Eğrisiyle,Doğrusuyla Evlilik

Bayanlardan biri şöyle diyor: evliliğimizin ilk günlerinde her şey çok güzeldi, yaşamdan ve beraber olmaktan tarif edilmez bir keyif almaktaydık.

Her anımız mutluluk ve sevinç doluydu, sanki bu güzel günler hiç bitmeyecekmiş gibiydi, hele sorunlarla karşılaşıp anlaşmazlığa düşeceğimiz aklımızın uçundan bile geçmezdi. Tüm bunların biteceği asla aklımıza gelmezdi. Fakat hiçbir şey düşündüğümüz gibi olmadı. Evliliğin ilk yıllarının geçmesiyle yaşamın tatlılığını kaybettik, öylesine uyuşmazlıklarla karşılaştık ki, biranda kendimize “bize ne oldu?” diye sormaya başladık. Acaba her şey niçin bu kadar çabuk değişmişti? Evliliğimizin güzelliğini yok eden; zamanın hızla akıp geçmesi mi, çocukların olması mı yoksa başkalarının hayatımıza girmesi miydi?

Evlilik, insan yaşamını bir anda değiştiren büyülü bir kelime ve yaşamın tüm ihtiyacını karşılayan sihirli bir değnek değildir. Evliliğin keyifli bir hal alması için en önemli olan şey insanın eşini olduğu gibi kabul etmesidir. Tabi ki bu; eşinizin saygısızlıklarını, kötü huylarını ve size karşı yapmış olduğu hataları her zaman kabul etmeniz anlamında değildir, çünkü insan eylemlerini değiştirebilir fakat öz benliğini değiştiremez, değiştiremediği boyutunu olduğu gibi kabul etmemiz gerekir.

Evliliğin üzerinden yıllar geçmesi ve çocukların olması doğal olarak ilk günlerdeki tatlılığı kaybettirecektir, ama eğer evlilik temellerini sağlam bir şekilde “insanları olduğu gibi kabul etme” anlayışı üzerine kuracak olursak yine eski mutluluğu yakalaya biliriz.

Peki, bunu nasıl yapmamız gerekir?

Bunun için Louis Board “Eşinizi Nasıl Kendinize Âşık Etmelisiniz?” adlı kitabında; “Her gün bir demet çiçek alarak eşiniz eve geldiğinde ona sürpriz yapın, her gün değişik elbiseler giyerek yeni saç modelleri yaptırarak evliliğinizi monotonluktan kurtarın” diyor.

Yahut bazı kadınların dediklerini uygulayarak, sırf evlilikte ilk günlerin heyecanını yakalamak ve kocanızı eve bağlamak için çocukları bir kenara atıp, sürekli modayı takip edip, her gün kuaförlere mi gitmek gerekir?

Üçüncü bir grup ise; insanın eşini elinde tutması için, küçük sorunları çok büyük göstermesi gerektiğini ve sürekli ağlayıp sızlanarak onun acıma hissini uyandırması gerektiğini öğütlemektedir.

Fakat bunların hiçbirisi tek başına yeterli olamaz, bu tür göz boyamalar evlilikte oluşacak sorunların hiçbir zaman önünü alamaz. Eşler arasındaki mutluluğun en önemli formülü, bir birleriyle dost olabilmektedir, ancak iyi iki arkadaş olduğu zaman tüm sorun ve anlaşmazlıkların üstesinden geline bilir. Eşlerin iyi birer arkadaş, en yakın bir dost olabilmesi de sadece sorunların tespit edilip teker teker giderilmesiyle mümkündür.

Richard Ashten şöyle diyor: “Mutluluk yolunda en büyük engellerden biri, haddinden fazla beklenti içerisinde olmaktır.”

Evlilikteki yersiz beklentiler, anlaşmazlıkların kaynağıdır.

Sürekli başkalarının bizim için elinden gelen her şeyi yapmasını bekliyoruz, ama bizzat kendimiz onlar için faydalı hiçbir şey yapmıyoruz. Hatalarımızın görmezden gelinmesini istiyoruz, fakat başkalarının en ufak yanlışlarını büyütmekte, özür diledikleri zamanda asla kabul etmemekteyiz. Böylesine yersiz bir beklenti olabilir mi? Kendi kusurlarınıza bakmadan, eşinizin kusursuz olmasını nasıl isteyebilirsiniz? Sürekli kocanızın hatalarını yüzüne sıralamakta, en ufak bir yanlışında hemen şikâyet edip, “niçin beni anlamıyor” diye sızlanmaktasınız.

Hatta bazı kadınlar çok daha ileri giderek, kocasının karakterini değiştirmeye çalışmaktadırlar, onu olduğu gibi kabul edeceklerine bir takım işlere zorlayarak, istedikleri yeni bir şahsiyeti oluşturma peşindedirler. Bu tür yanlışlara birçok erkekte eşleri için düşmektedir.

Velhasıl unutmayalım ki, en büyük saygısızlık; bir insanın benliğini, yaratılışını ve yerleşmiş karakterini değiştirmeye çalışmaktır. Mutlu bir evlilik için atılması gerekilen ilk adım, gerçekleri olduğu gibi kabul etmektir.

İlk kabul edilmesi gerekilen gerçek “evliliğin felsefesi”dir. Evlilik, insanın her türlü ihtiyaçlarını karşılayan ve hayatını bir anda olumlu olarak değiştiren bir mucize değildir, evlilik bir takım kuralları olan ortaklık gibidir.

Bir diğer gerçek de; insanın eşini bütün iyi ve kötü yönleriyle, olduğu gibi kabul etmesidir. Tabiî ki değiştire bileceği hal ve hareketlerine tahammül etmek zorunda değilsiniz, ama bazı değiştirilemeyecek özellikleri olduğu gibi kabullenmek gerekir. Örneğin siz araştırmacı, sürekli kitap okuyan ve sakin eğlencelerden hoşlanan birisiyle evlendiniz ve sizinle evlendiği için artık sizin gibi heyecanlı ve coşkulu olması gerektiği beklentisi içerisinde olmamalısınız. Belki sizin yaşam felsefenize sahip değildir ve eyaşam tarzınız onun hoşuna gitmiyordur, bu yüzden istediğiniz gibi birisi olarak değişmesini bekleyemezsiniz. Ama iyi bir memur, dürüst bir çalışan olmasını isteyebilirsiniz.

Herkesin istek ve yetenekleri farklıdır, eşiniz ticarette, sporda, sanatta başarılı olmaya bilir, buna rağmen siz onun hakkında kara veremezsiniz. Sürekli “niçin benim eşimin de kardeşimin eşi gibi arabası yok veya arkadaşımın eşi gibi tanınmış birisi değil” deyemezsiniz. Eşiniz istese de başkaları gibi olamaz, çünkü her insan farklıdır, fakat siz bunu anlamaz ve sürekli yakınırsanız onu haytan soğutursunuz. Bu tür davranışlarınız evliliğinizde sorunların oluşmasına sebebiyet verir ve dolayısıyla evliliğinizin dağılması için bir mukaddime olur.

Bu yüzden düzgün bir birliktelik için anlayışlı olarak gerçekleri kabul etmek gerekir.
 
Bir işin gerek şartı aynı zamanda yeter şart olmadığı gibi, parça da bütün değildir. Gelin görün ki, insanoğlu çoğu kez gerek şartı yeter şart zanneder ve çoğunlukla parçayı bütünle özdeşleştirir. Zira, bir iş gerek şart olmaksızın gerçekleşmez ve bir bütün parça tamam olmadan bütün olmaz. Ve bu durum, dikkatlerin kendisi olmadan sonucun gerçekleşmediği ‘gerek şart’ ile kendisi olmadan bütünün yarım kaldığı ‘parça’ üzerinde yoğunlaştırır. Bu yoğunluk—parça-bütün ilişkisi gözden kaçtığı ve gerek şartın yeter şart olmadığı unutulduğu takdirde—sair şartlara ve sair parçalara, hatta işin ve bütünün tamamına dair bir algı körlüğünü getirir. Bu körlük, idraki daraltır. Sonuç parçanın bütünün tamamı imiş gibi muamele görmesi, ‘gerek şart’ın ise ‘yeter şart’ makamına terfi etmesidir.

Evliliğe ve aile hayatına dair yazılan, çizilen, konuşulan, düşünülen ve paylaşılan şeylere baktığında, insan bu yanılgı zincirinin bir yansımasını rahatlıkla görüyor. Birçok zihinde, evlilik ile aşk, aile hayatı ile birbirine aşık iki insan neredeyse eş-anlamlı hale gelmiş bulunuyor. Evliliğin ‘gerek şart’larından biri olarak aşk, genelde, ‘yeter şart’ olarak algılanıyor. Ve, sıhhatli bir aile hayatının ayrılmaz bir parçası olarak birbirine aşık iki kalp, bu aile tablosunun tamamı gibi muamele görüyor.

Evliliğe ve aile hayatına dair ‘aşk’ üzerinde yoğunlaşan bu vurgu, birçok alanda çok farklı tezahürleriyle çıkıyor karşımıza. Nikah davetiyelerinin çoğunda, olan-bitenin birleşik iki kalp figürüyle özetlendiğini görüyoruz. Düğün pastalarını kalp suretinde yaptırıyor kimileri. Düğün arabalarına bir çift kalp yapıştırılıyor ve her birinin içine hanımın ve erkeğin isminin ilk harfi yerleştiriliyor. Öte yandan, binlerce film, onbinlerce roman, yüzbinlerce şiir ‘beraberlik’ ile ‘aşk’ı âdeta özdeş tutuyor. ‘Aşkın gücü’ne dair filmler yapılıyor, mutlu evliliğin biricik formülü olarak ömür boyu aşkı öneren kitaplar hazırlanıyor, “Sevmek ne güzel şey/Sevgiyle düzelir herşey” türünden şiirler yazılıyor.

Ve, aşka dair bu vurguyla birlikte, bir evliliği başlatmak veya yaşatmak, bir aile hayatını kurmak veya kurtarmak için aşkın yeterli olduğunu zanneder hale geliniyor.

Ama öte yandan, hüsranla sonuçlanmış, mahkeme kapısına dayanmış, önemli kısmı bir seneye varmadan tükenmiş evliliklerle karşılaşıyor. Aşk, evlilik için yeterli görülüyor; ama aşklar evliliği kurtarmaya yetmiyor. ‘Aşk evlilikleri’nin ciddi bir oranının yaşadığı akıbet, gerek şart olarak aşkın evliliğin yeter şartı olmadığını apaçık gösteriyor.

Bu vâkıa, aşkın kötü birşey olduğunu göstermiyor elbette. insan kalbine yerleştiği, insanı heyecana ve harekete sevkeden, insanı gayrete ve cevelana yönelten bir duygu olarak aşk, elbette hayatlara bir renk, bir anlam katıyor; ve açılmamış birçok duygu aşk ile açılıp olgunlaşıyor. İnsan aşkla gelişiyor, farketmediği bir dizi nüansın anlamını ve önemini aşkla farkediyor, pek çok insanî özellik aşk sayesinde inkişaf kaydediyor. Aşk insanı yontuyor, törpülüyor, inceltiyor, olgunlaştırıyor ve ‘mükemmel’e uzanan yolda adımlar attırıyor. Bütün bu yönleriyle, aşk, evliliğe anlam katıyor, renk katıyor, neşe ve lezzet kazandırıyor.

Ne ki, evlilik denen şey, aşkla başlayıp bitmiyor. Bir aile hayatının kurulmasında ‘gerek şart’ olarak kesinlikle önem taşıyan aşk, ‘yeter şart’ da olamıyor. Zira, yetmiyor! Bu bakımdan, hem ‘gerek şart’ olarak aşkı vurgulamak, hem de aşkın ‘yeter şart’ olarak sunumuna açık bir muhalefet şerhi koymak gerekiyor. Aşka dair bu iki sunumun arasını açıkça ayırmak gerekiyor.

