Gezi Parkı eyleminin sonuçları ;

Durum
Mesaj gönderimine kapalı.
Sanırım akil(?) tiplerin raporu bir bir uygulanmaya baslanmış. Sabah gelirken gazete bayiinde bir gazetede "Sabiha Gökçen havalimanının" adı değişebilir diye bir başlık okudum.

Sinirlerim tavan.

Eğer bu olursa gidip annemi alnından öpeceğim, (genç sanma oldukça yaşlı ama gündemi sıkı takip eder) Yaklaşık 5 senedir, hayret bunlar Atatürk Havalimanı ve Sabiha Gökçen Havaalanının adını nasıl değiştirmediler, yakında değiştirirler diyor.

Vay anacım vay hatun teorisyenmişte haberim yok.
 
Son düzenleme:
Enerji eksiğimizden, enerjide dışa bağımlılığımızdan muzdarip olan herkes nükleer ve
HES'i savunuyor. Ama rüzgar enerjisi hakkında konuşan yok...

Önümüze sunulan enerji politikası nükleer ve Hes olduğu için mi onları destekliyorsunuz
yoksa alternatif kaynakların yeterliliğine mi inanmıyorsunuz?? Bu konudaki görüşleri
merak ediyorum. Tamam, nükleer ve Hes'i neden savunduğunuzu anladık ama neden
güneş ve rüzgar enerjisi değil?? Bir de bireysel elektrik üretimi teşviki de sağlanamaz mı??

Hükümetler, politikalar insan isteklerine göre şekillenir. Ama dünya bizim isteğimize göre şekil
almamalı. Binlerce yıllık insan hakimiyetine kıyasla, dünyamız şu an geri dönülemez bir döneme
girdi. Doğaya verdiğimiz zararı yavaşlatabiliriz ama sonuçları ile mutlaka yüzleşilecek ne yazık ki...
 
Enerji konusunu zevkle okudum, aslında çokta bilgim yok ama dinlediklerim kadarıyla hes yerine alternatif çözümler üretilmesi gerektiğini düşünüyorum.
Giresun'da santralın inşasında 4 işçi ölmüştü, inşaat denetimi bile düzgün yapılmıyor diye haberler çıkmıştı hatırladığım kadarıyla, peki sonrası ne olur?

elektrik anlamında %73 dışarı bağlı olmamız da öteki yandan oldukça kötü..

Çok bir bilgim yok, rüzgar ve güneş enerjisi daha temiz gibi gözüküyor. Ama onlarında bir çok zararları var en başında inşaa halindeyken en azından. Rüzgar enerjisi santralinin lokasyon olarak çevreye zararı gibi, ve güneş enerjisi santralini kurarken doğaya akıtacağı tonla asit gibi..
 
Uzun bir yazı olacak bu.
Belki de direnişe dair yazdığım en uzun yazı olacak.
Yazmak kolay da okumak güç olabiliyor bazı arkadaşlar için, kusura bakmasınlar artık.

Dün gece bir fotoğraf gördüm.
"Gerçek değildir bu. Irak savaşından falandır." dedim. İlk tepkim bu oldu en azından. Hatta temennim diyelim. Hemen görseli aradım Google'da, sonuç çıkmadı, sonuç çıkmayınca daha da korktum, yeni olduğu aşikar oldu. Arkadaşlarıma sordum sonra, bir tanesi video gönderdi, bildiğin gerçekmiş. Bir önceki gönderimde detaylar falan yazıyor fakat fotoğrafı buraya da eklemek isterim, sadece sahibi olmadığı bir arabayı güvenli bir yere almaya çalışan bir şoför arkadaşın, Hakan'ın başına gelen şey şu; http://i.imgur.com/YvRScze.png .. polislerin onu getirdiği hal bu.

Bundan sonra karar verdim bunları yazmaya, bırakmıştım çünkü yazmayı, daha doğrusu daha somut bir işle uğraşıyoruz bir kaç arkadaş, tüm vaktimi ona ayırıyordum yazılar yerine. Fakat bu fotoğraf fazla hırpaladı beni. Ben bu fotoğraftan sorumlu hissediyorum kendimi, bu insanın geldiği içler acısı halden sorumlu hissediyorum. Sen, ben .. direnen herkes sorumluyuz bu tablodan. Ve en çok da direnmeyenler sorumlu. Parka gittik önce, sonra şehirlerde başladık sokağa çıkmaya. Daha çok üstümüze geldiler, onlar üzerimize geldikçe daha çok öfkelendik biz de. Ve bizim bu gücümüz kontrolsüz bir yırtıcı hayvana çevirdi polisi. İşte o polis bunu yapan. Şu arkadaşın halinden polis ne kadar sorumluysa biz de o kadar sorumluyuz. Ethem'den, Abdullah'dan, Mustafa'dan nasıl sorumluysak Hakan'dan da sorumluyuz. Onlar için başarılı olmalıydık, onlar için başarılı olmalıyız.

Bir yazı yazmıştım 18 gün önce. Yandaşlar sık sık kullandı, Yeni Şafak, Haber7 vb haber yaptı, "bir vali arkadaşım gönderdi senin yazını, öyle okudum." falan dedi görüştüğüm devlet yetkilileri. Evet, büyük koz vermiş oldu belki o yazı ellerine, manşetlerine falan taşıdı yandaş gazeteler. Aynı zamanda direnişte beraber olduğum arkadaşlarım da kızdı bana. Kimisi beni hiç tanımadan akp yandaşı ilan etti, bir diğeri grev kırıcı dedi. Parkın en güçlü dönemlerinde yazmıştım zira onu, direnişin tavan noktasında yazmıştım. Direnişi bölmeye, bitirmeye, parçalamaya çalışıyor dendi bana. Halbuki kendimce, kendi çapım ne kadar elveriyorsa onunla kurtarmaya çalıştım ben direnişi. Sanılanın tam aksine; bitsin değil, bitmesin istedim.

Ne yazmışım o zaman, uzun bir yazıydı ama küçük küçük özetler alayım içinden.
Ne demişim;
İlk önce şunu demişim mesela, en çok buna kızdı insanlar, apolitik falan oldum.
" Nerede bir siyasi parti var, bir dernek var, bir örgüt var; çadır kurdu parka. Işıklandırdılar çadırları. Her yerdeler. Sodep, Ödp, Tkp, Edp, Dsip ... niceleri daha. Dostum hani siyasi değildik?"
Yukarıda "Edp" yazıyor, şimdi fark ettim hatta, alıntı yaparken. O an yazmak istediğim "Sdp" idi, klavyeye bakarsak harflerin karışacak durumda olduğu aşikar.

