Gne55 le ay Saati...




Canım merhaba. Bugün temizlik günüm. Belki güneşim bana çay ikram eder dedim. Bende fırından yeni çıkmış poğaçalar getirdim. :))
 
günaydın hanımlar,,ben buğün erkenciyim ,gerçi her gün erken kalkarımda,berk uyuduğu için pc ye erken açtım,ama inanılmaz boynum ağrıyo,ya,şu anda bile karıncalaşıyor,benim ağrımazdı boynum hiç ,pc başında pineklemekten oldu biliyom ,daha sonra geçiyor ama oturunca yine başlıyo,boyun düzleşmesi olcam valla,


leydim emeğine sağlık,çok güzel paylaşımlar ,bunlar,canım benim...
 
Son düzenleme:
lerenim çok güzel görünüyolar poçalar,ellerine sağlık canım,eşin nsıl oldu ,çayın hazır inan yeni demledim
 


afiyet olsun hanımlar
[BBir Bardak Çay Gibi Ömür… Kiminin Ki Bir Dikişte Biter Kimininki ıse Yudum Yudum… Dibinde Kalan Çöpler ıse Hayattan Kalan Kalıntılar][/B]
 
klima harıl harıl çalışıyor ben ısınamıyorummmmmmm,,
pazar günü nasipse kurdurcam sobayı,,yoksa donuyom,,üstünede kestaneleri ,yanınada çay,ooohhhh
sefam olsun ,lafıyla bilem ısındım valla,
sizleride beklerim canlarım ..opuyorumnanaktan

 
Son düzenleme:
ÜSTÜNDE KESTANE PıŞEN SOBA ÖZLEMı...
Yoksunluk günlerindeki zenginliğimiz şimdi yok. Bizler öyle bir çocukluk yaşadık ki o zorlukların içinde bile aslında çok sanşlıydık diye düşünüyorum.




Bu Nedir?
Dışarıda lapa lapa kar... Ortalık bembeyaz, hava buz gibi. Karşımızda oturan komşumuz Kadriye Teyze kapıyı vurur, “Hadi bakalım Nilgün, hazır mısın?” deyince hemen ayakkabılarımı giyer, birlikte yola koyuluruz. Eeee, okula geç gitmemek lazım. Her sabah Kadriye Teyze beni geçerken alır, okula bırakır, sonra oradan işine gitmeye devam ederdi. Annem de arkamdan evi toparlar, o da işe giderdi. Hava ne kadar soğuk olursa olsun, şartlar ne olursa olsun okula gitmek zorundaydık. Nerede öyle zırt-pırt okul tatili! Okuldan çıkar, koşa koşa eve gelir, hemen yemeğimi yer, yatağın içine girerdim. Çünkü ev buz gibi olurdu. Soba yanmıyordu, annem gelecek ki sobayı yaksın. Sıkı sıkı giyinir, yatağın içinde, arada ders yapmaya çalışır, arada uyuya kalırdım. Bir an önce akşam olsun, annem gelsin isterdim.

Akşam annemi karşılamak, en büyük zevkimdi. Elinde alışveriş poşetleri köşeden döndüğünde sevinçle kapıyı açar, anneme sarılır, öper, hemen ellerindeki poşetlere bakardım. Aman Allah’ım ne güzel şeylerdi onlar! Mandalina, elma, muz, vs.

Hepsinden en fazla bir kilo olurdu, fazlası değil. Hele ki bir de kestane varsa yaşasın, bu akşam kestane patlatacağız demekti. Ne güzel. Annem hemen üstünü çıkarmadan önce sobayı yakmaya başlardı. Sobanın içini odun ve çıta doldurur, mutfağa yemek yapmaya geçerdi. Ben de o arada gazete kâğıdını küçük küçük sobaya atıp çıtaları tutuşturmaya çalışırdım. O küçücük ellerimi arada yanlışlıkla yakar, yüzüm gözüm simsiyah olmuş bir halde ama yine de gülen gözlerle bakar, mutluluk saçardım. Çünkü o haldeyken bile mutluyduk.

Annem hemen yemek hazırlardı. Komşumuz Nuran Abla, Kadriye Teyze, Nursel Abla hep bizdeydi. Saatlerce oturup konuşur, güler, eğlenirdik. Bazen Nuran Abla bizde kalırdı. Bu da benim çok hoşuma giderdi. Çünkü evde kalabalık olmak bana daha çok güven verirdi. O zaman hırsızdan daha az korkar, daha rahat uyurdum. Çünkü bilirdim ki bir şey olursa annem tek başına olmayacak, bize Nuran Abla da yardım edecek. Birlikte hırsızla mücadele edeceğiz. Çocuk aklıyla neler düşünüyordum. Korkardım ama cesur olmak zorundaydım ve o küçücük boyumla cesur olmaya çalışır, anneme güç verirdim. Korkudan birbirimize sarılarak uyuduğumuz günler çoktu…