Bu noktada, öncelikli olarak, sevmenin çok bilinen ve çok vurgulanan bir yansıması olarak aşkın, sevmenin ta kendisi ve yegâne yansıması olmadığını farketmek gerekiyor öncelikle. Sevmenin, şefkat gibi, hürmet gibi, acımak gibi başkaca tezahürlerinin de olduğunu bilmek gerekiyor. Meselâ, anne çocuğunu sever, ama âşık değildir ona. Çocuğun anneye olan sevgisi de aşk değildir. Birincisi şefkat sınıfından, ikincisi ise hürmet cinsinden bir sevgidir.

Hem, sevmenin yegâne türü değil, bir türü olduğunu bildikten sonra, bir sevgi türü olarak aşkın tarifini doğru yapmak da gerekiyor. Nedir aşk, nasıl bir sevmektir? Karşılıklı sevmektir. Karşılık bekleyerek sevmedir. Karşılık görmediği halde dahi, karşılık beklemektir. Bir başka insanı aşkla seven, ondan mukabele bekler, karşılık görmek ister. Ve, tatlı başlayan bütün aşklar, karşılık görmeyince yahut karşılık görmez duruma gelince veyahut karşılık görme ümidi dahi tükenince, biter. Karşılık görmeyeceğini kesinkes bilerek, karşılık göreceğine dair zerre miskal bir ümit hissetmeyerek devam eden tek bir aşk yoktur. Bütün aşklarda ya bir ‘hemen şimdi’ boyutu vardır, veya ‘bir gün mutlaka’ boyutu.

Sözün kısası, aşk karşılık ister. Aşk, karşılıklı sevmektir. Aşk, karşılık bekleyerek sevmektir.

Dolayısıyla, yalnızca aşk üzerine kurulan bir evlilik, bir açıdan, pamuk ipliğine bağlı bir evliliktir. Ömrü ve sıhhati, karşılığa endekslenmiş bir evliliktir. Karşılık görme yüzdesi yükselince sağlamlaşan, karşılık görme yüzdesi düştükçe zayıflayan ve hatta çöken bir evliliktir. Aşk, bir evliliği ömür boyu taşımak, bir aile hayatının aslî ve yegâne direği olmak için asla yeterli değildir.

Sarsılan, sallantıda olan, hatta yıkılan evliliklere bakalım. Karı ve kocadan her ikisi veya en azından biri, eşinden lâyık olduğu ilgiyi ve karşılığı görmediğini düşünmektedir. Ki, ya gerçekten karşılık görmemekte veya görüldüğü halde görülmediği düşünülmektedir. Aşka dair onca filme ve romana kırılma veya kopma anlarının cümleleri olarak yazılan, gündelik hayatta da sıklıkla duyulan “Eskiden böyle miydi?,” “Sen o eski sen değilsin,” “Seni tanımakta zorlanıyorum,” “Bazan benim evlendiğim adam bu muydu diye düşündüğüm oluyor” kabilinden bin türlü söz yalnız aşka dayanan bir evliliğin karşılık görülmediği zaman nasıl çökebildiğini belgelemektedir.

Açıkçası, aşk karşılıklı sevmektir; ve, karşılık beklediği için, aşk asla fedakâr değildir. Fedakâr bir sevgi olmadığı için de, bir evliliğin devamı için aşk asla yeterli değildir.

Her insan sonsuz sayıda duygu ve arzuyla donatılmıştır. Bu sonsuz çeşitlilik içinde, her insanın sair insanlardan ayrıldığı bir yön, ayrıştığı bir özellik muhakkak vardır. Birbirinin tıpatıp aynısı iki insan yaratılmamıştır. Dolayısıyla, iki ayrı âlem olarak iki insanın evlilik sûretinde beraberliği—akrabalıktan iş hayatına, okul arkadaşlığından yol arkadaşlığına başka tüm beraberliklerde de olduğu gibi—içinde bir dizi ayrışma ve çatışma noktasını gizlemektedir. Meselâ, eşlerden biri maviyi çok severken, öbürü pembeye bayılıyor olabilir; ve evi boyamak sözkonusuysa, bu pekâlâ bir problem üretebilir. Hatta aynı rengi seven iki insan, bu rengin tonları konusunda çatışabilir. Patlıcanı imambayıldı suretinde seven bir koca ile kendisi öyle sevdiği için karnıyarık suretinde yapan bir hanım, sırf bu sebepten dolayı birbiriyle tartışabilir ve en azından biri diğerine darılabilir. Her evliliği, böylesi küçük meselelerden hayata ve dünyaya dair daha derinlikli tercihlere uzanan uzun bir çizgide çok sayıda gerilim ve çatışma beklemektedir.

İşte bütün bu çatışma noktalarında, aşk çözümü garanti etmez. Zira, aşk fedakâr değildir, karşılık istemektedir, “Ben şunu yaptım, ondan da bunu beklerim” demektedir.

Oysa, hayatın kıvrımlarında yaşanan nice mesele, taraflar “Ya o ya bu!” noktasında kilitlendiğinde, ancak feragatla çözülebilmektedir. Feragat yoksa, kilit çözülmez. O yüzden, birbirini gerçek bir aşkla seven iki insanın, birbirine aşık olduğu halde birbirine küstüğü, darıldığı çokça görülmektedir. Herkesin kendi tercihinde direttiği bir kilitlenme hali, taraflardan en az biri feragata yönelmez ise, ciddi bir kopmayı getirebilmektedir. Sonradan, “Onu hâlâ seviyorum,” “Şimdiki aklım olsaydı” diye ağıtlar yakılıyor olsa bile...

Kısacası, feragat temininde aşkın yetersiz kaldığı bir özelliktir, ama yine feragat bir evliliğin sıhhati ve devamı için kesinlikle gereklidir. Birbirini sevdiği halde sürekli çatışan ve çözümü hep karşıdan bekleyen insanların bir evliliği sürdürmeleri mümkün değildir.

Ve bu noktada, ‘karşılıklı sevgi’ olarak aşkın yanısıra, ‘karşılıksız sevgi’ olarak şefkat gündemimize girmektedir. Edgar Allen Poe’nun en güzel aşk şiirlerinden biri olarak hafızalara yer eden Annabel Lee’sinde söylediği “We loved with love that was more than love” dizesinde kasdettiği şey şefkat midir, yoksa Türkçe müterciminin yazdığı üzere karasevda mıdır bilinmez; ama bilinen, şefkatin ‘aşktan da üstün bir sevgi’ anlamına geldiğidir. Zira, karşılık görerek veya en azından karşılık bekleyerek sevmenin adı olarak aşka mukabil, şefkatin en temel özelliği karşılık beklememesidir. Yolda gördüğü bir kedi yavrusuna, günün birinde evime giren fareleri yakalar.
 
Psikolog Yasemin Yalçın Aktosun, gazetemizin Ailem ekindeki yazılarıyla tanınıyor. Yasemin Hanım, son kitabı "Evli misiniz, Eşli misiniz?"i kendi hayatından aldığı tecrübelerle destekleyerek ve edindiği birikimle yazdığını ifade ediyor.



Evlilik, birbirini seven ve anlayan çiftlere mutluluk, huzur ve düzen sağlayan güzel bir paylaşım ortamıdır. Erkek ve kadının, anne, baba, eş, evlat, çalışan gibi farklı rolleri yürütürken birbirinin hayatını kolaylaştırmak için gayret göstermesi aralarındaki ilişkiyi zenginleştirir ve bağlarını kuvvetlendirir. Kişisel ve mesleki gelişim için cesaret verip karşılıklı fedakarlıklarda bulunmak ise kimi zaman birbirlerine yapabilecekleri en büyük iyilik haline gelir. Birbiri için hayatı kolaylaştırma ve zenginleştirme gayretinin en güzel örneği AİLEM dergisi yazarı psikolog danışman Yasemin Yalçın Aktosun ve eşi Ahmet Servet Aktosun'un evliliğinde ortaya çıkıyor. "Evli misiniz, Eşli misiniz?" (Timaş Yayınları) isimli kitabını hazırlarken kendi hayat tecrübelerinden de faydalandığını söyleyen Yasemin Hanım ve eşi Ahmet Servet Bey ile evlilik üzerine söyleştik. Çocuk ve aile danışmanlığı yapan, dergiye yazı yazan, televizyon programlarına katılan, farklı illerde seminerler veren, yüksek lisans eğitimine devam eden, bu arada 3 yaşındaki kızı Nilüfer'e iyi anne olmaya çalışan Yasemin Hanım'ın bu yoğunluğu başarıyla sürdürmesinin ardında Ahmet Bey'in fedakarlıkları ve desteği yatıyor. Bu arada Yasemin Hanım'ın da işten geç saatte ve yorgun gelen eşi için sakin, huzurlu ve güler yüzlü bir ev ortamı oluşturma gayreti Ahmet Bey'i mutlu ediyor.

İkimizden biri açıkları kapattı

Mesleki anlamda çok yoğun olmasına karşın evin yükünü üstlenmediğini belirten Yasemin Hanım, "Mesleğimde hareketliyim; ama fatura yatırmam, market alışverişi yapmam. Evin reisi Ahmet'tir. Bütün işleri o halleder. Bu biraz da eşimin merhametinden kaynaklanıyor. Benim zaten yorulduğumu düşünüp kendisi yapıyor. Yaptığım işlerde beni hiç engellemedi. Eğer çok zorlanmaktan şikayet ediyorsam 'azaltalım' demiştir; ama o an yatıştırmak içindir. Çünkü bu şekilde mutlu olduğumu biliyor. Zaman zaman patlamalarım oluyor; ama bu yoğunluğu seviyorum. Benim yüzümden evde ihmal edilen, eksik kalan bir şey olmadı. İkimizden biri açıkları kapattı. Ne çocuk ihmal oldu, ne ev kirli, alışveriş eksik kaldı." diyor. Evliliğin ilk zamanlarında gece evde yalnız kalmaktan korktuğu için eşinin erken gelmesini istemiş Yasemin Hanım. Bu yüzden onun hayatını biraz zorlaştırdığını düşünüyor. Artık alıştığı için de geç vakte kadar uzayan programlarını engellemeyişini eşine sağladığı kolaylıkların başında sayıyor. Günde 3 kere değiştirdiği gömleklerini her zaman temiz ve ütülü bulmasını da kendisine yapılmış büyük bir iyilik kabul ediyor Ahmet Bey. Evcimen bir yapısı olan Ahmet Bey, eve geldiği zaman muhabbet beslediği kadını güler yüzle görmeyi çok önemsiyor. Evde huzurlu kılınmak hayatının en kolaylaştırıcı etkeni oluyor.

Servet hocayı değil, kocamı istiyorum

Her çift arasında olduğu gibi onların da sorun yaşadığı meseleler var elbette ama bunu 'birbirini olduğu gibi kabul etme' ilkesiyle aşıyorlar. İkisinin de meslek gereği doğrudan insanlarla ilgilenmesinin (Ahmet Servet Bey özel bir üniversite hazırlık dersanesinde müdür yardımcısı) ilişkilerini nasıl etkilediğini merak ettik. Meğer bu konu onların da muzdarip olduğu bir mesele imiş. Şöyle ki, sürekli öğrencilerle bir arada olan Ahmet Bey, onlara her an ders, nasihat verme konumunda olduğu için, Yasemin Hanım'a karşı da konuşmaları nasihat üslubunda olabiliyor. Yasemin Hanım da işi gereği daima sorunları olan bireylerle konuştuğu ve onların dertlerini paylaştığı için üzerine yüklenen olumsuz enerjiyi dağıtma görevi Ahmet Bey'e düşüyor. Yasemin Hanım bu durumu şöyle anlatıyor: "Eşimle aramızda 7 yaş fark var. Tecrübesi benden fazla. Ona heyecanla bir şey anlatıyorum. Konuşması ders yapar gibi oluyor lakin ben ders istemiyorum. Servet hocayı değil, Ahmet'i istiyorum. Evliliklerdeki asıl sorun bu. Bir şey anlattığım zaman bu mevzuyu al hayatında kullan ama cevap olarak bana direkt ders verme. Bu durumda kendimi eğitilmesi gereken biri gibi hissederim ve beni rahatsız eder. Heyecanla bir şeyi anlatırken yorumlamadan önce, benimle bir gül, heyecanımı paylaş, sonra başka yönlerini konuşalım." Eşinin az konuşması da Yasemin Hanım'ın hoşnut olmadığı bir durum. Bir konuda yorum yaptığı zaman eşinin başıyla tasdik etmesi yerine onay cümlesini duymak istediğini söylüyor. Ahmet Bey de, çok konuşmasa da her şeyi paylaştıklarını, hiçbir sorunu içlerine atmadıklarını vurguluyor.

