Depresif Ev Hanımları Kulübü :)

Evdeki Kadın
Evlere konuşlandırılmış kadınlar, televizyona konuşlandırılmış kadınlar... Farkları nelerdir? Evdeki kadın nasıl vakit geçirir, vakit geçerken kadın evde eğlenmekte midir? Ne yapabilir? Merak eden erkekler için....

Genelde isimleri yoktur, onlar “evinin kadını”, “ev hanımı” ya da evlenmemiş ise “ev kızı” olarak anılırlar. Bazıları bununla gurur da duymuyor değildir hani. “ev” dediğimizde kafamızda canlanan imaj bir kadın olur hep. Asla bir “ev erkeği” ya da evlenmemiş ise “ev oğlanı”na rastlayamazsınız. Yaptığı iş sözde ev kadınınınki ile aynı olsa bile bir erkeği anarken asla “ev” lafını telaffuz etmezsiniz. Ev sınırları içerisinde yaşayan kadının halinden gayet mutlu olduğu genel yargılar arasındadır. Televizyonu açtığımızda elinde temizlik ya da mutfak malzemeleriyle O’ndan mutlusu olmayan bir çok kadın vardır. Bu kadınlar her reklamda karşımıza çıkar. Sonunda her nevi lekeyi çıkarabilen bir deterjan bulduğu için bulutlarda hisseder kadınlar. Mutluluktan havalara uçarak küvet temizleyen kadınlar... Televizyon denen kutucuğa sadece görüntü olsun diye konulurlar oysa. öyle de bir çelişki vardır. Küvet temizleyen o kadın her zaman çağın en modern kıyafetlerini giymiştir, cildi pürüzsüzdür, ve vücudunda bir gram yağ barındırmamaktadır. Bu tip görüntüler bütün modern ülkelerde televizyonun piyasaya ilk çıktığı günden beri mevcuttur. Evdeki kadının mutlu ve güzel olması işten bile değildir. Bunlarla yetişmiş ve yetişmekte olan nesillerin genetiğine bile işlemiştir bu imaj. Küçük bir çocuk televizyondaki kadınla evdeki kadının arasındaki farkları elbette görür. Sonuçta karar verilir; anne mutsuzdur, şişmandır, kıyafetleri eskidir ve fakat televizyondaki hemcinsi olması gerekendir. Bu imajlara özenen (özendirilen) kadınlar temizlik kıyafetlerini çıkarıp üzerlerine yeni, modern kıyafetler aldıklarında ise bu yeni takımlar kısa süre sonra üzerlerinde beyaz çamaşır suyu lekeleri barındırmaya başlar. Bir ara kararlılıkla saçına başına, yüzüne gözüne, üstüne çeki düzen veren her ev kadını derin bir depresyonla karşı karşıya kalır. Saçları yapılıdır, fakat yapılı saçları kimse görüp takdir etmediği gibi bu yeni saç modeli süpürge olmak için fazla güzeldir. Üstbaş alınmıştır fakat bu güzelim kılık kıyafet çamaşır sularından heder olmuştur. Bir de zengin ev kadınları vardır fakat. Onların depresyonu daha da kaçınılmazdır. İçerisinde yaşadıkları evleri kendileri bile temizleyememektedirler. Onlar bütün gün eve çağırılan gündelikçi kadının peşinden koşarlarlar, ya da öylece oturup camdan dışarıyı seyrederler. Peki ne yapmalıdır evi dayanılır hale getirip kendini mutlu hissetmek için. Kitap okumak belki de en olmaması gereken şeydir. Maddi durumu son derece kısıtlı ailelerde, kitap hiç gidilemeyecek olan psikoloğa gereksinim duydurtur. Okudukça dünyayı daha da çok öğrenir insan, bilgi dağarcığı genişledikçe genişler ve o minicik eve sığamaz olur. Bilmek çoğu zaman dayanılmaz olur. Evden başka bir dünya olduğunu, kendinden başka kadınlar olduğunu, evde oturmayıp yazan, dolaşan, dünyayı değiştirmeye çalışan kadınlar olduğunu, ev hanımının sosyolojisini, psikolojisini, savaşları, ülke sorunlarını.... herşeyi bilmek ve fakat durumun gıdım değişememesi daha da korkunç olur ve bir “Sıdıka Saka” sendromu doğurur. Hal böyleyken bilgi özgürlüğünü değil de ekonomik özgürlüğü kazanma ya çalışmak daha iyi ve pratik bir çözüm olacaktır. Batı ülkelerinde bu tip hareketler görülmüştür. Her “ev kadını” mükemmel yemek yapar, dikiş diker, örgü örer, evini dekore eder, ağda yapar, çocuk yetiştirir, kocasını idare eder.... Aslında elinden çok iş gelmektedir. Öyleyse elindeki bu sermayeyi kullanarak işi profesyonelliğe dönüştürebilir. Hergün yaptığı bu işlerden para kazanabilir. Mesela yengem uzun süre ev ekonomisine katkıda bulunmak ve en önemlisi kendine güvenmek için çocuk bakıcılığı yaptı. Başka bir tanıdığım bir fırınla anlaşıp fırına gözleme, kurabiye sattı. Başka biri kızına çeyiz olarak örmekten vazgeçtiği dantelleri sattı. Bazıları kızkardeşleriyle bir olup ağda yaparak para kazandı. Bazıları belediyelerin açtığı kurslara gidip meslek sahibi oldu. Daha hali vakti yerinde kadınlarımız da belki de TEGV (Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı) gibi kuruluşlara gidip, oradaki okumak isteyen çocuklara yardım edebilirler. Bu hem kendileri için iyi bir terapi yöntemi olacaktır hem de işe yarar hissetmenin, kişinin kendi öneminin farkına varmasının ve gerçekten birileri için önemli olup işe yaramasının en iyi yolu değil mi? Bu tür kuruluşlarda mutlaka size ihtiyaç olacaktır. Yani, elimiz kolumuz bağlı değil. Evle dışarıdaki hayat sandığımız kadar keskin çizgilerle ayrılmıyor birbirinden

