- 20 Kasım 2006
- 1.098
- 26
Karı-koca ve çocuklardan oluşan, toplumun en temel birimi olan aile, içindeki bireylerin sosyalizasyonu ve sosyal desteğini sağlarken aynı zamanda neslin devamını da sağlar. Tanım itibariyle karı-koca ve çocuklar olarak yapılan ailenin fiziki mekanları dışında, geniş bir iletişim ve etki ağı içinde yaşadığı söylene bilir. Sözgelimi aile içi ilişkilerde, karı-kocanın kendi aileleriyle ilişkileri onlardan öğrendikleri ve onların etkilerinin izleri kolayca görülebilir. Erkek eşin kendi ailesiyle ilişkileri çekirdek ailenin de gündemindedir. Bazen aile içi iletişimlerde, karı-kocanın temel gündemi ve odağı kendi aileleriyle ilişkileri olmaktadır. Karı ve ko canın bağımsız olarak salt ikili ilişkilerinden çıkan tartışmalar daha azınlıkta olabilir. Günümüzde yüksek eğitimli, kent kökenli ve kentte yaşayan karı-koca arasındaki iletişiminin daha bağımsız ve tarafların birbiriyle ilgili olma boyutu daha yoğun olsa da, bütünüyle ayrışmış (kendi ailelerinden) bir ikili ilişki görmek imkansızdır. İlişki ve etkileşimin olduğu bütün sistemler de de çatışmalar ve sorunlar vardır. Aile sistem yaklaşımı açısından ele alındığında, bu sistemin de diğer bütün sistemler gibi kriz durumları, sorunları, çatışmaları, sevinçleri, sevgileri, büyümeleri ve dağılmaları olabilir Çatışmasız ve sorunsuz bir insan olamayacağına göre, birden fazla bireyle yürüyen bir sistemde de olması doğaldır. Böyle bir ailenin varolacağı düşünülemez. İnsanın varolduğu her yerde, uzlaşma ve anlaşma kadar, çatışma ve sorunlar da evrenseldir. Çatışma, karı ve kocanın, algılarının, duygularının ve davranışlarının ve isteklerinin engellendiğini hissettiği anda başlar. Çatışmalar her zaman yıkıcı sonuçlar getirmez. Ancak ele alış yaklaşımlarına bağlı olarak, ilişkiyi olumlu ya da olumsuz olarak etkilerler. Çatışmalar ve sorunlar aile bireylerinin günlük faaliyetlerini sürdürmelerinde onların engeli haline geliyorsa, burada sorunların ele alınış biçiminin bireylere uymadığı ya da sorunların çözümünde ye tersiz kalındığından söz edilebilir. Aile içinde yaşanan çatışmalarda tarafların çatışmaları; ele alış biçimlerinin zorlama, uyum, uzlaşma, işbirliği ve kaçınma tarzında olduğu söylenebilir. Zorlama: Eşlerden birinin kendi isteklerini diğerine kabul ettirme arzusudur. Bu tarzda tarafların kazanç ve kayıp çabasından söz edilebilir. Eşlerden birinin, diğerini zorla kendi istediği tarzda giydirmek istemesi buna örnektir. Uyum: Eşlerden birinin kendi isteklerine önem vermeksizin, diğerinin isteklerine cevap vermek ve yerine getirmek için çabalamasıdır. Uzlaşma: Eşlerden birinin diğerinin isteklerinin bir kısmını karşılamak için, kendi isteklerinin bir kısmından vazgeçerek, iki istek arasın da orta bir yol bulma çabası göstermesidir.. İşbirliği: Eşlerden birinin hem kendi isteğini, hem de eşinin isteğini bütünüyle karşılama çabası göstermesidir. Bu durumda eş yeni seçenekler aramakta ve problem çözme davranışı göstermektedir. Kaçınma: Eşlerden birinin diğerinin isteklerine karşı