- 19 Şubat 2007
- 5.078
- 11
DRAM TARZINDA ÖYKÜ YARIŞMASI
1. Öykü
UMUT
‘’Her mevsim yeşil..Umut gibi..’’ diye düşündü Ayşe nine..Bahçelerinde ki defne ağacına bakıyordu.Yaz kış canlılığını yitirmezdi.Sonbaharda her ağaç çırılçıplak kalırken, yerde bir tek defne yaprağı göremezdiniz. Bu güzel ağacın kıymetini bilen serçeler de ağacın o yemyeşil yapraklarının arasına yuva yapmış, yumurtalarını bırakmışlardı. ‘’Onlar bile bir arada..’’ diye içinden geçirdi..
Ayşe nine tek başına yaşıyordu. Eşi seneler evvel ölmüştü. Bir tek kızı vardı. O da ne arar, ne sorardı. Bereket ,eşinin ailesinden kalma eski bir gecekondusu vardı, başını sokacak. Kocasından kalan üç kuruş emekli maaşı yetmeyince, konu komşunun yardımıyla iki sokak üstte ki bir ütü atölyesinde çaycı olarak işe başlamıştı. Aslında mahalleli ona para yardımında bulunmak istemiş, o da bunu reddedince ütü atölyesinde çalışma teklifinde bulunmuşlardı. Zaten işçiler ona hiç iş yaptırmamaya çalışıyorlardı. Ama Ayşe nine gururlu kadındı. Elinden geldiğince aldığı paranın hakkını vermeye çalışıyordu.
O gün tatil günüydü. Sobada yanan odunların çıtırtısından başka bir ses duyulmuyordu. Pencereden öyle dalmış bakarken, zilin sesiyle irkildi. Ağır adımlarla kapıya gitti.
‘’Kim o? ‘’
‘’Benim anne.. Suna..’’
Kulaklarına inanamadı. Hemen kapının kilidini açtı. Gelen kızıydı. Dizlerinin bağı çözüldü bir an. Ne diyeceğini bilemedi. Yıllardır görmemişti kızını. Sanki çökmüştü biraz, yaşlanmıştı. Oysa yaşı da pek fazla sayılmazdı..
‘’Yavrum! Evladım!.’’ feryadıyla bağrına bastı kızını. Yılların hasretini birkaç saniyede yok etmeye çalışıyorlardı sanki..Gözyaşları sel oldu aktı ikisinin de..Ayşe nine biraz sakinleyince kızının yanında duran çocuğu fark etti. Dört beş yaşlarında kahverengi saçlı,yemyeşil gözlü bir oğlan. ‘’Torunun anne..’’ dedi Suna ürkekçe... Ayşe nine şefkatle torununa sarıldı, öptü, kokladı. İçeri girdiler. Az da olsa hasretini dindirmenin rahatlığıyla kızına sitem etti Ayşe nine. Sanki fazla üstüne giderse bir daha hiç gelmeyeceğini düşünüyordu. Oysa bilmiyordu ki, kızı çaresizlik içinde kıvranıyordu.
Bu sitemli sözcükler çökmüş olan yüzünü daha da kararttı Suna’nın..Çocuğun camdan etrafı seyretmesini fırsat bilip, annesine sokuldu.
‘’Anne ben Ahmet’i sana bırakmaya geldim. Fazla zamanım yok..Bunu yapmak bana ne kadar büyük bir acı veriyor bilemezsin.Ama mecburum..Biliyorum, suçluyum.İstemediğin bir evlilik yaptım.Seni dinlemedim.Bu evlilikte pişman olmadığım tek nokta Ahmet’in doğması..O benim her şeyim..Babasından ayrıldıktan sonra ayakta kalmak için çok çabaladım. Sana gelemezdim, yüzüm yoktu. Nerede ne iş bulduysam yaptım. Ama kötü şans, kötü kader yakamı bırakmadı. Girdiğim iş yerlerinden ya paramı alamadım, ya da huzur bulamadım. Binbir zorlukla bulduğum son işimde, işyeri sahibi bana kötü niyetle yaklaştı. Saldırmaya kalktı. Direnerek durduramayacağımı anlayınca, vurdum onu anne!.. Bıçakladım adamı!’’ .Artık gözyaşlarına hakim olamıyordu. Hıçkıra hıçkıra ağlıyordu.
Ayşe nine ne yapacağını ne diyeceğini bilemedi. Boğazına düğümlenen şey ağlamasına engel oluyordu. Hayat durmuştu sanki. Karşısında ki çökmüş, bitap halde ki bu kadının kızı olduğuna inanamıyordu. O doğduğunda nasıl da sevinmişlerdi.O gün kocası ona bir yüzük bile almıştı.Yüzüğünü hiç çıkarmamıştı parmağından..Bir elinde ki yüzüğe baktı, bir de kızına..İşte o anda boğazında ki düğüm çözüldü, gözünün yaşı sel oldu aktı..’’Keşke hiç büyümeseydi..’’ diye içinden geçirdi, gözyaşlarını silerek..