İnsanların hayatında doğrular kadar yanlışların da var olduğunu unutmamak gerektiğine dikkat çeken Ahmet Bey şöyle konuşuyor: "Karşınızdaki insanı olduğu gibi kabul etmezseniz ilişki yürümez. Önemli olan yanlışları asgariye indirmek doğruları artırmaya çalışmaktır. Bu minvalde hareket ederseniz sıkıntı çok olmaz veya aşılabilir. Eşim akşama kadar çok sıkıntılı insanlarla muhatap oluyor. Her türlü derdi dinliyor. Onları yükleniyor gün boyu. İlk yıllardaki kadar etkilenmiyor; ama bazı ağır vakalar günlerce etkiliyor. Eve gelince potansiyel bir negatif elektrik oluyor. O noktada anlayışlı olmam gerekiyor. Bu işi yapıyorsa rahatlamaya ihtiyacı olduğunu biliyorum."


Yasemin Yalçın Aktosun: Psikoloğum ama aynı zamanda insanım

Çevremdeki insanların 'Sen de psikologsun sen de sinirlenirsen olur mu?' demesinden rahatsızım. Psikoloğum ama aynı zamanda insanım. Birey olmaktan kaynaklanan dalgalanmalar benim de hayatımda var, olmak da zorunda ama o dalgaların geleceğini hissedip tedbir almak benim en büyük avantajım. Bir kırılganlık veya sorun yaşandığı zaman nasıl telafi edileceğini biliyorum. Bizim de zaman zaman kırgınlığımız oluyor. En çok nasihat olayından kaynaklanıyor. 'Ben evde sadece eş olmak istiyorum sen de öyle ol. Benden beklentin psikolog Yasemin'den beklentin olmasın, ben de Servet hocadan bir şey beklemeyeyim.' diyorum.


Küsmek ilişkiyi yıpratıyor

6 yıllık evlilikleri boyunca bir gün bile küs kalmadıklarını belirten Yasemin Hanım, eşler arasında küskünlük olmaması gerektiğini ısrarla vurguluyor: "Eşler küsüp çok rahat ayrı odalarda uyuyabiliyor. Biz bunu hiç yapmadık. Çok kırılmışızdır; ama gurur yapmayız. Ben biraz kapris yaparım belki, onu hissetmek istediğim için. Kadın olmaktan da kaynaklanan bir şey bu. Bu kapris de küsmenin neticesi değil eşimin ilgisini talep etmenin farklı versiyonudur. O da anlar zaten bunu. Gönlümü alır ve orada biter. Bir gün, bir hafta küsmek asla yapılmaması gereken şeyler. Eşimin alttan alması ve olgunluğu, benim de duygular arasında rahat geçiş yapmam ve ikimizin de kin tutmamasından kaynaklanıyor bu durum." Kadınların daha çok ilgi istemesine karşılık erkeklerin de yumuşatılmaya ihtiyaç duyduğunu belirten Yasemin Hanım, taraflardan birinin sorunlar karşısında sürekli alttan almasının doğru olmadığını ifade ediyor. "Muhatabınız sürekli yıpratıyorsa, üsluba aykırı yaklaşımlar sergiliyorsa, onu alttan alırsanız bu ilişki çok uzun sürmez." diyen Aktosun, ilgi bekleme konusunu şöyle anlatıyor: "Kadın ilgi bekler; çünkü fıtratında kadınlığını hissetme ihtiyacı vardır. Bunu hissettirecek de sadece karşı cinstir. Mahremidir. Bu zaman zaman beğeni ifade etme şeklinde olabilir. Her gün aynı tarz giyinse bile 'hayatım ne kadar şık olmuşsun' sözünü duymak bir kadın için önemlidir. Söylenmesi gereklidir. Kadın ısrarla çiçek ister. Bu çiçek görmediğinden değil 'Sen değerlisin' mesajını almak istemesindendir. Kadın kadınlığının okşanmasını, erkek de yumuşatılmak ister. Erkek fıtratı daha katıdır, serttir, çerçevesi vardır. O esnetilebilmek için kadının farklı oyunlarını ister. Kadının farklı konular açarak ortamı hareketlendirmesi gerekir. Erkek kadına kadınlığını hissettirecek, kadın da erkeğin içindeki çocuğu azat edecek. O zaman evlilik hareketli olur aslında. Kaç yıllık evli olursa olsun, çocuklar da olsa eşler aynı zamanda bireydir ve zaman zaman yalnız kalıp birbirlerini onore etmeleri gerekir. Dışarıda buluşmak, yemeğe çıkmak, evde kahve yapıp baş başa içmek gibi süreçleri yaşamaları gerekir. Bu olduğu zaman sorunların önüne geçilebilir. Günümüzde sadakat problemleri çok fazla yaşanıyor. Bunun alt sebeplerine bakınca paylaşım imkanlarının azaldığını görüyoruz. Nişanlılık ve evliliğin ilk yıllarındaki hava sonra da yaşatılabilirse hayatımız daha parlak ve hareketli olur.


Ev işlerini birlikte yapıyoruz

Ahmet Bey "Bu evin kiri nedir, gibi bir yaklaşımım olmaz hiç. Şikayet etmem. Fıtratım çok dağınıklığa müsait değil. Üşenmem de. Birlikte yaparız veya ben tek başıma yaparım. Veya o tek başına yapar. Ev işi hiç sorun olmadı aramızda." diyor. Yasemin Hanım ise, sabah uyanınca evi temizlenmiş bulmanın kendisi için en büyük sürpriz olduğunu söylüyor: "Eşim, çok gergin olduğum dönemlerde böyle sürprizler yapar. Hafta sonları beraber evde isek paylaşırız. O kaldırılacak ağır işleri, ben ince işleri yaparım. Tek başıma yaptıklarım da olur. Ev çok dağınıkken yatıyorsam sabah uyanınca acaba Ahmet toparlamış mıdır diye düşünerek uyanırım bazen. Fedakarlığın içine bunlar da giriyor. Yorgunum ve eşim hayatı benim adıma kolaylaştırıyor. Beni anlıyor. Merhametlidir."

Evlilik anlaşması yapmadık; ama mutlaka yapılmalı

Yasemin Yalçın Aktosun, "Evli misiniz, Eşli misiniz?" adlı kitabında çiftlere evlenmeden önce evlilik anlaşması yapmayı öneriyor; ancak kendileri böyle bir yazılı anlaşma yapmamış. Yazılı olmasa da evlilik hakkında çok konuştuklarını belirten Aktosun, anlaşmanın önemini şöyle anlatıyor: "Şu anki aklım olsa kesinlikle yapardım. Anlaşma yapmamış olmanın zararını görmedim, muzdarip değilim; ama yapılması anlam arz ediyor. Hiçbir şey olmasa hatıra olarak saklanabilecek önemli bir belge. Evlilik anlaşmasında, her bireyde olması gereken ahlaki davranışların teyidi manasında maddeler olmalı. 'Ne olursa olsun birbirimizin arkasında olmalıyız, konuşurken saygılı olmalıyız.' gibi. Bir de herkesin özeli vardır. 'Annem benim için çok önemli. Onunla sık görüşmek isteyeceğim. Bu senin için problem arz eder mi?' sorusuna başlangıçta etmez deniyor; ama sonradan problem oluyor. Taraflar konuştuğunu hatırlamıyor. Bu tarz bireyden bireye değişen olmazsa olmazlar vardır. Bunların kağıt üzerinde detaylı biçimde düşünülmesi gerekir. Kadın 'çalışmak istiyorum' diyor. O zaman itiraz etmeyen erkek evlendikten sonra razı olmuyor. Ayrıca, nişanlılık döneminde taraflar ne konuşacaklarını bilmiyor. Bir anlaşma olursa hayatlarıyla ilgili daha sağlıklı düşünüp konuşabilirler. Çiftler evlenmeden önce uzun süre görüşse de ciddi meseleleri konuşmayabiliyor. Anlaşma yapılırsa geçiştirilen mevzuların ciddiyeti karşı tarafa hissettirilebilir. Görsellik olması hasebiyle de yazılması zihnen de teyidi kolaylaştırır.

Öneri kitaplarını daha çok kadınlar okuyor

Evlilik ve ilişkilerle ilgili tavsiyelerin olduğu kitapları erkekler okumuyor sanırdım. Son dönem evliliğiyle ilgili bir şeyler yapan erkekler 'Hanım için bu kitapları aldım, önce hanımlar okusun.' diyorlar. İçeriği sadece kadına hitap eder sanılıyor. Kadınlar da hep alttan alan konumda olduğu için evliliğini kurtarma konusunda kendini sorumlu hissettiği için okuma ihtiyacı duyuyor. 'Kitabı alıyorum; ama işe yarar mı?' diye soranlar oluyor. Bilgilerin çoğu uygulanabilir şeyler. Kitapta teorik bilgi de var; ama hayata geçirilebilecek öneriler çoğunlukta. Bu öneriler işe yarar; ama uygulanış tarzı çok önemli. Söylendiği şekilde yapılmazsa sonuca ulaşılamaz. Örneğin 'İsteğinizi eşinize güzel bir dille beden dilini de kullanarak anlatın.' diyorum. Hırs yaparak, kötü bir zamanda kavga eder gibi anlatılırsa sonuç çok da sağlıklı olmayabilir. Anlatılan konular komplekslerden kurtularak uygulanırsa işe yarar.
 
Gelin-kaynana tartismasi tarihle yasittir.
Bilinen resmi tarih yaklasik olarak 4 bin yillik bir zaman dilimidir.
Kediyle-Köpek´in yüzyillardir birbiriyle savasmasi gibi gelinler ve kaynanalar arasinda cekisme böyle uzun zamandir süregelir.

Bu neden kaynaklanir hic düsündükmü?

Her anne-baba cocuklarini, ayrim yapmadan cok sever. Ancak günümüzde psikolojinin kanitladigi bazi olgular vardirki bu, aile icinde Anne-Ogul ve Baba-Kiz gibi, - bazen gizli - bir yakinlasma olarak tanimlanir. Bir insan dogustan, icgüdüyle karsi cinsle ilgilenmeye baslar. Insan icin dogdugu günden itibaren en yakininda bulunan karsi cinste ya anne veyahut babadir. Sirf bu yüzden erkek cocuklar annelerini cok severler, kizlarda babalarina asiri ilgi duyarlar. Bu normaldirde. Böyle davranislari pek cok taninmis, basarili bilim adamlari (örn. S.Freud)olagan bulur.
Tabii bu anneye ve babaya baglilik kücük yaslarda siradan görünsede, biraz büyüyünce genc insan artik asil istediginin annesi veya babasi olmadigini düsünmeye baslar. Neticede kiz veya erkek arkadas arayisina yönelirler.
Ve ve ve...O gün gelmistir artik. Begendigi, hoslandigi ve anlastigi kisiyle artik evlenmek, hayat yolunda beraber ilerlemek istemektedir. Genellikle ilk etapta yapilan törenlerin verdigi heyecanla gerek gelin, gerekse kayinvalide birbirlerine sirin görünmeye calisirlar. Ancak hersey bitince, gelin koluna damadi takipta kendi yuvalarina dogru yol almaya basladiginda, kaynananin icinde uzun zamandir küllenmis olan ates tekrar alevlenmeye baslar…
Nedenine gelince oglu elinden alinmaktadir. Ne yazikki pek cok kadin bu degistirilmesi imkansiz olan doga kanununun uygulanmasini hazmedemez ve geline karsi ictenice düsmanlik beslemeye baslar. Onun heryaptiginda bir yanlis arar, sebepsiz yere kavga cikarmak, evin huzurunu bozmak gibi davranislara yönelir.

