- 24 Ekim 2007
- 2.985
- 1.453
Evdeki Kadın
Evlere konuşlandırılmış kadınlar, televizyona konuşlandırılmış kadınlar... Farkları nelerdir? Evdeki kadın nasıl vakit geçirir, vakit geçerken kadın evde eğlenmekte midir? Ne yapabilir? Merak eden erkekler için....
Genelde isimleri yoktur, onlar “evinin kadını”, “ev hanımı” ya da evlenmemiş ise “ev kızı” olarak anılırlar. Bazıları bununla gurur da duymuyor değildir hani. “ev” dediğimizde kafamızda canlanan imaj bir kadın olur hep. Asla bir “ev erkeği” ya da evlenmemiş ise “ev oğlanı”na rastlayamazsınız. Yaptığı iş sözde ev kadınınınki ile aynı olsa bile bir erkeği anarken asla “ev” lafını telaffuz etmezsiniz. Ev sınırları içerisinde yaşayan kadının halinden gayet mutlu olduğu genel yargılar arasındadır. Televizyonu açtığımızda elinde temizlik ya da mutfak malzemeleriyle O’ndan mutlusu olmayan bir çok kadın vardır. Bu kadınlar her reklamda karşımıza çıkar. Sonunda her nevi lekeyi çıkarabilen bir deterjan bulduğu için bulutlarda hisseder kadınlar. Mutluluktan havalara uçarak küvet temizleyen kadınlar... Televizyon denen kutucuğa sadece görüntü olsun diye konulurlar oysa. öyle de bir çelişki vardır. Küvet temizleyen o kadın her zaman çağın en modern kıyafetlerini giymiştir, cildi pürüzsüzdür, ve vücudunda bir gram yağ barındırmamaktadır. Bu tip görüntüler bütün modern ülkelerde televizyonun piyasaya ilk çıktığı günden beri mevcuttur. Evdeki kadının mutlu ve güzel olması işten bile değildir. Bunlarla yetişmiş ve yetişmekte olan nesillerin genetiğine bile işlemiştir bu imaj. Küçük bir çocuk televizyondaki kadınla evdeki kadının arasındaki farkları elbette görür. Sonuçta karar verilir; anne mutsuzdur, şişmandır, kıyafetleri eskidir ve fakat televizyondaki hemcinsi olması gerekendir. Bu imajlara özenen (özendirilen) kadınlar temizlik kıyafetlerini çıkarıp üzerlerine yeni, modern kıyafetler aldıklarında ise bu yeni takımlar kısa süre sonra üzerlerinde beyaz çamaşır suyu lekeleri barındırmaya başlar. Bir ara kararlılıkla saçına başına, yüzüne gözüne, üstüne çeki düzen veren her ev kadını derin bir depresyonla karşı karşıya kalır. Saçları yapılıdır, fakat yapılı saçları kimse görüp takdir etmediği gibi bu yeni saç modeli süpürge olmak için fazla güzeldir. Üstbaş alınmıştır fakat bu güzelim kılık kıyafet çamaşır sularından heder olmuştur. Bir de zengin ev kadınları vardır fakat. Onların depresyonu daha da kaçınılmazdır. İçerisinde yaşadıkları evleri kendileri bile temizleyememektedirler. Onlar bütün gün eve çağırılan gündelikçi kadının peşinden koşarlarlar, ya da öylece oturup camdan dışarıyı seyrederler. Peki ne yapmalıdır evi dayanılır hale getirip kendini mutlu hissetmek için. Kitap okumak belki de en olmaması gereken şeydir. Maddi durumu son derece kısıtlı ailelerde, kitap hiç gidilemeyecek olan psikoloğa gereksinim duydurtur. Okudukça dünyayı daha da çok öğrenir insan, bilgi dağarcığı genişledikçe genişler ve o minicik eve sığamaz olur. Bilmek çoğu zaman dayanılmaz olur. Evden başka bir dünya olduğunu, kendinden başka kadınlar olduğunu, evde oturmayıp yazan, dolaşan, dünyayı değiştirmeye çalışan kadınlar olduğunu, ev hanımının