Flamalar insin dedim yani ben de.
"Sen o solculara kurban ol." falan dendi bana, ne zararı varmış flamaların bana.
Günler sonra neler oldu peki?
Önce polis kendi adamlarını "Sdp" bayrağı arkasına sakladı; molotof tiyatrosu sergiledi. Tamam, aynı fikirdeyim, eylemciler değildi o molotof atanlar. O parka bir kez gelen insan da anlar zaten onların eylemci olmadığını. Fakat o bayrağın arkasına saklanma imkanını kim verdi onlara? Biz "flamalar insin" diye çırpınırken sadece görüntüsünden mi rahatsız oluyoruz zannetmiştiniz? O flamalar nasıl işlerine yaradı, görmediniz mi?

Polis meydana hangi bahane ile girdi? Parka değil, meydana.
"Sadece flamaları indirmeye geliyoruz."
Şuna inanıp meydanı verdik onlara. O flamalar olmasaydı, siz bizi apolitik diye sıfatlamak yerine azıcık düşünseydiniz en azından bahanesi olmayacaktı polisin dibimize kadar gelmek için. Ha yine gelirlerdi ama bahanesi bizden olmazdı en azından.

Ülkücüler de vardı, sol örgütler yüzünden, Bdp yüzünden gittiler dedim.
"Onlar zaten lazım değil." dediniz. Akp mitinglerine kadar da gitti zaten onlar.
"Onlar gelmesin." .. bana da dediniz, "Sen gelme ulan ayı." dediniz bana da.
E kim gelecek müdür? O gelmesin, bu gelmesin ... kim gelsin? Sadece siz mi? Yetiyor musunuz sadece siz? "Neye yettiniz bugüne kadar?" diye sordum o yazıda, kızdınız. " Bugüne kadar ülkede bir bok beceremeyen solcular gelip bok ettiler bu olayı." yazdım o yazıda, hemen ardına da ekledim " Solcular olarak neye el atsak boka dönüyor zaten." diye, kendimi de sizden ayrı tutmadım yani size göre olmasa da kendine göre solcu bir adam olarak. Ne oldu peki? Başardık mı bu kez? Soru çok basit bak, şu gün itibariyle kazanmış mı hissediyorsun kendini? O gelmesin dedin, bu lazım değil dedin, şunlar eksik olsun dedin .. ee? Gelmediler onlar da. "Bu parti çadırları sağcıları rahatsız ediyorlar, ayrılıyorlar aramızdan, gitmesinler." dedim onca kez, güzel mi oldu onlar gidince? Sahiden soruyorum bak, kim gelsin? O ayı gelmesin, bu gelmesin, o da gelmesin ... lan kim gelsin? Bu mudur halk hareketi mantığı? Halk hareketinin merkezi dediğin yeri miting alanına çevirmek midir? Halkın yarısını rahatsız hissettirmek midir?

Yine demişim ki o zaman;
" Her yerde Gezi Parkı'nın istekleri yazılı. Kafasına esen parti - örgüt - dernek parkın isteklerini yazdırmış afişlere, asmışlar parka. Bunların yüzünden de mağlup olacağız. "Gezi Parkı Projesi İptal Edilsin" de bit işte. Yetsin bu şimdilik. O maddelerden hepsi kabul edilmediği zaman yine mağlup sayılacak o halk. Bir sürü vali - emniyet müdür görevden aldıracak kuvvetimiz yok bizim, bırakalım kör bakmayı."

Yazı orada, dön bak, tam olarak bunları yazmışım.
Ne oldu peki şimdi? 7 tane istek sununca ne oldu? Milyonlarca insan haykırdı o istekleri, olmadı. Şimdi parklarda toplanan bir kaç bin kişi sayesinde mi olacak? İstekler arasında kabul edilen hiç bir şey olmadı. Sadece "yargı kararı"nı verdiler bize, zaten olmuş olanı kazanımmış gibi gösterdiler. Sizin yüzünüzden. "Bu kadar istek fazla, güç gösterisine dönmesin, tek bir isteğimiz olsun." diyen insanları dinlemediniz, sizin yüzünüzden. Şimdi Tayyip mitinglerde diyor ki; "Valilerimin istifasını istediler, yahu siz kimsiniz?" .. benzer cümleleri ben de yazmıştım. Tayyip'in diline bu kozu veren sizsiniz. Biz sadece Gezi'nin park olarak kalmasını istesek, mitinglerde "Gezi'nin park olarak kalmasını istiyor hadsizler." diyebilir miydi? Biz yılların mağluplarıyız. 10 yıldır bir şey kazanamadık biz. Önce 1 şey kazan yahu, 1 tanesi yetsin. Yenilmez denen adamın kanını akıtmak olsun ilk amacın, onu başar bir kere, tek kararından döndürmeye odaklan. Ama yok, şımardık ya; daha sınırına yaklaşamadığımız ülkenin başkentini istedik pat diye. Al, yine bir şey yok elimizde.

Taksim Dayanışma'yı eleştirdim, lider lazım dedim.
Bana hop "güdülmek istiyor, çoban olmadan yapamıyor." dediler.
Taksim Dayanışma'nın iyi niyetinden zerre şüphem yok-tu. Artık vardır - yoktur başka sohbetin konusu fakat onları yazarken yoktu. Dayanışma kötü olduğu için değil; artık kontrol edemeyecekleri bir kitle oluştuğu için söyledim onu. Milyonlarca kişinin katıldığı bir hareketi yönetmek haddi değildi Taksim Dayanışma'nın, bunu temsil etmek haddi değildi. Kötü anlamda değil bak bu, çapı o kadardı, yeteri o kadardı. Parkta ağaçlara sarılan insanları temsil edebilirdi belki fakat sayı yüz binlere ulaştığı zaman tükendi dayanışmanın çemberi.

Yahu beni görüşmeye çağırdılar. Devlet kurumu görüşmeye çağırdı beni.
Beni?

Fotoğraf albümlerim arasında toplantı tutanakları var Kamu Denetçiliği Kurumu ile katıldığım toplantının. "5 - 7 civarı arkadaşınız ile gelebilirsiniz." dediler, heyet bekledi yani insanlar. Ben ise bir tane arkadaşımı alıp gittim, ikimiz anlattık derdimizi. Park ve civarında ölen hayvanlardan bile bahsetmeye çalıştık mesela, aklımızda ne varsa konuştuk. Başka bir arkadaşı daha davet etmiştim bu görüşmeye, belki bilen vardır, bu yazıda ara ara alıntı yaptığım yazımdan sonra bana bloğunda cevap veren "Serkan Mutlu" adlı bir arkadaş vardı, onunla görüştüm. Gelmek istediğini fakat iş durumları nedeniyle gelemeyeceğini söyledi görüşmeye, "eşim sizinle gelebilir." dedi. Eşi gelecekti, öyle anlaştık. Fakat ulaşamadım görüşmeye giderken Serkan'a. Adresi falan vermiştim, eşi oraya gelir diye oralarda da bekledim fakat gelmedi. Aradım, sms gönderdim fakat cevap vermedi, geri dönüş de yapmadı. Biz de 2 kişi girdik görüşmeye. "Yol zayiatı diyelim, devam edelim." demişti benim için. Ben de "Fişlenme korkusu diyelim, devam edelim." dedim, 2 kişi girdik toplantıya.