Konuyla bir de baska bir bakis acisindan bakarsak, karsimiza cikan manzara sudur: Yukarida saydigimiz kaynana davranislari, annelerin ogullarini gelinlerinden birnevi kiskanmasi olarak lanse edilmesidir. Ancak hic düsündükmü, bir baba kizini damattan kiskanirmi? Böyle birsey olunca tabiiki baba hakkinda hic te iyi seyler düsünmeyiz degilmi? Babalar genelde, damatlariyla iyi gecinirler, en azinda gelin-kaynana gibi damat(güvey)- kayinpeder (kaynata) cekismesi pek duyulmamistir.
 
Kadınlara Hayatı Zehir Eden Erkek Tipleri
Memorial Hastanesi Psikoloji Bölümü’nden Uzm. Psikolog Aslıhan Tokgöz Tozlu, kadınlara hayatı zehir eden erkek tipini anlattı.
"Sen benim malımsın" tarzı kıskançlık itici
İkili ilişkilerde ilişkiyi ve kadını yıpratan en önemli unsurlardan biri kıskançlıktır. Ama bunun da ötesinde kadını çok fazla yıpratan ve kıskançlığın da önüne geçebilen durum, sahiplenme duygusu. Evlendikten sonra erkeğin kadına hissettirdiği, ‘Sen benim malımsın’ düşüncesi. Bu erkeklerde daha fazla gözleniyor. Bu düşüncenin beraberinde kontrol mekanizması geliyor. Erkek, kadının kıyafetlerini, davranışlarını, arkadaşlarını, (erkek kadın fark etmiyor) görmesini istemiyor. Eşinin işine karışıyor ve bir süre sonra çalışmasına da karşı çıkıyor. Hatta daha da ileri giderek, ‘benden önceki hayatını bitiriyorsun, benimle yeni bir hayata başlıyorsun’ diyebiliyor.
Gardroptan arkadaş seçimine herşey değişiyor
Erkek kadının, gardrobu yenilemeler, arkadaşları yenilemeler, kendi çevresine göre insanları seçme gibi davranışlar sergiliyor. Evliliğin başında kadın için de erkek için de bu birliktelik; yeni, heyecan verici, değişik olabilse de kontrol mekanizması devreye girdiğinde erkek kadının benliğini elinden alıyor. Kadın bir süre sonra tek başına karar verecek bir birey olmadığını anlamaya başlıyor. ‘Ben seninle varım, çünkü beni ben yapan bütün her şeyi seninle bıraktım’ düşüncesi ile kadın bir süre sonra yok oluyor. Ardından da kadını yıpratan bir tablo ortaya çıkıyor.
Bitmeyen "Senin ailen benim ailem" tartışması
"Senin annen benim annem, senin ailen benim ailem" ayrımı, ikili ilişkilerde kadın ve erkek için çok fazla yıpratıcı oluyor. Ama erkekler evlendikten sonra aile kavramını biraz daha ön planda tuttuğu için kadın bundan çok daha fazla etkileniyor. Erkek, ‘Annem benden önce gelir. Bir şey yapacaksan önce annemden izin alacaksın’ gibi yaptırımlar uygulayabiliyor. Bu durum bir süre sonra kadın için çekilmez bir hal alıyor. Erkeklerde aile ile ilgili bu tür davranışlar kültürel bir şey, kesinlikle öncelikle ataerkil olmaktan kaynaklanıyor. Biz kavramı ile bir birliktelik kurulmuyor. Kadın, erkeğin evine ve ailesine getiriliyor. Sonrasında ise ‘Sen bizim malımızsın’ deniyor. Bizi olduğumuz gibi her şeyimiz ile kabul edeceksin ve her dediğimizi yapacaksın gibi hissettiriliyor. Kadın yok sayılıyor, yok ediliyor. Bir süre sonra da duygularını ifade edemeyen, kendini anlatamayan kadın çatlayacak hale geliyor. Kıskançlık kadının özgürlüğünü kısıtlıyor
Kıskançlık da kontrol mekanizması nedeniyle ortaya çıkan bir durum. Erkek kıskançlığı kadının her şeyini kontrol altına almaya çalışıyor. Kendisinden izinsiz hiçbir şey yapmasına izin vermiyor. Giydiği giysiden görüştüğü arkadaşlarına kadar kıskançlık yapıyor.
İletişim sorunu olan erkekten uzak durun
Kadınlar için öne çıkan en önemli sorunlardan biri de iletişim bozukluğu. Kültürel olarak iletişim sorunumuz var bu inkar edemeyiz. Kadınları en çok yıpratan erkek tipi, iletişim sorunu olan tiptir. Sürekli içine kapanık ise, konuşmuyorsa, zamanını bilgisayarın ya da elinde kumanda ile televizyonun karşısında geçiriyorsa bir süre sonra kadın eşinden soğumakta ve yıpranmaktadır. Eşini psikoloğa götürmek için girişimlerde bulunur ama genellikle erkekler bu konularda psikolojik yardım almaktan kaçınırlar. Kadınlar daha çok duygusal erkekler ise daha çok cinsellik ile ilgili konularda psikolog yardımı almaktadır. Kadının bu noktada istediği el ele baş başa göz göze oturmak değil, birlikte bir şeyler konuşarak sohbet etmektir. Kadınları en çok yıpratan durumlardan en önemlisi, çiftlerin birbirleri ile konuşamamaları. Öyle çiftler var ki birlikte bir şeyler yapmaktan sıkılıyorlar. Bir yere gideceklerse arkadaşlarını da çağırmak isterler paylaşımcı olmadığı zaman ilişki çiftleri yıpratır.
Kırılan kadın içine kapanıyor
İçine kapanık, depresyon, yemek yeme alışkanlıklarında bozukluk, ev içinde eşi ile paylaşamadığı şeyleri ailesi ve arkadaşları ile paylaşmaya çalışabilir, ruhsal ve psikolojik olarak çökmeye başlar. Kaygı bozuklukları, depresyon, sürekli kötü bir şey olacak duygusu ile yaşamaya başlama, çok ciddi bir ruhsal yatkınlığa sahipse o tetiklenebilir. Böyle durumlarda kadının kesinlikli psikolojik yardım alması önerilir. İçinden çıkılmaz bir hal alan ruhsal durumunun daha da kötüye gitmemesi için kadının izleyeceği en önemli yol, bir uzman yardımı ile içinde bulunduğu durumu aşmaya çalışmasıdır.
 
Bilgisayarının başına çöktü kadın. Aklına doluşan uğultuların arasında birşey giderek berraklaşıyordu. Artık zamanı gelmişti çoktan...

“Bana kendinden değil, bana benden bahset!” dedi kadına babası… “Sen benimsin, bana benzemelisin, bana benzemediğin veya tasvip etmediğim değişik her yönünü testereyle keseceğim… Benim istediğim kadar zeki, “iffetli”, sınırlandırılmış ve kendi isteklerini hiçe sayarak benim belirlediğim kuralları uygulayan bir insan olacaksın ; benim katı kurallarıma ve mükemmeliyetime cevap vereceksin… Bu kuralları benim uygulamama veya benim senden acımasızca talep ettiğim bu mükemmeliyette olmama gerek yok! Çünkü mazeretim var, ben babayım! Sen ise işte öyle olacaksın! Hata yapamazsın… Yoksa…. Yıllar geçer ve sen 40’ına merdiven dayadığın bir gün arkandan “boşuna yetiştirdik biz bu kızı” deyiveriririm… O kadar!”

“Bana kendinden değil, bana benden bahset!” dedi kadına annesi… “Sana her zaman örnek olmaya çalıştım. Babanın teröründen kaçmanın tek yolu susmaktı, ama ben sana susmayı hiç öğretemedim ki! Vazife ve yükümlülükler her zaman kişiden ve isteklerinden önce gelir, ben yıllarca kendimi silerek yaşadım. Şimdi sen bana gelmiş “ben de varım” demeye kalkıyorsun… Ben yok muydum kızım? Ben yoktum hiç, yokedildim… Şu halde sen de olmayacaksın! Olmaman gerek yoksa bu nasıl adalet olur?? Ben nasıl çektiysem sen de çekeceksin… Boşandın rahibe hayatı yaşayacaksın, gece geç saatte eve gelmeyeceksin, kızını düşünüp kendini bir kez bile ön plana almayacaksın… Senin olman gibi varolunmaz kızım, benim varolmam gibi varolunur; budur kadınlık, annelik, başka yolu yok.. Hem ben ne derim babana sonra… ?! O kadar!”

“Bana kendinden değil, bana benden bahset!” demişti kadına eski kocası… “Bana benzemezsen seni nasıl sevebilirim? Sigara içiyorsun ama bu bir hastalık, bırakırsın elbet.. Bırakacaksın! Bırakmalısın yoksa seni nasıl sevebilirim? Ben hayatının her alanına yayılıp sana hesap sorabilirim, ama sen bırak hesap sormayı, ben istemedikçe benden bilgi bile alamazsın. Biraz sesin yükselirse “seni boşarım”! Sen yıllarca bununla yaşamalısın. Elbette ikimiz de eşit çalışıp eve eşit para sokacağız, ama ben içerde ayağımı uzatıp TV seyrederken sen evin ırgatlığını yapacaksın, çünkü ben erkeğim kızım! Buna hakkım var… Evin masrafları senin maaşından karşılanacak, birikimler benimkinden… Demek ki neymiş, biriken "benim" parammış… Hem çekemem de o despot ukala babanı ben senin, haftasonları annemdeyiz ona göre… O kadar…!”

“Bana kendinden değil, bana benden bahset!” dedi kadına kızı. “Ne kadar yoruluyorsan yorul işinde anne… Günde tam beş saatin yolda geçiyor olsun, patron canını çıkarsın, insani ve kadınsı ihtiyaçlarını karşılayamıyor ol, bana ne bunlardan? Ben çocuğum daha. Ben seni günde sadece iki saat görebiliyorum. Üstelik bu deli anneanne ve dedeyse her şeyimi engelliyor, elbette senin üzerine yayılacağım. Elbette her kaprisi sana yapacağım. Yazık değil mi bana anne, sadece küçük bir çocuğum ben. Anlamak zorundasın beni sen, beni kendi egon için yapmadın mı? Ben mi dedim sana beni yap diye? Sekizimdeyim daha ben, bazan büyüdüm sanıyorum ama kaldıramıyorum ben bu yükü, biraz şımarsam sen kaldırırsın beni; hep taşır, hep korur, hep kollarsın… Sen yıkılmazsın! Değil mi anne? Anne…?”

“Bana kendinden değil, bana benden bahset!” dedi kadına sevgilisi… “Sen eleştiremezsin bebeğim, ben gelemem öyle şeylere. Ama ben eleştiririm… Ben çok modern görünürüm ama gelenekselim, kıskanırım yavrum, işteki erkek arkadaşlarınla bira falan içemezsin… Ama sen bu sorgulamayı sakın yapma tatlım, ben sadece dostça sohbetler ederim internette.. Ben bu yeni hatun dostlarla dostane muhabbetlere dalmışken senin smslerini saatlerce görmezden gelebilirim, ne var bunda ya? Beni eleştiriyorsan demek ki “saf sevgiyi”, “gerçek, karşılıksız sevgiyi” yakalayamamışsın sen aşkım… Benim seni eleştirmem, hatta bu konuda kaba saba ve kırıcı olmam ise sadece erkek doğamdır ve sen eleştirilmeyi hakettiğin içindir… Yoksa ben durduk yerde neden eleştireyim ki seni? Hem ne var bunda, benim her yaptığımı sen de yapacaksın diye bir kural mı var? Hatta hiç olur mu yahu, sen kadınsın bir kere… Bende böyle, uyarsan ne ala, uymazsan sadece arkadaşız…. O kadar…!”