 
bakın araştırırken ne buldum halimiz bu mudur ??

Depresif olmak bazen o kadar da kötü değil sanırım en azından ;İ
Depresyon, kadının koku alma hissini köreltir. Bu nedenle depresif kadın üzerine daha çok parfüm sıkar.

Eğer çevrenizdeki bayanlar çok fazla parfüm sıkmaya başladıysa dikkat etmenin zamanı geldi. Çünkü yapılan araştırmalara göre, çok fazla parfüm sıkan bayanlar depresyonda oluyor. İsrail'deki Tel Aviv Üniversitesi'nde yapılan araştırmaya göre depresyonda olan bayanlar koku alma duyularında azalma olduğu için daha fazla parfüm sıkıyorlar. Depresyon kadınların metabolizmalarını kötü etkilediği için koku alma hissini de azaltıyor

deniliyor....... :-))
 
-tatlicadiarzu-

çok iyi yer siler yemek yaparim

Süperstar Ajda Pekkan`dan samimi açıklamalar: `Yerleri silerim, çok güzel ev işi yaparım. Çok iyi dikiş dikerim, çok iyi ütü yaparım. Hala terzi olmak yatıyor içimde`.


Ajda Pekkan`ı tanıyınca, onun kalabalıklardan uzaktaki hallerine tanıklık edince `Ajda Pekkan`ı kovalamaktan yoruldum` sözleri o kadar anlaşılabilir geliyor ki... Çifte kimlikle yaşamak, o kişiliklerin yaşam alanlarını belirlemek, bazen birinde, bazen diğerinde yorulmak ve öyle anlarda hep ötekine kaçmaya çalışmak... Ne kadar yorucu değil mi? Ama onu Süperstar yapan belki de bu uçlar... Ben Ajda Pekkan`ı özel yaşamındaki `Ayşe Ajda` haliyle de tanıdım. Ve o halinin hem kendine hem başkalarına ne kadar keyif verdiğini gördüm. Belki bunca yıl sonra bir televizyon programı yapmasının ve elini taşın altına koymasının altında en çok bu neden yatıyordur; kendini ifade edebilmek; Ajda gibi...


* Yıllarca durduğunuz yerin ve algılandığınız konumun dışına çıkma çabalarındasınız. Sanki bir şeyleri değiştirmek ister gibisiniz... Ajda Pekkan`ı kovalamaktan yoruluyorum. Senelerce Ajda Pekkan`ın peşinde koştum çünkü.


* Ama Süperstar olmak, ulaşılmaz kadın olarak algılanmak sizin tercihinizdi... Bunu yapıyorsun. Hayat bunu getiriyor. Şöhretin insana getirdiği şeyler var. Kazandırdığı kadar, kaybettirdikleri de var. Gerçeklere, zaman geçtikçe varıyorsun. Varabilmek de çok önemli. Ya varamasaydım ne olurdu?