Fakat benim haddim değil devletle görüşmek. Bu direniş adına gidip ciddi kurumlarla görüşebilecek biri değilim ben. Lider derken bundan bahsettim hep. Bizi dinlesin, kararlar alalım, beraber konuşalım fakat temsilcimiz belli olsun dedim. Benim yerime o gitsin mesela, daha başarılı olacaktı belki. Taksim Dayanışma gitti de ne oldu? Ne oldu yahu sen söyle. Sunay Akın'ın saçmalıkları ile sona eren bir basın açıklaması oldu. Başka? Bizi bitirdiler yahu. "Yargı kararı varmış, parka dokunmayacaklarmış, biz ağıt yakacağız, anma yapacağız .." gibi açıklamalar yaptılar o gece. Kameraya yakalanan Güntekin Onay gibi kaldık açıklamaları izlerken. Ben kaldım en azından. Sonra da zaten fırsat kollayan hükümet "E bize bitti demişlerdi. Bitti demediniz mi lan?" dediler. Ve girdiler parka.

Parka girme anına kadar geldim madem, barikatlardan bahsedeyim.
Bahsi geçen yazıda barikatlara da bok atmıştım ben, " Yaptığımız 10 barikatın 8 tanesini aşmak bir panzerin 3 dakikasını almaz. Diğer 2'si de 5 dakika ya sürer - ya sürmez." cümlesi var o yazının içinde. "Barikat kültürünü bilmeyen adamlar böyle der." dediler bana, bunu da beğenmediler. Ben "barikatlar gereksiz." dedikçe eylem kültürü bilmeyen adam oldum. Ne oldu peki? Polisi durdurma işini geç, yavaşlattı mı? Ne işe yaradı o barikatlar?

Gel ben anlatayım ne işe yaradığını; etrafa zarar verip yandaşlara malzeme olmaktan başka işe yaramadı. Hani diyorsunuz ya "Polise taş atma - attırma." diye, işte ben taş attırmamak için karşı çıktım hep barikatlara. Zira tüm kaldırımların taşını söküp dizdiniz barikatlara, büyük uğraş o taşları sökmek. Fakat siz cephane gibi koydunuz insanların önüne. İnsanlar da gazı yedikten sonra polise attı onları, adımız polise taş atanlara, vandallara çıktı. Bak o gaz öyle bir şey ki; insan 1 - 2 dakika boyunca terörist olsa olur, öyle öfkeli oluyor, o an eline taş geçse atarsın yani, atılır. Fakat o taşı bir yerden sökmen gerekirse; sökerken tekrar beynine kan gider, sakinleşir, vazgeçersin. Ama sen barikat diye taşları önüme dizersen ekmeğine yağ sürmüş olursun benim cinnet anlarımın. Mitinglerde kaldırım taşlarından bahsediyor hala Tayyip, bunların masrafından. E bu kozu da sen verdin bu adamın eline. Kızıyoruz biz, "İnsan ölmüş, ne taşı?" diye. Çoğu insan öyle değil fakat. Machiavelli şöyle der; " İinsanlar babalarının kaybını unuturlar da mallarının kaybını unutamazlar." Maddiyat çok çok daha önemli bazı insanlar için ve o "bazı" insanlar Tayyip'in de seçmen kitlesi zaten. Bu kozu da hiç bir işe yaramayacak - yaramayan barikatlar için eline veren yine sensin.

"Parkta çok alkol alınıyor." dedim, uzun uzun paragraflar ayırdım alkol konusuna diğer yazıda, buraya da alıntı yapıp yazıyı daha fazla uzatmayayım. Fakat genel konu belliydi; parkta içilmesin, çok içiliyor diyordum ben. Bazıları da "sen yasak koyarsan Tayyip'den farkın kalmaz." dedi.

Şimdi "Camide içki içtiler." diye konuşuyor.
O kadar çok söyledi ki bence artık kendi bile inanıyordur gerçek olduğuna.
Fakat bu yalanın yolunu da biz yaptık yine. Yapmadık mı? Parkta o kadar çok içildi ki, hemen hemen her fotoğrafa - her videoya girdi alkol şişeleri. Böyle bir yalan söylemek için müsait bir görüntü çizdik yani. Tamam, camide içki içtiler yalan .. fakat acı durum şu; bizim üzerimize yakışan bir yalan. Biz bu iftiranın bize atılmasını sağlayacak yolları kendi elimizle açtık parkta, biz yaptık o yolu.

Yahu arkadaşım, rakibimiz dürüst biri değil. Bunu 10 yıldır görmemiş olmanıza imkan yok. Her türlü iftirayı atmaya uygun biri varken karşımızda; ona yol göstermek nedendir? "Ona yol gösteriyoruz, çok içiyoruz." diyen adamları grev kırıcı ilan etmek nedendir?

" Millet yıllık izninden kullanıp geldi eyleme, izinler bitiyor. Öğrencilerin finalleri - bütleri başlıyor. Taksim'e ulaşmak kolay değil, ülke gibi şehir İstanbul, insanlar her gün en az 20 lira ulaşım parası veriyor." demişim o yazıda. "Çok uzuyor, biraz hızlı kararlar alınmalı." demişim. "Yoo hayır öyle bir şey yok, daha ne kadar zaman oldu ki, eylemler bu kadar hızlı bitmez." dediniz.

Bak bir anket yapıyoruz, devam ediyor halen, sonuçları 1 Temmuz'da paylaşacağız. " Eylemlere Katılımınızı İş / Okul Durumları Nedeniyle Bırakmak Zorunda Kaldınız mı? " diye bir soru var orada. 4000 civarı insan cevaplamış şu ana kadar ve %46'sı iş / okul durumları yüzünden eylemlere katılmayı bıraktığını söylemiş. Neredeyse yarısı. Ben derken inanmadın, gerçekti ama.

