İhtiyar bir kadına zulüm
Emirlerinden en büyüğü Azerbaycan ve Horasan valisi idi. Sasanîler ülkesinde ondan daha zengin ve daha büyük vali yoktu. Eşya, teçhizat ve aletçe mükemmel idi. Oturduğu şehir çevresinde dinlenmek üzere güzel bir bahçe yapmak arzu etti. Onun arzu ettiği yerde ihtiyar bir kadına ait arazi vardı. Vali burayı da mülküne katmak istedi.
Ancak yaşlı kadın geçimini buradan karşıladığını söyleyerek teklifi reddetti. Vali ise kadının sözlerine kulak asacak değildi. Zulüm ve zor ile kadının yerini çevirdi ve bahçesine kattı. İhtiyar kadın yoksul kaldı ve dara düştü. Önceki teklif üzere bedelini veya yerine mukabil başka bir arazi istedi. Ancak vali zamanında teklifini reddettiği için kadının bu isteğine de kulak asmadı.
Kadıncağız kime gitti, araya kimi koydu ise bir netice alamadı. Sonunda hiç kimseye sezdirmeden yollara düşerek bin bir zahmetle Azerbaycan’dan başkent Medayin’e geldi. Saraya girmesine müsaade etmeyeceklerini düşünerek başka bir plan hazırladı. Nûşirevân’ın bir av partisi sırasında fırsatını bularak feryad ü figan ederek dikkatini çekmeyi basardı.
Yanına vardığında daha önce hazırlamış olduğu dilekçesini uzatırken: “Ey melik! Eğer cihan hükümdarı isen, bu zayıf ihtiyar kadının hakkını ver ve dilekçemi oku” dedi.
Nûşirevân, yaşlı kadının dilekçesini aldı, okudu, sözlerini tamamiyle dinledi. Gözlerinden yaşlar boşandı ve “Üzülme, çünkü şimdiye kadar iş senin idi. Şimdi ise bana geçti. Muradını yerine getireyim ve seni şehrine göndereyim. Bir kaç gün burada dinlen. Zira yorgunsundur” dedikten sonra bir hizmetçi çağırdı ve kadının ihtiyaçlarının görülmesini istedi.
Önce tahkikat
Nûşirevân bütün gün ihtiyar kadının durumunu, hadisenin söylediği gibi olup olmadığını, meseleyi doğru olarak nasıl öğreneceğini düşündü. Ertesi gün en mutemet adamlarından birini çağırdı ona meseleyi açtıktan sonra: “Hazineden masrafların için istediğin kadar para al. Azerbaycan’a git. Orada filan şehirde, filan mahallede 20 gün müddetle otur. İnsanlarla görüş. Sizin mahallede filan adlı yaşlı bir kadıncağız vardı. O nereye gitti. Bir arazi parçası vardı, ne yaptı diye sor. Söylediklerini doğru olarak huzuruma getir. Seni bu iş için gönderiyorum. Bu konudan kimsenin haberi olmasın ” dedi.
Ertesi gün bargahda bütün ordu kumandanlarının önünde ise o adamına hitaben: “Azerbaycan’a git. Hazine için her şehirden toplanan vergileri getir. Gelirlerin ve zahirelerin nasıl olduğunu, bir yere afet gelip gelmediğini araştır” diyerek Azerbaycan valisinin de hazır olduğu erkanı yanılttı.
Nûşirevân’ın gulamı yaşlı kadının mahallesine vararak yirmi gün kaldı. Herkesle oturup kalktı. Daha ihtiyar kadının adı geçerken herkes “Zavallı ihtiyar kadın! Mübarek bir hanımdı. Kocası öldükten sonra yoksulluğa düştü. Geçimini sağlayan bir parça yeri vardı. Nafakasını ondan temin ediyordu. Her gün dört ekmeği olurdu. Birini lamba yağına öteki birini ekmek katığına verir diğer ikisini de sabah, akşam yerdi. Padişah hakkını da gözetirdi. Günlerini böyle geçiriyordu.
Şehrin valisi onun bu arazisinin civarında güzel, manzaralı bir bina yaptırıyordu. Onun yerini de zorla gaspetti. Ne bedelini ödedi, ne de karşılık olarak başka bir yer verdi. O ihtiyar kadın iki yıl valinin kapısında dolaştı. Bir netice alamadı. Birkaç gündür o kadın kayıptır. Nereye gittiğini, ölü mü sağ mı olduğunu bilmiyoruz” dediler.
Gulam durumu öğrenince süratle dönerek Nûşirevân’ın huzuruna çıktı ve bütün işittiklerini arzetti.
Sonra en şiddetli ceza
Nûşirevân ihtiyar kadının doğru söylediğine kanaat getirmişti. Bütün gün üzgün bir halde kaldı. Sonunda sarayda görevli büyük hacibini huzuruna çağırdı ve “Ertesi gün divan kuracağım. Büyükler ve emirler huzuruma gelince Azerbaycan valisini koridorda tut ve ne emredeceğimi gör” dedi.