* Ne olurdu? Hiç... Öyle giderdi... Ufukta bir yıldız olarak, hafif hafif... (Gülüyor) Sadece kuyruğu görünürdü...


* Mücadeleci bir kadın... Biraz kendine bile yabancı, yalnız... Ve hep arayışlarda. Neyi arıyor, neyi bulmaya çalışıyorsunuz? Kendimi çok eleştiririm. Kendimle mücadelem aslında işimle ilgili mücadele. Tabii ki iş söz konusu olduğunda bir yarış içinde oluyorum. Yorulmalıyım, daha iyisini yapmalıyım, daha ne yapabilirim diyorum. Şimdi beste yapmak, söz yazmak istiyorum... Aslında bu tespitle ilgili şunu söylemek istiyorum. Öyle olmasaydım sanatçı olamazdım, normal bir ev kadını olurdum. Ev kadınlığını da istersem yapabilirim. İçimdeki iki kadın da çok duygusal. Normal gördüğümüz bu insan -yani ev kadını dediğimiz ben- aynı duygusallığı taşıyor. Ve bunların ikisi bir araya geldiği zaman müthiş şeyler oluyor. Beni yoran şeyler oluyor.


* Ev kadını olabilir misiniz? Bence ev hanımlığı çok nankör bir meslek. Yemek yiyorsun orası güzel ama sonrası çok antipatik. Bir bulaşık yığını oluşuyor. Dolayısıyla çok nankör. Hep kendime `Yok yok ben en iyisi çalışayım. Yorgunluktan sürüneyim ama ev işi yapmayayım` demişimdir. Manasız geliyor.


* Zorunlu kalırsanız ev işi yapmaya... Yaparım. Yerleri silerim, çok güzel ev işi yaparım. Yurtdışında kaldığım zamanlar tek başımaydım. Dolayısıyla eldivenlerimi elime geçirip bulaşığımı da yıkıyordum.


* Ajda Hanım evde en iyi hangi işi yapar? Çok iyi ukalalık yaparım. (Gülüşmeler) O öyle olmamış, bu böyle olmamış derim... Çok iyi dikiş dikerim, çok iyi ütü yaparım. Hala terzi olmak yatıyor içimde... Kendime Burda dergilerinden kalıp çıkarıp elbise dikerdim yıllar önce. Hep tasarımcı olmak istedim ama olmadı. Dikişten çok iyi anlarım. Model çizmeyi seviyorum. Onun dışında işim, işim, işim...


* Sizi uzaktan tanıyanlar soğuk, mesafeli ve snob bulurlar, tanıyanlar ise `ay ne şekermiş` derler. Nedir kendinizde gösteremediğiniz? Bilemiyorum. Bir kopukluk oluyor herhalde... İnsanların içinde olduğum zaman yaşadığım ürkeklik belki geçmişte yaşadığım bir olayla ilgili olabilir. İnan sırf bunun için bir psikoloğa gitmeyi düşünüyorum. Bu benim içimde bir dert...


* Kalabalıklar arasında bir güvensizlik mi geliyor üzerinize? Güvensizlik değil. Ama bir yere girdiğimde herkesin bana bakması beni etkiliyor. Bir restorana giriyorsun ve herkes sana bakıyor. Ürküyorum. Ama bu çekimserlik ya da korkmak anlamında değil. Tedirgin oluyorsun o kadar insan sana dönüp baktığı zaman. Üstelik kendinin kim olduğunu da biliyorsun.


* Televizyonda da o rahatlığınız yok hala...


Olacak herhalde... Böyle şimdi birebir konuşmalar daha farklı tabii. İnsan kendini daha rahat hissediyor. Bu halimi daha çok seviyorum. MUTLULUĞU İÇİMDE ARADIM

Biz nerede arasak acaba mutluluğu.:smiley-cool:
 
Son düzenleme:
Hiç düşündünüz mü......!!!


Dünya'nın en ünlü aşçılarının erkek olmasına rağmen, neden bazı erkekler eşlerine evdeki mutfak işlerinde yardımcı olmazlar?

-Erkekler evde neden tüm özel işlerini dahi eşlerine yaptırırlar?

-Erkekler dışarıda “her işi biz yaparız” demelerine rağmen, neden bir bardak suyu kalkıp mutfaktan kendileri alamazlar?!