O yazının eleştiri bölümlerini şöyle bitirmişim;
" Gezi düşüyor. Gezi bir tane bile olası bir istek belirtmeden dağılmak üzere."
Dağıldı da. Dağıtıldı ya da. Ben şehrime döndüm mesela. Ha ne kadar umurunda benim dönmüş olmam bilmem. Ben döndüm ama. Binlerce insan döndü. Sokaklarda olan milyonların gücü kayboldu, parklara giden yüzler - belki binler kaldı artık. Ki bence asla verimli çalışmıyor parklardaki forumlar, yine kendi görüşüm bu tabi, sürekli aynı şeyler konuşuluyor fakat geçilmiyor eyleme, forumların kazandırdığı tek somut şey yok henüz. O büyük gücü, o insan selini, o inancı maalesef başarısız süreç yönetimi nedeniyle kaybettik. Seni - beni dinlemediler, iyi niyetle uyarıda bulunan her insanı ajan - grev kırıcı ilan ettiler, ülkeyi sadece Taksim'den ibaret sandılar ve bu nedenle de o gemi kalktı artık.

Bu yazıyı böyle bitirmeyeceğim fakat.
Onca olumsuzluktan bahsetmek için yazmadım sadece.
"Ben demiştim." demek için de yazmadım. Evet, öyle de demek için yazdım ama sadece onun için yazmadım, devam edeceğim. "Ben demiştim." kısımlarını da, haklı çıktığım kısımları da "Sen gelme ulan ayı." denilen insanların da haklı çıktıklarını görsünler, onların da fikirleri hemen "ajan" diye yaftalanmadan değerlendirilsin diye yazdım.

Şu ana kadar olan süreç bize ne kazandırdı, neler kazandık.
Kendim ne kazanmış hissediyorsam onları söyleyeyim.
Evet, mağlup hissettiğim doğru bir çok konuda. Fakat kazanımlarım da var. Bir çok önyargımdan kurtuldum mesela. Eşcinsellere karşı hep bir öfke değil de aşağılama hissederdim ben, hep böyleydim yani, yanımda - yakınımda olsun istemezlerdim, saygı duymazdım, sohbet etmezdim. Polis sokaklarda bizi sıkıştırdığında ilk travestiler açtılar ama bize kapılarını orada. Apartmanlarına, evlerine aldılar insanları. Onları gördüğümde aşağılayıcı bir tavır takınmayı bıraktım, yanımdan "ayol ayol" diye koşan LGBT'ye alkışla eşlik etmeye falan başladım hatta bir süre sonra. Kürtlere karşı önyargım olmadı benim hiç. Fakat Bdp'ye asla ısınamadım, onlara hiç saygı duymadım. Bu tamamen değişti demek yanlış olur fakat daha önce de söylediğim gibi çok emin olduğum şeylerden eskisi kadar emin değilim artık. Hiç bir Bdp'liyi dinlemezdim ben, dinledim fakat son günlerde, bundan sonra da dinlerim. Daha çok araştırırım söylediklerini. En kötü ihtimalle 2 kitleye olan önyargımı yok etti yani direniş benim, daha kalabalık hissettim kendimi.

Telefon rehberim sonra.
Sonu "Direniş" ile biten yüzlerce isim oldu rehberimde.
"Erdal Direniş - Doktor", "Özge Direniş - Mimar" gibi 500 civarı isim var telefonumda. Böyle bir örgütlenmeyi başarmak imkansızdı başka türlü, Facebook profilim keza; binlerce yeni insan geldi, bu oluşuma destek olmak isteyen, destek olan binlerce insan.

Aslında bir çok kazanım daha var yazabileceğim fakat yazı sahiden çok uzuyor, okumaya başlayan arkadaşlar pişman olsun istemem, son konuya geçip, oradan devam edeyim.

"Ne yapmalıyız?" kısmından bahsedeyim.
Sadece kendi görüşlerim bunlar, tekrar belirteyim. "Bence" neler yapmalıyız bundan bahsedeceğim. Ve meydanları doldurmaktan çok daha zor şeyler olacak bunlar. Zira o müthiş kuvvet dağıldı, evlerine - şehirlerine döndü. Artık daha zor yollarla, daha uğraştıracak, daha fazla mesai alacak yollarla devam etmeliyiz bir şeyler başarmak istiyorsak. Ki istiyoruz. Ben kendi adıma istiyorum en azından, zerre kadar sönmedi içimdeki ateş, ufacık da olsa küllenmedi. Evet, hayal kırıklıklarım var, mağlup olmuşluk hissim var ama direnmekten - çabalamaktan vazgeçmeye dair en ufak his yok içimde.

İlk önce süslü cümleleri bırakmak lazım bence. Biz kendimizi sadece bize anlatıyoruz onlarla, bir çok insan anlamıyor ne demek istediğimizi. Olabildiğince sade, olabildiğince düz kelimeler kullanmak lazım yazılarımızda - konuşmalarımızda. Bir manifesto yayınlıyoruz; aralarında İngilizce kelimeler, olmadık terimler. Çok çok büyük bir kitle anlamıyor demek istediğimizi. Sade yazalım, merak etmeyin, ayıplamaz kimse sizi sıradan bir dil kullanıyorsunuz diye. Olabildiğince basit anlatmak ilk kuralımız olmalı.

"Halka inmeliyiz.", "Bunları halka anlatmalıyız." vb cümleleri kurmaktan vazgeçmeliyiz sonra. Zira biri çıkar, sana der ki; "Lan sen kimsin? Nereden iniyorsun? Kimin yanına iniyorsun? Halk zaten sen değil misin?" .. kendimizi halktan ayrı görme alışkanlıklarımızı bırakmak lazım, zira halk biziz sahiden, bunun farkına varmak lazım.

Bir Facebook grubu gördüm, on binlerce üyesi var. Adını net hatırlamıyorum fakat "Eğitimli Olanlar Halkı Eğitmelidir" diye bir şey. Bilen birisi, nereden bahsettiğimi anlayan birisi çıkar diye umuyorum, gerçek adı söyler bize. Böyle itici bir cümle yok, böyle itici bir tavır yok. Bak, şöyle bir nokta var, biz eğitilmekten gocunmayız, eğitim lafından gocunmayız biz. Keşke daha çok eğitse birileri beni, keşke daha çok şey öğrensem insanlardan, çok isterim. Eğitimli olan insan eğitilmek lafına asla içerlemez. Bir arkadaşınıza "Gel lan karnını doyurayım senin." diyebilirsiniz, alınmaz, kırılmaz, zira tok insandır o, istese kendi de yiyebilir yemek. Fakat aç bir insana, sokakta yaşayan bir insana "Gel karnını doyurayım." derseniz alınır, üzülür, öfkelenir hatta. Daha makul şekilde yardım etmek, daha makul yaklaşmak gerekir. Eğitim seviyesi düşük insanlara da böyle yaklaşmalıyız. "Gel sana gerçekleri anlatayım." derseniz sizi dinlemez o insan, kimsenin haddi değildir ona gerçekleri söylemek, o zaten bilir gerçeği. Daha makul cümlelerle yaklaşmak lazım, "Seni eğiteceğim." derseniz birine nefret eder sizden. "Halkı eğitmek." bizim haddimiz değil yani, bunu bilmek lazım önce, zira biz de halkız, devlet ağzıyla konuşmamak gerek.