“Bana kendinden değil, bana benden bahset!” dedi kadına patronu… “Benimle tartışma, ben senin okuduğundan daha iyisini bilirim, mesleklerimiz aynı olmasa bile farketmez… Sen benim kadar feriştah olaydın patron sen olurdun değil mi? Sadece iş konusunda da değil, kişisel fikirlerde de muhalefetsen açma ağzını… Ben sana bana muhalefet ol diye mi para ödüyorum be kadın! Aldığın maaş meğer yaptığın işin dörtte biriymiş, bana ne; sen git onu memleketin içler acısı halinde ara; başbakana anlat derdini! Çocuğun, anan – baban, (hatta sen de) ancak cumartesi günü hastalansın, sen de âdet falan görme kardeşim!! Valla kapıda yığınla işsiz ordusu var, hatırlatayım sana… O kadar!”

“Bana kendinden değil, bana benden bahset!” dedi kadına kadın arkadaşı… “Ay ben seni mi dinleyeceğim, dostum dediğim beni dinler ayol! Hem benim hikayem seninkinden daha ilgi çekici, daha çok varyasyona sahip, daha trajik, etkisi daha derin, daha çarpıçı, daha öyle, daha şöyle, daha, daha, daha… Hem aramadın da kaç zamandır… En son sen aramış olsan da ne farkeder ki, ben senden daha yoğun çalışıyorum… Benim kocam var senin yok… Bende çocuk iki, sende bir…. Eline mi yapışır telefon iki, üç, dört, beş …. kez üstüste arasan yani…? Derdin mi vardı dedin? Ooo sen dert neymiş beni bir dinlesen haline şükredersin ya, seninki de dert mi ayol üzülme…! Derdin en büyüğü ve önemlisi hep bendedir… O kadar!”

“Bana kendinden değil, bana benden bahset!” dedi kadına erkek arkadaşı. “Ne kadar fazla mesai yapıyor senin bu düşüncelerin yahu… Böyle olursan seni kimseler beğenmez ki gülüm. Ananı babanı geç bir kalem, ne işyerinde yaranabilirsin kimselere, ne özel hayatında. Fazla mesaide senin aklın. Oysa ki kadınsın, bak sür sürüştür güzelim biraz sen, aslında hiç de fena hatun değilsin hani… Vallahi yaşını söylesen şaşırtırsın herkesleri… Bu akşam boş musun canım, hani benim hatun hazır yazlığa gitmişken, atsaydık iki kadeh bir yemekte… Hani hazır ev de boşken… Dedim ya, hoş hatunsun vesselam… O kadar!”

“Bana kendinden değil, bana o yaratıktan bahset!” dedi kadın kendi kendine…. “Bana kendin olmayan ve kendin sandığın o yaratıktan bahset… Acı çeken, kendi şekline girmesine izin verilmeyen, kendi olmaya çalıştıkça suçlu hisettirecek baskılarla karşılaşan, bunu görüp istemedikçe sadece yalnızlığa mahkum bırakılan gerçek kendinden bahset.. Varlığı ve ihtiyaçları önemsenmeyen, arka plana atılan, hep üzerinde beklenti kurulan ama asla beklentileri olmaması şart koşulan… O “her ne şekil birşeyse”, işte bana ondan bahset…”

Kadın bir sigara yaktı, kendisine bir kadeh içki koydu… Uyuşması gerekiyordu… Bu yazıyı yazdı… Ertesi gün hiç tanımadığı insanların yer aldığı bir internet sitesinde yayınlanmasını isteyerek yazısını yollayacaktı.. Onu hiç görmemiş, adını - sanını, kolunu - bacağını, bakışını, gülüşünü bilmeyen kişilerin bilgisine açacaktı bu mahremiyeti… Bir tek nedeni vardı bunun… Onun varlığının fizikselliğini kimse bilmiyordu o sitede ama… Onun ruhunun varlığını inkar etmeyen, hatta o ruha özen gösteren ve karşılığında onun da ruhlarına özen göstermeye çalıştığı insanlar vardı orada….

Bir insan hiç görünmeden maskesiz ve hep gözönünde sırf maskeli olabiliyor diye düşündü….

Kadın dönüp kendi içine baktı uzun uzun. Günlerdir, haftalardır, aylardır bakmaya başladığı gibi baktı. Orada kimsenin görmek istemediği birşeyler vardı. Sadece ona ifadesi olan. Onun peşinden gidecekti kadın. Şimdiye dek olması diretilmiş ve olmayı bildiği, rasyonalize ettiği şekli artık istemediğine karar veriyordu giderek. Kadın kendini tanımak, kendini anlamak, kendini kabullenmek, kendinde beğenmediklerini değiştirmek… Kendi olmak... Kadın kendini gerçekleştirmek istiyordu artık…

Kadın şimdi artık kendinden bahsetmek istiyordu…

O kadar!
 
Daima hatırla: Bir şeyin gerçek olması için, farkındalığın parçası olması gerekir, şimdinin parçası olması gerekir. O zaman sorun yoktur! O zaman çekim sorunu yoktur, korku sorunu yoktur.

Gerçek aşk, paylaşır; diğerini sömürmek değildir, diğerine sahip çıkmak değildir. Sorun, sen diğerine sahip çıkmak istediğin zaman doğar: Diğeri de sana sahip çıkabilir. Ve eğer diğeri daha güçlüyse, daha çekiciyse; doğal olarak, köle durumuna sen düşersin. Eğer diğerinin sahibi olmak istiyorsan, “köle durumuna düşebilirim” diye korkarsın. Eğer diğerine sahip çıkmak istemiyorsan, diğerinin sana sahip çıkabileceğinden de korkmazsın. Aşk, asla sahip çıkmaz.

Aşk asla sahip çıkmaz va aşka asla sahip çıkılamaz. Gerçek aşk seni özgürlüğe götürür. Özgürlük en yüksek zirvedir, en yüksek değer. Ve aşk da özgürlüğe en yakın olandır; aşktan sonraki adım, özgürlüktür. Aşk, özgürlüğe karşı değildir; aşk özgürlüğe giden bir basamaktır. İşte farkındalık sana bunu gösterir; aşkın özgürlüğe götüren bir basamak olarak kullanılacağını. Eğer aşıksan, diğerini özgür bırakırsın. Ve diğerini özgür bıraktığın zaman, diğerinden özgürleşirsin de.

Aşk bir paylaşımdır, sömürü değil. Aslında aşk, hiçbir zaman çirkinlik ve güzellik kavramlarıyla düşünmez. Şaşırırsın: Aşk hiçbir zaman çirkinlik ve güzellik kavramlarıyla düşünmez. Aşk sadece davranır, yansıtır, meditasyon yapar; hiçbir zaman düşünmez. Evet, bazen biriyle uygun düştüğün olur; birden her şey uyuma kavuşur. Bu güzellik, çirkinlik meselesi değildir. Bir uyum, ritim meselesidir.

Aslında güzel insan da yok, çirkin insan da yok. Çirkin insan biriyle uyumlu olabilir; o zaman çirkin insan o insan için güzeldir. Güzellik, uyumun bir gölgesidir. Aslında bir insana güzel olduğu için aşık olmazsın; oluşum bunun tam tersidir. Birine aşık olduğun zaman, o insan güzel görünür. Güzellik fikrini getiren, aşktır; tersi olmaz.
 
Nişan, evlilik öncesi evliliğe hazırlık döneminin adıdır. Nişanlılık dönemi, evlenecek kişilerin ve ailelerin birbirlerini tanımalarını sağlar. Nişanlanma, memleketimizde yaygın bir âdet olduğu gibi, dinimizde de yeri olan bir husustur.



1. Nişanlılık nedir?

Nişan, evlilik öncesi evliliğe hazırlık döneminin adıdır. Nişanlılık dönemi, evlenecek kişilerin ve ailelerin birbirlerini tanımalarını sağlar. Nişanlanma, memleketimizde yaygın bir âdet olduğu gibi, dinimizde de yeri olan bir husustur. Nitekim Peygamberimiz, Hz. Âişe ile üç sene kadar nişanlı kaldıktan sonra evlenmişlerdir. Böylece, nişan aynı zamanda bir sünnet sayılmaktadır. (Müslim, Nikâh, 69) Dinimizde evleneceklerin nikâhtan önce birbirlerini görmesi ve tanıması için nişanlılık devresi caiz görülmüştür. Çünkü iki insanın bir araya gelip mutlu bir evlilik hayatı kurabilmeleri için birbirlerini iyi tanımaları şarttır. Bunun için önce sağlıklı bir nişanlılık dönemi yaşanması uygun görülmüştür.



2. Nişanlılık, evlilik midir?

Nişan, bir evlilik olmayıp evlilik vaadinden ibarettir. Nişanlılık, taraflara evliliğin verdiği yakınlığı, birlikte yaşama hakkını ve yetkisini vermez. Yani mahremiyet bakımından nişanlılar, birbirlerine iki yabancı durumundadır. Bu durum, daima göz önünde tutulmalıdır. Nitekim nişanı, bir evlilikmiş gibi telâkki ederek nişanlılar arasındaki mahremiyet sınırına dikkat edilmemesi neticesinde, toplumumuzda pek çok üzücü ve aileleri sıkıntıya sokacak durumlar görülmekte ve duyulmaktadır. Bu hususta titizlik gösterilmemesi sonunda tarafları pişmanlığa düşüren bazı hataların çıkma ihtimali göz ardı edilmemelidir. Resmî nikâh yapılıncaya kadar her iki taraf da meşruiyet sınırını aşmamaya itina etmelidir.



3. Nişandan dönmek caiz mi?

Beraberliklerini sürdüremeyeceklerini anlayan nişanlılar her zaman için nişanı bozma hak ve yetkisine sahiptirler. Nişanlıların mesut bir yuva kuramayacakları hususunda ciddi belirtiler çıkarsa, nişan sözleşmesine nihayet verilebilir. Böyle bir durumda alınmış olan hediyeler karşılıklı olarak geri verilir; taraflar helalleşmeyi de sağlamaya çalışırlar. Nişan atma her ne kadar bir haksa da bu hakkı, kimseyi incitmeden, maddî ve manevî zarara uğratmadan kullanmak en doğrusu ve en hoş olanıdır.



4. Nişandan dönen biriyle evlenilmez mi?

Nişandan dönen bir kız veya erkekle elbette evlenilebilinir. Çünkü artık o kimseyi bağlayıcı bir durum ortadan kalkmıştır. Ancak başkasının nişanlısı olan bir kadına evlenme teklif etmek caiz değildir.



5. Nişanlılık döneminde aldatıcı davranışlar, roller kişilikleri maskeliyor mu?

Nişanlılık döneminde taraflar birbirlerinin kusurlu yanlarını gizlemeye çalışabilirler. Gerçek yüzlerini ortaya koymayabilir, kendilerini olduklarından başka türlü göstermeye çalışabilirler. Ancak bu tarz aldatıcı tavır ve söylemler, ilişkinin daha başlangıçta yanlış temellendirilmesi demektir. Uzun vadede her iki taraf da bundan zararlı çıkarlar. O yüzden nişanlılık döneminde taraflar, kendilerini oldukları gibi göstermeliler, aldatıcı tavırlardan uzak durmalılar.




--------------------------------------------------------------------------------

6. Gençler ailelerinden habersiz nişanlanabilir mi?

Maalesef son zamanlarda gençlerin ailelerinden habersiz nişanlanmaları moda oldu. Özellikle üniversiteye gelen ve yalnızlık hisseden gençler bu duygudan kurtulmak için nişanlanıyor. Sonunda ise genç kızın mağdur olacağı çok acı tablolar ortaya çıkıyor. Böyle üzücü olayların yaşanmaması için gençler mutlaka ailelerinin görüşünü almalıdır. Çünkü ‘gençlik damarı akıldan ziyade hissiyatı dinler. His ve heves ise kördür’ geleceği görmeyebilir.