-Erkekler dışarıda koştururken, eve geldiklerinde neden sanki yürümekten aciz sakatlar gibi davranırlar?

-Erkekler evde neden bu denli tembel olurlar?

Çalışan bir aileyi ele alırsak: Çalışan karı koca aynı saatte evden çıkıp, aynı saatte eve geldiklerinde; kadın mutfağa koşarken, neden erkek hemen televizyon karşısına geçip, yan gelip yatmaktadır?

Aynı saatte evden çıkıp, aynı saatte evlerine gelen karı kocaların arasında erkek “yoruldum dinlenmem lazım” deyip rahatça koltuğa uzanıyor da, kadın aynı şeyi yaptığında neden kıyamet kopuyor?

Üstelik çocuklar sadece anneye aitmiş gibi, “sorumluluğu da anne olarak” kadının üzerinde olmasına rağmen, neden erkekler eşlerine yardımcı olmuyorlar?

Son zamanlardaki boşanma vakalarına baktığımızda, hep bu nedenlerle yorgun düşen kadınların ayrılık istediklerini görmekteyiz.

Eşlerine her konuda yardımcı olan erkeklerin, aile ortamlarında çok daha fazla huzur hâkim olduğu gözlenmektedir.

Diğer taraftan bencil, evinde eşine destek olmayan ve bir tabak hazır yemeği dahi tabağına koyamayıp eşine yük olan erkekler; ne kendileri mutlu olabiliyor, ne de eşlerini mutlu edebiliyorlar. Dolayısıyla ekonomik özgürlüğü olan hanımlarımız da, ilk fırsatta eşlerini boşamaktan başka çare bulamıyorlar.

“Hayat müşterek diyoruz. Fakat evliliklerde en çok kadının fedakârlık yaptığını görüyoruz.”

Ev kadınları için ise durum biraz daha farklı... Her ne olursa olsun kadın çalışmıyor evde oturuyor diye tüm özel işlerini, (giyim, temizlik, bakım vs) eli kolu tutmaz sakat ve hastaymış gibi kadınlarına yaptıran erkekler; bence kadını hizmetçi gibi kullanmaktan başka bir şey yapmıyorlar... Hatta bana kalırsa bu davranışlarıyla da, üstü kapalı ve sinsice kadını aşağılayıp, kendi egolarını yüceltiyorlar.

Avrupalı erklerin neredeyse tamamı kendi işlerini kendileri yaparlar. Evde iş paylaşımında en az kadın kadar erkek de sorumludur.

Bu durumdan kimse şikâyetçi değildir. Çünkü hiçbir ayrım olmadan, ister çalışan hanım olsun, ister ev hanımı evde iş paylaşımı aynıdır.

Bu durum hiç değişmez. Dolayısıyla Avrupalı erkeklerin pek çoğu tek başına rahatlıkla yaşayabilirler.

Oysa bazı Türk erkeleri tek başlarına yaşayamadıklarını ifade ettiklerini sık sık duyarız. Hatta bazı erkeklerin sırf kendilerine baktırmak üzere eş seçtikleri dahi görülmüştür. Duruma bakılırsa bazı erkekler evlenirken hayat arkadaşı değil de, kendilerine hizmetçi seçmektedirler…

Bazı erkekler eşlerini iki tabak yemek için, bir ömür boyu kendine kul köle yapıp, tüm hizmetini yaptırmaktadırlar. Bu hizmetleri ricayla değil de, mecburen yapması gerektiğini ona her fırsatta söylemektedirler. Kaldı ki akıllı bir kadın zaten kendi görevlerini bilir.

Bu sözlerden birkaçını hatırlayalım:

-Sen kadınsın yapmak zorundasın.

-Seni boşuna mı besliyorum?

-Sen ne işe yararsın?

“Kadının saçı uzun aklı kısadır” gibi onur kırıcı ve aşağılayıcı sözleri ise, her fırsatta kadınına söylemeyi çok doğal görürler.

-Evde ne işin var akşama kadar oturuyorsun... (Oysa ev işlerinin dünyanın en zor işleri olduğunu, bir bardak suyunu dahi kendisi kalkıp alamayan erkek nasıl bilecektir?)

Bu tarz erkeklere ne yapsanız yapın yaranamazsınız. O zaten sizde hata aramak için hep bir bahane bulacaktır… Elbette bu vahim durum bir ömür boyu devam ederse, ezilen kadının ruh sağlığının bozulması kaçınılmaz olacaktır.