Nûşirevân ertesi gün emirlerinin katıldığı bir meclis kurdu. Hepsine hitaben “Size bir sual soracağım. Bana gerektiği gibi cevap veriniz” dedi.
Emirler: “Ferman baş üstüne” dediler.
Nûşirevân: “Azerbaycan emirliğini vermiş olduğum emirin ne kadar serveti bulunuyor” dedi.
Emirler: “Muhtemel olarak 2.000.000 dinarı 500.000 dinar değerinde altın ve gümüşten kap kaçağı, 300.000 dinar değerinde süs eşyası ve mobilya (ferş)sı vardır. Irak’ta Fars’ta ve Azerbaycan’da pek çok emlaki bulunmaktadır” dediler.
Nûşirevân: Hayvan olarak neyi vardır?
Emirler: Yaklaşık 30.000 hayvanı vardır.
Nûşirevân: Köle (bende) olarak nesi vardır?
Emirler: 1.700 gulamı ve 400 cariyesi vardır. “Sizin ikbaliniz sayesinde başka neyinin olduğunu ancak Allah bilir” dediler.
Nûşirevân: “Cenab-ı Hakk’ın ihsan ettiği bu kadar serveti ve nimeti olan iki ekmeğinden birini sabahleyin, diğerini akşamleyin yiyen zavallı, fakir bir ihtiyar kadının iki ekmeğini zulüm ile alan bir kimse hakkında siz ne dersiniz söyleyiniz dedi.
Bütün emirler başlarını yere eğdiler ve “Onun hakkında mümkün olan en kötü muamele ne ise o yapılmalıdır” dediler.
Nûşirevân: “O emirin derisini baştan itibaren yüzmenizi, derisine ot doldurmanızı, bir kimseye eza ve zulüm yapan her mahluka yapılanın aynının yapılacağım yedi gün dellallarla ilan etmenizi hemen şimdi istiyorum” dedi.
Emir aynen yerine getirildi. Azerbaycan valisinin içine ot doldurulmuş derisini Nûşirevân’ın kapısı üzerine astılar. Dellallar fermanı yedi gün ilan ettiler.
Cihanı adaletle mamur ederiz!
Nûşirevân ayrıca emirler dağılmadan Azerbaycan’a gönderdiği gulamı ve yaşlı kadını huzura getirtti. Gulam’a: “Seni ne sebeple Azerbaycan’a gönderdim?” diye sordu.
Oda: “Bu ihtiyar kadının durumunu doğru olarak bileyim diye gönderdiniz. Onun durumunu öğrendim ve size arzeyledim” dedi.
Nûşirevân sonra emirlere dönerek: “Biliniz ki, ben boş lafla Ona bu cezayı vermedim. Bundan sonra kim bir zulüm ve eza yaparsa herkes yapılanın aynını görecektir. Müfsidleri yeryüzünden kaldırırız. Zalimlerin ellerini kırarız. Cihanı hak ve adaletle mamur ederiz. Hûda beni bu iş için yaratmıştır. Zalimlerin ellerini kırayım diye Allah’ın kulları üzerine padişah yapmıştır. Sizin başınıza da aynının gelmemesi için iyi iş yapmaya çalışınız” dedi.
Mecliste bulunan herkes Nûşirevân’ın heybetinden, korkusundan ve siyasetinden ödleri patlayacak kadar dehşete düştüler.
Sonra Nûşirevân ihtiyar kadına: “Sana zulüm yapan o kimsenin cezasını verdim Senin yerinin ortasında bulunan o saray ve bahçeyi sana bağışladım” dedikten sonra ona nafaka ile birlikte hayvan verdi. Artık kendisinden vergi alınmaması hususunda bir de emirname bahsetti.
Artık âdil idare devri başlıyor ve Nûşirevân, Nûşirevân-ı Adil diye anılıyordu.
Yedi yıl çalmayan zil
Nûşirevân zulme uğrayan kimselerin kendisine rahatça ulaşabilmeleri için enteresan bir metot geliştirdi. Saraya gelen her mazlum bir hacibe, görevliye ihtiyaç duymasın diye yedi yaşındaki bir çocuğun elinin erişebileceği bir zincir yapmalarını ve buna birçok zil asmalarını emretti. Böylece haciblerin zayıf ve minnetzede kişilerin haklarını gözetmeyeceklerini, onların dertlerini kendisine ulaştıramayabileceklerini düşünerek kesin bir tedbir almış bulunuyordu.
Mazlum kişi gelerek o zinciri kımıldatır ve ziller ses çıkarırdı. Böylece konu Nûşirevân’a iletilmiş olurdu. Derhal o kimseyi huzuruna çağırır, durumunu öğrenir ve her kimde ise hakkını alırdı.
Nûşirevân’ın bu siyasetinden bütün halk ve asker korktu. Valiler mazlumlara haklarını verdi. Hiç kimse kimseye zulüm ve eza yapmaya cesaret edemez oldu. Sasanî ülkesi doğruluğa, halk huzura kavuştu. Tam yedi yıl geçti ve Nûşirevân’ın dergahına adalet istemeye kimse gelmedi ve şikayet etmedi.