Yine de tüm bu zorluklara rağmen o çıtır çıtır yanan sobanın etrafına yaydığı sıcaklığın bize yaşattığı his kelimelerle anlatılır gibi değildi. Biri geldiğinde “Kim o?” diye seslenmek için pencereyi açtığımızda öyle güzel bir soğuk vururdu ki insanın yüzüne, ellerimizi ovuştura ovuştura saatlerce ayrılamazdık sobanın yanından. Hele o kestaneleri ortasından çizip, sobanın üstüne koyduğumuzda çıtlayarak pişmesi vardı ki, bu mutluluk da hiçbir şeye değişilmezdi doğrusu. Koku olduğu gibi eve yayılırdı. Arada güzel koku versin diye sobanın üstüne koyduğumuz portakal,-mandalina kabukları ise ayrı bir güzellikti.

Saatlerce o sobanın karşısında yanaklar kıpkırmızı arada hayaller kurar, arada da dersimi çalışırdım. Gece yatmaya yakın artık soba sönmeye başlar, biz buz gibi odaya gider annemle sarılır, yatardık. En büyük zevkim o buz gibi yatağa annemle birlikte girmekti. Çünkü sadece o zaman o sıcacık kollarıyla ısınabilirdim o buz gibi yatakta.
Sabahları o buz gibi evde o sıcacık yataktan kalkmak dünyanın en zor şeyiydi. Ama kalkmak zorundaydık. Özellikle sınavım olduğu zamanlar sabah ezanında kalkar, ezanı dinler, duamı edip, çalışmaya başlardım ve ne zaman kalkıp bu şekilde sınava girsem, iyi not alırdım.

En sevdiğim gün pazardı. Çünkü annem evdeydi. Ev sıcaktı. Ama tek sevmediğim, o gün evde çamaşır yıkanmasıydı. Çünkü annem sadece pazar günleri çamaşır yıkayabiliyordu. Belki de o yüzden ben çamaşır yıkamayı hala sevmem. Allah’tan şimdi her şeyi otomatik makineler yapıyor. O zaman öyle mi ya! Çamaşır yıkaması, annemin benimle geçirmesi gereken zamanı benden çalması anlamına geliyordu. Çok kızıyordum ama yapacak bir şeyim yoktu. Ona yardım ediyordum, bir an önce bitsin diye ama tam aksine iş bitmiyor, gün çok çabuk bitiyordu.

O pazar günleri sabah kahvaltıları ne güzeldi. Buz gibi geçen bir gecenin ardından sıcacık bir ev. Sobanın üzerinde kızaran ekmekler (arada unuttuğumuz kömür gibi yanan ekmeğin eve yayılan kokusu), üzerine sürdüğümüz yağ ve ananemin vişne reçeli. Çayın kokusu. Tavada hafif yağda kızarmış sucuk. Annemin yağda yaptığı nefis yumurta. Eeee ne de olsa bugün pazar. Zenginliğe bakar mısınız, bir kere annem evde. Daha ne olsun? Bir de buna komşularımız eklenince değmesinler benim keyfime. Bayılırdım evimize sürekli birileri gelsin, otursun, muhabbet edilsin. Ben de bir kenarda bir şeyler yapayım. Ama hep kulağım onlardaydı, acaba ne öğrenebilirim diye. Çok meraklı bir çocuktum. O zaman bilgisayar nerede? Televizyon bile yoktu her evde. Siyah-beyaz bir televizyonumuz vardı. Sonra renklisi çıktı, annem hemen bir tane ondan aldı taksitle. Ne zevkli günlerdi... Sohbet, muhabbet, komşularımızın çat kapı gelmeleri. Bir şey istemek için uğrayıp da saatlerce kapıda yapılan muhabbetler, yardımlaşmalar vs.... Ne günlerdi...

Neden yazıyorum bunları biliyor musunuz? Bizler öyle bir çocukluk yaşadık ki o zorlukların içinde bile aslında çok sanşlıydık diye düşünüyorum. Düşünsenize şimdi çocuklarımıza üşümenin ne olduğunu bile anlatamıyoruz. Çünkü üşümelerine hiç izin vermiyoruz.

Geçenlerde bir çiçekçiye girdik ıstinye'de bir yerde. Alara ve Aleyna yanan sobaya yapışıyordu neredeyse. Zor tuttum kollarından. Çocuklar haklı! “Durun, o soba, yanarsınız!” dedim ama onlar sobanın ne olduğunu bilmiyorlardı ki… Sonra saatlerce onlara sobayı anlattım. Neyi ne kadar anladılar bilemem ama ben bir hayli yoruldum onlara anlatmaya çalışırken.

Düşünsenize bir kez olsun o sobanın nasıl yakıldığını bilmeyen, hatta soba nedir bilmeyen, daha odunu kömürü hiç görmemiş, tavuğu sadece marketlerde paketlenmiş olarak gören, kümesten yumurta almamış, hatta kümes nedir bilmeyen, bir kez olsun o kızarmış ekmeğin kokusunu duymamış, o ekmeği maşayla tutup sıcak sıcak masaya koyup yeme zevkine varamamış bir çocukluk yaşıyorlar. Biz buna yaşıyorlar diyebilir miyiz acaba?