Çözüm nedir?

Çözüm tek taraflı mutluluk değildir.

Çözüm eşler arasında karşılıklı yardımlaşmadır.

Çözüm ailede bir tek erkeğe yapılan hizmet değildir.

Çözüm sevgiyle iş yaptırmaktır, zoraki değil.

Çözüm kadını onurlandırarak ondan hizmet beklemektir, aşağılayarak, küçümseyerek ve zorlayarak değil.

Bu sevgi ve hoşgörü temellerini kurmak ise, ailede babanın en önemli görevidir.

Baba kadınına nasıl davranırsa, çocuklarda annelerine öyle davranırlar.

Baba anneyi onurlandırırsa, tüm aile ve akrabaları da anneye onurlandırır.

Baba kadınını sayıp yüceltirse, ailesi de gelinlerini yüceltir.

 
HEP SEVGİLİ KALMAK

Bütün ilişkiler hep böyle başlar.Hep sevgili kalmak üzere kurulur beraberlikler.Hep aynı kişiyi,hep ömür boyu,hep bıkmadan usanmadan ve hep en iyi yönleriyle göreceğimizi düşünerek,iyi ve kötü günlerde hep seveceğimize inanırız.Bu hep’ler maalesef bir gün anlam değiştirir.Bu sefer hep aynı adam ya da kadın,hep aynı şeyler,hep aynı alışkanlıklar,hep aynı saç modeli,hep aynı espriler,hep aynı hayat ve bir bakmışız ki monoton,içi boşalmış bir ilişki.
Ne oldu da böyle oldu ve ne oldu da o sihir kayboldu diye düşünmeyiz bile.Düşünürüz diyenler de aslında karşısındaki insanın yanlışlarını düşünür.Her şey hep ‘o’ nun yüzündendir.

Çünkü bizler karşımızdaki insanların değişeceği ve tam bizim istediğimiz gibi bir insan olacağı inancıyla pembe gözlükler takarak başlarız ilişkilerimize.Bu bütün toplumsal ilişkiler için geçerli bir tavırdır.Arkadaşlarımızı değiştirmeye ve mümkünse kendimize benzetmeye bayılırız.Hele çocuklarımız illa ki ya anneye ya da babaya mutlaka benzemek zorundadır.Onlar biz nasıl istiyorsak öyle düşünmelidir,öyle giyinmelidir,bizim istediğimiz arkadaşlarıyla görüşmelidir.Çocuklarımızın kendilerine has kişilikleriyle,huy ve karakter yapılarıyla doğduklarını hem görmek hem de kabullenmek istemeyiz.

Evleneceği erkeğin aşırı derecede içki içtiğini bilen bir kadın bu alışkanlığı ‘zamanla geçer,düzelir,evlenince bırakır’ düşüncesiyle yani ‘onu değiştiririm’ düşüncesiyle görmezden gelir ve aslında alkolik bir adamla evlenir.Düzelmezse ki düzelmez,üstüne bir de çocuk yapılır ve hayatlar içki şişeleri arasında kaybolur gider.
Beraberliklere başlarken en sevimli,en iyi,en şefkatli,en sıcak yönlerimizle yani ağır bir makyajla başlarız.Ve en önemli ilk yanlışı burada yaparız

Kaç kişi bir ilişki yaşadığı insana şöyle bir soru sormuştur: Birbirimizin olumlu yönlerini biliyoruz,peki olumsuz yani kötü diyeceğimiz hangi huylarımız var? Muhtemelen hiç kimse böyle bir soru sormaz.Çünkü kimse kendisinin olumsuz tarafları olacağını kabul etmez.
Oysa dürüstçe oturup bunları konuşmak,sonradan ortaya çıkacak kötü sürprizlerin önüne geçer.Birbirlerinin ağzından en çok neye sinirlendiklerini,hangi tür davranışlardan rahatsız olduklarını yani ‘olmazsa olmaz’larını bilseler bu daha mertçe bir tutum olmaz mı?

