- 20 Kasım 2006
- 1.098
- 26
Evliliğin ilk zamanları hoşgörü içinde geçerken sonrasında, kişilerin olaylar ve birbirleri üzerindeki kontrol oluşturma istek ve davranışları evliliği bir güç savaşına dönüştürüyor. Daha önce de değindiğim gibi aile içi rollerdeki dengesizlikler ve aileye dışarıdan gelen müdahaleler problemlerin kaynağını oluşturuyor.
Dışarıdan müdahaleler dediniz de; bazı ailelerde günlük hayattaki deyişimizle kayınvalide, kayınpederler problemlerin zaman zaman merkezine otururlar, özellikle de oğlun, kocanın paylaşılamadığı durumlar söz konusudur. Bunun sebebi nedir sizce?
Her evin bir kapısı olduğu gibi, her ailenin de bir sınırı vardır. Sizin de dediğiniz gibi kayınvalide, kayınpeder gibi aile yakınlarının müdahaleleri, maalesef bu sınırın ihlâlidir ve eşlerden her biri bu müdahaleleri taciz olarak algılar ve eşinden sınırın korunmasına dair beklentilerini gösterir. Halen evlilikteki çatışmaların büyük bir kısmını kayınvalide, kayınpeder problemleri oluşturuyor. Kayınpederle ilgili problemler, sıklıkla geçimin ortak kaynaktan paylaşıldığı zamanlarda, babanın oğluyla ya da oğullarıyla aynı yerden geçimini sağladığı durumlarda ortaya çıkıyor. Kayınvalide gelin ilişkisinde de; sıklıkla erkek eş ve annesi arasındaki bağımlı sevgi, annenin gelinini bilinç dışında bir tehdit olarak algılamasını gündeme getiriyor.
* * *
Anne-babaların en büyük görevi, çocuklarını evliliğin sorumluluklarını taşıyabilecek şekilde donatmak ve onları yaşayacakları çağa hazırlamaktır. Anne-baba hakkı, neden çocukların iş ve eş seçimleri söz konusu olunca devreye giriyor da, sair zamanlar bu kadar öne çıkmıyor? Her hak, bir görevin karşılığıdır. Hazreti Adem’den beri hak ve görev kardeştir. Hakkım var diyen insanın, görevini en güzel şekilde yapması beklenir. Günümüzde, insanların yaşadığı en büyük çelişki, sorumluluklarını yerine getirmeden, hak istemeleridir. Anne-babalar evliliğin eşiğine getirdiği çocuklarını, tam bir donanımla donatmışlarmıdır? Bu sorumluluktan asla kaçamazlar. Anne-babalar iş ve eş seçimi konusunda; birikimlerini, tecrübelerini çocuklarıyla paylaşırlar. Ama son kararı, onlara bırakırlar. Bu tutum, hem kendileri lehine, hem de çocukların lehinedir. Çünkü, tercihlerinin içinde olan çocuk, sonuçtan anne ve babasını sorumlu tutamaz. Aksi halde, anne-babalar çocukları tarafından sürekli olarak suçlanır ve gereksiz yere vicdan azabı çekerler.
Çocuklarımın hayatını ben kararttım diye vicdan azabı çeken ve intihara teşebbüs eden anneler biliyorum. Halbuki, bu noktaya gelmeye hiç gerek yoktur. Çocuklar, tercihlerinde bilgilendirilmeli, eğitilmeli ama son kararı, kendileri vermelidir. Sorumluluk, böylece kendilerinde kalmış olur. Ayrıca çocuklar, hayatın iki önemli aşamasında söz sahibi olamayacaklarsa, isabetli karar vermeyi ne zaman öğreneceklerdir? Hayatını hep ikinci elden yaşayan bir nesil, sipariş üzerine hayat yaşayan bir nesil, hayatının üzerine konan duygusal hacizleri kaldıramayan bir nesil, nasıl olacak da gelecek için güvence olacak? Bu ince husus, toplumun her ferdinin, inceden inceye düşünmesi gereken bir husustur.
Anne-baba, çocukların hayatlarını geliştirmek için vardır. Mutlu seçimler yapmalarında yardımcı olmak için vardır.
Tercihlerine ipotek koymak için değil,
Çocukların yaşamlarını, deneme tahtası yapmak için değil,
Kendi gerçekleştiremediği hayalleri, çocuklarına yüklemek için değildir.
Hatırını, hakkını, büyüklüğünü ortaya koyarak çocukların duygularını sömürmek için değil
Asıl önemli olan ve bugüne kadar üzerinde pek durulmayan bir hususa gelelim. Annelik ve babalık; neden eş seçiminde büyük bir hak olarak tezahür ediyor? Annelik ve babalık sadece eş seçiminde mi gündeme geliyor? Pekiyi çocuklar evlenecek seviyeye gelesiye kadar;
Çocukları evlenecek seviyeye hazırlamak,
Çocukları, evliliğin rollerine yüklediği sorumlulukları rahatlıkla taşıyabilecek seviyede yetiştirmek,
Çocukların, seçicilik ve fark edicilik özelliklerini geliştirmek,
Çocukları, çağın gerekleriyle mücehhez kılmak,
Sorumluluklarını bilen ve yapabilen,
Özgüvenini tam olarak kazanmış bir birey olarak yetiştirmek kimin görevidir?