Duran Adam protestosu vardı, muazzamdı bence.
Sonra bokunu çıkardık fakat. Bir şeylerin bokunu çıkarmaktan vazgeçmeliyiz.
Taksim Meydanı'nda dikilen, dans eden bikinili kadın en salt örneği bokunu çıkarmış olmamızın. Senin ne işin var orada öyle? Şehrin göbeğinde bikini ile ne işin var arkadaşım? "Bir kişinin özgürlüğü başka birisinin özgürlüğünün başladığı yerde biter." cümlesini iyi anlamak lazım. Sahil şehirlerinde bile bikini ile sokakta dolaşmaz insanlar, sadece Türkiye için değil, dünyanın bir çok yerinde dolaşmaz. Onlarca ülke gördüm, sahilden - kumsaldan ayrılınca en azından bir şal sarar kadınlar beline. Bikinili Kadın beni en çok öfkelendiren olaydı süreç boyunca. Garip garip danslar, bağıra bağıra - uzata uzata cümleler, olmaz böyle saçmalık. Orada da bir kadın yaklaşıp "Bu mu Atatürkçü yoksa ben mi? Bunları mı seviyorsunuz?" diye sordu, haklı bence. Şehrin göbeğinde bikini ile durulmaz, kılık kıyafetin adabı vardır, toplum kuralları vardır. Kışkırtmamak lazım insanları, bize tepki gösterene "Sana para verelim de sus." falan dememek lazım mesela, öyle de bir video izledim, olacak iş değil.

Şu an akp arkasında olan kitlenin en büyük korkusu, akp'yi sevmeseler de, gerçek müslüman olmadıklarını bilseler de en büyük korkuları; solcuların onların dinine müdahale edeceği korkusu. Parkta bir adam "Ben size katılırdım aslında, haklısınız. Fakat siz kazanırsanız benim karımın başörtüsü ile uğraşırsınız yine." dedi. Haklı adam. Uğraşmayız belki fakat böyle bir izlenim yarattık on yıllar boyunca, üniversitelere sokmadık, bölüm birincisi türbanlı kızı mezuniyete almadık, türbanından tuta tuta dışarı attık, var bunun videoları. E bu insanların korkusu haklı. Bu korkunun yersiz - gereksiz olduğunu göstermemiz lazım.

Ben okul yıllarımda başörtülü arkadaşların eylemlerine katıldım, destek verdim. Şu an büyük bir kitle var üniversite öğrencisi olan ve direnişe destek veren; onlar da katılmalı bu eylemlere. Uzun saçlı erkeklerin, mini etekli kızların kendi yanlarında, onların uğradığı haksızlıklar için mücadele ettiğini görmeli insanlar. Müslüman olmayan, daha doğrusu herhangi bir dini olmayan bir adam olarak yazıyorum ben bunları. Kimseye bir öğreti değil bunlar, haddim değil, böyle düşünüyorum fakat ben. İnsanları dinleri konusunda rahat bırakmalıyız diye düşünüyorum. "Dinler saçma abi, inanmasınlar." .. dostum Serdar Ortaç dünyadaki her dinden daha saçma şarkılar yapıyor, onu dinleyen insanlara kızıp - tepki göstermiyorsun, bırak isteyen istediğine inansın - sevsin istediğini. Evet, çok saldırgan yaşıyor bir çok müslüman dinini. Bunun da sorumlusu bizleriz ama. Biz onları aşağıladıkça, ilk fırsatta kısıtladıkça onlar da kin doluyor bize karşı. Solcuların hakim olduğu şehirlerde ezan sesi zor duyuluyor mesela, ben bazen hiç duymuyorum. Konya'da da ezan sesi camlarını sallıyor evlerin. Bunun bir orta yolunu bulmamız lazım, bulabiliriz de hem. Ezanın değil yani, genel olarak bu durumun. Beğen ya da beğenme, mutlu ol ya da olma, %80'i müslüman olan bir ülke burası, bir arada yaşamayı öğrenmemiz gerekiyor ve en çok fedakarlığı da biz yapmalıyız.

Daha somut şeyler de var aslında ne yapmalıyız kısmına ekleyeceğim.
"Şunu yapalım, şuraya gidelim, şu olsun." diye düşündüğüm, hatta bazıları için fiili adım attığım şeyler. Fakat ben kafamı klavyeden kaldırmadan yazınca şimdi fark ettim, zulüm olmuş yazı, fazla uzun olmuş. Onları da yarın yazayım artık, somut şeyleri yazayım.

"Okuduğunuz için teşekkürler." cümlesinin hep inanılmaz saçma olduğunu düşündüm ben, okumak güzeldir zira. Fakat arkadan bembeyaz parlayan Facebook ekranında bunu okuduğunuz için teşekkür eder, felç olmaya yüz tutmuş gözlerinizin küfürlerini engellemenizi rica ederim ahahaha

Yazacağım yine yarın.
Beğenilsin, beğenilmesin yazdıklarım, fikirlerim ciddiye alınsın - alınmasın, bana ait bir profil burası, gazete köşesi değil, en kötü ihtimalle günlük gibi olur, ben okurum yazdıklarımı sonra.

Sevgiler.
Can nam-ı diğer John Milton
 
Kazen'in yazısında geçen resme ben de şok oldum ve içim acıdı. Araştırdığımda occupy hamburg sayfası çıkıyor, oradan alıntıymış ve yine araştırmamda ingilizce veya türkçe bir şey bulamadım, almanyada yaşayan veya almanca bilen arkadaşlar şu occupy hamburg nedir bir açıklarsa sevinirim.

resim kanımı dondurdu..

edit : buldum, buldum.
cidden gerçekmiş https://www.facebook.com/photo.php?...519.1073741827.551480228229463&type=1&theater
 
Son düzenleme:

Sevgili chloen,

Rüzgar santrallerinin lokasyon olarak zararından kastın sanırım görüntü kirliliği ama benim yaşadığım
şehirde son yıllarda deneysel bazda çok fazla rüzgar tribünü var. Görüntüleri ise şahane. Ben bazen
onların rengarenk olmasını dilerim içimden. Rüzgar tribünleri, rüzgara hakim tepelere kuruluyor. Yerleşim
yerlerinin göbeğine değil. Ülkemizin bir çok kesiminde yıl boyunca rüzgar açısından çok verimli bölgeleri
fazlaca mevcut.