Bazı uzmanlar aşka ömür biçiyorlar ve üç yıldan fazla sürmeyeceğini iddia ediyorlar.Belki o ilk iç kıpırtıları,o heyecanlar, dünyanın sekizinci harikasına bakar gibi hayran hayran birbirini süzmeler biter ama aşkın biteceğini iddia ederken bu kadar kesin yargılarda bulunmak da çok doğru olmaz.Belki aşk kavram olarak nitelik değiştirir.Ama içerik aynı kalır.Gerçekten aşk varsa saygı da vardır,ilgi de vardır,sahiplenme de vardır ve bunları yok ettiğinizde geriye zaten ilişki adına da bir şey kalmaz.Aşkın ömrünü tayin ederken,hala birbirine deli gibi aşık olan 40-50 yılı devirmiş ilişkileri nereye koyacağız?Ya da aşktan deli divane olarak birlikte olan ve 3 ay sonra birbirlerine sırtını dönüp giden insanların aşkını nasıl yorumlayacağız?

O nedenle ayrıntıları bir kenara bırakıp o önemli sorunun ip uçlarına bakalım:Ne yaparsak aşkın devamını sağlayabiliriz?Ya da nasıl hep sevgili kalabiliriz?
Yazar Pearl Buck’ın çok güzel bir sözü vardır:Sevgi, sadece büyümesi durduğunda yok olur.
Evet,durum tam olarak budur.Eğer emek harcamıyorsanız aşk biter.Aşk için katkınız olmalı,çaba göstermelisiniz.Demek ki ilk kural işleri oluruna bırakmayacağız,nasıl olsa beni seviyor deyip,kulağımızın üzerine yatmayacağız.

Ayrıca ;
• Sürprizler herkesi mutlu eder.Sürprizler yapacağız.
• İş çıkışına yakın işyerine ani bir baskınla yemeğe çıkma teklifi çok şaşırtıcı olur.
(Mesai olup olmadığını önceden öğrenmekte fayda var tabi)
• İşyerine küçük hediyeler göndermek de ilginç bir yöntemdir.
• Sabah kalktığında görebileceği her yere süslü kağıtlara yazılmış küçük notlar bırakmak hoş olur.
• Olumlu özelliklerini herkesin içinde duyurmak önemli bir etki yaratır.(Biz genellikle tersini yaparız.)
• Akşamları TV karşısında geçen anlar hayatımızın boşa akıp gittiği anlardır.Artık yapmayı unuttuğumuz karşılıklı sohbetlere bir an önce başlamak çok yararlı olur

Bu öneri özellikle kadınlar için; birlikte maç izlemek tahminlerinizin ötesinde bir etki yapar.Hele bir derbi maçıysa ciddi olarak hoşlanabilirsiniz bile.
• Çocuklarınız varsa ve boyunuzu aşmış olsalar bile onları evde bırakıp baş başa olabileceğiniz fırsatlar yaratmak(yaşınız kaç olursa olsun) çok önemli bir kuraldır.
• Yine uzun süreler olmasa da birkaç günlük tatil kaçamakları da önerilen bir yöntemdir.
• İlla çok pahalı olması gerekmiyor ama hediye almak mutlaka yapılması gereken bir davranıştır.
• Birbirinizi hoş ifadelerle çağırmak ve bunu da günlük yaşamda sık sık yapmak harika olur.
• Bir kadın için en itici şey, evde atlet ve pijamayla dolaşan bir erkektir.Kıyafetlere,saç sakal bakımına önem vermek şart.

• Aynı şey bir erkek için de geçerli, bakımsız bir kadın kadar itici başka bir şey olamaz.(Bu da illa ki pür makyaj olunacak demek değil,makyaj ve bakım farklı şeylerdir.)
• Sürekli şikayet eden,mutsuz,çok konuşan ve dedikodu yapan hiç kimse uzun soluklu bir aşk beklemesin.Asla böyle bir şansları olmayacak.
• İlişkilerde tartışma olur ve doğaldır ama bütün tartışmalar yatak odasının dışında kalmalıdır.
• İki kişinin ilişkisi yine iki kişiyi ilgilendirir. Sorunlar asla başkalarıyla paylaşılmamalıdır.Başkalarına anlattığınız her şey o insanlara ilişkinizde söz sahibi olma hakkı tanır.Bu da en tehlikeli durumdur

Bu önerileri böyle sayfalar dolusu sıralayabiliriz ama bilinmelidir ki en önemli kural,karşımızdaki insana değer vermektir.Düşüncelerine saygı duymaktır.Diş macununu niye ortadan sıktığı,ya da havluyu niye yerine asmadığı gibi ayrıntılar değildir.
Başkaları için yaptığımız bütün incelikleri önce beraber olduğumuz insan için yapmaktır.Onunla bir hayatı gerçekten paylaşmaktır.
Jo Coudert’in dediği gibi,