kayıtsız kalmasıdır. Aile içinde çocukların eğitimi, erkek eşin ve evin ihtiyaçlarını karşılamakla, pek çok sorumluluğu aynı anda üstlenerek yürütmek durumunda kalan kadınlar, aile içindeki sorunlar ve çatışmalarda da sıklıkla uyum, uzlaşma ve iş birliği davranışı göstermeye çabalamaktadırlar. "Evi kuran dişi kuştur" deyimi, kadına öğretilmiş ve sıklıkla kadın tarafından da içselleştirilen ve benimsenen bir yaklaşımdır. Erkek eşler ise, zorlama ve kaçınma davranışını daha fazla gösterme eğiliminde olabilirler. Zorlamanın erkek tabiatına ne kadar uyduğu tartışılması gereken bir konudur. Ancak erkeğin ev dışında sorumluluk üstlenmesi, aile geçimini sağlaması, istihdam’da yer alan bir kişi olması gerçeği ile de ilgisi olabilir. Bu arada onları yetiştiren annelerin ve çevrenin öğrettiği bazı normlarda var dır. "Erkek adam ağlamaz", "Sen erkeksin güçlü olmalısın", "Kadınlara fazla yüz verme şımarır" yönündeki toplumsal öğreti, onları uzlaşma ve işbirliği yaklaşımından uzaklaştırabilir. Yaratılış itibariyle birbirinden farklı, ancak birbirinden üstünlük özellikleri (aklen, manen…v.b.) ortaya konamayan erkek eşlerin, kadınlar üzerindeki zorlama ve kaçınma davranışlarının, aile içinde ciddi sorun alanlarının oluşmasına neden olduğu bir gerçektir. Yukarıda belirtilen beş davranıştan birini sürekli olarak gösterme eğiliminde olan eş, diğerinin de karşı tepki geliştirmesine neden olabilir. İki eşin de duruma göre uzlaşmacı, işbirlikçi, uyumlu olması, bazı çatışmaların daha kolay halledilmesini sağlayabilir. Eşlerden birinin hep zorlayıcı olması diğerinin hep uyum göstermesi, süreç içinde tarafları zorlayabilir. Son günlerde aile içindeki çözülmeler ve boşanmalarda, bu duruma bir başkaldırı hareke tinin varlığı hissedilmektedir. Özellikle ekonomik açıdan bağımsız, eğitimli ve çalışan kadınlarda aile içinde eşitlik ve uzlaşma özlemine yönelik tepki daha belirgindir. Kadınlar, erkeklerin fiziksel açıdan (bedenen) daha güçlü olmasını, aile içi ilişkilerde, sorumluluk ve rol dağılımında da erkeğe güçlülük tanımasını sorgulamaktadırlar. Nitekim 1997 yılında çıkartılan, "ailenin korunmasına dair kanun" ve yeni medenî kanunda, kadın erkek eşitliği yönünde vurgulamalar ve kadına yönelik şiddet durumunda kadının korunması ve erkeğin cezalandırılması gündeme gelmiştir. Ancak kadınlarla ilgili bu düzenlemeler ve koruma önlemlerinin, aile içinde kadının konumunu değiştirip değiştirmeyeceğini söylemek için henüz çok erken. Toplumsallaşma sürecinde erkeğe ve kadına aktarılanların, dini hükümlerin yorumlanış biçimlerinin, toplumsal hayatın düzenlenmesinin, değişmesi zaman alacaktır. Sözgelimi, Nisa Suresi’nin 34. ayetindeki, "Erkekler, kadınların koruyup kollayıcılarıdır" ifadesi, ayrıca Bakara Suresinin 228. ayetinde, "Kadınların erkek üzerinde hakları vardır" ifadesinden sonra gelen, "Erkeklerin kadınlar üzerinde bir derece farkı vardır" ifadesi hukuki üstünlüğü ifade eder. Ancak bu üstünlük, şeref ve fazilet bakımından bir üstünlük olarak yorumlanmamalıdır .Gerçekte kadının