Nükleer enerjiye karşı değilim ama bizim büroktarik ve bilimsel yapımızı düşününce nükleerden korkuyorum.
Biz HES'leri bile ÇED onayını ihlal ederek yapıyoruz, nükleeri hakkıyla yapacağımıza ne kadar güvenebilirim?
Japonya gibi teknoloji ve bilimin ağa babası bir ülke nükleerde sorun yaşadı, tekrar yaşamaktan da korkuyor.
Ayrıca geçen günlerde Fukuşima'da tekrar bir sızıntı uyarısı olmuştu... Yani nükleer zor bir iş. Sadece santral
personeli değil, çok fazla ekibin çok üstün bir eğitimden geçmesi gerekiyor ki aksaklıklar olduğunda müdahale
edilebilsin. Bu ekip sağlansın, biz önce bu ekibi görelim, sonra yapılsın santral... Ama Sinop gibi bir cennete değil...
Mümkün oldukça yaşamsal faaliyetlerden uzak alan seçilmeli. Sinop'u gördünüz mü hiç bilmiyorum ama bir masal
diyarı orası... Karadeniz yeşili, Ege mavisi dupduru bir gökyüzüyle birleşiyor orada... Bunun yanı sıra, Karadeniz'in
açık bir deniz olmaması, Tuna gibi yüksek oranda toksisite içeren nehirlerin Karadeniz'e açılması, kıyı şehirlerinin
atıklarının yeterli arıtmaya tabi tutulmadan denize bırakılması nedeniyle Karadeniz ötrofikasyonu tavan yapmış
bir ekosisteme sahip. Yani Karadeniz ekosisteminin ömrü azalıyor. Nükleer atıkların akıtılması bunu daha da
hızlandıracaktır.

Ülkemizde son yıllarda ÇED raporu önemini yitirdi ne yazık ki... Bunu bir biyolog olarak söylüyorum.
Hakkıyla yapılmıyor ve hatta yeni bir yasayla bazı kuruluşlar için ÇED muafiyeti getirilmeye çalışılıyor.
ÇED, Çevre Etki Değerlendirme raporudur. Alanında bilgi sahibi olan bir kurulla geniş kapsamlı bir
ön değerlendirme yapılır kuruluş için.

Güneş enerjisi ise günümüzde teknoloji olarak henüz yeterli alternatif kullanımlara sahip değil. Bu yüzden
karlılığı düşük olduğu için tercih edilmiyor. Lakin yakın bir zamanda, yeryüzünün geri dönülmez gidişatı
herkes tarafından idrak edildiğinde ne yazık ki, geç olacak. Kar oranını değil, gezegen ömrünü dikkate
almak ne yazık ki günümüz hesaplarına uymuyor...

HES konusuna gelince, küçük dere yataklarına yapılacak barajlar, açık havzaların kapalıya dönüşmesini ve
arazi verimini olumsuz etkileyecektir en başta. Hes yapımı için feda edilenler ağaçlar değildir, ekosistemdir...
Kesilen o ağaçların milyonlarca mislini dikseniz bile, orada yok ettiğiniz ekosistem ( besin ve enerji zinciri)
ne yazık ki telafi olamaz. Artık zincir kırılmıştır... Büyük barajlarımızın desteklenmesi ve tarım arazilerinin
desteklenmesi, çorak arazilerin uygun bitkilerle ağaçlandırılması toprağın su tutma kapasitesini arttıracaktır.
Su kaybını en aza indirmenin yollarını bulmak zorundayız. Kuzey Kutup buzulu darmadağın, erime artık
öyle bir boyutta ki, 40-50 yıl içinde ada devletlerinden bazılarının yok olacağını hergün okuyorsunuzdur
mutlaka bir yerlerde... Bizi vurmayacak diye endişe katsayımız minimumda ama sadece sular yükselmeyecek...
İklim bu şekilde giderse, en büyük sorunumuz zaten kuraklık olacak ve o zaman milyonlarca HES'e bile
sahip olsak yine de mumla aydınlanacağız... Hatta bir gün o mumu yapacak fabrikalarımız da enerjisizlik
yüzünden duracak...

Böyle konuşunca bir çokları bunun bir felaket senaryosu, bir korku politikası olduğunu düşünüyor, adım gibi
eminim ama hayatta olduğunuz süre bile bazı değişiklikleri görmeye, gözlemlemeye yetmiştir diye düşünüyorum...
 
Sayın Kazen yazıyı okudum bır cok noktasına katıldım.


Olayı gercekten bır cok yonuyle ele almış...Eylemlerdekı hataları tek tek dıle getırmiş..Bunlardan ders almamız gerekığını vurgulamış..

Bende kendı adıma bu sayfada yazılanlardan çok şey öğrendım..Bazı konularda bakış tarzım değişti...


Herkesın kendı çapında korkuları var..Ama dınledıkce konuştukca saygı duydukca empati yaptıkça.....

Birbirimizi önyargısızca anlamaya çalıştıkca bır çok sorunu çözmeye başladığımızı fark edıyoruz...



Çok farklı görüşlerde insanların aslında konuşukca ne kadar ortak noktamız oldugunu fark edıyoruz...


Hepımızın ortak noktası ne polıs ne eylemcı ne devlet malı kımse zarar gormesın....Mesela...


......Bende şunu soylıyeyım bu eylemden kk olarakta dersler aldık...


Yıllardır yasaklanan konuları bırkac kısının ceza almasıyla konuların kapanmadanda ılerledıgını gorduk...

Sayın Mune nın katkısı olmazsa olmazdı sabrına hayranım...

Bilmediğimiz bır çok konu hakkında konuştuk..Yalan haberlerde bırbırlerımızı uyardık.... Vs vs...

Dilerim ülkemiz geleceğimiz daha guzel gunlere dogru ılerler.....

Anneler bılınçlendıkce umıt asla bıtmez.....

Herkesın bırbırını bıraz dınledığı anlamaya çalıştıgı saygı duydugu

Sadece ınsan oldugu ıcın sevdıgı gunlerı hep beraber goruruz inşanlahh...
 

Bunu ya dün ya da önceki gün burada haber olarak da paylaşmıştı kızlar...
Ben de günlük gazetede okumuştum haberi.

İddialara göre zaten görsel kanıtlar da mevcutmuş. Bugün de servis şoförünü
ateşe atan polisler hakkında soruşturma açılmış...

 
Cok uzun bir yazi olmus gercekten. Okudum ama bütün argümanlari akilda tutmak uzun ugras uzun caba ister. Katildigim yerler var, katilmadigim yerler var neye katilip neye katilmadigimi maddelemek icinse bir kac defa bir asagi bir yukari argümanlar üzerinde gezinmek gerek.