Uyuz eşeğin dramı
Yedi yıl sonra bir öğle üzeri idi. Dergah ve saray kapısı boştu. Nöbetçiler rehavet içerisindeydiler. Artık unutulmuş olan ziller devamlı olarak çalmaya başladı. Nûşirevân işitti. Derhal iki hadimini gönderdi. Kimdir bakınız ve derhal huzuruma getiriniz dedi. Hadimler dışarıya çıkıp gördüler ki, sarayın kapısından girmiş olan ve sırtını o zincirlere sürten, ihtiyarlamış, zayıflamış, uyuz olmuş bir eşek idi.
Her iki hadim, Nûşirevân’ın huzuruna çıktılar ve: “Şikayet için gelmiş kimse yoktur. Fakat ihtiyar, zayıf ve uyuz bir eşek kendisini zincire sürtüyor. Belki de kaşınıyor, sürtünmek hoşuna gidiyor” dediler.
Nûşirevân, “Hata ediyorsunuz. Zira bu eşek de adalet istemeye gelmiştir. Her ikinizin gitmenizi ve bu eşeği şehrin içinde dolaştırmanızı istiyorum. Kimin olduğunu öğreniniz ve bana doğru olarak bildiriniz” dedi.
Hadimler Nûşirevân’ın huzurundan çıktılar ve eşeği şehirde gezdirmeye başladılar. Halka “Bu eşeği tanıyan kimse var mıdır?” diye soruyorlardı. Halktan pek çok kişi “Evet, zira halkın çoğu onu tanır. Bu eşek filan çamaşırcı adamındır. Yirmi yıldır kendisini tanırız. Her gün elbiselerini bu eşeğe yükler, çaya gider; yıkar; akşamleyin geri getirir. Eşek genç olduğu müddetçe ona iş yapıyordu. Artık ihtiyarlamıştır. İş yapamıyor diye sahibi onu serbest bırakmıştır. Eşek de şehirde dolaşıyor, insanlar ona acıyarak ot ve su veriyorlar. Çoğu kez onu da bulamıyor.”
Hadimler durumu öğrenince çabucak geri döndüler. Nûşirevân’ın huzuruna çıkarak durumu bildirdiler.
Nûşirevân: “Ben bu eşek de adalet istemeye gelmiştir diye söylemedim mi? Bu gece kendisine yem veriniz. Yarın o çamaşırcı adamı mahallenin dört kethüdası ile birlikte huzuruma çağırınız. Gereken ne ise emredeyim” dedi.
Hadimler ertesi gün denileni yaptılar. Eşeği ve çamaşırcıyı mahallenin dört kethüdası ile birlikte Nûşirevân’ın huzuruna getirdiler.
Nûşirevân çamaşırcıya dönerek: “Bu eşek genç olduğu müddetçe ona iş buyuruyordun. Şimdi ihtiyarlamıştır ve iş yapmaktan aciz kalmıştır. Bu yüzden ona boşuna ot ve yem vermekten çekindin, kovdun. Peki onun 20 yıllık hizmeti nerede kaldı?” dedi ve çamaşırcıya 40 değnek vurmalarını emretti.
Ardından nihaî kararını bildirdi. “Bu eşek yaşadığı müddetçe yiyebileceği kadar yemi bu dört kethüdanın bilgisi dahilinde vereceksin. Yem vermekte kusur ettiğin malumum olursa seni müthiş cezalandırırım, bilmiş olasın.”
Türkler seyyidlerle akraba!
Nûşirevân 48 yıl hüküm sürdükten sonra adaletini dünyaya eser bırakarak her fani gibi ebedî aleme göçtü.
Hazreti Ömer, Sasanî devletini yıkıp İran’ın fethini tamamladığında Nûşirevân’ın üç kızı da esirler arasında bulunuyordu. Bunlara da diğer esirler gibi muamele yapılmak istenince Hazreti Ali, “Resûlullahın esir olan sultanlara ve çocuklarına ayrı muamele yapılmasına dair Hadis-i Şerifi var” deyince Hazreti Ömer bu kızları Sevde validemizin emrine verdi. Bir müddet sonra bunların üçü de kendi istekleriyle Müslüman oldular.
Bunlardan Şehr-i Bânu Gazele Hazreti Ali’nin oğlu Hazreti Hüseyin’le evlendi. Birisini Hazreti Ömer’in oğlu Hazreti Abdullah diğerini de Hazreti Ebubekir’in oğlu nikah edindi.
Hazreti Hüseyin ile Şehr-i Bânu Gazele’nin evliliğinden Zeynelabidin hazretleri dünyaya geldi. Şehr-i Bânu’nun annesi olan Nûşirevân’ın hanımı ise Göktürk hakanının kızı idi. Böylece Türkler ve Acemler seyyidlerin akrabaları olmuşlardır.