’Aşkın aritmetiği tektir.İki yarım bir bütünü oluşturmaz.
Yalnızca iki bütün bir bütünü oluşturur.’

 
slm derin bende monoton hayatı olan bir ev hanımıyım ,hiç bir sıkıntım sorunum olmamasına rağmen neden ev kadınları kendini yalnız hissederler ,bilen varsa bana da yazın lütfen..
 
slm derin bende monoton hayatı olan bir ev hanımıyım ,hiç bir sıkıntım sorunum olmamasına rağmen neden ev kadınları kendini yalnız hissederler ,bilen varsa bana da yazın lütfen..

hiç bir sıkıntın olmaması yüzündenn olabılır mı acaba ?? :jeyyar:
 
hiç bir sıkıntın olmaması yüzündenn olabılır mı acaba ?? :jeyyar:

sıkıntı olmamasıda hayatta büyük bir sıkıntı tabiki çünkü uğraşacak birşeyler yok:1no2:çözüm aranacak,çözüm bulunduğunda rahatlanacak ya da bulamadığımızda nerde hata yaptık diye düşünebileceğimiz sıkıntılarımızın olması şart tabiki hayatın olmazsa olmazlarındandır busenağlama
 
ev de aynı işleri yapmaktan sıkılmıştım arada bir beni de arayın ben de varım....
 
SU GİBİ OL......


Şimdi sen Su olduğunu düşün. Su kadar özel,
su kadar faydalı ve su kadar çok… Tükenmez…
İnanıyorum ki, gerçekten de öylesin. Ama ister çesmelerden dökül,
ister göklerden yağ, ister nehirler dolusu ak, dibi olmayan bir kovayı dolduramazsın.
Yani; seni dinlemeyenlere sesini duyuramazsın…
Unutma! Daha çok bağırdığında daha çok dinlenmezsin…
Gürültünün parçası olursun sadece.
Suyun yanında olanlar Suyu en az içenlerdir. Çünkü; su nasılsa burada,
lüzum yok ki suyu kana kana içmeye diye düsünürler…
Aynen, sesini sürekli duyanların seni dinlemedikleri gibi!
Ormandaki hiç bir hayvan, ırmağın gürültüler koparan yerinden
su içmeye çalışmadı şimdiye kadar. Hepsi, hep sabahın
en sakin anını bekledi Suyun durgun yerlerini bulabilmek için,
gittiler ve sakin sakin ihtiyaçlarını giderdiler.
Onlar için en uygun olan ve kendi istedikleri zamanda…

Sen, hep bir su olduğunu düşün. Su gibi güzel,
su gibi yararlı, su gibi vazgeçilmez…
Ve su gibi hayat kaynağı olduğunu düşün. Ama su gibi
yaşatıcı ol, su gibi yıkıcı, sürükleyici ve öldürücü değil!..
Sen bir su ol… Ama rahmet ol, afet değil!
Su isen tarlalarını basma insanların, yuvalarını yıkma,
ocaklarını söndürme, sana felaket denmesin!
Su isen bir bardağa sığabil ki; damarlara giresin!..
Su yüce ALLAH’ın insanlar için yarattığı en büyük nimetlerden biri…
Suya benzediğini unutma! Su gibi özel, su gibi güzel,
su gibi faydalı, su gibi lüzumlu ve su gibi bitmez,
tükenmez olduğunu da unutma.
Ayrıca su gibi sakin olabileceğin gibi, su gibi de
kiyametler koparıcı olabileceğini unutma…

Unutma; senin işin rahmet olmak, afet değil !
Vadiler varken önünde ve ovalar varken,
yayılabileceğin küçük ırmaklara ayırabiliyorsan kendini
ve bardaklara bölebiliyorsan, hayat verirsin çevrene.
Ve yaşayabilirsin dünya dönmesine devam ettiği müddetçe…
Yoksa hep duyulmayan, dinlenmeyen, korkulan ve
kaçılan olursun; seller, afetler gibi…
Tercih elindeydi hep ve hep de senin ellerinde olacak…
Ya tutmayı öğreneceksin dilini veya hiç durmadan
konuştuğun için, sadece bomboş ve anlamsız sesler çıkartan
birisi olduğunu zannettireceksin çevrendeki insanlara!
Ama yapman gereken şu, değil mi?
Düşüneceksin ne zaman ne söyleyeceğini.
Düşüneceksin kimin dinleyip dinlemediğini,
kimin anlayıp anlamadığını. Düşüneceksin
anlatmak istediklerinin ne kadarını anlatabildiğini…