Anne ve babanın görevi değil midir?
Bu görevi anne-baba çocukları için yapmayacaksa, varlık nedenleri nedir?
Ayrıca,anne-babanın, çocukları hayata ve evliliğe hazırlama görevini, anne babanın yerine kim yapar ki?
Eğer çocuklarını bu şekilde yetiştirmemişlerse, bu onların vebali değil midir? Bu bir kul hakkı değil midir? Madem çocuklarını eğitmeyecekler ve onları yaşayacakları çağa uygun bir şekilde yetiştiremeyeceklerse, niçin evlenmişlerdir? Bu sorumluluktan hangi hakla, hangi kutsallıkla kaçabilirler? Bu şekilde eğitilmek ve yetiştirilmek, çocukların anne ve baba üzerindeki hakları değil midir? Zaten annelik ve babalık, bu büyük vazifeyi yerine getirmek için varedilmiş bir kurum değil midir? Eğer hayatımızı deneme-yanılma yoluyla öğreneceksek, anne-baba elinde dünyaya gelmenin anlamı nedir ? Bir ailede yaşamanın anlamı nedir o zaman?
Anne babalara soruyoruz: Çocukların tercihlerine, neden saygı duymuyorsunuz? Cevap hazırdır:
-Çünkü, onlar eş seçmesini bilmezlerde ondan.
Pekiyi adama sormazlar mı o zaman:
- Daha eşini seçmesini bile bilmeyen bir çocuğa, evlilik gibi bir sorumluluğu yüklemek ne kadar doğrudur?
-O çocuğun, eşini seçebilecek seviyede yetiştirilmesi gerekmez miydi? Çocuğunuzu neden eşini seçebilecek seviyede yetiştirmediniz? Bu, sizin sorumluluğunuz değilmiydi?
- Daha eşini bile seçemeyecek seviyede olan bir çocuğu, nasıl evlendiriyorsunuz? Bu çok gülünç değil mi? Çocuğunuz, eşini bile seçemeyecek seviyedeyse zaten evliliğe liyakati yok demektir. Böyle bir çocuk evliliğini nasıl yürütecek, nasıl devam ettirecektir? Evliliği yürütmeyi çocuğa bırakıyorsunuz, ama eşini siz seçiyorsunuz. Bu gerçekten çok komik değil mi? Kendine uygun eşi seçmek, evliliğin ilk aşaması değil mi? İlk aşamada söz sahibi olmayan, yetersizliği kabul edilen, diğer zor aşamalarda nasıl söz sahibi olacak ve nasıl yeterli olacak?
1-Her insanın hayatı kendine özeldir. Hiçbir insanın hayatı, bir başka insanın hayatının tekrarı olamaz.
2- “Yaşamımız; önem verdiğimiz olaylara karşı sessiz kaldığımız zaman; kararmaya başlar.”
3-İçindeki baskın yönünü açığa çıkaramayan insan, ölene kadar acılar içinde kıvranır. Yaşam, elektirikli sandalyede geçen dakikalar gibi, tam bir işkenceye dönüşür.
4- Hayatı gecikmeli tarifeden öğrenmek, pahalı bir öğrenme yöntemidir. Yaşamımızı mutlaka plânlamalıyız. Hayatın en önemli iki seçimi olan iş ve eş seçiminde; en ufak bir yanlış yapmamız, ileride yaşayacağımız hayatı işkenceye dönüştürebilir. Hemen burnumuzun dibindeki insanlar, hayatı tatil modunda yaşarken, bizler bu yanılgımız yüzünden, seçimlerimizin üzerine kurduğumuz hayatı, işkence modunda yaşayabiliriz. Çünkü, iş ve eş seçimi, sıradan bir seçim değildir. Bizler iş ve eş seçmekle, bir iş ve eş seçmiş olmuyoruz. Bir hayat tarzını seçmiş oluyoruz.Bu dünyada ki, YAŞAM TARZIMIZI belirliyoruz. Yanılsamalarımızı minimize etmek için, kendimizi bilgiyle ve gözlemle donatmalıyız.
5-Bir insan, hatır için çiğ tavuk yiyebilir, ama hatır için sevmediği bir mesleği ve sevmediği bir evliliği yapamaz. Yapıyorsa, duygularını ve varlığını kiralıyor demektir. Bu da o insanı, nefes alıp veren bir ölü haline getirir.