sosyolojisini, psikolojisini, savaşları, ülke sorunlarını.... herşeyi bilmek ve fakat durumun gıdım değişememesi daha da korkunç olur ve bir “Sıdıka Saka” sendromu doğurur. Hal böyleyken bilgi özgürlüğünü değil de ekonomik özgürlüğü kazanma ya çalışmak daha iyi ve pratik bir çözüm olacaktır. Batı ülkelerinde bu tip hareketler görülmüştür. Her “ev kadını” mükemmel yemek yapar, dikiş diker, örgü örer, evini dekore eder, ağda yapar, çocuk yetiştirir, kocasını idare eder.... Aslında elinden çok iş gelmektedir. Öyleyse elindeki bu sermayeyi kullanarak işi profesyonelliğe dönüştürebilir. Hergün yaptığı bu işlerden para kazanabilir. Mesela yengem uzun süre ev ekonomisine katkıda bulunmak ve en önemlisi kendine güvenmek için çocuk bakıcılığı yaptı. Başka bir tanıdığım bir fırınla anlaşıp fırına gözleme, kurabiye sattı. Başka biri kızına çeyiz olarak örmekten vazgeçtiği dantelleri sattı. Bazıları kızkardeşleriyle bir olup ağda yaparak para kazandı. Bazıları belediyelerin açtığı kurslara gidip meslek sahibi oldu. Daha hali vakti yerinde kadınlarımız da belki de TEGV (Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı) gibi kuruluşlara gidip, oradaki okumak isteyen çocuklara yardım edebilirler. Bu hem kendileri için iyi bir terapi yöntemi olacaktır hem de işe yarar hissetmenin, kişinin kendi öneminin farkına varmasının ve gerçekten birileri için önemli olup işe yaramasının en iyi yolu değil mi? Bu tür kuruluşlarda mutlaka size ihtiyaç olacaktır. Yani, elimiz kolumuz bağlı değil. Evle dışarıdaki hayat sandığımız kadar keskin çizgilerle ayrılmıyor birbirinden
Evlere konuşlandırılmış kadınlar, televizyona konuşlandırılmış kadınlar... Farkları nelerdir? Evdeki kadın nasıl vakit geçirir, vakit geçerken kadın evde eğlenmekte midir? Ne yapabilir? Merak eden erkekler için....
Genelde isimleri yoktur, onlar “evinin kadını”, “ev hanımı” ya da evlenmemiş ise “ev kızı” olarak anılırlar. Bazıları bununla gurur da duymuyor değildir hani. “ev” dediğimizde kafamızda canlanan imaj bir kadın olur hep. Asla bir “ev erkeği” ya da evlenmemiş ise “ev oğlanı”na rastlayamazsınız. Yaptığı iş sözde ev kadınınınki ile aynı olsa bile bir erkeği anarken asla “ev” lafını telaffuz etmezsiniz. Ev sınırları içerisinde yaşayan kadının halinden gayet mutlu olduğu genel yargılar arasındadır. Televizyonu açtığımızda elinde temizlik ya da mutfak malzemeleriyle O’ndan mutlusu olmayan bir çok kadın vardır. Bu kadınlar her reklamda karşımıza çıkar. Sonunda her nevi lekeyi çıkarabilen bir deterjan bulduğu için bulutlarda hisseder kadınlar. Mutluluktan havalara uçarak küvet temizleyen kadınlar... Televizyon denen kutucuğa sadece görüntü olsun diye konulurlar oysa. öyle de bir çelişki vardır. Küvet temizleyen o kadın her zaman çağın en modern kıyafetlerini giymiştir, cildi pürüzsüzdür, ve vücudunda bir gram yağ barındırmamaktadır. Bu tip görüntüler bütün modern ülkelerde televizyonun piyasaya ilk çıktığı günden beri mevcuttur. Evdeki kadının mutlu ve güzel olması işten bile değildir. Bunlarla yetişmiş ve yetişmekte olan nesillerin genetiğine bile işlemiştir bu imaj. Küçük bir çocuk televizyondaki kadınla