fırsat, ücret, statü, görev açısından eşitsizliklerine rağmen, sosyal ve insani açıdan saygın ve erkekle eşit olma mücadelesini doğal karşılamak gerekir. Ancak kadının farklılık hakkının da korunması, gerektiğinin bilincinde olması gerektiğini düşünüyorum. Bu durum farklılıkların birliği ve uzlaşması, aile içindeki birliği ve huzuru temsil edebilir. Kadının kendi bireyselliğinden ve barışıklığından vazgeçerek, tamamen itaatkâr ve uyumlu ya da erkek rekabetinden dolayı zorlayıcı ve erkeksi özelliklerini (androjenite) baskın hale getirmesi sıkıntı doğurabilir. Bu durum insan olma tabiatına da aykırıdır. Aile içinde eşler arasındaki çatışma alanlarını; iletişim yokluğu, eksikliği ve bozukluğu, sürekli tartışma, giderilmeyen duygusal gereksinimler, parasal anlaşmazlık, kayınvalide kayınpeder sorunları, sadakatsizlik, çocuklara ilişkin çalışmalar, otoriter ve şüpheci eş, alkolizm ve kumar, şiddet alanlarında sınıflayabiliriz. Eşlerin bu çatışmaları ele alırken doyuma ulaşmaları beklenir. Fedakârlığın her zaman kadın eşten beklenmesi, annelik ve eşlik sorumluluğu ile ev dışı sorumlulukları aynı anda yüklenmek durumunda olan kadını tüketici bir süreçtir. Farklılıklarını ve bütünlüklerini koruma riskiyle karşı karşıya kalarak, "üreten ve yaşayan" insan olmaktan çıkıp, "hayatı seyreden insan olmak" hep boyun eğmek, her zaman bir tarafa yüklenirse (sürekli olarak kadına) evrensel adaletten söz etmek imkansızlaşır. Kadının bu konumuna tepkisi onu huzursuz, kararsız ve bezgin dolayısıyla, daha mutsuz, doyumsuz hale getirebilir. Mutsuz ve doyumsuz bir bireyin, aile içindeki çocuklarına ve eşine sevgi ve mutluluk getirmesi beklenemez. Gerginlik ve iletişimsizlikte taraflardan birinin "beni anla, dinle" derken, diğerinin hayır "sen beni dinle, anla" demesi çözümsüzlük getiren bir ikilemdir. Kadının ve erkeğin öncelikle kendini anlaması, farklılıklarına ve özgün yanlarına (kadınlık, erkeklik özelliklerine) saygı göstererek, ayrı bir birey olduğunu kabullenmesi gerekir. Kendisi ile dost ve arkadaş olan birey, karşısındakiyle daha kolay anlaşma sağlar, onlarla bütünleşmesi daha güzel ve anlamlı olur. Sevgisini ilgi, sorumsuzluk, saygı ve bilgi doğrultusunda hayatına ve ilişkilerine yansıtan bireyin, kendisine ve ailesine aktardığı mutluluk da o denli yaygın ve güçlüdür. Bir başkasının üzerinde egemenlik kurmaksızın, onu istediklerini yaptırma yönünde (zorlama) bir tutum sergilemeksizin, onu kendi nesnesi haline getirmeksizin yürütülen ilişkiler, taraflara adalet ve barış duygusu hissettirir. Kadın-erkek eşitliğinin farklılıklar ve özgünlükler korunarak yaşatıldığı aile ortamlarında, tarafların birbirlerine ve çocuklarına doyum ve mutluluk vermesi kaçınılmazdır. İçinde yaşadığımız ekonomik kriz ve hızlı değişme döneminde, aile içindeki iletişimin güzelleşmesi ve zenginleşmesi, her iki tarafın benzer oranda çaba göstermesiyle mümkündür. Gelecek nesillerin, kendi ailelerini kurma motivasyonu ve yürütüş tarzında, örnek alacakları aile ortamının olumlu katkısı olacaktır.