Git kendini sevdirmeden”
Betül, toz bezi ile üstünü sildiği telefonun hoparlöründen “Efendim?” diye ses gelince, korkuyla irkildi, “Ayy!” diyerek bir adım geri attı.
Tok, temiz, eğitilmiş, canlı bir erkek sesi tekrar odayı doldurdu:
- Efendim?
Genç öğretmen ne yapacağını şaşırdı.
Erkek sesi, bir radyo tiyatrosunda şefkatli bir babayı seslendirir gibi konuştu:
- Sizi dinliyorum efendim.
- Şeyy, dedi Betül, ben mi sizi aradım?
- Öyle oldu, dedi gülücükle renklenen erkek sesi, yoksa siz nereyi aradığınızı bilmiyor musunuz?
Kanepeye oturdu Betül:
- Belki inanmayacaksınız ama telefonu siliyordum, sizi aramışım herhalde, diye o da güldü.
Erkek bu kez kahkaha attı:
- Böylesi hiç başıma gelmemişti. O zaman... Durun bakayım, o zaman bir sağdan sola sildiniz, bir de yukarıdan aşağıya. Artı gibi yani...
- Ya da bulmaca gibi, dedi Betül. Çok özür dilerim. Benim de ilk kez başıma geliyor. Rahatsız ettim.
- Rica ederim, hiç şikâyetim yok. Pazartesi sendromuna iyi geldiğini bile söyleyebilirim. Bu arada, hayattan çok fazla beklentisi olmayan, gelecekten çok geçmişle yaşayan, ameli ve emeli kıt, işsiz ve iddiasız bir yazarı aramış bulunuyorsunuz.
- Hoşça kalın.
Betül öğretmen, uzun ve ucu kırmızı ojeli baş parmağını hoparlör düğmesine bastırarak telefonu kapattı.
***
Betül Baştimur, İstanbul’da Milli Eğitim’e bağlı bir engelliler okulunda öğretmendi. Sivaslıydı. Yalnız yaşadığı evden, alelacele sabah temizliğini bitirip, kahvaltı yapmadan çıktı.
Okuldaki kahvaltıda öğretmen arkadaşlarına anlatırken “saçmalık” dediği telefon olayı, bütün gün aklına takıldı Betül’ün... “Sizin dinliyorum efendim” diyordu kafasındaki ses, “Pazartesi sendromuna iyi geldiğini bile söyleyebilirim.”
Eve dönüş yolunda aklına Neitzsche’nin, “En insani davranış, bir insanın utanılacak duruma düşmesini önlemektir” sözü geldi; “Doğrusu yazar da anlayışlı tutumuyla beni utançtan kurtardı” diye düşündü.
***
Betül öğretmen yorgun argın eve geldiğinde ilk iş olarak yaptığına kendisi bile inanamadı. Telefonun “tekrar arama” tuşuna bastığında heyecandan dizleri titredi, yine kanepeye oturdu. Her biri işittiği birer hakaret gibi ağır gelen üç çalma sesinden sonra cevap alamayınca kapattı. Hem sevindi, hem üzüldü.
***
“Unutayım gitsin” diye karar vermesine rağmen, gece yatakta bir sağa bir sola döndü. Yazarın sesi kulaklarındaydı.
Sabah kalkar kalkmaz telefonun “tekrar” tuşuna tekrar bastı. Üçüncü çalışında tam kapatmaya uzandığında, bir gün önceki sesi duydu:
- Efendim.
Kısa bir tereddütten sonra,
- Benim, dedi, dünkü telefon sapığınız.
- Rica ederim.
- Rahatsız etme sebebim şu; ben bir Türkçe öğretmeniyim. Kelimelerin doğru kullanılışı benim için çok önemli. Hem yazar olmanız, hem Türkçe’yi iyi kullanmanız sebebiyle tanışmak istedim.
- İyi ettiniz. Doğrusunu isterseniz, telefon numaranızı bilseydim, ben sizi arayacaktım. Ne iş yapıyorsunuz?
- Dedim ya, Türkçe öğretmeniyim. Engelliler okulunda.
