanda çıkabilir ki karşına kendini bile tanıyamazsın emin ol.
Mutlu ana baba mutlu çocuk tezine de ben pek inanmıyorum artık.Çok doğru.
Annem bana her vurduğunda kendimi bıçaklamak isterdim, onu cezalandırmak için.
Sizinki kadar yüksek dozda olmasa da,Utanc değil. Annem severdir beni fakat koşulsuz değil. Annemin koşullari vardi, mesela karnem iyi olduğunda, benden iyisi olmazdi. Kötü olduğunda, berbat bir tatil geçirirdim. Niye? Annem etrafa böbürlenebilsin ne kadar iyi bir anne olduğunu gösterebilsin diye.
Annem instagramdan önce bir 'instamom'du. Varsa yoksa, hepsi etraf için. Çocuklarin mutsuzluğu önemli değil. Etrafa ideal aile tablosu gösterilmeli.
Bazen içimde o kadar öfke doğuyor ki. Yapilacak hiçbirşeyde yok.
Annem ne kadar iyi bir insanmış düşünüyorum bulamıyorum onunla ilgili kötü bir anı.
Bir kere yanlışlıkla ayağıma bir damla sıcak su damlatmıştı çay koyarken. Sonra defalarca öptü ayağımı. Bu yüzden sigarayı okuyunca dehşete kapıldım.
Ama annem de 7-8 yaşında kardeşinin sorumluluğu almış. daha doğrusu verilmiş. dayım 2 yaşında tarlada naylon ayakkabısının tekini düşürdüğü için annem çok dayak yemiş. daha bir sürü olay.
ama o bundan sonuç çıkarıp bana hiçbir zamam kardeşimin sorumluluğunu vermedi mesela.
sen de kendi annenin yaptığı hataları yapmayacaksın. kendi çocukluğunu kendi çocuğunla bi daha yaşayıp güzel anılar biriktirin bence
malesef çocukluk dönemi çok hassas ve hayatı şekillendiren bir dönem.
Üzme kendini sen çok iyi bir annesin. Oğlun çok şanslı
"Uzun oldugu icin kimsenin okumuyacagini biliyorum " dedigin icin merak edip okudumBu cumleleri hala o kız çocuğu olarak yaziyorsunuz. Hem yetişkin bir kadın olarak o çocuğa aciyor ve o anneye öfke duyuyor hem de küçük bir kız çocuğu olarak o annenin merhametine ihtiyaç duyuyor ve bir yetişkinden ona artık durmasini söylemesini umuyorsunuz. Yaziyorsunuz çünkü o kız cocugunun ihtiyaç duyduğu merhameti telafi edecek yetişkinler okuyacak, yaziyorsunuz çünkü o anneye haddini bildirmek isteyen yetiskinler okuyacak.
Bazı yorumlar geliyor kendi hikayesini anlatan. Onlara yine kendi hikayenizle yanıt veriyorsunuz. Çünkü anneden alacağınız intikam ve ihtiyaç duydugunuz merhamet için gerekli tüm anıları boşaltmalisiniz. Ve anneyle küçük kızın başbaşa yaşadığı her travmaya merhametli bir yetişkin tanık olarak her travma için o çocuğu sarmalamali, her travma için anneyi cezalandirmali. Anneniz hakkında kötü şeyler söylenmemesini isterken aslında bir taraftan da çılgınca yargilanmasini istiyorsunuz. Sonucta kucuk bir çocuk hangi gerekçeyle bu travmalari yasamayi haketmis olabilir ki? Elbette ona bunu yaşatani aklı başında bir yetişkin yerden yere vurmali.
Size iki farklı kız çocuğu anlatacağım. Kendi hikayenizi dusunerek değil, bu kız cocuklarinin acisini hissederek okumanızı istiyorum.
