- 3 Aralık 2006
- 3.073
- 132
- 63
İstanbul Sizin Olsun
Kâmuran Esen
Benim gibi küçük bir kasabada mı yaşıyorsunuz? Zaman zaman çevrenizden sıkılıyor musunuz? Kasabanızın olanaksızlıklarından yakınıyor musunuz? Veya ne bileyim daha büyük şehirde yaşamak, büyük şehrin olanaklarından yararlanmak istiyor musunuz? Bu sorulara verdiğiniz cevap “evet” ise, size şöyle bir İstanbul’a gitmenizi öneririm. Şöyle bir gitmek yetmez. Birkaç gün kalacaksınız, büyük şehrin yoğun kalabalığında ve trafiğinde, önemli işlerinizi halletmek için koşturacaksınız.....İşte o zaman yaşadığınız küçük kasabanın güzelliğini anlayacak, küçük yerlerde yaşamanın rahatlığını farkedeceksiniz. Çünkü insanlar, bazı şeylerden uzak kalınca ancak onların güzelliğini anlayabiliyor .
Geçenlerde üç-dört günlüğüne İstanbul’ a gitmiştim. Şarkılara, türkülere, şiirlere konu olan İstanbul’a. Orhan Veliler’in , Yahya Kemaller’in şiirlerinde anlattığı İstanbul’a. Hani diyordu ya Orhan Veli; “İstanbul’u dinliyorum gözlerim kapalı.” diye..... Sağ olsaydı eminim İstanbul’u dinlemek istemezdi şimdi. İstanbul’un güzelliği o şiirlerde ve şarkılarda kalmış. Onun güzelliklerini görebilmek, sezebilmek öyle zor ki. Peki ya sıkıntıları ve zorlukları? İşte bunları her yerde ve her zaman hissedebiliyorsunuz.
Bir defa, büyük şehir yutuyor sizi. Uzayda bir nokta gibi hissediyorsunuz kendinizi. Kim olduğunuzun , ne olduğunuzun ne siz farkındasınız, ne de başkaları farkında. Kasabanızda, karşılaştığınız herkesle selâmlaşmanın ve ayaküstü sohbet etmenin eksikliğini hissediyorsunuz. Aynı apartmanda oturan insanlar birbirini tanımıyor, selâmlaşmıyor. “Yere baksan yer ırak; göğe baksan gök ırak.” misali. Yüzlerce insanla karşılaşıyorsunuz, hepsi yabancı. Ne “merhaba” d iyen var; ne de gülümseyerek hafif başını eğen bir Allah’ın kulu...... Selâm vermek bu kadar mı zor?..........İnsanlar birbirinden öyle uzak ki. Hepsi iç içe, ama aralarında dağlar var gibi. Duygusal olarak, birbirlerine yaklaşamıyorlar. Kalabalıkta yalnızlığı yaşıyorlar. Siz de o kalabalıkta kendinizi yalnız hissediyorsunuz. İnsanlık ilişkileri kopmuş çoktan. “Ölüyorum” deseniz, bir bardak su veren çıkmaz. Sanki dilini bilmediğiniz yabancı bir ülkede gibisiniz.
Hele hele mağazaların veya çeşitli iş yerlerinin isimlerinin genelde yabancı kelimeler olduğunu görünce, şaşkınlığınız iyice artıyor. Benim gibi yabancı diliniz de yoksa, vay halinize!... Kalabalıktan ürküyor, gürültüden, hele hele yoğun trafiğinden bunalıyorsunuz. Yaşadığı küçük kasabada istediği yerde, karşıdan karşıya geçmeye alışmış biri olarak şaşırıp kalıyorsunuz. Trafik işaretlerinin, görevlilerin sizi yönlendirmesini garipsiyorsunuz. Kalabalık yaya kaldırımında size omuz vurup geçenlere bakakalıyorsunuz.