Hatta anlayanların anladıklarının da senin anlattıklarının
ne kadarı olduğunu düşüneceksin…
Ve konuşmak için en uygun zamanı bekleyecek, en az
ama en uygun kelimeleri seçmeye çalışacaksın…
Ahmak olmayan yolcuların, önceden aldıkları biletleri ceplerinde
olduğu halde, saatlerini kontrol ederek, vakit yaklaştığında,
vapurun kalkacağı iskelede hazır olmaları gibi, sen de
fikrini bildireceğin kişinin kıyıya yanaşmasını bekleyeceksin!..
Demeyeceksinki, ben canım isteyince giderim iskeleye,
vapur da o saniyede gelmek zorunda!..
Demeyeceksin ki, aklıma geleni aklıma geldiği biçimde
söylerim. Karşımdaki de değil duymak, değil dinlemek,
anlattığımdan bile fazlasını anlamak zorunda!..
Keşke öyle olsaydı. Keşke haklı olsaydın,
ama maalesef değil…

Ağzını açıp şelaleden dökülen suyu içmeye çalışan
bir tavşan gördün mü hiç ?..
Veya önüne çıikan ağaçları dahi sürükleyen bir selden
susuzluk gidermeye uğraşan bir ceylan gördün mü ?
Kaplanlar bile içebilmek için suyun durulmasını bekler,
beyni olan her yaratık gibi!
Hadi… Sen şimdi su olduğunu düşün, ve kendini su gibi hisset…
Su gibi özel, su gibi güzel, su gibi berrak, su gibi yararlı…
Su gibi hayat kaynağı ve su gibi bitmez, tükenmez olduğunu hatırla…
Ama yine su gibi bir küçük bardağın içine sığdır ki kendini;
girebilmeyi öğren insanların damarlarına.
Hayat ver…
Vazgeçilmez ol !!..
 
günaydin bayanlar benide alin aranizi bende evdeyim tabi ev isinden cocuklardan firsat kalirsa oturuyorum pc nin basina hepinize hayirli günler
 
hosbulduk canim ben almanyada yasiyorum ve bazi günler özellikle hava kötüyse(buranin havasi pek te iyi olmaz) iyice bunaliyorum
 
hosbulduk canim ben almanyada yasiyorum ve bazi günler özellikle hava kötüyse(buranin havasi pek te iyi olmaz) iyice bunaliyorum

evet biliyorum orda yaşayan akrabalarım vara.sneyseki ben güneşin hiç eksilmediği bir yerde yaşıyorum kıştan pek hoşlanmam:1no2:iyice tırlatırdım herhalde:1shok:bende bu sıralar çok bunaldım burayı keşfettim biraz okuyorum birazda paylaşıp yazıyorum kafam dağılıyor:kahve:sende paylaşmak istediğinde beklerim sevgiler...a.s.
 
benide kabul edermisinizzzzz bende evde calisanlardanim
 
günaydın arkadaşlara.s.öğlene yemek yapmam lazım ama ne yapacağımı bilemiyorum:1no2:strese girdim:sm_confused:
 
beni de aranıza alın nollluuuurrr:nazar:

ben çalışıyorum, ona rağmen o kadar monoton bir hayatım varki anlataaaamammmm.ben depresiv doğdum galiba.:a015:
 
günaydin bayanlar emiy cocuklardan ve esimden bana sira gelmiyor ki pc nin basina oturayim bugün cocuklar okulda esim iste ben bosum ama temizlik yapcam bende arada bir bakip cikiyorum
 
merhaba arkadaşlar ben biraz sinirli bir gün geçiriyorum kızım bardak takımımı kırdı halımı ve kanepemi kıpkırmızı ruj yaptı ve bunları yapması saniyeler sürdü benim temizlemem tabi saatler:a015:iş yapacaktım ama yetti bugünlük şimdi uyuttum az sorada eşim gelecek telefon et:bbo:ti bugün erkenci:sm_confused:neyseki yemeğim vara.shavada yağmurlu bugün güneşe alışmışım içim bayıldı valla
 
kizlar ya canim hic is falan yapmak istemiyo yatmak istiyorum onada kiz sagolsun uyutmuyo gözümü kapattimmi anne uyuma diyo
 
X