Kivircik kız bir köyde dört cocuklu bir ailenin büyük kızı olarak doğdu. Annesi sık sık astım krizleri geçiren bir akıl hastasıydi. Paranoid sizofren muhtemelen. Her şeye rağmen baba ailesini birakip yurtdisina gitti çalışmak için. Anne tüm köye düşmandı, tüm köy anneyle dalga geçiyordu. Anne çocuklarına bakamiyordu, parası yoktu, düşman gördüğü akrabalardan ve diğer koylulerden hiçbir yardım kabul etmiyor, kapıyı dahi açmıyordu. Kıvırcık kız tuvaletini yapmak için annesinden izin istedi, annesi azarlayarak oyalanmadan yapıp gelmesini söylüyordu. Ama kucuk kiz disardaki tuvalete çıkamazdı çünkü düşmanlar vardi. Annesinin yufka pişirdiği tandırın yakınlarına bir yere yaptı tuvaletini koşarak gitti hemen. Akşam yemeğinde kuflenmis yufka yediler ve uyudular. Baba bir haftalık ziyarete geldi. Küçük kardeşler babanin kanatlarinin altında uyudu. Kıvırcık kız yer bulamadi, babasinin ayaklarina sarıldı öptü ve orada sabahladi. Bir köye elektrik direkleri dikmeye geldiler belediyeden. Anne adamlara küfürler savurdu, taşlar attı, beş altı adam anneyi zor bela tuttu. Direkler dikildi, işçiler gitti. Anne eline geçirdiği bicakla direklere tırmandı ve küfürler savurarak kesti kabloları. Elektrik bağlanmış olsa oracıkta ölecekti. Baba, yurda kesin dönüş yapti ve çocuklarının içler acısı haline dayanamayip zamanında delirdigini bile bile kocaman dünyada dört çocukla yalnız bıraktığı o kadını boşadı. Çocuklar cici annemiz olacak diye çok sevindiler. Sevinçleri kursağında kaldi ama kıvırcık öyle böyle buyudu ve 18 yaşında evlendi. Kocası elbiselerini çıkar dedi. Kıvırcık çırılçıplak kaldığında vücudunun her yerinde birbiri ardına şakladi kemer. Kemerin sesi problem değil, kivircik acıdan bağırırsa aynı evi paylaştığı kaynanaya kayinbabaya ayıptı ama. 3 günlük lohusaydi gorumcesine gelen dunurlere size verecek kızımız yok demesini dikte edip kalçasına tekme vurduğunda kocası. Adam sarhoş geldigi bir gün şaka olsun diye boğazını sikmaya başladı kivircigin, sıktı sıktı. Kivircigin gozleri karardi, dili sigamadigi boğazından dışarı sarkiyordu artık, boğazından bir hırıltı geliyordu. Adam sakayi yeterli buldu ve sonlandırdı. Bunlar kivircigin hikayesinde birer alt baslikti. Her bir basligin altına ne acılar sigardi.
...
Diğer cocuk beş kardeşin üçüncüsü olarak tıpkı Fatma Girik'in filmlerinde tasvir edilen cahil insanlarla dolu kurak köy gibi bir yerde geldi dünyaya. Fakirlerdi. Tek bir kap yemek ve yufkadan oluşurdu öğünler. Baba için somun ekmek alınırdı eve, tahin alinirdi. Baba somun ekmeğin bazen tamamını bazen dörtte üçünü yerdi. Kalan ekmeği çocuklara pay ederdi anne birer lokma. Bir küçük kasede gelen tahinin yine dörtte üçünü yerdi baba. Diğer çocuğun aklı tahin ve somun ekmekteydi ama 5 yaşına rağmen tahin ve sönük ekmeğe bakmaması gerektiğini bilirdi. O bir "yal düşmanı" değildi çünkü, babası uygun görürse annesi de verirse kardesleriyle gizli bir yarış icinde yerdi ekmeğine bulaştıra bulastira.
Bu çocukta bir farklılık sezdi herkes, çok akilliydi, kendi kendine okuma yazma öğrendi, matematik işlemleri yapti. Dedesinin tabiriyle her şeyi tam bir erkek gibiydi ama Allah kucucuk pipiyi eksik koymuştu. Artık çocuk erkek gibi yetistirilerek erkek evlat özlemi telafi ediliyordu. Çocuk da daha değerli olmak için bir erkek çocuğunu canlandirdi tüm çocukluğu boyunca.