Galleria’da bir kahve molası vermek için oturup, çantanızı oturduğunuz sandalyenin arkasına taktığınızda; duyarlı bir güvenlik görevlisi gelip uyarıyor sizi: “ Bayan! Çantanızı elinize alın.” Renkli ışıklara kendini kaptırıp annesinden uzaklaşan küçük bir çocuğu izliyor aynı memur. Ve anneyi uyarıyor nazikçe: “Hanımefendi! Çocuğunuzla ilgilenin lütfen.”.....Allah Allah! Sanki savaş alanı veya bir âfet bölgesindeyiz. Demek ki her an tetikte, her an size gelebilecek bir tehlikeyi bertaraf edecek bir pozisyonda olmanız gerekiyor. Bu durumda, İstanbul’un güzelliklerini yaşamak imkânsız hale geliyor. Ürktüm. ” Ben meğer ne kadar rahatmışım kasabamda.” Dedim.
Garajlara gidiyorsunuz, kalabalık sizi ezecek gibi. Kasabada büyümenin ve yaşamanın rahatlığına alışmış biri olarak gene şaşırıyorsunuz. Otobüs muavinleri gelip valizinize yapışıyorlar. “Abla nereye gidiyorsun?” diye soran sorana. Kimi “Bursa’ya mı ? ” kimi “Ankara’ya mı ? ” kimi “İzmir’e mi ? ” diye valizinize saldırıyor. Valiziniz kapanın elinde kalıyor. Sinirlendim. “Yok kardeşim.” dedim. “Sizin dediğiniz hiçbir yere gitmiyorum. İzin verirseniz Bolu’ ya gideceğim.” İnanın öyle sinirlendim ki; İzmir veya Bursa’ya gidecek bile olsam, olara inat gitmeyeceğim. (Karadenizli Temel gibi.) .....Kalabalıkta karşılaştığımız erkeklerin bir bayana nezaketen yol vermesine alışık olduğumdan, aynı nezaketi orada da bekledim. Nerde!.....Yol vermek şöyle dursun, ittirip, dirsekleyip geçiyorlar sizi. Kendinizi aptallaşmış hissediyorsunuz.
Bindiğiniz taksi şöförleri kurt gibi. Sizi aldatmanın yollarını arıyorlar. Gideceğiniz yeri söylediğinizde , “Nereden gidelim?” diye soruyorlar. Sizin yabancı olup olmadığınızı, kandırılmaya müsait olup olmadığınızı anlamak için yapıyorlar bunu. Siz de boş bulunup “Kardeşim ben yabancıyım, bilmiyorum.” derseniz, yandınız. Artık en uzak, en dolaşım yollardan götürür, dolaştırır dururlar sizi. Böylece yabancılığınızı fırsat bilip, ceplerine fazla parayı indirirler.
İşte ben birkaç günlük İstanbul seyahatimde bunları yaşadım. İstanbul’un güzelliklerini göremedim, sezemedim. Sıkıntılarını ise dolu dolu yaşadım. Kasabamdaki rahat, mütevazi yaşantımı özledim. Çok sevdiğim kasabamı daha fazla sevmeye başladım.
Kasabama döndüğüme, hemen bir komşum seslendi pencereden:
”Kâmuran Hanım! Nerelerdeydiniz kaç gündür? Yokluğunuz hemen belli oldu.”
Ertesi gün gittiğim bakkal gülümseyerek:
“Rahatsız mıydınız yoksa? Son günlerde uğramadınız hiç.” Dedi.
Aynı gün başka bir komşum, kim olduğumu hatırlattı:
”Hocanım! Kaç akşamdır ışığınız yanmıyordu.Nerdeydiniz?"
Yokluğumun farkedilmesi gururumu okşadı. Kasabamın, trafik yoğunluğu olmayan tek caddesinin tadını çıkardım doyasıya. İstediğim yerde karşıdan karşıya geçtim.Yaya kaldırımda, itilip kakılmadan yürüdüm. Yolda karşılaştığım herkesi, sevinçle ve sevgiyle selâmladım. Birçoğuyla ayaküstü sohbet ettim.
Eğer içinizde küçük şehirlerde yaşamaktan sıkılanlar, büyük şehirde yaşamaya özenenler varsa , işte İstanbul orada. Buyursunlar, gitsinler. Gitsinler ki, küçük şehirlerin sıcaklığını, güzelliğini, rahatlığını anlasınlar. Benim hiçbir yere gitmeye niyetim yok. Varsın İstanbul onların olsun, ama kasabam benim. Çünkü burayı çok seviyorum.