O sırada Ahmet yanlarına geldi. Suna Ahmet’e sarıldı doya doya.. ‘’Anneanneni sakın üzme kuzucum..Ben çalışmak, sana daha güzel oyuncaklar alabilmek için bir süreliğine gidiyorum.Ama mutlaka birgün gelip seni alacağım.’’ dedi.Sanki gözyaşları yanağına değil, yüreğine akıyordu.Sonra kalktı, hızlı adımlarla kapıya yöneldi.Durdu, son bir kez dönüp baktı. ‘’Hakkını helal et anne..’’ dedi. Cevabını beklemeden çıktı, gitti.
Ne sevindiğini bildi Ayşe nine, ne de üzüldüğünü..Canından çok sevdiği eşi mezardaydı, bir tanecik kızı da demir parmaklıklar arasına gidiyordu. Kimbilir ne ceza alacaktı. Artık bir torunu kalmıştı onu hayata bağlayacak..
Ahmet’i sıkıca kucaklayıp, camın önüne götürdü. Kaybetmekten korkarcasına sımsıkı tuttuğu torunun kulağına usulca fısıldadı: ‘’Bak Ahmet… Bu defne ağacıdır..Her mevsim yeşildir..Umut gibi..’’
2. Öykü
ÖLÜMSÜZ OL
Çocuk telaşla evin içinde koşuşturuyor,odalara girip çıkarken bir yandan da kendince sorular soruyordu..
Defalarca yanıt alamadığı bu soru artık onu yormaya başlamıştı.Ütü odasına girdiğinde,annesine ağlayan gözlerle baktı.
'Her gün gidiyor anne..her gün gidiyor..Beni parka da götürmüyor artık..nereye gidiyor anne..nereye?'
Annesi eğilip ellerinden tuttu:'Gelecek yavrum,gelecek...işleri var.Hadi sen git biraz uyu geldiğinde kendin sorarsın olmaz mı?'
Dudağını büzerek odasına gitti çocuk..Defterine yine birşeyler karalayıp uyuyakaldı..
Yatağından doğrulup perdeyi sıyırdı.Ağacı bir gelin gibi donatan karı izledi.'Gelmiştir' diyerek fırladı yataktan..
Aralıklı kapıdan onları izledi..Annesi ağlıyor ama o annesinin ellerini tutarak ‘’Ölümsüz değiliz yavrum,ölümsüz değiliz’’ diyordu.Çocuğun içeri girdiğini görünce toparlandılar.Çocuk elindeki yumurtayı göstererek 'Ne renk boyayacağımı bilemedim nine.' dedi.Ninesi çocuğu kucağına oturttuktan sonra: 'Yeşil olsun yavrum;umutların gibi,gözlerin gibi yeşil olsun'dedi.Gece boyu kendine şunu sordu çocuk 'Ölümsüz değiliz ne demek? Yoksa ninem..yoksa..!?' Defterine birşeyler karalarken odaya ninesi girdi..Yastığının altına soktu defterini ninesi görmesin diye.'Masal anlat bana nine..'dedi.Kadın çocuğun saçlarını okşayıp masal analtırken,çocuğun aklına geçen yıl dedesini kaybettiği geldi..'Ne kötü şans var ninemde' dedi..'Ne kötü'..
Sabah kucağında defterle koşar adım merdivenleri inerken avaz avaz bağırıyordu..
'Anne, Ninem....Ninem....!'
Annesini ağlarken görünce daha bir yıkıldı ve titrek elleriyle defteri uzattı..
Defterin orta sayfalarından yere bir yaprak düştü.
Oğlunun yazısını gördü önce.
'Ölümsüz ol Nineciğim,ölümsüz ol.'
Altındaysa şu not yazıyordu.
'Ölümsüz değiliz yavrum,Ölümsüz değiliz..Gece minicik ellerinle dua ettiğin gibi dua et bana olur mu?Sakın üzülme dedenin yanına gidiyorum ben..Mutluyum..Ölümsüz değiliz ama senin gözlerin gibi yeşil olan bu yaprak umutlarını,sevgini,mutluluğunu ölümsüzleştirsin.Çünkü sadece defne yaprağı ölümsüzdür..Sevgiyle kal dal gözlüm.'
Ninen..
3. Öykü
DEFNE NİNE
Gerçek adı neydi bilmiyorum. Bizim Defne Ninemizdi o.
Eşini çok erken kaybetmişti. Bir daha da evlenmemişti. Hiç çocuğu yoktu. Belki de o yüzden bütün mahallenin çocuklarını kendi çocuğu kabul etmişti.
Bir yaramazlık yapsak annelerimiz bilirdi bizi nerde bulacağını. Çok yaramaz bir çocuk olduğum için sanırım en çok da ben Defne Ninemizi ziyaret ederdim.