7. Nişanlılıkta duygusal çatışmalar yaşıyor ve çiftler birbirine ısınamıyorsa ne yapmalı?

Bazen gençler, “nikâhta keramet var” sözüyle birbirine ısınamadıkları halde evlendiriliyor. Halbuki nikâhtaki keramet birbirini sevmeyen iki insanın nikâhlandıktan sonra birbirlerini sevecekleri anlamına gelmiyor. Böyle gençler eğer bir türlü birbirine ısınamıyorsa ayrılmaları daha doğru olur. Çünkü evlilikte sevgi çok önemli, hatta arabayı yürüten benzin hükmündedir. Benzinsiz araba yürümediği gibi, sevgisiz evlilik de yürümez.



8. Bakış açısı farklılıkları ortaya çıkıyorsa buna nasıl yaklaşmalı?

Mutsuzluğa ve büyük çatışmalara sebep olan bakış ayrılıkları olan gençlerin ilk başta nişanlanmamaları gerekir. Mesela delikanlı eşinin örtünmesini ister, genç kız da ‘asla’ derse bu, evlilikte büyük çatışmalara ve hatta ayrılmaya bile sebep olabilir. Şayet bu farklılıklar ufak tefek şeylerse karşılıklı konuşarak anlayışla aşılabilir.



9. Nişanlı çiftler eşya krizini nasıl aşmalı?

Birbirini seven ve mutlu olacaklarına inanan iki gencin basit şeylere takılmaması gerekir. Hz. Fatıma validemiz evlendiğinde tüm eşyası ne kadardı? Ezvac-ı tahiratın evlilikleri yine hâkeza… Dünyanın faniliği düşünülür ve sünnete uyulursa bu problemler kendiliğinden ortadan kalkar. Bilmem hangi otellerde ve eşyalarla yapılan düğünlerin birkaç gün sürdüğüne şahit oluyoruz.



10. Birbirinizin aileleri hakkında söylenen laflara inanmalı mı?

Bazen de aileler hakkındaki sözler abartılı olabiliyor. Veya çevredeki kötü niyetli insanlar, arada söz taşıyarak ailelerin ve nişanlı çiftlerin arasını açabiliyor. Bu sözlerin doğruluk payını iyi araştırmak, konuyu tahkik etmeden hükme varmamak gerekir.




--------------------------------------------------------------------------------



11. Nişanlılık dönemi aldatıcı olabilir mi? Bu aldatıcılığı öğrenme yolları nelerdir?

Nişanlılık dönemi, evlenecek kişilerin birbirine ister istemez “şirin” görünmeye çalıştığı dönemdir. Bu dönemde taraflar birbirine gerçek yüzlerini göstermezler. Bu süreçte nişanlılar yapmacık davranışlar içine girip gerçek yüzünü sezdirmeyebilir. Aşkın insanın gözünü kör ettiği gerçeğini göz önüne aldığımızda bu aldatıcı davranışları “nişanlı”ların fark etmesi zor olur. Bu durumda yakın çevresindekilerin yardımını almalı, onların görüşlerine önem vermelidir. Bir kişinin gerçek yüzünü, iyi ve kötü yönlerini bütünüyle o kişiyle uzun süre birlikte olan kişiler bilebilir. Bu da o kişinin aile, komşu, iş ve arkadaş çevresindeki kişilerdir. Bu kişilerden “nişanlı” ile ilgili sağlıklı bilgi alınabilir. Bunun yolu da bu çevredeki kişiler arasında bir araştırma yapmaktır. Bunu nişanlı kişi değil de bir yakını yapmalıdır.




--------------------------------------------------------------------------------

12. Nişanda ailelerin kültür çatışmaları nasıl önlenebilir?

Nişanda ailelerin kültür çatışmalarını mutlak manada önlemek mümkün değildir. Tek çözüm karşılıklı olarak bazı gerçekleri kabul ve saygıdır. Kültürün çok uzun bir geçmişi olduğu için değiştirilmesi ve yıkılması zordur. Ama dinî hükümlermiş gibi sarılıp mutlaka yapılması gerekir denilip insanlara zor durumlar yaşatılması kesinlikle doğru değildir.



13. Nişanlılıkta aileler de nişanlanır mı?

Ailelerin en aktif olduğu dönem nişanlılık dönemidir. Evlilik sadece iki kişi arasında görünse de bir akrabalık müessesesi kurulacağı için aileler de nişanlanmış demektir. Ama ailelerin değişik yanlış anlamalarından dolayı hayırlı bir işin ortada kalması ise uygun değildir. Ailelerin birbirlerini tanımaları ileride çiftler arasında muhtemel bir sıkıntının daha iyi çözülmesine sebep olacaktır.



14. Nişanlınızı nasıl tanıyabilirsiniz? Tanımanın ölçüleri nedir?

Nişan döneminde eş adayını genel çerçevesiyle tanımak mümkün olsa da ayrıntılarıyla tanımak mümkün değildir. Nişan dönemi genellikle insanların hep iyi yönünü gösterdiği bir dönemdir. Bu da çok normal bir durumdur. Problem ve sıkıntı anında insanların tepkisi, yaklaşımı ve anlayışını doğal bir ortamın dışında anlamak çok zordur. Zor anlarda ve mutlu anlarında insanların tepkileri kişinin yapısıyla ilgili ipucu verir.



15. Nişanlılık evlilik için bir kriter midir, evliliğin iyi ya da kötü olacağını gösterir mi?

Evet, kriterdir. Nişanlılık dönemi için 6 aylık bir zaman dilimini tavsiye ediyoruz. Bu dönemde beraber ağlayıp beraber gülebiliyorsanız çoğu meseleyi çözmüş ve sizin için uygun eşi bulmuşsunuz demektir.



16. Nişanın amacı evlenecek çiftlerin birbirini tanıması mıdır?

Evet, nişanın amacı bir ömür boyu beraber yaşamayı düşündüğünüz insanı tanıma sürecidir. Olabileceğine veya olamayacağına karar verme dönemidir.



17. Nişanlanan çiftler aynı evde ikamet edebilirler mi?

Haram ve helal dairesine dikkat ederek nişanlı çiftler umuma açık alanlarda baş başa görüşebilirler. Bundaki amaç ise sadece karşı tarafı tanıma olmalıdır. Aynı evde ikamet edemezler.



18. Törensel şeyler yapılmasa olur mu?

Her yörenin farklı âdet ve kültürü var. Nişanların nasıl yapılacağını, törenlerin sade olup olmayacağını kız ve erkek tarafının anlaşarak belirlemesi daha güzel olur.



19. Nişan olmadan nikâh yapılsa olur mu?

Nişan olmadan nikah yapılabilir. Bunda bir sakınca yoktur. Nişan olmadan evlilik olmaz denilemez. Ama evlenecek çiftlerin birbirlerini daha iyi tanımaları için nişanlılık dönemi bir fırsattır. Evlilikten dönmek, nişandan dönmekten çok daha zordur.




--------------------------------------------------------------------------------



20. Nişanlanmanın ve nişan bozulmasının kanunî hükmü nedir?

Türk Medeni Kanunu’na göre, nişanlanma, tarafların birbirlerine karşılıklı yazılı veya sözlü olarak kendi serbest iradeleriyle evlenme vaadinde bulunmalarıdır. Tabii ki her hukuki işlem gibi tarafların ayırt etme güçleri (temyiz kabiliyeti) olmak zorundadır. Ancak nişanlanma tarafları evlenmeye zorlayamaz. Kişiler kendi hür iradeleriyle evlenme veya evlenmemede serbesttirler. Taraflar isterlerse tek taraflı veya karşılıklı anlaşma ile nişanı bozabilir. Nişanın karşılıklı anlaşma ile bozulmasına “ikale” denir. İkale ile biten nişanlardan sonra maddi ve manevi tazminat davası açılamaz. Nişanın tek taraflı olarak bozulmasında haklı ya da haksız sebepler maddi ve manevi tazminat davalarının açılabilmesi için önemlidir. Nişanın bozulmasındaki bu haklı ya da haksız sebepleri hakim takdir eder.



Nişan eğer nişanlılardan birinin haksız yere nişanı bozması veya nişanın bozulmasına kendi kusuru ile sebebiyet verip nişanın davacı nişanlı tarafından bozulmasında da maddi tazminat istenebilir. Örnek olarak; A ile B nişanlıdır. A evlilik için kendisine iyi niyetle kıyafet almıştır, A’nın annesi de evlilik için iyi niyetle davetiye bastırmıştır. (Masrafların talep edilebilmesi için iyi niyetle yapılmaları gerekir.) A, B’nin başkasıyla ilişkisi olduğunu öğrenmiştir ve bunun üzerine A nişanı tek taraflı olarak bozmuştur. A daha sonra mahkemeden bu masraflar için bir maddi tazminat talebinde bulunabilir.




--------------------------------------------------------------------------------



Nişan bozulduktan bir yıl sonra hediyeleri isteyemezsiniz!

Aynı şekilde A’nın annesi de aynı davayı açabilir ve masrafları isteyebilir. Tabii ki bu arada B’nin ilişkisini A, hakime ispat etmelidir. Bu olayda B’nin nişanlılıktaki sadakat yükümlülüğünü ihlal ettiği gerekçesiyle hakim uygun bir tazminata karar verebilir. Maddi tazminat isteme süresi nişanın bozulmasından itibaren 1 yıldır. Bir yıl sonunda dava açılmazsa dava zamanaşımına uğrar.



Yine burada nişan tek taraflı bir irade beyanıyla sona ermiştir. Nişanın bozulmasında kusuru olmayan taraf manevi zarara uğradığı gerekçesiyle mahkemeye başvurup hakimin bu manevi zararın varlığını kabul etmesi ve bunun üzerine uygun bir para tazminatına karar vermesiyle nişanın bozulmasında kusuru olan taraf diğer davacı tarafa bu tazminatı ödemekle yükümlüdür. Burada da dava açılma süresi 1 yıldır.



Nişan bozulduktan sonra iade edilmesi istenen hediyeler nişanlılık dolayısıyla verilmeli, maddî değeri büyük hediyeler olmalıdır. Bu hediyeler nişanlı ya da onun anne veya babası ya da onlar gibi hareket eden kimseler tarafından istenebilir. Burada da hediyelerin istenebilmesi için nişanın bozulmasından itibaren 1 yılın geçmemesi gereklidir. Taraflara verilen hediyeler aynen mevcut ise aynen, aynen verilemiyorsa mislen, mislen de geri verilemiyorsa sebepsiz zenginleşme kuralları uygulanır. Hediyeler iyi niyetle elden çıkmış ise hediyelerin iadesi istenemez.
 
e3c313bc90e1c1capb1.jpg
 
Evleniyor musun? Ne kadar da mutlu olmalısın!' Bu sözleri son zamanlarda ne sık duyar oldunuz değil mi? Memnunsunuz, şüphesiz. Peki o zaman şu kahrolası panik de neyin nesi? 'Acaba bende mi bir sorun var?' diye de kendinizi sorgulamaktan vazgeçin; çünkü bütün bu hissettikleriniz öyle doğal ki! Sonuçta evlenmeye karar vermiş olmak, birçok soru ve sorunu da beraberinde getiren bir olay.

O ana kadar, ileriye dönük projeleriniz belki de sadece haftasonu programıyla sınırlıyken, şimdi önünüzde kocaman bir hayat var. Evliliğe hazırlanan nice genç kadının yaşadığı bu çıkmazı, psikiyatristler son derece normal buluyor.

Evlilik gibi son derece ciddi bir kuruma adım atarken başarısızlık korkusunun olması kaçınılmaz gibi... Her kim olursa olsun, hep yedeğinde taşır insan başarısızlık duygusunu. Riski, stresi ve gelecekle ilgili endişeleri...

Kişinin yaşamış olduğu tecrübeler, çocukluk anıları ve nasıl bir aile modeli içinde yetiştiği göz önünde tutulacak olduğunda, hissedilenlerin bir bakıma doğru şüpheler olduğunu söyleyebiliriz. Ancak bu demek değildir ki, boşanmış bir çiftin çocuğu iseniz, siz de başarısız bir evlilik yapacaksınız.