Düşünsenize belki her şeyi çok fazla buldukları için şanslılar diye düşünüyor olabiliriz ama aslında bence çok şanssızlar. Çünkü yokun değerini bilmiyorlar ki varın kıymetini bilsinler. Onlar için her zaman herkes böyle yaşıyor Bunun kötüsü yok. Anlattığınız zaman anlamıyorlar. Bilmedikleri, görmedikleri bir şeyi nasıl anlayabilirler ki?
Şimdi etrafa bir bakıyorum. Aman Allah’ım bu nasıl bir çocukluk! O güzel pazar günlerini çocuklar nasıl yaşıyor? Alışveriş merkezlerinin restoran katlarında, boğucu bir gürültü ve havasızlık içinde, hamburger-patates yemeyi en büyük eğlence haline getirmiş, oyuncaklara boğulmuş, bilgisayar ve televizyon içine gömülmüş, kirli bir hava, güvenilmeyen insanlar, kötülük kaynayan bir çevrede ve kapalı bir kutu içinde büyümeye çalışan çocuklar. Ne kadar zor.

Evet belki bazı şeyleri bizden daha çok buluyorlar bu doğru ama bence onların eksikleri bizden daha fazla. Keşke onlar da az bulsaydı ama gerçekleri yaşasalardı. Belki o zaman hayata daha gerçek bakarlardı. Şimdiki gibi yaşanan her şey suni olmazdı. Tıpkı yedikleri gibi.

Yediğimiz bunca şey suni iken, yapmacık davranışlar, sahte arkadaşlıklar, yalandan gülücükler, düşmanca davranışlar boşuna mı? Dünya bile artık ne tarafa döneceğini şaşırmışken insanlar dönmüş suç mu? Her şeyin yapayını, her şeyin sahtesini yemekten, insanlık da sahte oldu artık.

Evet belki bedel pahalı ama içi kof. Çok para ama boş kutu. Neden çünkü Avrupaileştik. Eeee ne de olsa kutular ithal, içi sahte olsun, boş olsun kimin umurunda? Önemli olan kutu değil mi?

Kısacası zaman değişti ama onunla birlikte bizler de çok değiştik. Öyle ki; lüks lüks derken gerçeğin tadını unuttuk. Her şeyin en iyisi derken evin yolunu kaybettik. Nereye doğru gidiyoruz. belli değil. Ağız tadı ile bir yemek yiyemedikten sonra o masa ağzına kadar dolu olsa ne yazar? Bir muhabbet edip, karşılıklı çay içecek bir-iki söz edecek dostunuz olmadıktan sonra buzdolabınız ağzına kadar dolu olsa ne yazar?

Kısacası eskiden şartlarımız daha zordu ama daha mutluyduk. Bugünkü gibi teknoloji yoktu ama dostluk-komşuluk vardı. Bu güne nazaran daha cahil gibi görünsek de bence o zaman daha bilinçliydik. En azından bizler kendimizdik. Şimdi bakıyorum herkes oynuyor. Kendi olamıyor. Çünkü kendin olmak da artık bir suç. Herkes aynı makineden çıkmış gibi görünmek, herkes bir ağızdan konuşmak zorunda. Aksi bir duruşunuz olursa hemen dışarı atılıverirsiniz. Zavallı çocuklarımı ben çocuk gibi yetiştirmeye, çocukluklarını yaşatmaya çalışırken, onlar, yaşıtları arkadaşlarının çocuk gibi olmadıklarını görüp, çocuk oldukları için kendi yaşadıklarının yanlış olduğunu düşünüyorlar. Ne acı. Halbuki onlar henüz çocuk. Daha bebek sayılabilecek yaştalar.

Ne olur çocukluklarını ellerinden almayalım. Nasıl olsa bir gün onlar da büyüyecekler. Hayatın zorluklarını fazlasıyla yaşayacaklar. Ama bırakalım şimdi çocuk olsunlar. Bugünlerinin tadını çıkarsınlar. Tabii bu şartlarda ne kadar çıkarabilirlerse?

alıntıdır
 
Günaydın hanımlar güneş ablacım sobalar kurulsun kestaneler patlasın yanınada misss gibi çay ohhh ne güzel bizde geliyoz işte hep beraber yer içeriz :sm_cool:
 
Tünaydın kızlar, umarım hepiniz iyisinizdir... Çok anlamlı bir paylaşımdı Güneşçiğim

 
nasılsınız hanımlar
güneşim valla sobanın sıcağını hiç bişey tutmıyo
paylaşımında çok güzel güneşim emeğine sağlıkkaydirigubbakcemile3
 
Bu siteyi kullanmak için çerezler gereklidir. Siteyi kullanmaya devam etmek için onları kabul etmelisiniz. Daha Fazlasını Öğren.…