Evdeki yumurtaları ütüyle kuluçkaya yatırıp civciv çıkmasını beklerken, civciv yerine yangın çıkardığım günde Defne Nineme kaçmıştım.
Gittiğimde bahçesinde ki defne ağaçlarının birinin yanındaydı. Yapraklarını topluyordu. Soluk soluğa gittim yanına; gel yaramaz kuzum dedim. Bahçesinin her yerinde defne ağaçları vardı. Yaz -kış bahçesi yemyeşil olurdu defne ağaçları sayesinde; adı da o yüzden Defne Nineydi.
Yaramaz kuzum; defne yapraklarını toplayıp kurutursan tadına doyum olmayan yemekler yaparsın dedi. Rahmetli eşim çok severdi defnenin tadını, o öldükten sonra diktim bu ağaçları; defnelerinin kokusunu duydukça onun gülen yüzü gelir hep aklıma, gel seni de tanıştırayım defnenin tadıyla dedi.
Tatlı diliyle bir yandan yemeği tarif ederken bir yandan da benim yememi seyrediyordu gülen gözlerle. Ben yemeğimi bitirdiğimde annem sokak başından göründü. Sinirle söyleniyordu ne kötü şansım varmış benim, böyle yaramaz çocuğum oldu diye. Ahh annem ne çok çekti benden.
Şimdi kızım Defnenin en sevdiği masal; Defne Nine ile Yaramaz Kuzunun anıları…
4. Öykü
HATIRALAR
Sıcacık odanın içinde pencerenden dışarıya bakarken yaşlı nine, gözü dışarıda heybetli duran ağaca takılmıştı. ne anıları vardı;birden gözünde o günler canlandı.Henüz 8 yaşında bir çocuktu o ağacın tepesine çıkar uçsuz bucaksız denizi izlerdi.Çocuk aklıyla ne anlarsa; ona huzur verirdi.Bazen derslerden bunaldığında yada sıkıldığında hemen oraya çıkar kafasını dinlerdi.Orada manevi bir huzura kavuşur ve sakinleşince inerdi.Bizim çocuk ortadan kaybolunca herkes bilirdi .Kızımız izdivaca çekildi diye gülerlerdi.
Çocukluğu, gençliği hep bu evde, bu bahçede geçmisti.Bir gün ninesine defne yaprağından çok sevdiği çay karışımından pişirmek istedi.Yukarıda olduğu için uzanamıyor ve bulduğu bir sandalye ile yukarıdaki raftan almak istiyordu defne yaprağı dolu kavanozu. Uzandı uzanacak tam uzandı derken yumurta dolu kaseyi başından aşağı boca etmişti bile gürültüye koşan ev sahipleri çocugun hem ağlamaklı hemde tebessüm ederken ki haline kahkahalarla gülmüşlerdi.Ne günlerdi ah geri gelse diye iç geçirdi yasli kadın.
Yine günlerden bir gün ağaca çıkarken hiç yapmadığı bir seyi yaptı ağacın ince dallına bastı tutunacak yerde yoktu.Birden kendini boşluğa bıraktı.Kızım kızım nasılsın aç gözlerini, gözlerini araladığında herkes başındaydı kol sarılı bacak sarılı kendisini hastanede buldu.Yetişkin bir kızdı ve bu hatayı nasıl yaptı o gün onun şansı kötü gitmiş ve başına bunlar gelmişti.Ah yalnızlık eskiden kalabalıktan sıkılırdı şimdi ise yalnızdan sıkılıyordu.
„Elindekilerin değerini kaybetmeden anlayacaktın“ dedi kendi kendine
Bunları hatırlarken birde unutkanlığın verdiği kötü şansla burnuna yanık kokusu geldi bir de ne görsün ütüyü prizde bırakmış. Ve yangın çıkmasına sebeb olmuştu kapının yanında olduğu için dışarıda çıkamıyordu.Alevler yükselmeye baslamıştı imdat!, imdat! Çığlıkları, itfaiyenin siren sesine çoktan karışmıştı bile. Ninenin cesedini ceset torbasına koymuslardı bile dışarıya çıkartırlarken konuşan konuşana.“Çok iyi bir nineydı yazık oldu „“cesedini toplanıp biz kaldıralım ona son borcumuzu böyle yerine getirelim“ diyenler bile olmuştu.Nineden hatıra hiçbir şey kalmamış herşey kül olmuştu.Sadece, herşeye rağmen ben varım ayaktayım derecesine heybetli duran ağaç dimdik ayaktaydı ve böylece güzel bir yaşanmış hayat kötü bir sonla bitmişti.