İşte bir tanıklık: "Eşim de, ben de boşanmış ailelerin çocuklarıyız. Ancak bizim evliliğimiz yolunda gidiyor. İkimiz de sorunlar yaşadığımız zaman, ne yapmamız ve nasıl davranmamız gerektiği konusunda bir fikre sahibiz." Bu heyecanlı günlerde cesur, kendinden emin ve serinkanlı olmanız gerek.

Olmuş olayları değiştiremeyeceğinize göre, geriye tek bir şey kalıyor: Geçmişiyle barışık yaşamayı öğrenmek! Unutmayın ki, hayatınızı başarmak için kendinizden başkası yardımcı olamaz size.

Doğru seçim mi?
Yaşama dair özlü bir söz söyleyelim: 'Umut edilenlerle yaşananlar birbirini tutmaz'. Peki o zaman ne olacak? Kaderci bir yaklaşım benimseyerek, hayatın sizi istediği gibi oynatmasına izin mi vereceksiniz? Her genç kızın duymak için can attığı 'benimle evlenir misin?' sorusu, arkasından partnerinizin anlattığı rüya gibi bir düğün mizanseni, size alacağı Fransız marka bir gelinlik, görkemli bir düğün töreni, çılgınca eğlenen davetliler vs. Güzel vaatler, büyük umutlar... Ya yaşananlar? En ufak bir sürtüşmede, hemen akla takılan o melun soru: 'Acaba doğru bir seçim mi yapıyorum?'

Aslına bakarsanız, gerçek şu: Mükemmel ilişki yoktur.

Karşınızdaki kişinin, yolun başında kabul edip de zaman içinde, yaşadıkça tahammül edemediğiniz kusurlarını mutlaka ona anlatmalısınız. Yıllar sonra, eşinizin faturaları ödeme tarihini hatırlayamaması yüzünden kendinize 'doğru erkek o muydu?' diye sormanızdan iyidir.
 
YEMEK YAPMAYI ÖĞRENİN: Bu, ilişkinizin ilk evresinde erkeğinizi mest edeceği gibi, daha sonra evinizde vereceğiniz partiler için de yararlı olacaktır. Hem de yemek pişirmek seksi ve zevklidir. Basit yemeklerle uğraşmayın. Başarılı bir et yemeği pişirmeyi ve değişik salatalar öğrenin.


9 aydır ögrenemedim.....


Paylaşım için teşekkürler...
 
Hangi taraf, evladım elden gitti diye düşünürse, gençlerin yuvasını da, karşı aileyi de, sıkıntıya sokar. Bu düşüncenin kuvvetine göre, sıkıntının şiddeti artar. Bu geçimsizlikleri, elden çıkan evladını kurtarmak için yapar, hatta yuvayı da yıkar. Güya evladını kurtardığı için, zerre kadar üzülmez, savaş kazanmış kumandan edasına bürünür. Ama yuva yıkılmıştır. Her iki taraf, çocuklarının aile düzenine karışmamalıdır.

Her iki taraf da, kendilerinin bir zamanlar yaptığı gibi çocuklarının da, artık yeni bir aile olduklarını kabul etmeleri, Onları salih bir komşu, salih bir arkadaş gibi görmeleri, evladım evladım diye yanıp tutuşmadan, gerçeği kabul etmeleri gerekir. İnsanın salih arkadaşı, eşiyle mutlu ise, onun ailesiyle iyi geçiniyorsa, nasıl memnun oluyorsa, evladının da, eşiyle ve onun ailesiyle, iyi geçinmesine, böyle çok sevinmeli. Evladım elimden gitti diye düşünmemeli. Bilmeli ki, onlar da, artık yeni bir ailedir, onların da, kendi hayalleri var, kendi prensipleri, kendi zevkleri var. Nasihati gerektirecek durumlarda, tatlılıkla nasihat etmeli, maddi yardımı gerektirecek durumlarda yardım etmeli. Evladım diye yanan, evladını da yakar, yuvasını da yakar. Ama bunun sıkıntısını hem dünyada, hem ahirette fazlasıyla çeker. Herkes nefsine hâkim olmalı, gerçekleri kabul etmelidir.
 
Bugün de evliliklerin "temel taşı" kadınları; onların sorunlarını ve buna nasıl reaksiyon verdiklerini inceleyelim. Kadınlar da, erkekler gibi mutlu olmak, sevmek, sevilmek isterler. Ancak her zaman bu mümkün olamaz. Böyle zamanlarda kadınlar hayal kırıklıklarını erkekler gibi ihanet ederek göstermezler. Ama bu, hiç olmaz demek değildir. İnsan her zaman insandır. Kadınlar da erkekler kadar sık olmamakla birlikte, ihaneti direkt bir çıkış, bir kaçış yolu olarak görebilir. Kadın niye ihanet eder?: Erkeklerde olduğu gibi, ruhsal boşluk hissettiği için. Bu boşluk bazen can sıkıntısı, bazen bıkkınlık ya da hayata renk katmak, erkeklerden (babası veya kocası dolayısı ile) onları aşık edip intikam almak, aşkta tatmin olmamak veya sevgi-aşk eksikliğinden "ihanet" kisvesine bürünür.

DUYGUSAL BOŞLUKLAR
Kadın bazen daha az tehlikeli bulduğu 'bilgisayar sohbeti' dediğimiz chat yapar. Burada en basitinden karşı cins ile 'ekran flörtü' eder. Burada bol bol istediği gibi fantezi yapar. Bazen de işi tanışmaya ya da telefonlaşmaya kadar götürür. Şayet kocası tarafından yakalanırsa iş evlilik terapistine gitmeye, ayrılmaya veya çok tatsız aile içi şiddete kadar gider. Tabii evlilik terapistine gelinebilse neden buralara gelindiği bulunur ve çare aranır. Bir orta yol bulunur ve bu ikilemden kurtulunur. Bazı kadınlar ruhi boşluğunu, çaresizliğini, yalnızlığını veya kocası tarafından dışlanmasının verdiği eksikliği içki içerek kapatmaya çalışır. İçtikçe cesaretlenir, agresifleşir ya da sözleri ile kırıcı olur. Esasında sarhoşken söylediklerini hatırlamaz ama deşarj olarak rahatlarlar. Ama o sırada kocalarının gözünde nasıl küçüldüklerini, kadınlıklarını nasıl kaybettiklerini ve ne duruma düştüklerini bilseler, eminim ki hemen bir evlilik danışmanına başvururlardı. Burada önce kadının, alkolik olduğunu kabul etmesi ve mutlaka yardım alması gerektiğine inandırılması lazımdır. Eğer içindeki boşluğu, yalnızlığı, duygu açlığını dolduramaz ve çevresini değiştirmezse her şey aynen devam eder. Burada evlilik terapisti karı-kocanın hayatında aksayan noktaları tespit ederek yardım eder, psikolojik destek verir, kocayı yönlendirir.

DESTEK ALINMALI
Aynı şekilde kumar oynamak, aşırı yemek yemek, yalan söylemek, para harcamak, kleptomani dediğimiz hırsızlık ruhsal boşluğu doldurma gayretleridir. Evliliğinde işler aksadıkça, dolayısı ile yemek yedikçe, kocası tarafından yağ tulumu olarak aşağılanır ve bu bir kısır döngüdür. Hayatını doldurmak, boş zamanlarını değerlendirmek; manevi hazlar alabilmek rahatlık verebilir. Ama kocası tarafından ihmal edilen, anlaşılmayan, aşağılanan, vurulan, yok farz edilen bir kadın ne yapabilir. Şartlar aynen kaldığı sürece değişen bir şey olmaz. Olaylar çığ haline gelmeden evlilik terapistine başvurulup tedavi görmelidir. Evlilikte kadınların problemlerinden biri de 'VAJİNİSMUS' denilen rahatsızlıktır. Eğer bir kadın hastalıkları doktoru tarafından bulunan fiziksel bir rahatsızlık yoksa ve kadın vajinismusu karakterize eden rahatsızlıktan muzdaripse o vakit psikolojik bir sorun olduğu anlaşılır. Eğer kadın eşini sevmiyorsa, evliliğinden memnun değilse, kocası tarafından seksüel olarak taciz edildiğini düşünüyorsa vajinismus ortaya çıkabilir. Aradaki dikenler temizlenmedikçe, sebeplerin düzelmesi sağlanmadıkça arada gevşemiş karı-koca ilişkisi kuvvetlendirilmedikçe, maalesef bu durum ayrılmaya kadar gider. Evlilik terapisi gereksiz yere ayrılmaya giden evlilikleri düzeltebilir. Evlilikler yaşlı koca ile yaşanan zorluklar, üvey evlat veya üvey anne problemleri de evlilikle ilgili irdelenecek konulardır.

İKİNCİ EVLİLİKLERE DİKKAT
Kısaca ikinci evlilik şahısların tekrar hayatına çeki düzen vermek üzere yapılan bir denemedir. Birinci evlilikteki hatalar tekrar edilmek istenmez. Veya kadın kendini dul olmaktan kurtaracak bir sığınak arar; yahut yaşlı birini seçer veya seçilerek hayatının geri kalanını garantiye alır! Ama bu arada ruhunda ne fırtınalar kopar, kendini nasıl feda eder, istemediği kişiyle hayatını nasıl paylaşır? Hele kadının çocuğu varsa; üvey baba çocukları kırarsa; her söylenen o anneyi içten içe yıpratırsa... İşte aile terpistine gitmeniz için uygun bir sebep.
 
Yapılan istatistiklere göre de boşanan çiftlerin yüzde 80'inin ayrılma sebeplerinde, eşlerinin anne ve babası ile huzur bulamama ve bu konuyu yapıcı bir şekilde çözememeleri görülüyor. Yani eşlerin kendi anne ve babaları ile sağlıklı bir şekilde göbek bağlarını çözüp 'ben' diyebilmeleri ve daha sonra evlilikte de 'biz'diyebilmeleri büyük önem taşıyor.

NE BEKLİYORSUNUZ?
İşin neresinden bakarsak bakalım, bence bu konu yine gelip tek bir gerçeğe dayanıyor: İlişki - yani ben, onlar ve ilişkimiz... Aslında, problemi problem yapan sorunun kendisi değil, bizim o olaya veya kişiye nasıl baktığımızdır. Bu durumda kendimize şu soruyu sormamız gerekir: "Benim ilişki kurma biçimim nasıl? Karşımdaki insana kendini nasıl hissettiriyorum? Onu nasıl yorumluyorum ve ondan ne bekliyorum?" Hepimiz insanca davranılmak yani sayılmak, önem verilmek, sevilmek, aranmak ve onaylanmak istiyoruz. İnsanlar aslında sadece sevilmek için belirli tavırlar takınırlar. Bazıları her şeye evet der, herkese yardım eder, alttan alır, zamanla insanda suçluluk duygusu uyandırırlar. Bazıları da sadece suçlar, yanlış bulur, bağırır, azarlar, hoşnutsuz davranır, bizi korkutur.

SEVGİYE AÇ OLABİLİR
Kimileri sadece mantık ve kurallara uyum sağlamamızı bekler. Bir diğerinin ise ne istediğini anlayamayız, sürekli değişkendir ve uygunsuz reaksiyonlarda bulunur. Bu insanların hepsi aslında sevgi arayışı içindedir ve bunu almak için öğrendikleri davranışı hayatları boyunca uygularlar. Siz siz olun, karşınızdaki insanın duygusal durumunu çabuk yorumlamayın. Sevgi ve anlayışa aç ise, korkuyorsa, kendinden emin değilse bize bağırabilir, kaçabilir veya sürekli alttan alabilir. Bilin ki bu sizinle değil, kendi eksikliği ve giderilmemiş gereksinmeleri ile ilgilidir. Eşinizin ailesiyle iyi anlaşabiliyorsanız, bu hem hayatınızı hem de ilişkinizi olumlu yönde etkiler. Unutmayın, eşinizle evlendiğinizde aynı zamanda büyük bir aileye sahip oluyorsunuz. Karşılıklı saygı ve hoşgörü çerçevesi içerisinde aslında huzurlu bir yaşam sürmek zor değil.
 