6-Tecrübe, hayatta yenen kazıkların bileşkesidir. Evet, ibret alalım, ama ibret olmayalım. Hayat, kitaplarda anlatıldığından çok farklıdır. İki üniversite bitiren ve üç dil bilen bir insan bile, hayatla ilgili seçimlerinde dikkat etmezse, büyük yanlışlar yapabilir. Mutsuz olabilir. Bilgili insan olmak başka, bilgiyi huzura ve mutluluğa dönüştürebilmek başkadır.
7-Her ihtiyaç kendi cinsinden halledilir. Yemek yiyerek susuzluğumuzu, su içerek açlığımızı gideremeyiz. Şişkin cüzdanlar, cilalı suratlar, son model arabalar, lüks villalar, İnsanların psikolojik ihtiyaçlarını karşılayamazlar.
8-Eğri cetvelin, doğru çizgisi olmaz. Bir insanın, evleneceği insanı tanımakta göstereceği isabet, kendini tanımaya bağlıdır. Bir insan kendini ne kadar iyi tanırsa, evleneceği insanı o kadar iyi tanır. Kendini iyi tanıması demek; duygu yapısı, düşünce yapısı, baskın yönü, zaafları ve saplantı düzeyinde olmayan öncüllerini tanımak demektir.
9-Ormanda en çok bodur kalan ağaçlar, büyük ağaçların gölgesine sinen ağaçlardır. Bir YÜK olanlar, asla bir BÜYÜK olamazlar. İz takip edenler, iz bırakamazlar. Bir bilge şöyle der: “Ormanda yol ikiye ayrıldı ve ben az kullanılanı seçtim. Bu, hayatımdaki bütün farkı yarattı.” (oluşturdu)
10-Başarı sonuç değil, süreçtir. Herkes hata yapar ama, ahmaklar hatalarına bağlı kalırlar. Hatalarında, inadına ısrar ederler. Önemli olan, ekşi limonu tatlı bir limonataya dönüştürebilmektir.Ya hep, ya hiççi olmamalıyız. Zararın neresinden dönülürse kârdır.
11- Yapmamamız gerekenleri yapmamız, yapmamız gerekenleri, yapmamamızdan daha tehlikelidir. İçmeniz gereken bir ilacı, geç de olsa içebilirsiniz. Ama içmemeniz gereken bir ilâcı içerseniz, ölürsünüz. İyilikleri yapmadan önce, kötülüklerden kaçınmak esasdır. Buğday biriktirebilmek için, öncelikle, farenin şerrini defetmeliyiz. Havuzumuzda su biriktirebilmek için, su depolamadan önce, delikleri tıkamalıyız. Yaşamımızın en büyük karadeliği, psikolojik sınırlarımızın, sürekli olarak saldırıya maruz kalması ve sınırlarımızı korumakta düştüğümüz çaresizliktir.
Ne kalabalıklar, ne gelenekler, ne de bir başkası ve hiç kimse, bizim davranışlarımız üzerinde yargıç kılınmış değildir.( din, evrensel doğrular, toplumun rahat ve huzurlu yaşaması için konulan yasalar, kurallar ve benzerleri müstesna) Ayrıca, fark edilmediğiniz, değerli kılınmadığınız bir kalabalıkta, sadece ceset olarak bulunmanın anlamı nedir? O yüzden, yaşamımıza yönelik müdahalelere karşı, kırmızı çizgilerimiz olmalı ve bunları sihirli kelime olan HAYIR kelimesiyle koruyabilmeliyiz. Bazen bir hayır kelimesi, bizleri binlerce evetten kurtarabilir. Burada ölçü şudur: Ne evetlerimizi, ne hayırlarımızı, otomatiğe bağlamamalıyız. Toptancı bir kabul ve toptancı bir red, bize bir şey kazandırmaz.
12-Düşmanlarına çok kin besleme, gün gelir, ahmak dostlarının şerrinden seni, onlar kurtarır. İşte o gün, hayatının en acı günüdür. Kişinin hayat kalitesini artıran ahmak dostları değil, akıllı düşmanlardır. Onlara bakarak yönünüzü bulabilirsiniz
13-Hırsızlık, her zaman, mal çalmak değildir. En büyük hırsızlık, insanın içindeki yaşam sevincini çalmaktır. Okurlarımdan önemle rica ediyorum ki, dünyanın dengesiyle oynayınız ama, bir insanın duygularıyla asla oynamayınız. Bunun bedelini mutlaka, ama mutlaka ödersiniz. Hissetmediğiniz duyguları, söylemeyiniz. İfade ettiğiniz duygularınızdan da mutlaka sorumluluk alınız.
14-Hayatın üçte birine (yaşamın hazırlık yıllarına) hamallık etmeliyiz ki, kalan üçte ikisinde rahat edelim. Zaten yaşam, kişiyi mutlaka çalıştırır. Kişi ya kendine çalışır. Ya da kendine çalışanlara, çalışır.
Senin, senin için yapman gerekenleri, sen senin için yapmazsan; senin, senin için yapman gerekenleri, bir başkası senin için neden yapsın ki?