Aklimda kalan katildigim konulardan bir tanesi, direnisin bir lideri olmasi gerektigiydi. Direnisin lidersiz baslamasi harika bir olguydu kesinlikle bu insanlarin bir araya gelmesini sagladi her renkten. Fakat lidersiz bitmemeliydi bu direnis. Lider de öyle dedigim dedik bir lider, karizmatik bir adam ya da kadin falan da olmamaliydi. O lider sadece düzgün konusabilen, insanlarin görüslerini bir elci niyetiyle aktarabilecek biri ya da birileri olmaliydi. Her bir bireyin görüslerine erisilebilecek bir düzen kurulmaliydi. Sonra temsil edilmelilerdi.

Uc noktadaki solcularin olayi abartmis olabilecegi konusunda da dogruluk payi olabilir. Ben de elime gecen fotograflarda "ödp,tkp,sdp.." gibi parti flamalarini gördügümde oturdugum yerde sinirleniyordum. Ama bu flamali gruplarin parkin icindeki GRUP ile alakasi olmadigi da sürekli söyleniyordu. Bazi gruplarin bu flamalari indirmemekte direnmesini anlamis degilim. Ama bunu Gezi`deki bütün herkes öyleymis gibi yaymaya gerek yok bence. Diger insanlari ürkütmüs ve evlerine göndermis olmasi konusunda hakli olunabilir. Bu Gezi olaylari sirasinda cok sevdigim devrimci bir arkadasla konustum ben de. Kendisi olayi devrimcilerin cok iyi götürdügünü, korkusuz olduklari icin en ön saflari olusturduklarini falan söylemisti. O zaman gülmüstüm :)
Gülüp gecmistim, kavga etsem tartissam bir ise yaramayacaginin farkindaydim. Ama bunu öyle cok büyütmedim cünkü genelde uc noktalarda yer alan sol kesimin böyle bir havasi hep vardi, hep de olacakti. Sadece "GEZI PARKI" direnisinin anlamini kavrayamadiklarini fark ettim. Kendilerine özgü direnme yöntemlerinin degistiginin, caga ayak uydurma döneminin geldiginin farkina varmalari gerektigini düsündüm.

Olaylarin cok uzadigi konusunda da katiliyorum. Bence de cok uzadi hersey. Bu da direnisin bir önderi olmamasindan kaynaklaniyordu evet. Illa o bildigimiz "önder" olmak zorunda degildi yahu, temsil eden azicik organize eden, her grubun organize olmaya ihtiyaci oldugunu düsünüyorum ben. Direnisi "duran adam" gibi farkli, enteresan eylemlerle sessiz sakin ama carpici bir sekilde sürdürmek gerekiyordu. Tekrar tekrar toplanmak gereksizdi. Direnis uzadikca ben Taksim Dayanismasinin arkasindaki insanlarin mantiklarini sorgulamaya baslamistim zaten.

Öte yandan katilmadigim olaylar, cok iciliyor olgusu. Cok icki icilerek, cami olayini kendimizin yarattigi konusu. Buna kesinlikle katilmiyorum ben. Iftira iftiradir, bu durumsa atilan iftiraya kilif bulmaktir. Cok icildigi konusu dogruysa (ki bunun subjektif bir yargi olup olmadigini nasil bilecegiz?) elestirilebilir ama bu konuyu kullanarak "cami olayi iftirasini da hak ettik yani" konumuna getirilmesi bambaska bir boyuttur. Üstelik birileri basörtüsü özgürlügü isterken, birileri dinlerini istedikleri gibi yasama özgürlügü isterken, egitim kurumundan fazla "cami" varken bu ülkede, onlar abartiyorken bir seyleri (?) diger grubu bastirmaya calismak, insanlarin hassasiyetlerine saygi gösterin cok icmeyin ya, demek sadece diger gruba bir baska özgürlük daha vermek gibidir. Yani ben cok iciyorsam gercekten bu ülkedeki dindar kesimin hassas noktalarina dokunuyor diye, kisitlamak zorunda kalacaksam, ne anlami kaldi özgürlügü savunmanin?? Dinin hassasiyeti benim özgürlügümün önüne gecmis olmuyor mu böyle?

Diger taraftan bikinili kadin. Bikinili kadini elestirmenin, muhattap almanin mantigini anlamis degilim. Farkli bir kadin, degisik bir insan, kimsenin zoru ile oraya geldigini sanmiyorum zaten. Dolayisiyla Gezi ruhunu bozdugunu söyleyemeyiz ki. Birilerinin onu kullanarak politik söylemleri icin malzeme cikardigi dogrudur fakat bu kadini kimse zorlamadi kardesim. Kendi basina bir birey olarak kendi düsüncelerini yansitti. Ki zaten yurtdisinda yetismis biri, eylem tarzinin bu kadar özgür olmasi da onun tercihidir. Özgürlügün elbette sinirlari olmasi gerekir ama bu kadin nasil bizim özgürlüklerimizi sinirliyor anlayamadim ben? Bakmayin o zaman, dinlemeyin, Taksim yeterince büyük, baska bir yoldan yürüyün. Magazin haberlerinde acik sacik haberler yer alirken sorun olmuyor degil mi? Dünyanin her yerinde sahillerde bile kadinlarin pareo vs kullandigi konusu da biraz acayip fazla carptirilmis degil mi simdi, dürüst olalim? Yurtdisinda bir ülkede yasiyorum ve insanlar oldukca acik giyiniyorlar. Ic camasiri gibi kisacik sortun üzerine bikinimsi bir üstle ortalikta gayet dolasabiliyorlar. Sehrin ortasindaki güneslenme yerlerinde de gayet bikinileriyle günesleniyorlar. Hatta buradaki nehirde üstsüz denize giriyorlar vs. Bu sadece bir ülke, gezdigim diger ülkelerde de böyle. Enteresan tipler dünyanin her yerinde varlar.

Üstelik Atatürk`ü seven binbir cesit insan var ülkemizde. Tam tersine bu kadini kullanarak iktidar sahipleri hic de yakisik almayan politik söylemler üretmislerdir. Gerek yok bence politikanin seviyesini düsürdükce düsürmeye.


Yazinin hepsini aklinda tutamadigim icin simdilik bunlara degindim
Diger yandan ne ögrendik konusuna gelirsek ben de cok sey ögrendim. Anti-kapitalist müslümanlari daha yakindan arastirmama sebebiyet verdi Gezi. Öyle keskin yargilarim hic olmadi benim ama ülkücülere karsi bazi yargilarim törpülendi. BDP`yi sevmese dahi yaptiklari siyaseti begenenler, dogru yapilana evet dogru diyenler gördüm, sevindim. Tkp, Ödp gibi gruplarin yanlis bakis acilarinin farkina cok önceden varmistim zaten de, Gezi Olaylari ile "yahu yeter be!" dedim. Ama TKP`nin ya da ÖDP`nin icinde sürekli bir kavga havasindan cikip uyumdan yana olabilecek insanlarin da oldugunu unutmayalim.
Yani kisacasi Gezi bana bir grubu elestirirken, icinde farkli düsünen seslerin varligini hicbir zaman gözardi etmemem gerektigini ögretti.