1993 / Mudurnu
Kâmuran Esen
Benim gibi küçük bir kasabada mı yaşıyorsunuz? Zaman zaman çevrenizden sıkılıyor musunuz? Kasabanızın olanaksızlıklarından yakınıyor musunuz? Veya ne bileyim daha büyük şehirde yaşamak, büyük şehrin olanaklarından yararlanmak istiyor musunuz? Bu sorulara verdiğiniz cevap “evet” ise, size şöyle bir İstanbul’a gitmenizi öneririm. Şöyle bir gitmek yetmez. Birkaç gün kalacaksınız, büyük şehrin yoğun kalabalığında ve trafiğinde, önemli işlerinizi halletmek için koşturacaksınız.....İşte o zaman yaşadığınız küçük kasabanın güzelliğini anlayacak, küçük yerlerde yaşamanın rahatlığını farkedeceksiniz. Çünkü insanlar, bazı şeylerden uzak kalınca ancak onların güzelliğini anlayabiliyor .
Geçenlerde üç-dört günlüğüne İstanbul’ a gitmiştim. Şarkılara, türkülere, şiirlere konu olan İstanbul’a. Orhan Veliler’in , Yahya Kemaller’in şiirlerinde anlattığı İstanbul’a. Hani diyordu ya Orhan Veli; “İstanbul’u dinliyorum gözlerim kapalı.” diye..... Sağ olsaydı eminim İstanbul’u dinlemek istemezdi şimdi. İstanbul’un güzelliği o şiirlerde ve şarkılarda kalmış. Onun güzelliklerini görebilmek, sezebilmek öyle zor ki. Peki ya sıkıntıları ve zorlukları? İşte bunları her yerde ve her zaman hissedebiliyorsunuz.
Bir defa, büyük şehir yutuyor sizi. Uzayda bir nokta gibi hissediyorsunuz kendinizi. Kim olduğunuzun , ne olduğunuzun ne siz farkındasınız, ne de başkaları farkında. Kasabanızda, karşılaştığınız herkesle selâmlaşmanın ve ayaküstü sohbet etmenin eksikliğini hissediyorsunuz. Aynı apartmanda oturan insanlar birbirini tanımıyor, selâmlaşmıyor. “Yere baksan yer ırak; göğe baksan gök ırak.” misali. Yüzlerce insanla karşılaşıyorsunuz, hepsi yabancı. Ne “merhaba” d iyen var; ne de gülümseyerek hafif başını eğen bir Allah’ın kulu...... Selâm vermek bu kadar mı zor?..........İnsanlar birbirinden öyle uzak ki. Hepsi iç içe, ama aralarında dağlar var gibi. Duygusal olarak, birbirlerine yaklaşamıyorlar. Kalabalıkta yalnızlığı yaşıyorlar. Siz de o kalabalıkta kendinizi yalnız hissediyorsunuz. İnsanlık ilişkileri kopmuş çoktan. “Ölüyorum” deseniz, bir bardak su veren çıkmaz. Sanki dilini bilmediğiniz yabancı bir ülkede gibisiniz.
Hele hele mağazaların veya çeşitli iş yerlerinin isimlerinin genelde yabancı kelimeler olduğunu görünce, şaşkınlığınız iyice artıyor. Benim gibi yabancı diliniz de yoksa, vay halinize!... Kalabalıktan ürküyor, gürültüden, hele hele yoğun trafiğinden bunalıyorsunuz. Yaşadığı küçük kasabada istediği yerde, karşıdan karşıya geçmeye alışmış biri olarak şaşırıp kalıyorsunuz. Trafik işaretlerinin, görevlilerin sizi yönlendirmesini garipsiyorsunuz. Kalabalık yaya kaldırımında size omuz vurup geçenlere bakakalıyorsunuz.