5. Öykü
HÜZÜNLÜ SONBAHAR
Ağlamaktan şişmiş gözlerimi zor bela açtığımda saat 8'i gösteriyordu...Uyurken unutmuş olduğum gerçek bir anda yeniden aklıma geliverdiğinde tekrar gözlerim sulandı..neden böyle olmuştu??Hayat neden tüm sevdiklerimi bir anda almıştı benden?
Kalkıp pencereden dışarı baktım..Ağaçlar son yapraklarını da dökmüştü.Hüzün mevsimi dayanmıştı işte kapıya...Ahhh dedim keşke hiç büyümeseydim..Keşke çocukluğumdaki gibi güzel olabilseydi herşey,keşke şu anda içinde durmaya tahammül bile edemediğim şu ev,eskisi gibi cıvıl cıvıl olabilseydi..Ninem mutfakta o defne yaprağıyla tatlandırdığı muhteşem yemeğini pişiriyor olsaydı..Keşke annem yan odada sinirle ütüsünü yaparken ''bir gün de sen yap şu mereti,evde kalacaksın bu gidişle''diye söylenip duruyor olsaydı...Keşke tıpkı eski günlerdeki gibi olabilseydi herşey,keşke sonbahar eskisi gibi anlamlı olabilseydi yine...
Artık sabahları bomboş,anlamsız bir evde uyanıyorum..İçerden bana ''hadi kalk artık yumurtan buz gibi oldu yine'' diye bağıran bir annem yok...Ne kadar da güzelmiş aslında o günler ve ben nasıl olmuş da farkedememişim,kıymetini bilememişim o zamanlar beni sinir eden tüm bu güzelliklerin...
Evet işte şimdi yapayalnızım..Kötü şans dedikleri bu olsa gerek...Hayat benden tüm sevdiklerimi aldı..Ve geriye sadece ben kaldım..
Bir hüzünlü sonbahar,bir de ben.....
6. Öykü
DEFNE YAPRAĞI
Sonbaharın soğuk yüzünü yavaş yavaş göstermeye başladığı bu rüzgarlı gecede, iki katlı bahçeli evin camları da hafiften titriyordu, Hasibe Hanım’ın yüreği gibi. Hasibe Hanım, cam kenarındaki koltuğunda oturmuş yüreğiyle eşlik ediyordu rüzgarın şarkısına. Yaşadığı acılar, her geçen gün yüreğini biraz daha yakıyor, bu acının izleri ister istemez yüzüne yansıyordu. Bu yüzden çok yaşlı olmasa da, mahallede Hasibe Nine derdi ona herkes.
Ama bu gece farklıydı işte, mavi gözleri uzaklara dalmış, yağmura gebe bulutlar gibi dolmuştu iyice.
Oğluyla gelinini, tıpkı böyle rüzgarlı bir gecede kaybetmişti çünkü yedi sene önce, trafik kazasında. Olacak şey miydi? Kötü şans neden onları bulmuştu ki sanki? Oysa ki, her şey yolundaydı, çok istedikleri bebeklerine de kavuşmuşken, bu kaza da nerden çıkmıştı ansızın?
Onlardan kendisine kalan tek hatıra; bakmaya doyamadığı torunu Defne’ydi. Bir dediğini iki etmemişlerdi şükür ki.
Annesi koymuştu bu ismi Defne’ye. Tıpkı defne yapraklarının yemeklere kattığı lezzet gibi, ‘’sen de bizim hayatımıza lezzet katacaksın’’ derdi bebeğine gelini.
Gözü bahçedeki ağaca takıldı Hasibe Nine’nin, ağaç da ağırdan ağıra sallamaya başlamıştı dallarını, rüzgara eşlik edercesine, karmakarışık duygulara gömülmüştü bu gece nedense.
Defne’ ye kaydı buğulu gözleri o an, sekiz yaşında ne kadar da güzel bir çocuktu Defne. Masada ders çalışıyordu. Yedi sene, dile kolay, anne ve babasını aratmadan onu büyütmek için gösterdikleri çaba, hem onu hem de eşini nasıl da yıpratmıştı içten içe.
Kumral uzun saçlarını at kuyruğu yapmıştı Hasibe Nine bugün de Defne’nin, ne de yakışıyordu ona uzun saç.. Birden kocaman ela gözlerini açarak dedesine seslendi Defne;
__ Dedee ne zaman biticek işin ya? Hani oynayacaktık biraz? Bak benim dersim bitiyor.
Sonra babaannesine döndü;
__Ya babaanne, dedem oynamıycak galiba benimle!..
Gülümsedi Hasibe Nine. Kocası da o talihsiz geceden sonra gülmemişti pek. Zaman zaman gizliden gizliye ağladığına da şahit olmuştu eşinin. Evde sürekli bir şeylerle uğraşıyor, bu şekilde ömür tüketiyordu işte Ali Dede.
__Gel kızım sen benim yanıma dersin bittiyse, bak deden benim kırdığım ütüyü tamir etmeye çalışıyor ama bu gidişle daha da bozacak galiba, dedi, hafif bir tebessümle Ali Dede’ ye bakarak. Cevap vermedi Ali dede.