evdeki kadının arasındaki farkları elbette görür. Sonuçta karar verilir; anne mutsuzdur, şişmandır, kıyafetleri eskidir ve fakat televizyondaki hemcinsi olması gerekendir. Bu imajlara özenen (özendirilen) kadınlar temizlik kıyafetlerini çıkarıp üzerlerine yeni, modern kıyafetler aldıklarında ise bu yeni takımlar kısa süre sonra üzerlerinde beyaz çamaşır suyu lekeleri barındırmaya başlar. Bir ara kararlılıkla saçına başına, yüzüne gözüne, üstüne çeki düzen veren her ev kadını derin bir depresyonla karşı karşıya kalır. Saçları yapılıdır, fakat yapılı saçları kimse görüp takdir etmediği gibi bu yeni saç modeli süpürge olmak için fazla güzeldir. Üstbaş alınmıştır fakat bu güzelim kılık kıyafet çamaşır sularından heder olmuştur. Bir de zengin ev kadınları vardır fakat. Onların depresyonu daha da kaçınılmazdır. İçerisinde yaşadıkları evleri kendileri bile temizleyememektedirler. Onlar bütün gün eve çağırılan gündelikçi kadının peşinden koşarlarlar, ya da öylece oturup camdan dışarıyı seyrederler. Peki ne yapmalıdır evi dayanılır hale getirip kendini mutlu hissetmek için. Kitap okumak belki de en olmaması gereken şeydir. Maddi durumu son derece kısıtlı ailelerde, kitap hiç gidilemeyecek olan psikoloğa gereksinim duydurtur. Okudukça dünyayı daha da çok öğrenir insan, bilgi dağarcığı genişledikçe genişler ve o minicik eve sığamaz olur. Bilmek çoğu zaman dayanılmaz olur. Evden başka bir dünya olduğunu, kendinden başka kadınlar olduğunu, evde oturmayıp yazan, dolaşan, dünyayı değiştirmeye çalışan kadınlar olduğunu, ev hanımının sosyolojisini, psikolojisini, savaşları, ülke sorunlarını.... herşeyi bilmek ve fakat durumun gıdım değişememesi daha da korkunç olur ve bir “Sıdıka Saka” sendromu doğurur. Hal böyleyken bilgi özgürlüğünü değil de ekonomik özgürlüğü kazanma ya çalışmak daha iyi ve pratik bir çözüm olacaktır. Batı ülkelerinde bu tip hareketler görülmüştür. Her “ev kadını” mükemmel yemek yapar, dikiş diker, örgü örer, evini dekore eder, ağda yapar, çocuk yetiştirir, kocasını idare eder.... Aslında elinden çok iş gelmektedir. Öyleyse elindeki bu sermayeyi kullanarak işi profesyonelliğe dönüştürebilir. Hergün yaptığı bu işlerden para kazanabilir. Mesela yengem uzun süre ev ekonomisine katkıda bulunmak ve en önemlisi kendine güvenmek için çocuk bakıcılığı yaptı. Başka bir tanıdığım bir fırınla anlaşıp fırına gözleme, kurabiye sattı. Başka biri kızına çeyiz olarak örmekten vazgeçtiği dantelleri sattı. Bazıları kızkardeşleriyle bir olup ağda yaparak para kazandı. Bazıları belediyelerin açtığı kurslara gidip meslek sahibi oldu. Daha hali vakti yerinde kadınlarımız da belki de TEGV (Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı) gibi kuruluşlara gidip, oradaki okumak isteyen çocuklara yardım edebilirler. Bu hem kendileri için iyi bir terapi yöntemi olacaktır hem de işe yarar hissetmenin, kişinin kendi öneminin farkına varmasının ve gerçekten birileri için önemli olup işe yaramasının en iyi yolu değil mi? Bu tür kuruluşlarda mutlaka size ihtiyaç olacaktır. Yani, elimiz kolumuz bağlı değil. Evle dışarıdaki hayat sandığımız kadar keskin çizgilerle ayrılmıyor birbirinden