Galleria’da bir kahve molası vermek için oturup, çantanızı oturduğunuz sandalyenin arkasına taktığınızda; duyarlı bir güvenlik görevlisi gelip uyarıyor sizi: “ Bayan! Çantanızı elinize alın.” Renkli ışıklara kendini kaptırıp annesinden uzaklaşan küçük bir çocuğu izliyor aynı memur. Ve anneyi uyarıyor nazikçe: “Hanımefendi! Çocuğunuzla ilgilenin lütfen.”.....Allah Allah! Sanki savaş alanı veya bir âfet bölgesindeyiz. Demek ki her an tetikte, her an size gelebilecek bir tehlikeyi bertaraf edecek bir pozisyonda olmanız gerekiyor. Bu durumda, İstanbul’un güzelliklerini yaşamak imkânsız hale geliyor. Ürktüm. ” Ben meğer ne kadar rahatmışım kasabamda.” Dedim.
Garajlara gidiyorsunuz, kalabalık sizi ezecek gibi. Kasabada büyümenin ve yaşamanın rahatlığına alışmış biri olarak gene şaşırıyorsunuz. Otobüs muavinleri gelip valizinize yapışıyorlar. “Abla nereye gidiyorsun?” diye soran sorana. Kimi “Bursa’ya mı ? ” kimi “Ankara’ya mı ? ” kimi “İzmir’e mi ? ” diye valizinize saldırıyor. Valiziniz kapanın elinde kalıyor. Sinirlendim. “Yok kardeşim.” dedim. “Sizin dediğiniz hiçbir yere gitmiyorum. İzin verirseniz Bolu’ ya gideceğim.” İnanın öyle sinirlendim ki; İzmir veya Bursa’ya gidecek bile olsam, olara inat gitmeyeceğim. (Karadenizli Temel gibi.) .....Kalabalıkta karşılaştığımız erkeklerin bir bayana nezaketen yol vermesine alışık olduğumdan, aynı nezaketi orada da bekledim. Nerde!.....Yol vermek şöyle dursun, ittirip, dirsekleyip geçiyorlar sizi. Kendinizi aptallaşmış hissediyorsunuz.
Bindiğiniz taksi şöförleri kurt gibi. Sizi aldatmanın yollarını arıyorlar. Gideceğiniz yeri söylediğinizde , “Nereden gidelim?” diye soruyorlar. Sizin yabancı olup olmadığınızı, kandırılmaya müsait olup olmadığınızı anlamak için yapıyorlar bunu. Siz de boş bulunup “Kardeşim ben yabancıyım, bilmiyorum.” derseniz, yandınız. Artık en uzak, en dolaşım yollardan götürür, dolaştırır dururlar sizi. Böylece yabancılığınızı fırsat bilip, ceplerine fazla parayı indirirler.
İşte ben birkaç günlük İstanbul seyahatimde bunları yaşadım. İstanbul’un güzelliklerini göremedim, sezemedim. Sıkıntılarını ise dolu dolu yaşadım. Kasabamdaki rahat, mütevazi yaşantımı özledim. Çok sevdiğim kasabamı daha fazla sevmeye başladım.
Kasabama döndüğüme, hemen bir komşum seslendi pencereden:
”Kâmuran Hanım! Nerelerdeydiniz kaç gündür? Yokluğunuz hemen belli oldu.”
Ertesi gün gittiğim bakkal gülümseyerek:
“Rahatsız mıydınız yoksa? Son günlerde uğramadınız hiç.” Dedi.
Aynı gün başka bir komşum, kim olduğumu hatırlattı:
”Hocanım! Kaç akşamdır ışığınız yanmıyordu.Nerdeydiniz?"
Yokluğumun farkedilmesi gururumu okşadı. Kasabamın, trafik yoğunluğu olmayan tek caddesinin tadını çıkardım doyasıya. İstediğim yerde karşıdan karşıya geçtim.Yaya kaldırımda, itilip kakılmadan yürüdüm. Yolda karşılaştığım herkesi, sevinçle ve sevgiyle selâmladım. Birçoğuyla ayaküstü sohbet ettim.
Eğer içinizde küçük şehirlerde yaşamaktan sıkılanlar, büyük şehirde yaşamaya özenenler varsa , işte İstanbul orada. Buyursunlar, gitsinler. Gitsinler ki, küçük şehirlerin sıcaklığını, güzelliğini, rahatlığını anlasınlar. Benim hiçbir yere gitmeye niyetim yok. Varsın İstanbul onların olsun, ama kasabam benim. Çünkü burayı çok seviyorum.
1993 / Mudurnu