Kitaplarını düzgünce topladı Defne, babaannesinin yanına oturdu. Başını göğsüne yasladı. Televizyonda her hafta izlediği dizi vardı Hasibe Nine’nin ama bu akşam canı hiç istemiyordu izlemek. Vakit de epey geç olmuştu.
Uykulu bir tonla, seslendi Defne;
__ Babaanne, civcivlerim ne zaman çıkacak yumurtadan? Bak civcivlere ben bakıcam odamdaki kutuda, değil mi? Söz vermiştin bana, unuttun mu yoksa?
___Evet , dedi Ali Dede kaşlarını kaldırarak. Boşuna mı uğraştık o kutuyla dün o kadar? Tabii ki sen bakıcan onlara.
Tamam, dedi Hasibe Nine.
__Sabret bakalım biraz, sözümü de unutmadım, odanı da bahçedeki kümese çeviricen bu gidişle ama olsun varsın.
__ Hadiii, dedi Defne’ye. Vakit çok geç oldu, sabah okul var, marş marşşş…
Babaannesine baktı Defne o güzel gözleriyle;
__Canım babaannem, seni çok seviyorum ama bu gece benimle uyu ne olursun lütfen!..
Odaya çıkarken dedesinin yanağına bir öpücük kondurdu Defne.
Birlikte odaya çıktılar. Defne’nin yanına uzandı Hasibe Nine, bedeninde hiç derman yoktu bu gece. Saçlarını okşarken, çoktan uykuya yelken açmıştı bile torunu.
Bir damla yaş süzüldü Hasibe Nine’nin yanaklarından. Rüzgar hala o acıklı şarkısını söylüyordu dışarıda, inceden inceye…
7. Öykü
SAKIN KORKMA
Ciğerlerine dolmaya başlayan dumandan nefesi kesiliyor. Danseder gibi hareket eden kızıl alevler yatağına yaklaşırken, güçlü kollar tarafından çekiliyor.
Belli belirsiz babasının traş losyonunun, kokusunu duyumsuyor. Ellerinde ki yanıkların acısıyla hıçkırıklara boğulurken, hızla oradan uzaklaştırılıyor.
Geriye dönüp baktığında,babasının alevlerin içine daldığını görüyor.Kulakları sağır eden çığlıklar,bebek ağlaması,sirenler... Kulaklarında hala babasının güçlü sesi...
_Korkma oğlum seni kurtaracağım.
Sıçrayarak uyandı. Yine aynı kabusu görmüştü.Yatağın içinde doğruldu.Belinde bir sızı vardı.Herhalde bu sızı , birkaç hafta önce çöpün yanında buldukları, yer yer yayları fırlamış yataktan olmalıydı.. Gözleri karanlığa alışmaya başlayınca, yanında yatan Hasan'a baktı. Neyse bu sefer Hasan uyanmamıştı. gördüğü kötü rüyalardan sonra, Hasan'ı kendisine sımsıkı sarılmış, yine aynı rüyayı gördün değil mi? Derken bulurdu. Çok üşümüştü. İnşaatın camsız penceresine, çivilerle tutturmaya çalıştıkları naylonun yere düştüğünü gördü.Fırtına çıkmış olmalıydı. Örtündükleri eski battaniye de , yatağın yanında duruyordu. Odanın ortasında akşam yaktıkları ateşin külleriyle yumurta kabukları etrafa saçılmıştı.Onların yanında yemek pişirdikleri paslı tava öğlece duruyordu.Odanın köşesinde , içeri sızan ışıkta pırıl pırıl parlayan boya sandıkları, ufak bir kutu içinde ayakkabı boyaları, cilalar...Uzaklardan gelen köpek havlamaları duyuluyordu.Acele etmeliyim diye düşündü. Annemle, babam beni çok özlemiştir. Hemen yanlarına gidip, onlara doya doya sarılacağım, öpeceğim, koklayacağım. Eski günlerden sözedeceğiz. Ayağa kalktı,üstünde ki montun kollarındaki çamurları silkeledi. Cebindeki dişleri yer yer dökülmüş tarağı çıkarıp, saçlarını taradı.Hasan' ın üstünü yere düşen battaniyeyle sıkıca örttü. Kalın naylonu birkaç çiviyle cama tutturdu.Son defa dönüp Hasan'a baktı.
_Korkma Hasan sen uyanmadan döneceğim.