EVLENDİNİZ yeni bir hayata başlıyorsunuz. Sevdiğiniz veya beraber hayat kurabileceğiniz bir kişiyle aynı ortamı ömür boyu paylaşmayı planlıyorsunuz. Belki isteyerek belki de istemeyerek yeni bir hayata başlıyorsunuz. Aşık olup severek evlenenler, ömür boyu aynı yastığa baş koyacağı erkeği gerçekten tanıdığını mı sanıyorsunuz?. Görücü usulü ile evlenenler ise çevresindeki insanların düşünceleriyle hareket ederek veya nişan evresindeki tanımasıyla yetiniyor. Peki siz, arkadaşınızın size kendini gerçek bir kişi olarak mı gösteriyor? Erkek arkadaşınız evlendikten sonra değişir mi diyorsunuz?! Erkekler üzerine onlarca kitap okudunuz ama erkeklerin gerçek yapısını bildiğinizi mi sanıyorsunuz? İstemeyerek evlendiğiniz şahıs göründüğü kadar kötü birisimi, Yoksa size beklenmedik mutluluklar mı yaşatacak! İşte bu sorular ve şüphelere gerçek oranda yakalaşamazsak bile yazılanlardan yüzde 80'e yakın cevaplar alacağınızı umuyoruz. Aşağıda belirtilen tanımlamaların bir kişi veya bir kitaptan alıntı olmadığını görmenizi isteriz. Zaten okuduğunuzda bir çok konunun sizinle bile bağlantılı olduğunu fark edeceksiniz. Erkekler kadınlar gibi düşünmezler. Kendini kadın gibi gören erkekler bile gerçek bir kadın gibi düşünemedikleri bilim adamları tarafından .ispatlanmıştır. Davranışlar bir kadın gibi olur lakin yeri geldiğinde sınırları zorlayıp erkek gibi davrandıklarını anlarsınız. Erkekler, kadınlara oranla çevrelerinden çok çabuk etkilenirler. Konumlarına ona göre yön verirler. Erkekler bu durumu kendi yapısında iki türlü ele alırlar. Aktif olan erkekler ve pasif olan erkekler.

Aktif olan erkekler: Aktif erkekler de 4'e ayrılır. Bunlar, koruyucu erkekler, kendini düşünen erkekler, Dışa doğru koruyucu ama içeride bencil erkekler ve İş düşkünü erkeklerdir. İş düşkünü erkeklerde kendi aralarında ikiye ayrılır. Bunlar, sadece başarı için olanlar ve çalışmayı çok sevenler olarak düşünülebilir.

Pasif olan erkekler, kendi aralarında 4'e ayrılırlar. Dışarıda pasif, yakın çevresinde aktif, içte pasif dışa aktif, içe ve dışa pasif ve istediği gibi davranıp sorumluluk taşımayanlar olarak alınabilir. Çevre ve tabiat erkeklere sürekli olarak yön vermiştir. Zayıf olanlar pasif durum
almıştır, güçlü olanlar ise sürekli ön planda görünmüş ve hakimiyet kurmuştur. Bazen de pasif erkekler kamuflaj olayını kullanarak güçlü konuma gelmeyi sağlamıştır. Bu durum insanlar için de geçerli diğer canlılar için de...,

Erkekler, karşı cinsten birisini gördüğünde mutlaka kendisine çeki düzen verir. Tabii ki bu kendisine bir arkadaş veya bir eş arayan kişiler içinde geçerlidir. Böyle olunca da olabildiğince etkileyici ve karizmatik hareketler sergilemeye çalışırlar. Bu davranışları, bazıları belli eder, bazıları ise belli etmez. Erkekler de kadınlar gibi dikkat çektiğini veya izlendiğini anladığında hiç haberi yokmuş gibi davranırlar. Daha önce bir kız arkadaşı olmamış bir erkekle karşılaşırsanız, davranışlarının kadınlara yönelik iyi ve ürkek olduğunu görürsünüz. Böyle erkekler ilk karşılaşmalarda inanılmaz derecede centilmen olurlar. Kısacası kendileri yemez size yedirir. Pot kırdıklarında ise eli ayağı birbirine dolaşır veya yanakları kızarıp ter basar.

Lakin sürekli farklı kızlarla çıkmış olan erkekler, ürkek görünse de daha önceki deneyimlerinden kendilerini belli eder ve rahat tavırlarını istemeseler de gösterirler. Erkekler ilişkiye başlamadan önce iki türlü düşünce ön plana çıkar. Birincisi sadece seks, ikincisi ise ileriye dönük arkadaşlıktır. Seks yani cinsel ilişki anlamında bakarsak, günlük veya bir sürelik arkadaşlıklardır. Bu tip davranışlar sergileyen erkeklerde ilişkilerine ciddi olarak başlarlar. Karşısındaki ile evlenecekmiş veya aşırı derecede sevgi yüklü görünürler, lakin başka birisiyle tanıştıklarında anında yüzüstü bırakırlar. Daha önce birlikte olduğu kişiyi de tanımıyormuş gibi davranırlar. Tanıyanlarda hiç ilişkisi olmamış gibi geriye dönmezler. Dönenlerde yine kısa süreli ilişki yaşamak için yaparlar. İlişkilerinde ileriye dönük düşünen erkekler ise arkadaşlıkları normal başlar. Karşısındaki ile ciddi düşünceler sergilemeye başladıklarında ise yakından tanımaya çalışırlar. Daha öncede belirtildiği gibi dünyanın neresinde olursanız olun erkekler kendi çevrelerinden çok çabuk etkilenirler. Böyle olduğu için, ciddi ve ileriye dönük düşündükleri kadın-kız'da her şeyden önce kendi örf ve ananelerine uyan nitelikler ararlar. Kendi prensiplerine de uyum sağlıyorsa o zaman evlilik için adımlarını atar. Lakin uymuyorsa o zaman karşısındaki ile sadece bir paylaşım yaşamış gibi davranırlar.

Her erkek evlendikten sonra mutlaka farklı tavırlar sergiler. Erkekler, evlenene kadar kendi gerçeklerini tam olarak göstermez ve evleneceği kişiden önce yaşadıkları ilişkilerin sadece yüzde 10'nunu anlatır. Hepsini anlatanlar nadirdir.

(İstisnalar kaideyi bozmaz). Gerçek anlamda dolu dolu yaşayan erkekler sadece bir iki kişiyle olan beraberliklerini anlatırlar lakin detaylara inmezler. Erkekler ilk 3 yıl eşlerine mükemmel davranır, şayet evinde sürekli çatışmalar meydana geliyorsa sevgisi ve saygısı zaman zaman azalmaya başlar ve dışarıya kaçar. Ya arkadaşlarıyla sürekli beraber olurlar veya çapkınlık yaparlar. Mutlu erkek bazen kendine bile bakmayı ihmal eder, evine bağlanır.

İşte, evli olan erkeklerin değişmiş genel yapıları:

-Hepsi bakımlı kadınlardan hoşlanır ama doğallığı da bırakmazlar.

-Sürekli çatışma içerisinde olan kadınlardan kaçarlar. Evinde huzuru bulamayanlar kendisine gerçek anlamda önem veren kadınlarla birlikte olur.
-Erkekler pozitif ışık aldığı her kadına yönelir lakin eşi onu gerçek anlamda mutlu ediyorsa o zaman ikinci bir kadınla oynar, ama gitmez.

-Yaratılış gereği tüm erkekler ikinci kadına mutlaka ilgi duyar. Kaçamak ilişki yaşamak ister. Eşinin kendi değerlerine önem verdiğini ve kendisini sevdiğini mutlu olması için çaba sarf ettiğini görürse o zaman bağlayıcı olurlar. Dışa dönük yaşayan erkekler hiç bir zaman ailesini ve eşini düşünmez.

-Erkekler evlenirken aldatmayı hiç düşünmezler. Lakin çevresindeki bekar veya evli çapkınlar arkadaşlarının onurunu ve erkeklik damarını yıkarak ilk aldatmayı gerçekleştirmeye çalışırlar. (konuşulan sözler; Karından mı korkuyorsun, yoksa sen erkek değil misin?, Oğlum hep aynı yemek yenir mi?, Kim duyacak sadece sen ve ben gibi vb)

-Aldatan erkeği, en zor şartlarda iki defa affedebilirsiniz şayet üçüncüsünü affederseniz kaybedersiniz.

-Yatağınızda eşinizle sarılarak yatmazsanız (sokularak yatmazsanız), daha doğrusu birbirinizi hissetmediğiniz soğukluk başlar. Böyle bir durumda ilk önce erkekte eşine karşı soğukluk hissi başlar. Soğukluk hissi başlayan erkek zamanla başka bir kadına yönelir ve eşinin haberi olmadan arkadaş bulmasına neden olur

- Bazı erkekler nefislerine sahip olamadıkları için sürekli aldatma yönüne giderler. Bunlar genelde bastırılmış duyguların esiri olan kişilerdir. Ya geçmişlerinde hiç kadın arkadaşı olmayanlar, iş veya kültürel alanda başarılı olamayanlar, alem ortamında sürekli takılan ve geçmişte yaşadıkları çapkınlıklara özlem duyanlar, kendini evde hapis edilmiş gibi hissedenler aldatma yönüne giderler.

Daha önce de belirttiğimiz gibi bazı erkeklerde sahiplenme duygusu çok farklıdır. Bu erkekler, eşlerine ve çocuklarına gerekli önemi göstermeyen kişilerdir. Psikologlar, bu kişilerin hasta olduklarını belirtiyor. Kumar, aşırı para hırsı, aşırı alkol düşkünlüğü, kadın düşkünlüğü, gece hayatı düşkünlüğü, aşırı şiddet ve kavgadan hoşlananlar, karşı cinsten birisinin işkence görmesi veya acı çekmesinden aşırı derecede zevk alması. Eşine sürekli kötü davranması, evine ilgi duymaması, kazancını ve eşinin kazancını kumar ve içkiye yatırması. Sürekli yapıcı olmaması aksine yıkıcı davranması, (Kendi eşini para karşılığı satması, çocuklarına para kazanması için kötü davranması, çocuklarını başkalarıyla ilişkiye girmeleri konusunda sürükleyici vb. .......) bu tip vakalar hastalık belirtisidir. Böyle bir durum belirlendiği zaman mutlaka kamu kurum ve kuruluşlarına müracaat edilmesi gerekmektedir. Bu tip erkekler için pasif erkekler de denilir. Başarı yakalamaya çalışmaları ama yakalayamadıkları için yakınlarına başarısızlığını belli etmemek için sürekli şiddet uygulayan kişilerdir. (Bazı dış etkenlerin veya bölgesel durumdan kaynaklanan tutum ve kültürel yaşantıları istisna olarak alınmalı). Arkadaşlık kurduğunuz veya evlenmeye karar verdiğiniz kişiyi iyi tanımalısınız. Siz erkek arkadaşınıza sürekli iyi görünmeyin, eksi yanlarınızı da görmesini sağlayarak karşınızdakinin eksilerini görmüş olursunuz. Dünyadaki tüm erkekler sevdiği kişinin kendisine güvenmesini ve yaptıklarından dolayı övgü bekler. Koruculuk iç güdüsü fazla olduğu için eşinin kendi koruması altında olduğunu hissederse o zaman daha çok sahiplenir. Bu çalışan kadın olup ta yine erkeğinin koruması altında olduğunu hissettirirse o zaman kıskançlık geri planda kalır. Erkekler ne kadar yönetiyorum ve yönlendiriyoruz derse de annenize bir bakın. Babanız ne kadar yönetiyorum ve yönlendiriyorum dese de anneniz hep istediklerini yaptırmıştır. Eğer babanızın dediği olsaydı o zaman sizler büyük büyük annenizin veya babanızın yanında kalırdınız. Veya köklü bir ailenin içerisinde erkek kardeşlerinin bir arada barındığı tek bir evin içerisinde olurdunuz. Kadınlar pasif durumda da olsa erkekleri her zaman yönlendirirler. Unutmayın bu siz kadınların elinde..
 
X