Okula başladı, öğretmenler durmadan anne babasını cagiriyordu, sınıf atlatilacakti, sadece bir imza istiyorlardı. Okula giden kimse olmadi, neden sınıf atlatılmak isteniyor merak eden de. Çocuk içten içe çok üzülse de yine çok olgundu, her zamanki gibi ağlamayı hiç dusunmedi bile. O kadar olgundu ki birinci sınıfta sabah kalkar onlugunu giyer, babasının cebinden önceden tembihlendigi gibi kendisi ve kendisine emanet edilen sınır zeka ablası için birer simit parası 50 kuruş alır, sessizce anne biz çıkıyoruz derdi. Annesi gözleri kapalı, aman iyi çıkın der, uyumaya devam ederdi. Öğlen eve gelirdi çocuk, annesi bağır çağır temizlikle meşgul olduğu için son on dakika yemek koyardı onlerine. Beş dakikada yiyip koşa koşa giderlerdi okula.
Yazin güneşten fena kararan bu çocuk annesini inanılmaz öfkelendirirdi. Son derece esmer olan annesi çocuğu görünce sinir boşalması yaşar gülme krizine girerdi. Defol git gözümün önünden, yüzüne baktıkça içim daraliyor kapkarasin derdi. Çocuk sadece bakar ve giderdi. Yüzünü gizleyerek ağladığı somyada uyur kalirdi. Uykusunda birden konuşmalar algılar ve açardı gozlerini. Arkası dönük kıpırdamadan dinlerdi aglayarak. Annesi yan somyada ne kadar asi olduğunu anlatıyordu en büyük cocuga. Büyüdüğünde asla bize bakmaz ekmeği yenmez bunun diyordu. Çocuk içinden öyle olmadığını tekrar ediyordu cılız cılız. Yalnızca sekiz yaşındaydı.
Çocuk artık ilk ergenlik belirtilerini gösteriyordu. Bir erkek çocuğu, büyüyen göğüsleri kabul edebilir mi? O da edemedi. Peki hakkında hiç bilgi sahibi olmadigi bir kanamayi daha o kanamaya sebep vajinayı kabul edememisken kabullenebilir miydi? Üstelik ne bu kanı ne yapacagini biliyor ne de ne kadar surecegini biliyordu. Herkesten gizli kullanılmayan kıyafet, çarşaf aradı evde, parcaladi parcaladi kullandi bir şekilde. Tüylerin normal olup olmadığını bile bilmiyordu ama uzun olmasından rahatsızlık duyuyordu. Makasla kısaltmak geldi aklına. Ayıp gibi de geliyordu ama herkesten gizli yaptı yine de. Bir süre sonra göğüslerini saklayamaz oldu. Atletini gerdirip gerdirip baskiladi sıkıştırdı bir şekilde. Ne tam bir erkek gibi hissedebiliyordu, ne bir kız olabiliyordu. Fakat bir şekilde artik saklayamadigi vücudun insanı olmayi secti, çünkü en az bu şekilde yargilanacakti.
Her şeye rağmen çok basirili devam eden okul hayatı ergenlikle baslayan ciddi bunalımlardan umulanin aksine olumlu etkilendi. Çünkü basarmaktan başka hiçbir seçeneği yoktu. Evde olduğu her an annesinin kendisinden nefretle bahsedisine, her uykusundan kendisiyle ilgili nefret sözlerini duyarak uyanmaya katlanmak istemiyordu. Bir şekilde basardi, okudu meslek sahibi oldu. Gerçek bir kadın olarak gerçek bir adam sevdi ve evlendi. Bir cocuguyla mutlu bir evlilik surduruyor. Bunlar onun hikayesinin alt basliklari. Her başlık, altına yazılacak ne acılar yüklü.
...
İlk çocuk annem. Diğeri ben. Hangi çocuğa acimayi secebiliriz? Seçebilir miyiz? Ben bir çocuk olarak bile kivirciga acimayi seciyorum. Bir çocuk olarak kivircigin anneligine lanet ediyorum ama bir yetişkin olarak kıvırcık yerinde olsam acaba ben de mi yapardım aynı şeyleri diye düşünmekten de kendimi alamiyorum.