Sokağa çıktığında buz gibi ayaz yüzüne vurdu. Ellerini cebine sokup, sokak lambalarının ışığında yürümeğe başladı. Sokaklar bomboşdu. Yan sokaklardan bekçi düdüklerinin sesi geliyordu. Adımlarını hızlandırdı. Akşam Hasan'la ne güzel bir gece geçirdik, diye düşündü. Hasan taze ekmek ve yumurta getirmişti. Çayıda demleyip, yemeklerini yemişler,eski günlerden sözetmişlerdi. Hatta birara türkü bile söylemişlerdi. Hasan'a bahçede çınar ağacının altında, ailecek yaptıkları sabah kahvaltılarını : Annesinin pişirdiği vanilyalı kurabiyelerin kokusunu: Mis gibi sabun kokan ütülenmiş giysilerini: Babasının her akşam kendisine ve kardeşine getirdiği çukulataları anlatmıştı. Hasan'sa babasının rakı sofralarını: Annesinin dövülürken attığı çığlıkları yatağından dinlemesini: Akrabalarına yemeğe gittikleri bir gece ,sarhoş babasının yaptığı trafik kazasını ve gözlerini hastanede açtığını anlatmıştı
_Korkma Hasan artık ben varım.
Yorulmaya başladım diye düşündü. İlerdeki parkta biraz oturup dinlenmeliyim. Hızlı adımlarla yolun karşısına geçti. Parka girdiğinde bankın yanındaki defne yapraklarına gözü ilişti. Yüzünde oluşan gülümsemeyle,melek yüzlü ninesini düşündü. Sabahları sobayı yakar, kahvaltıyı hazırlayıp, Ali'yi öperek uyandırırdı. Defneler, erguvan ağacı, baharda mis gibi çiçekler açan at kestanesi bulunan küçük bahçelerinde Ali neşe içinde oynarken, bacaklarında ki romatizmadan dolayı zor yürüyen ninesi Ali'ye en sevdiği yemekleri pişirirdi. Ayda bir ben maaşımı alıp gelene kadar, buradan bir yere ayrılma diye tembihlerdi.Bir sabah uyandığında, oda buz gibiydi. Ninesi hala yatağında uyuyordu. yanına gitti, buruşuk yanaklarından öptü, nineciğim diye seslendi, sarstı sarstı...Sirenleri çalan büyük beyaz bir araba geldi. Beyaz giyinmiş amcalar
ninesini sedyeye koydular.Arabanın içine yerleştirdiler ve kapı kapandı.
_Korkma evlat seni okutacağım. Doktor olacaksın.
Ninesinin sesi kulaklarında çınladı.
Bu kadar dinlenme yeterliydi.Yoluna devam etmeliydi. ayağa kalktı. İlerde çakan şimşeği görünce, kötü şans diye söylendi. Birazdan yağmur yağmaya başlıyacaktı. Montunun kapişonunu başına geçirdi. Köşeyi döndüğünde beyaz büyük binayı görünce durdu. Yüzü allak bullak olmuştu. Ninesi gittikten sonra ,görevli amcalar onu alıp bu binaya getirmişlerdi. Ranzalar, yemek ve banyo kuyrukları,bağırmalar, ağlamalar,çocuk hıçkırıkları... Hafta sonraları gelen gönüllü anneler... Ali pencerede bekliyor.Süheyla anne neden gelmiyor artık? Acaba onu kızdıracak birşeymi yaptım? Söz bir daha oyuncak istemiyeceğim. Gelsin benimle tatlı tatlı konuşup, başımı okşasın yeter. Dün gece bir karar verdiler. Buradan kaçacaklar. Hasan çarşafları birbirine düğümlüyor, bir ucunu ranzaya bağlıyor, diğer ucunu camdan aşağıya sarkıtıyor. Aşağıya önce Hasan iniyor.
_Korkma Ali yavaşca aşağı kay. Seni hiç yalnız bırakmayacağım.
Yağmur başlamış, hava ağarmaya başlamıştı. insanlar telaş içinde işlerine yetişmeye çalışıyorlardı.Simitçilerin bağırışları, ,sahilden gelen martı çığlıkları, kıyıyı döven dalga sesleri, vapur düdüklerinin sesleri, birbirine karışıyordu. Ali'nin bacakları ağrımaya başlamıştı. Ayakları ıslanmış, montunun cebine soktuğu elleri üşümüştü.. Bu yokuşuda tırmanırsam gerisi kolay diye düşündü. Kimbilir annesiyle, babası onu görünce nasıl sevinecekti. Koşmaya başladı , koştu koştu koştu ...
Yağmurdan çamura dönüşmüş toprağın yanında dizlerinin üstüne çöktü. Toprağı kucaklayıp, yanağını toprağa dayadığında,gözyaşları yağmur suyuna karışıp mezarın üzerine dökülüyordu
_Korkma güzel annem, korkma aslan babam siz olmadanda yaşamayı başarıyorum.
8. Öykü
HAYAT SAVAŞI
Rüzgarlı ve yağmurlu bir ilkbahar sabahı, defne ağacının altında nur yüzlü bir nine oturmaktadır.
Uzaklardan, beyaz giysili, dalgalı saçları rüzgarın etkisiyle dans eder gibi savrulan bir kadın, yaşlı kadının yanına doğru süzülürcesine ilerlemektedir.