Bir de aklima gelmisken;

Halka inelim lafini cekip " yahu sen kimsin? nereye iniyorsun?" seklinde anlamak acayip ütopik bir bakis acisi olmus. Bu resmen bence lafin altinda art niyet aramaktir. Halka inelim sözü sudur : Biz politikacilar halki temsil ediyoruz ama meclis koltuklarindan inmeden bir temsil yapiyoruz, bu yanlis. Gidelim biz halkiz, halkimizi dinleyelim, kapi kapi dolasalim. Onlar eylem yapiyor yaralaniyorsa, biz de bu eylemi destekliyorsak, gidelim yaralanmaktan, ölmekten korkmayalim. Budur yani bunun acilimi. Laflari cekip cekip baska yerlere uzatmaya calismanin bence bir anlami yoktur.

Öte yandan, egitimsizleri egitelim sözü ilk duyuldugunda yanlis olabilir. EVET, bunun yerine daha ilimli daha kucaklayici bir söylem secilebilir. Fakat ben bunun özellikle belli kesimler tarafindan iyice "kiskirtma" araci olarak kullanildigina kanaat getirdim. Olabilir, belki karsit kesim sürekli " yahu bunlar da ne egitimsizler, ne kafalari bos" seklinde yaklasmis olabilir ama bu dengeler AKP basta oldugundan beri coktan bozuldu. Bu hani "makarnaci,kömürcüler" olarak da tasvir edilen kesim, zaten atakta, sosyal medyayi kullanirsaniz, kimsenin kimseden asagi kalir bir yani kalmamistir, göreceksiniz.

Üstelik, evet ülkemizde gercekten egitilmesi gereken insanlar cok fazla. Bunu asagilama olarak algilamak yerine, hassas nokta olarak algilamak yerine, "TOPLUMSAL BIR SORUN" olarak algilamak ve gercekci yaklasarak cözmeye calismak bulundugumuz noktada en dogrusudur. Bazen insanlar kirilacak, darilacak diye gercekleri saklamanin daha da yanlis oldugundan bahsederiz ya günlük insan iliskilerinde dahi bu gecerlidir. Bu da öyle iste, kimse alinmasin kimse darilmasin, ülkemizin ciddi bir egitime ihtiyaci vardir. Egitim sistemimiz öyle böyle degil felaket bozuktur.

Cok yazdim yine yaa, kusuruma bakmayin.
 
Son düzenleme:
Türkiye'nin en büyük internet araştırma firmalarından biri(IPSOS) buradaki bilgilerin kamuya açık olduğunu hatta hatta izin alınamaz ibaresi olduğu halde bunu hiçe sayarak sitemizde gazlı içecekler hakkında bir araştırma yapmış. 120 sayfalık raporun bir sayfasında



Kadınlar Kulübü üyelerinin düşüncelerine bakılarak Coca Cola firmasına verilen en çarpıcı örneklerden sadece bir tanesi yukarıda yer almaktadır.

Bu rapor dünya devi Coca Cola firmasına verilmiş ve burada sizlerin düşünceleri analiz edilerek. Bu sebeple burada yazılanları hafife almayın lütfen.


Not : adamlara bunu yapamazsınız biz bu bilgileri "2. şahıslar ile paylaşmayacağımız diye taahütümüz" var diyince belgeyi nereden ele geçirdiğimiz sorgusuna gidip birde pişkinlik yaptılar.

Türkiye de işler böyle yürüyor bizde bunu öğrendik...
 
Hala masumluktan bahseden var mi? Ankaradan kareler...
[video=youtube;TU4EYNDqaLA]https://www.youtube.com/watch?v=TU4EYNDqaLA&feature=youtube_gdata_player[/video]
 
" GEZİ PARKINDA GÖREV ALAN POLİSLERE 24 MAAŞLIK İKRAMİYE "

Bu ne şimdi ?! Vazifesini yapan herkese ikramiye versinler o zaman, asgari ücrete bile gıdım gıdım zam yaparken bu ne cömertlik böyle?
 

Yelkenin söylediklerine katiliyorum, cok güzel aciklamis herseyi bence. HES`lerin etraflarindaki dogayi tahribati yabanci kaynaklarda da belgelenmis durumda. Okudugum bir arastirmada söyle bir tez öne sürülmüstü: bu enerji türü etraftaki dogayi tahrip etmesinin yanisira, ortaya yaydigi metan ve karbondioksit acisindan oldukca zararlidir. Üstelik küresel isinmayi tartistigimiz son günlerde metanin karbondiokside oranla 21 kat daha fazla kürüsel isinmaya yol actigi söyleniyor.

Rüzgar enerjisi konusunda: PETROL DEVLER RZGARA YNELD - Eco Enerji Eco Wind Rzgar Enerjisi Rzgar Trbini

Rüzgar tribünleri bu arada bence de cok güzel görünüyor. Hollanda`nin Google üzerinden fotograflarina bir bakin isterseniz. Bir de rengarenk olduklarini düsündüm de, cok romantik oldu
Bir de Hollanda`da bu bildigim kadariyla turizm faliyetine dahi dönüstü. :) Bu ciftlikleri görmeye gidiyor insanlar

Nükleere ben karsiyim. Dünya nüfusu artiyor kaynaklarimiz tükeniyor vs vs ama bilimsel cok fazla arastirma var zararlari hakkinda.
Bilmiyorum ben mi cok garanticiyim ama bence nükleer enerji kullaniminda bir hatanin bedeli o kadar agir ki ve bir anda cevre ülkeleri dahi etkileyen bir hal aliyor ki, ben getirisinin ekonomiye katkisinin olumlu yanlarini göremiyorum bu durumda.
Üstelik Türkiye`de böyle bir olayin icine hizla atilmak (?)
Japonya`nin durumunu gördükten sonra özellikle beni korkutuyor.
Darilmaca yok, Japonlar karakter olarak da oldukca caliskan ve dikkatli insanlar, teknolojinin de merkezi. Deneyimliler.

Angela Merkel hükümeti, Japonya’daki kazadan sonra 8 adet santralin kapatılması, 2022 yılına kadar da diğer santrallerin tamamen durdurulması kararı almıştı. Almanya dünyanin önemli ekonomilerinden bir tanesi. Ben takdir ettim valla bu karari. Üstelik ülke icinde cok da tepki aldi.
 
Durum
Mesaj gönderimine kapalı.
Bu siteyi kullanmak için çerezler gereklidir. Siteyi kullanmaya devam etmek için onları kabul etmelisiniz. Daha Fazlasını Öğren.…