- Affedersiniz, heyecanıma bağışlayın, söylemiştiniz evet. Okullar kapanıyor öyle değil mi?
- Bu hafta son, evet. (Betül, yazara ismini sormanın kaba kaçacağını düşündü.) Kitabınız var mı?
- Ben Bekir Şenocak, on bir tane kitabım var yayınlanmış.
- Oo, sayın Şenocak, bilmez miyim! Bir kitabınızı okumuştum üniversite son sınıfta, anı kitabıydı sanırım.
- Doğrudur; bir tane anı kitabım var, evet.
***
Okulların kapanacağı son dört günde de bol bol konuştular. Betül öğretmen, bu “özel” dostunu daha yakından tanıyabilmek için internette onunla ilgili yazı, haber, resim, video ne varsa baktı. Artık Bekir Şenocak bütün özellikleriyle ezberindeydi.
- Artık sizi tamamen tanıyorum ve bu sizin açınızdan haksızlık, dedi Sivas’a hareket etmeden önceki son konuşmalarında Betül. Ben de kendimle ilgili merak...
- Hayır, tarif etme kendini. Mücerret bir varlık olarak, sesinle, üslubunla ve sınırlarını tespit etmeye çalıştığım duygu dünyanla, tepkilerinle, sevinç ve üzüntülerinle böyle kal.
***
Son konuşmalarında yazar Şenocak, “Sivas’tan size ne getirmemi istersiniz?” diye soran Betül’e, “Sakın bana hediye almayın. Birincisi, sizinle hiç görüşmemeyi düşünüyorum, hayatımda bir meçhul olarak ama hep kalmanızı istiyorum. İkincisi de hediye alırken gerekli sevinci gösterememek gibi bir özrüm var. Fazla sakinim” demiş olmasına rağmen, Pazar sabahı önündeki gazetede, “Kazada ölenlerden biri de güzel öğretmen Betül Baştimur’du” yazısını okuyunca hem ağzı, hem gözleri açıldı.
Fotoğrafta çok güzel görünüyordu Betül:a015:
Betül, toz bezi ile üstünü sildiği telefonun hoparlöründen “Efendim?” diye ses gelince, korkuyla irkildi, “Ayy!” diyerek bir adım geri attı.
Tok, temiz, eğitilmiş, canlı bir erkek sesi tekrar odayı doldurdu:
- Efendim?
Genç öğretmen ne yapacağını şaşırdı.
Erkek sesi, bir radyo tiyatrosunda şefkatli bir babayı seslendirir gibi konuştu:
- Sizi dinliyorum efendim.
- Şeyy, dedi Betül, ben mi sizi aradım?
- Öyle oldu, dedi gülücükle renklenen erkek sesi, yoksa siz nereyi aradığınızı bilmiyor musunuz?
Kanepeye oturdu Betül:
- Belki inanmayacaksınız ama telefonu siliyordum, sizi aramışım herhalde, diye o da güldü.
Erkek bu kez kahkaha attı:
- Böylesi hiç başıma gelmemişti. O zaman... Durun bakayım, o zaman bir sağdan sola sildiniz, bir de yukarıdan aşağıya. Artı gibi yani...
- Ya da bulmaca gibi, dedi Betül. Çok özür dilerim. Benim de ilk kez başıma geliyor. Rahatsız ettim.
- Rica ederim, hiç şikâyetim yok. Pazartesi sendromuna iyi geldiğini bile söyleyebilirim. Bu arada, hayattan çok fazla beklentisi olmayan, gelecekten çok geçmişle yaşayan, ameli ve emeli kıt, işsiz ve iddiasız bir yazarı aramış bulunuyorsunuz.
- Hoşça kalın.
Betül öğretmen, uzun ve ucu kırmızı ojeli baş parmağını hoparlör düğmesine bastırarak telefonu kapattı.
***
Betül Baştimur, İstanbul’da Milli Eğitim’e bağlı bir engelliler okulunda öğretmendi. Sivaslıydı. Yalnız yaşadığı evden, alelacele sabah temizliğini bitirip, kahvaltı yapmadan çıktı.