Genç kadın ve nur yüzlü nine yüz yüze geldiklerinde, önce derin derin birbirlerinin gözlerine bakarlar.
Yaşlı kadın elindeki yumurtayı genç kadına verir.
-Bu yumurtayı al, der .
Genç kadın şaşkın şaşkın eline aldığı yumurtaya bakar ve nineye sorar:
-Bu yumurtayı bana niye verdin?
Nine:
-Onu koru! içinde çok değerli birşey var, der.
Genç kadın, yumurtaya zarar vermemesi için, çok nazik bir şekilde avuçlarının içine alıp, uzaklaşmak üzere iken, saçlarının arasına bir defne yaprağının takıldıgını hisseder. Onu eliyle, saçlarının arasından usulca çıkarır. Defne yaprağının üzerinde minicik bir cenin silüeti görür.
Gözlerine inanamaz. Bu nedir? Hayal görüyorum herhalde dercesine gözlerini ovuşturur.
Sonra, uzaklardan anne! diyen ağlamaklı bir çocuk sesi duyar.
Kafasını sağa-sola çevirir ama etrafta kimseler yoktur. Kadın soğuk soğuk terler dökmeye başlar.
Ellerini başının iki yanına koyup, yumurta, defne yaprağı ve duyduğu sesi anlamaya çalışırken birden irkilir.
Başucundaki saat çalmaktadır. Kadın derin bir nefes alır ve hepsi rüyaymış der, kendi kendine. Ama gün boyu etkisinden kurtulamamıştır.
Birgün ütü yaparken, başı döner. Dinlenmek üzere koltuğun üzerine uzanır. Ama birkaç gün içinde, baş dönmelerine mide bulantılarıda eşlik eder. Şüphelenir ve bir doktora gider. Sonuç korkulacak birşey değildir. Genç kadın bir bebek bekliyordur. Bu mutlu haberi, eşi ve dostlarıyla paylaşır. Herkes mutlu olur. Genç kadını ve eşini tebrik ederler.
Gün batıp, sessizlik çökünce aklına rüyası gelir.
Demek ki, nur yüzlü ninenin bana verip, onu koru dediği yumurtanın anlamı buymuş, der kadın kendi kendine..
Ya, defne yaprağındaki cenin silüeti ve ağlayan çocuk sesi ne anlama gelebilir diye düşünürken uykuya dalmıştı bile kadın.
Günler birbirini kovalıyordu. Genç kadının bebeğini kucağına alması için, çok az zamanı kalmıştı. Artık tüm hazırlıkları yapmıştı.
Sonunda, beklenen gün geldi. Genç kadın, sağlıklı bir erkek bebek dünyaya getirmişti. Herkes mutluydu.
Ama, bu mutluluk kısa sürdü. Bebek, akranlarından gelişim açısından epey geri kalmaya başlamıştı. Özellikle, konuşma yönünden..Doktorların kontrollerinden sonra çocuğun konuşabilmesi için uzun bir tedavi süreci gerektiği ve buna rağmen kesin konuşacak diye bir söz veremiyeceklerini, söylediler. Bunun yanında, diğer çocukların gözlemleyerek öğrendikleri bazı hayat kurallarını ailenin bizzat tek tek göstererek öğretmesi ve çocuğu kendi iç dünyasından çekip, dış dünyaya adapte etmek için engebeli ve yorucu bir yolun onları beklediğini söylediler.
Genç kadın, derin bir iç çektikten sonra, çocuğuna dalgın ve yaşlarla dolu gözlerle baktı. Çocuğu onu anlamasada, hatta annesiyle göz kontağı kurmasa bile ona, onu ne kadar çok sevdiğini, onun için her türlü zorlukları hiç öf-aman bile demeden aşmaya çalışacağını anlattı. Öptü, kokladı yavrusunu…Ve sessizce kulağına başaracağız bebeğim,dedi.
Gece olmuştu. Minik kuzusunu, yatağına yatırdıktan sonra, kendide yatağa uzandı. Gözlerini kapadı ve düşünmeye başladı.
Ne kötü şansımız varmış. Ama, belkide Allah`ın bir imtihanıdır ya da bir lütfudur, dedi. İsyan etmemekte lazım, diyerek sağ tarafına doğru döndü.
Birdenbire, 3 sene önce gördüğü ilginç rüya aklına geldi. Ağlamaklı bir çocuk anne, diye sesleniyordu.
Benim çocuğum belkide, hiçbir zaman anne diye seslenemiyecek, dedi. O an, gözlerinden birkaç damla yaş aktı. Sonra, hafif bir gülümse ile, büyüklerin rüyayı iyiye yor, iyi olsun sözü geldi ve belkide, çocugum gün gelip konuşacak, dedi içinden. Çünkü, rüyasındaki çocuk, anne diye ona sesleniyordu.
Tabii ya, yumurta, cenin silüeti tutmuştu. Demek ki, minik yavrusuda konuşup normal hayata dönebilecekti. Kadın, kendi kendine vermiş olduğu motivasyonla huzurlu bir şekilde uykuya daldı.
Bugün kadın büyük bir azimle, çocuğuna birşeyler öğretmeye çalışırken, çocukta annesine farkında olmadan çok şey öğretiyor. Hayatla savaşıyorlar. Bakalım hayat mı galip çıkacak yoksa melek ve annesi mi?
9. Öykü
YASAK AŞK
Sedef bir bankada yıllardır çalışmaktaydı , liseyi bitirip başlamıştı ve 20 yıldır aynı şubede çalışıyordu.10 yıl önce tanıştığı bir müşterisiyle zaman içinde yakınlaşmalar elektriklenmeler olmuştu.İkisi de duygularına gem vuramayarak birlikte olmaya başlamışlardı son 5 yıldır.Artık bu ilişki bir tutkuya ve aşka dönüşmüştü.
Ama en kötüsü de birleşmeleri imkansızdı.Birinci neden Ahmet’in yaşının çok büyük olması ve ikinci ve en büyük neden evli bir erkek olması.Ahmet akraba evliliği yapmış ve kötü şansından dolayı mutluluk ona hiç uğramamıştı.Eşiyle mutlu olması imkansızdı ve boşanmak istediği halde eşi çocuklar için duygu sömürüsü yaparak bunu kabul etmiyordu , oysaki çocukları büyümüştü artık.İşadamı olması nedeniyle çevresinde parasıyla ilgili insanlar vardı , ailesini de böyle görmekteydi.Bunlardan bıkmış ve maneviyat , sevgi duygusallık arar olmuştu.
Sedef’in hem duygusal , insancıl hem de maddiyata düşkün olmaması ona aşık olma sebeplerinden biriydi.Sedef ve Ahmet ailelerini de tanıştırmışlardı , yani ailece görüşüyorlar , ama hiç kimse aralarında kopan fırtınaları bilmiyordu.
Bir gün ikisi birlikte kahvaltı etmeye gittiler , güzel ağaçlık bir yerde sucuklu yumurta , köy peyniri ve çay eşliğinde güzel bir kahvaltı ettiler.Çocuk bahçesinde oynayan çocuklara bakıp hayaller kurdular.Dolaşmaya çıktıklarında ağaçların arasından mis kokulu defne yaprakları topladılar.
En güzel günlerini yaşamışlardı o sabah.Çünkü akşam gelen telefon Sedefi üzdü , ninesi hastaneye kaldırılmıştı.O gece ninesini kaybettiler.Cenaze kaldırıldığı gün , Ahmet hastaneye yatırıldı , kalp krizi geçirmişti.Yasak aşka kalbi dayanamıyordu artık.Sedef hemen hastaneye koştu tabii ki . Ahmet onu bekliyordu , etrafındaki herkesi göndermiş onunla yalnız konuşmak istemişti , çünkü bay-pas ameliyatı olmak üzereydi :
-Aşkım iyi ki geldin , çok özledim seni…
-Aşkım benim bende özledim ve çok üzüldüm dedi Sedef , ona hep aşkım diye hitap ederdi.
- senin böyle perişan olmana dayanamıyorum artık , bekarsın hiç evlenmedin benim yüzümden , bana bir şey olursa sen ne yaparsın artık senin üzerine emlak , mal mülk bir şeyler yapmak istiyorum , demesiyle Ahmet’in
-Sakın böyle şeyler düşünme , sen iyileş yeter ki dedi Sedef , karşılıklı ağlaşıp geçen iyi kötü günlerini andılar….Onun en çok bu maddiyata önem vermemesi aşık etmişti Ahmet’i.
Sonra ütülenmiş pijamalarını giymesine yardım etti Ahmet’in ve vedalaşarak oradan ayrıldı.
Ertesi sabah ameliyata girdi Ahmet , ama Sedef işyerinde olmak zorundaydı. O ameliyattan çıkana kadar gizli gizli ağladı ve devamlı hastanedeki hemşireleri arayarak bilgi aldı. Ameliyattan sonra yoğun bakıma alındı ve 1 hafta yoğun bakımda kaldıktan sonra kalbi ve vücudu bu yüklere dayanamayarak bu dünyaya veda etti.
Sedef bu sefer ninesinin acısı hafiflemeden daha kötü sarsılmıştı.40 yaşına gelmişti ve bu yasak aşk ona çok şey kaybettirmişti , sevdiğine mi yansın , boşa giden gençlik yıllarına mı ? Gençken çok kolay gelen hayat hiç mi hiç kolay değildi ve onu çok yıpratmıştı.Sedef acısını ve aşkını ebediyen öbür dünya da aşkına kavuşmak umuduyla kalbine gömdü….