Bu bir girdap. Düşünmeyi ve kendimize acimayi seviyoruz. Çünkü yetişkin halimize kendi çocukluğumuzu en iyi biz anlıyoruz. O çocuğa sırt ceviremiyoruz ve onu her an her saniye yaşadığı acıyi yeniden yeniden yasayarak bir yetişkin olarak merhamet gösteriyoruz. Aynı anda hem o çocuk hem ihtiyaç duyduğu merhametin sahibi yetişkin olarak yasiyoruz her acısını.
Yakın zamana kadar ben de bu kadar bunalımlı idim. Özellikle anne olduktan sonra neden beni sevmedigini düşünerek kahrolmaya basladim. Çok pişman. Pişman olmak için neden evden ayrılmami bekledigini düşünerek kahroluyordum. Beni ittiği cinsel kimlik bunalimindan çıkamamış olsaydim ne yapardım diye düşünerek kahroluyordum. Ve saire ve saire. Sansliyim ki 22 yaşında ama çok olgun bir kardeşim var. Onunla dertlesiyorum. Önceleri beni dinledi, daha çok anlattim, dinledi ve teselli etti. O dinledikçe ben daha çok anlatma isteği duymaya basladim. Anlattıkça öfkem de dinmedi sandigimin aksine. Daha çok ofkelendim. Çünkü haksız değildim, yanilmiyordum, bana kötü bir annelik yapmisti ve ben bunu asla hak etmemiştim. Geri dönüp yıllarımı vermezdi bana. Elbette öfkeyi hakediyordu.
Bir anlattım iki anlattım, derken derken. Kardeşim bildigim ama yuzlesemedigim bir şeyler söylemeye başladı bana. Aynı şeyleri anlatıp duruyorsun, acını anliyorum ama anlatmak düşünüp durmak sana ne katiyor, aksine daha çok gömülüyorsun bu dusuncelere dedi. Bebeğini çok seviyorsun, çok iyi bir evlilik yaptın. Ama hem kocani şikayet edecek şeyler yaşıyorsun buna rağmen hem bebeğini. En azından şu an bu kadar konforlu bir hayat sahibiyken bebeğine sabredemedigin eşine sabremedemedigin anlar yaşiyorsun. Annemin yaşadığı ve seninkinden kat kat zor çocukluk üzerine o iğrenc evliligi sen yaşamış olsan nasıl davranirdin bebeğine? O kadar zor bir çocukluk yaşarken duygusal zekan ne kadar gelişirdi, ne kadar iyi bir anne olabilirdin? Artık dusunme, herkes kendi kosullarinin mümkün kıldığı hayatı yasiyor. Annemin aslında saf bir kadın olduğunu biliyorsun, özellikle bir insana kötülük yapmayı isteyecek bir kadın olmadigini biliyorsun. Belki de sadece koşulların yaraladigi bir ruhla yapabildiginin en iyisini yapti dedi.
Benim artık bakış açım bu. Kardeşim yalnızca bir konusmayla sagaltti beni. Yine aklıma geliyor anılar. Ama bu sefer kivricigin anıları da geliyor hemen peşinden. Kivirciga merhamet ediyorum, en azından ben çocuk aklımla çok seviyordum annemi, cici anne gelecek diye sevinecek bir cocukluk yaşamadım en azından diyorum.
Bu aşırı uzun yazıyı konu olarak acsam mi diye dusundum ama vazgectim. Çünkü bir zaman sonra bunu yazdigimi bile unutmak istiyorum, konu basliklarina sabitleyip kendime hatırlatmak istemiyorum. Hatta uzunlugu sebebiyle bir çok kisinin okumayacagini bilmek de rahatlatiyor şu an beni. Anlatmanin rahatlığını yasayayim fakat anlattiklarim yasamasin, daga taşa haykırır gibi. Ne bileyim. Hakikaten hafifledim ya :)