Okuldaki kahvaltıda öğretmen arkadaşlarına anlatırken “saçmalık” dediği telefon olayı, bütün gün aklına takıldı Betül’ün... “Sizin dinliyorum efendim” diyordu kafasındaki ses, “Pazartesi sendromuna iyi geldiğini bile söyleyebilirim.”
Eve dönüş yolunda aklına Neitzsche’nin, “En insani davranış, bir insanın utanılacak duruma düşmesini önlemektir” sözü geldi; “Doğrusu yazar da anlayışlı tutumuyla beni utançtan kurtardı” diye düşündü.
***
Betül öğretmen yorgun argın eve geldiğinde ilk iş olarak yaptığına kendisi bile inanamadı. Telefonun “tekrar arama” tuşuna bastığında heyecandan dizleri titredi, yine kanepeye oturdu. Her biri işittiği birer hakaret gibi ağır gelen üç çalma sesinden sonra cevap alamayınca kapattı. Hem sevindi, hem üzüldü.
***
“Unutayım gitsin” diye karar vermesine rağmen, gece yatakta bir sağa bir sola döndü. Yazarın sesi kulaklarındaydı.
Sabah kalkar kalkmaz telefonun “tekrar” tuşuna tekrar bastı. Üçüncü çalışında tam kapatmaya uzandığında, bir gün önceki sesi duydu:
- Efendim.
Kısa bir tereddütten sonra,
- Benim, dedi, dünkü telefon sapığınız.
- Rica ederim.
- Rahatsız etme sebebim şu; ben bir Türkçe öğretmeniyim. Kelimelerin doğru kullanılışı benim için çok önemli. Hem yazar olmanız, hem Türkçe’yi iyi kullanmanız sebebiyle tanışmak istedim.
- İyi ettiniz. Doğrusunu isterseniz, telefon numaranızı bilseydim, ben sizi arayacaktım. Ne iş yapıyorsunuz?
- Dedim ya, Türkçe öğretmeniyim. Engelliler okulunda.
- Affedersiniz, heyecanıma bağışlayın, söylemiştiniz evet. Okullar kapanıyor öyle değil mi?
- Bu hafta son, evet. (Betül, yazara ismini sormanın kaba kaçacağını düşündü.) Kitabınız var mı?
- Ben Bekir Şenocak, on bir tane kitabım var yayınlanmış.
- Oo, sayın Şenocak, bilmez miyim! Bir kitabınızı okumuştum üniversite son sınıfta, anı kitabıydı sanırım.
- Doğrudur; bir tane anı kitabım var, evet.
***
Okulların kapanacağı son dört günde de bol bol konuştular. Betül öğretmen, bu “özel” dostunu daha yakından tanıyabilmek için internette onunla ilgili yazı, haber, resim, video ne varsa baktı. Artık Bekir Şenocak bütün özellikleriyle ezberindeydi.
- Artık sizi tamamen tanıyorum ve bu sizin açınızdan haksızlık, dedi Sivas’a hareket etmeden önceki son konuşmalarında Betül. Ben de kendimle ilgili merak...
- Hayır, tarif etme kendini. Mücerret bir varlık olarak, sesinle, üslubunla ve sınırlarını tespit etmeye çalıştığım duygu dünyanla, tepkilerinle, sevinç ve üzüntülerinle böyle kal.
***
Son konuşmalarında yazar Şenocak, “Sivas’tan size ne getirmemi istersiniz?” diye soran Betül’e, “Sakın bana hediye almayın. Birincisi, sizinle hiç görüşmemeyi düşünüyorum, hayatımda bir meçhul olarak ama hep kalmanızı istiyorum. İkincisi de hediye alırken gerekli sevinci gösterememek gibi bir özrüm var. Fazla sakinim” demiş olmasına rağmen, Pazar sabahı önündeki gazetede, “Kazada ölenlerden biri de güzel öğretmen Betül Baştimur’du” yazısını okuyunca hem ağzı, hem gözleri açıldı.
Fotoğrafta çok güzel görünüyordu Betül:a015: