- 29 Mart 2010
- 10.477
- 2
- 37
Aşağıdaki yazı Demir le benim hikayemiz. Üç kısımdan oluşuyor: Hamilelik öncesi, hamilelik dönemi ve doğum. Sıkılmadan okumanız dileklerimle:
10 Mart 2010, sabah saatleriydi... Topu topu iki ay olmuştu O'nu aramıza katmaya karar vereli. O'nun aramıza katılmaya karar vermesinin bu kadar kısa sürmesine ise hala şaşırıyorum.
Evimiz Şişli Etfal Hastanesiyle aynı sokaktaydı. Sıra sıra eczanelerle dolu bir sokak işte. Daha önce defalarca ''aman tanrım yoksa hamile miyim?'' paniğiyle test almaya gittiğim eczanelerden birine gitmedim bu sefer, bu sefer başkaydı, bu sefer orda olmasını istiyordum. İki ayda olmazdı tabi ki, birazcık beklememiz gerekecekti, ama yine de başka bir eczane seçtim, testimi aldım eve döndüm. Bir sigara yaktım. Düşündüm sonra '' belki de bu son sigaram olur''... Reglim sadece ve sadece bir gün gecikmişti, gecikme bile sayılmaz. Hamile olsam bile testte çıkmama ihtimali çok yüksek. Şimdiden sabırsızlanmaya başlamıştım, belki de aylarca sürecek bir çabalamanın başlarındaydık oysa ki, sabırlı olmam gerekecekti.
Testi yaptım, beklemeye başladım. Daha önce o testi her yapışımda korkudan yüreğim ağzıma gelmiş olmasına rağmen o ikinci çizgiyi görmek istiyordu bir yanım aslında. Her seferinde inanılmaz bir rahatlama eşliğinde garip bir hüzün kaplardı içimi. Bazen gözlerim yanılırdı, ikinci çizgiyi görürdüm hayal meyal, gözlerimi kapatıp açtığımda geçerdi. Bu sefer geçmedi sanki. Allah allah... Emin de olamıyorum ki çok silik bir çizgi bu. Var mı yok mu... Plasebo etkisi galiba.
Testi kaptığım gibi eczaneye girdim tekrar. Testi gösterdim. ''Bu pozitif demek mi şimdi, çok çok silik bir çizgi daha var galiba siz de görebiliyor musunuz?'' diye sordum. Yanımda ilaç almak için gelmiş yaşlı bir teyze vardı. Eczacıdan önce o cevap verdi: '' Benim kızımın da testi böyle silik çıkmıştı evladım, allah bağışlasın hamilesin.'' Gözlerim dolu dolu eczacıya çevirdim başımı, başını salladı gülümseyerek, hüngür hüngür ağlamaya başladım sonra, koşarak çıktım eczaneden evime attım kendimi. Üç-beş minik hücre için ne büyük bir coşku, nasıl tarifsiz bir sevinç...
Önce babasına haber vermeliydim tabi. Bilen bilir söylüyorum hep, dünyanın en duygusuz anıydı heralde kocamla hamileliğimi paylaştığım an, hamburgercide bile çok daha romantik dakikalar yaşamışızdır. Hamileyim dememin üzerine toplantıdayım diye bir cevap geldi telefondan. Keşke akşam olmasını bekleseydim, keşke planlasaydım, keşke keşke keşke... Hamileliğimin ilk ve tek keşkesi oldu bu olay. Sonrası güllük gülistanlık muhteşem bir hamilelik...
13 Mart 2010, seni ilk defa o zaman gördüm miniğim. Gördüğüm sen bile değildin aslında, minicik bir keseydi. 4.47 mm boyutunda minicik bir kese, içinde sen olacaktın daha sonra. O ufacık lekeyi o kadar çok sevdim ki ben. Tarifi imkansız bir heyecan yaşattın bana. Önüme gelen herkese hamile olduğumu söylemek istiyordum. ''Ben hamileyim!!'' Ne kadar güzel bir cümle değil mi. Telefonlar, tebrikler, heyecanlı sesler, sevinç gözyaşları... Sen buydun işte, inanılmaz bir heyecandın sen miniğim. Benimdin. Benim içimdeydin. Canımla can katacaktım sana, koruyup kollayacaktım içimde, sevgiyle besleyecektim. Seni sonsuza kadar çok sevecektim.
Mükemmel bir hamilelik yaşattın anneciğim bana. En ufak bir sorunum olmadı uzunca bir süre. Mide bulantıları, baş dönmeleri, halsizlikler yakınımdan bile geçmedi. İkimiz de çok sağlıklıydık hep. Seninle mükemmel bir uyum içindeydik miniğim, sen ve ben, harika bir bütünün parçalarıydık.
5 Mayıs 2010 günü erkek olacağını öğrendik oğlum. Babanın gururu tarif edilemezdi. Ben şoktaydım itiraf ediyorum. Oğlum olması fikrine alışmam iki hafta sürdü. İki hafta sonra ''tamam dedim, ben zaten oğlan anası olmak için yaradılmışım :) ''. O gün ismin hazırdı kafamda. '' Demir '' olmalıydın sen, demir gibi turp gibi bir bebektin sen zaten. Ama babanın ismini kabul etmesi haftalar sürdü ne yazık ki, neyse geç olsun güç olmasın Demir'im.
Haftalar geçirdik beraber. İlk hareketlerini Mayıs sonu gibi hissetmeye başladım. İlk tekmeni iste 8 Haziran günü attın anneciğine. O günden beraberliğimizin son haftalarına kadar kıpır kıpırdın içimde. Doktorları çıldırttın, beni çok mutlu ettin. İçimde dönüp durduğun her saniye varlığın anlam kazandı. Büyümen güçlenmen çok hoşuma gitti oğlum, gurur duydum seninle. Sürekli gezdik, haftanın üç günü dışardaydık. Spora gittik, yüzmeye gittik, alışveriş yaptık beraber, tatile gittik, Ege turu yaptık miniğim. Gezmeyi çok sevdin hep. İçimde minicik ayaklarınla dünyaları katettin aslında. Yedik içtik herşeyi sonra. Hiç yemek seçmedik seninle. Çok güzel beslendik. Sonunda da tosun olduk zaten :)
34. haftaya kadar sorunsuz problemsiz geçen beraberliğimizde 34. haftadan sonra ağrıları sızıları başladı anneciğinin. Oturup kalkmak, yatıp uyumak, sokağa çıkmak zor gelir oldu. Senin de yerin daraldığından herhalde az kıpırdar oldun içimde, çok uyuyup az oynuyordun artık. Birkaç kez hastaneye gittik hatta oğlum, çok kızdım sana hareket etmediğin için, üzdün beni Günler geçtikçe ben mutsuzlaşmaya, sen hareketsizleşmeye başladın iyiden iyiye. Derken...
Hamile olduğumu ilk öğrendiğim günden beri normal doğum istemiştim. Doğum bir eylemse, ancak ve ancak bu eylemi gerçekleştirerek ''doğurdum'' diyebilirdim. Başka seçeneğim yoktu. Demir 28. hafta itibariyle normal doğum pozisyonu almış, 34. hafta itibariyle de kanala baskı yapmaya başlamıştı. Doğuramamam için hiçbir engelim yoktu son günlere kadar.
Birkaç kez hastane ve doktor değiştirmek zorunda kaldım hamileliğim boyunca, uzun ve sıkıcı bir hikaye. Doğum yapmaya karar verdiğim hastaneye ikinci gidişimdi henüz. 23 Ekim 2010 günüydü. NST de sancı çıkıverdi birden. 36. hafta sonlarındaydık, çok erken değildi doğum için. Zaten ben de sabırsızlanmaya başlamıştım iyiden iyiye, oğlumu biran önce kucaklamak istiyordum. Ama doğanın en iyisini bildiğine inancım sonsuzdu. Eğer Demir'imin gelmesi gerekiyorsa gelirdi, paniklemedim o yüzden çok fazla. Doktor NST nin birkaç gün içerisinde tekrarlanması gerektiğini söyledi. Bebek sıkıntıya girebilir dedi, bir hafta daha bekleyemeyiz. Eve döndüğümüzde endişeden çok heyecan yaşıyordum. Sancılarım başlamıştı, doğuma çok az kalmıştı, oğluma kavuşmama belki de saatler vardı. Gece belki sancılarım artar umuduyla bekledim de bekledim ama ne gelen vardı ne giden.
Pazartesiyi ettim sancı bekleye bekleye ama sancılarım artacağına azaldı, ve geçti gitti. Kayınvalidem geldi o gün. Hamileliğimin kalan günlerinde ve lohusalığım boyunca yardımcı olacaktı bana. Doğumun bu kadar yakın olabileceğini hiç tahmin etmemiştik biz. Salı sabahı hadş hastaneye gidelim dedim kendisine, NST tekrarlanacak sen de torununu görmüş olursun. Doğum yapacağım hastane uzakta olduğu için yakındaki bir başka hastaneye gittik. Çatı muayenesi denilen birşey var ya hani hamilelerin korkulu rüyası, kadın dedi yat bakalım. ''Bu çocuğun burdan sağ çıkma ihtimali yok.'' dedi muayene sonunda. Bana bu cümleyi kurdu. Başımın döndüğünü, dizlerimin gevşediğini hissettim önce. Ben normal doğum yapamayacaktım, ben eksiktim, doğanın kadınlara bahşettiği bu zevki tadamayacaktım ben. ''Kesinlikle yapmazsın'' dedi doktor. Şu an kim bilir nerde bir kağıtta yazılı ama adını hatırlayamadığım bilmemne kemiğim çıkıntılı, bilmemne çıkışı dar ve kapalıymış. ''Üzülme, elinden birşey gelmez ki bu konuda'' dedi. düşününce hak verdim. Kendimi toparlayabilmek için NST odasına gitmeye ve NST sonucundan sonra ayrıntılı konuşmaya karar verdim.
NST odasına girdik, kayınvalidem beni teselli etmek için normal doğumun zorluklarından dikişlerden ağrılardan bahsetmeye başladı ama hissediyordum ki o da üzülmüştü. Kalp atışlarını dinlemeye başladık oğlumun, ben o ritimle biraz sakinleştim. Dedesine telefon edip sesini dinlettik hatta miniğimin. Benim kafamda binlerce düşünce öylece geçirdim o 20 dakikayı. NST çıktısını alıp doktora gittik tekrar. Elimdeki sonuca baktığımda sancı görmüyordum hiç, doktor da bunu söyleyecekti tabi. Ama oğlumun kalp atışlarına dikkat etmemiştim hiç, küt küt atıyordu işte, grafiğe niye baksaydım ki. ''Bebek biraz sıkıntıda'' dedi sonra doktor. Hayal meyal hatırlıyorum. ''Doğuma alınmanız gerekebilir, NST yarın tekrarlansın''. Sezeryanı kabul edebilirdim, sorun değildi, ama oğlumun sağlığı bozuk olamazdı, olmamalıydı. Herşey dört dörtlüktü şu ana kadar. 40. haftada bebeğini karnında kaybeden bir kadın okumuştum, hüngür hüngür ağlamıştım, kendimi yerine koyup hislerini anlayamamıştım bile, uyuşmuştum kadının halini düşündükçe. Doktor bu cümleyi kurduğunda en kötüsünü düşündüm işte niyeyse, eve dönüş yolu çok zorluydu. Ertesi sabaha doğumu yaptıracak doktorumuza randevu aldık. Ankara'ya ailemizin geri kalanına haber verdik. Ertesi gün acil ameliyata alınabilirdim. Neler hayal etmiştim doğumumla ilgili, neler istemiştim, neler oluyordu. Eşim sakin görünmeye çalışıyordu ama o da beni suçluyordu bir yandan. ''Belki aç gitmişsindir, sezeryan fikrini duyunca moralini bozup oğlumu germişsindir'' diyip duruyordu. Salıyı çarşambaya bağlayan o gece benim için çok zordu, sabah randevu saatinin gelmesini beklemek de gerginliğimi arttırmaktan başka bir işe yaramamıştı.
Randevu saatimiz geldi, doktorun kapısından içeri girdik, durumu açıkladım. Önce yat muayene edelim dedi, doktorun dediklerini tekrarladı, normal doğum yapamayacaktım. Zaten o an benim için çok önemli değildi bu durum artık. Sonra NST odasına gittim. Monitörü gözümle takip ederek yaklaşık yarım saat geçirdim içerde, durum aynı görünüyordu, dünkü gibiydi durum, kalp atışları fazla stabildi. Soğuk soğuk terlediğimi hissediyordum. Ve kalbimin üzerinde oturan birşeyler vardı, her nefes almaya çalışmamda baskısını arttırıyordu sanki. Gerginliğim iyice artınca oğlum da büsbütün oynamaz oldu içimde. Doktorun odasına gittik son kez, korka korka... ''Durum pek iyi değil'' dedi doktor, ''pazartesiye kadar bekleyebiliriz ama garanti veremem, karar sizin, yarın da alabiliriz''... GARANTİ VEREMEM! Neyin garantisi ? Oğluma ne olacak ? Pazartesiye kadar nasıl bekleyebilirim kalbimin üzerindeki bu ağrıyla. ''Siz dışarı çıkıp karar verin'' dediler sonra bize. Üçümüz çıktık dışarı. Babası bana baktı, ''bence yarın olsun'' dedi, ağlamaya başladım. ''Neden ağlıyorsun'' dedi, karar vermek zorunda kalmak çok zordu, ''nasıl ağlamam'' dedim, ''oğlumu erkenden kesip alacaklar, bunu yapmaya hakkımız var mı, beklersek de bebeğimin hayatı riske girecek, nasıl ağlamam''...
Karar aşaması acılıydı, ama doğru karar verdiğimizi biliyordum, yapmak zorunda olduğumuz şeyi yaptık, perşembe gününe ameliyat ayarlayacaktık. 37 haftalık heyecanlı bekleyişim, hiç ummadığım bir şekilde ertesi gün sona eriyordu. Neler olacağını, neler olabileceğini hiç bilmiyordum. Allaha sığınıp gözyaşlarımı içime akıtmaya başladım o dakikadan sonra.
Sonrası tam bir koşuşturmaca oldu zaten. Ameliyat için ayarlamalar, anestezi uzmanıyla görüşme, spinal sezeryana karar vermem, yoğun bir telefon trafiğiyle Ankara'daki ailemizi çağırmamız, onların apar topar hazırlanıp yola çıkmaları, evdeki son eksikleri halletmeye çalışmamız, çantaları kontrol etmemiz, birbiri ardına yoğun bir koşturmacaya girdik birden. Olanlar aklıma geldikçe ağlamaya başlıyordum ama oğluma kavuşmama sadece bir gün kaldığını düşündükçe de heyecandan yerimde duramıyordum sanki. Ben anne oluyordum, sadece bir gün sonra sıfatım değişecekti, anne olacaktım ben, inanamıyordum.
Gece annemler Ankara'dan geldiler. Eve geldiklerinde saat 1'i geçmişti. Çok heyecanlıydı herkes. Benim korkularımı yatıştırmak adına sakinmiş numarası yapıyorlardı, fakındaydım, ama evde bir gerginlik olduğu belliydi. Saat 4'e doğru yatıp uyuyabildik ancak. Demirle beraber son gecemdi, son kez o karnımdayken girdim o yatağa. Doğru dürüst uyuyamadım tabi, sabah 8de zıpladım kalktım zaten. Bütün ev benin uyanmamı bekliyormuş, birden koşturmaca başladı evin içinde. Herkes kahvaltı yaparken ben duşumu aldım, kuaföre indim geldim, oğlumun odasını kontrol ettim, eksik kalmaması için tekrar tekrar gözden geçirdim herşeyi. Ameliyat saat 1deydi, 11de eşimle evden ayrıldık.
Şakır şakır yağmur yağıyordu 28 Ekim günü. Yol boyunca çok gergindim. Sessizdik. Eşim arada sırada ellerimi avuçlayıp öpüp kokluyordu, gerginliğimi azaltmak yerine daha da arttırıyordu aslında ama ona belli etmedim. Hayati tehlikesi az olan bir ameliyat olsa da sonuçta açık bir karın ameliyat geçirecektim. Kafamda binlerce kötü düşünce kurguluyordum. Belki babası oğlumuzu bensiz büyütmek zorunda kalacaktı, belki ben son kez biniyordum kocamla o arabaya. Şimdi çok saçma geliyor tabi, ama o an o kadar gerçekti ki bu düşünceler arada sırada gözlerimden birkaç damla düşmesine engel olamıyordum.
Sonra hastaneye ulaştık. Odanın ayarlanması, eşyaların yerleştirilmesi filan derken saat 12.30 oldu bile. O arada da yakın bir arkadaşım, bizden sonra evden çıkan ailemiz, son günde telaşla ayarlanan doğum fotoğrafçısı (istediğim kişi olamadı, sağlık olsun) katıldılar eşimle bana. Odada beklerken hemşireler gelip hazırlanmam gerektiğini söylediler. Bir tanesi NST cihazını ayarlarken, diğeri bir önlük uzattı bana. '' Poposu açık olanlardan mı'' diye sordum, gülümseyerek evet dedi hemşire. Heyecanım inanılmaz artmıştı. Korkularım artık zapt edilemez derecedeydi zaten. Hazırlandım, son kez NSTye girip Demir'imin kalp atışlarını dinledim. Herkes odada bana bakıyordu. Derken hastamızı almaya geldik dediler kapıdan giren birileri. Anneme baktım hüngür hüngür ağlıyordu, gülümsemeye çalıştım. ''Kim inecek aşağı hastayla'' dediler birileri eşi gelsin derken ben de kocam tabi ki diyordum. Yanıma geldi, elimi tuttu, yeniden ağlamaya başladım. '' Herşey çok güzel olacak, bana güven'' dedi sevdiğim erkek. Fotoğrafçı ''Aaa ağlıyor musun, ne var ağlanacak'' dedi. Hemşire ve hastabakıcılar gülümsediler. Sustum...
Ameliyathanenin kapısında buraya kadar dediler eşime, bakıştık, o kapının diğer tarafında kaldı, biz soğuk olan içeri girdik. İnanılmaz pozitif bir elektrik vardı bütün çalışanlarda. ''Aman tanrım cdyi yukarda unuttum dedim'', güldüler ne cdsi dediler. ''Demir'in cdsi dedim, karnımdayken onu dinledik beraber hep, doğumda da çalsın istiyorum''. Hemen babayı gönderip aldırıyoruz dediler. Uyutma ve uyandırma odasına götürdüler sonra beni. Fotoğrafçımız yanımdaydı hep, kendisine teşekkür ederim çok yardımcı oldu. Genel anesteziden uyanmaya çalışan bir bayan vardı, ikiz doğum yapmış, onun inlemelerini duyuyordum. O an güçlü hissettim kendimi. Dimdik durmalıydım, ameliyatta bir problem çıkarsa uyuturlardı beni, oğlumu göremezdim. Ben ilk görmeliydim onu, ilk kez ben dokunmalıydım. Güçlendiğimi hissettim.
Bir hemşire geldi sonra, sonra da doktorum gelip elimi tuttu, nasıl olduğumu sordu ve hemşireye hadi patlatmadan bir damar yolu açıver dedi. Onlar gülüşüyorlardı ama ben panik olmuştum komik bir şekilde :) Damar yolum açıldı, ameliyathaneye soktular beni. Cd çalar bozulduğu için epey uğraştırdım içerdekileri ama düzeltemediler. O kadar mutsuz oldum ki nerdeyse eşimden laptop isteyeceklerdi, tamam dedim abartmayalım gerek yok. Anestezi uzmanı geldi sonra. Pozisyonumu aldırdı. Daha ''Önce local yapacaksınız değil mi?'' diye sorarken belimde minicik bir sızı hissettim. Saniyeler içinde bacaklarım uyuşmaya başladı. Yan tarafa kay hadi diyorlardı ben de onlara güldüm kolaysa bu bacaklarla sen kay dedim bir hemşireye. Beni yatırdılar sonra. Bacaklarım çoktan benim bacaklarım olmaktan çıkmıştı bile. Kollarımı iki yana açtılar, bağlayacak mısınız, istemiyorum dedim. Tamam bağlamayalım ama hep burda tutacağına söz ver dediler. Aradaki perdeyi gerdiler. Doktorum hazır mıyız dedi, ve başladı.
Bir yandan fotoğrafçı, bir yandan hemşireler, hepsi sürekli konuşup duruyorlardı. Doktorum bizim okuldan metalurji mühendisliğini terk edip tıp okumuş onları anlatmaya başladı, ben Demir'in hikayesini anlatmaya başladım. Anestezi uzmanı dalga geçiyordu bir gün önceki ağlak halimle. Derken birisi karnıma bastırdı, birisi de ah dedi. Ben neler olduğunu anlamaya çalışırken içerde oğlumun sesi yankılanmaya başladı. Oğlumuz geldi dedi doktorum. Şoka girdim o an, ameliyatın başladığını dahi hissetmemiştim, ve sadece üç beş dakikadır ordaydık. Oğlum deliler gibi ağlıyordu, ben de tabi mutluluktan. Ağlaması hoşuma gitmişti, ciğer problemi yaşamayacağımızı düşündüm. '' İyi mi diye sordum'', ''turp gibi dediler'. Neden hemen yanıma vermediklerini anlamadım, sağ tarafta temizliğini yapıyorlardı, ben de başımı o tarafa çevirdim seyretmeye başladım. Çılgınlar gibi ağlamaya devam ediyordu. Ben de bir yandan ağlayarak bir yandan da '' oğlum ağlama ben burdayım anneciğim '' dedim. Sesimi tanıdı gözlerini açtı. Yanıma getirdikleri anda da tamamen sustu. Teni tenime değdiği an tutuştuğumu hissettim. Sonsuza kadar yanacak bir ateşi alevlemişti birisi sanki. Saçlarını öptüm. Götürdüler sonra. Yukarda görüşürsünüz hemen getiririz zaten genel olmadığınız için dediler. Görüşürüz oğlum dedim. ''Oğlum''... Karnımdaydı, şimdi dışarda yanımdaydı. Sağlıklıyı. Korktuğum hiçbir şey başıma gelmemişti. Gülümsemeye başladım.
Ameliyatın kalanını hatırlamıyorum diyebilirim. Sadece hemşirelerden biri perdenin benden tarafına geçip bak oğlun ne yaptı dedi. Ağzı yüzü kan içerisindeydi. Noldu ki dedim. Karnıma bastırdıklarında oğlum çıkarken tepişip kan sıçratmış üzerine, ah sesi de ondan gelmiş :) Başka hiçbir şey yok ameliyat hakkında, gerisi toz duman...
Ameliyathaneden çıkarken eşim bıraktığım yerdeydi. Gülümseyip ''Oğlumuzu gördün mü ''dedim. Gözleri ışıl ışıldı. Dünyanın en güzel duygusunu yaşamıştık birlikte. ''Evet çok güzeldi'' dedi. Annem, eşimin ailesi, arkadaşlarımız, hepsi ordaydı. Herkes çok güzel bir bebek allah nazarlardan esirgesin diyordu. Ben de gurur duyuyordum, sanki ben yapmıştım, ben çizmiştim ağzını yüzünü. Sonradan öğrendiğime göre bütün ahali ameliyathane kapısında beklerken Demir bey çıkınca peşinden gitmişler hemen. Bir tek kişi bile kalmamış kapıda. Yukarı çıkmışlar bebek bakım odasının önünde beklemeye başlamışlar. Bir hemşire çıkınca bebeği sormuşlar. Annesi gelmeden getiremiyoruz odaya cevabını alınca da beni hatırlamışlar saolsunlar, aaa Burcu aşağıda kaldı diye :)
Odamıza girdik sonra. Hemen oğlumu istedim, getiriyoruz annesi dediler. Anne olmuştum işte ben, herkes biliyordu artık. Sonra oğlum girdi içeri. Güneşim, ışığım, sevgilim, sevdiğim, tarifsiz bir duygu, anlatması imkansız hisler. Kucağıma verdikleri anda gözlerini açıp bana baktı. Herşey çok doğaldı, yabancılık çekmedik hiç. Sanki günlerdir birlikteydik. Bakıştık, emmeye başladı sonra. Ben onu seyrettim, o karnını doyurdu. Uyuyakaldı orda. Her yerine baktım. Gözlerine, burnuna, dudaklarına, yanaklarına dokundum. İpek tenini kokladım. Hayatımda koklamadığım bir kokuydu. Bu kadar güzel bir koku var olmazdı zaten. O benimdi işte. Benim oğlumdu. Dünyanın en güzel bebeğiydi. Bana düyanın en güzel duygusunu tattırmıştı. Dünyanın en şanslı kadını bendim...
İki gün kaldık hastanede. Eşim markete gitmek dışında iki dakika bile yanımdan ayrılmadı. İlk gün çok zordu tabi ameliyat sonrası adına. Şimdi yavaş yavaş toparlanıyoruz. Normal doğuramadım ama oğlum sağlıkla dünyaya geldi. Eğer bu ameliyat olmasaydı belki de bambaşka sonuçlanacaktı hamileliğim. Şükürler olsun ki çabuk ve doğru karar verdik, şükürler olsun ki ikimiz de çok sağlıklıyız.
Şimdi sepetinde uyuyor yavrum. Üç günlük olduk bugün. Üç gündür üç kişilik bir aileyiz. Dünyada en çok sevdiğim insan, bana en çok seveceğim bir başka insanı hediye etti. Hissettiklerimin tarifi çok zor. Bütün kadınların bu duyguyu yaşamasını dilerim.
10 Mart 2010, sabah saatleriydi... Topu topu iki ay olmuştu O'nu aramıza katmaya karar vereli. O'nun aramıza katılmaya karar vermesinin bu kadar kısa sürmesine ise hala şaşırıyorum.
Evimiz Şişli Etfal Hastanesiyle aynı sokaktaydı. Sıra sıra eczanelerle dolu bir sokak işte. Daha önce defalarca ''aman tanrım yoksa hamile miyim?'' paniğiyle test almaya gittiğim eczanelerden birine gitmedim bu sefer, bu sefer başkaydı, bu sefer orda olmasını istiyordum. İki ayda olmazdı tabi ki, birazcık beklememiz gerekecekti, ama yine de başka bir eczane seçtim, testimi aldım eve döndüm. Bir sigara yaktım. Düşündüm sonra '' belki de bu son sigaram olur''... Reglim sadece ve sadece bir gün gecikmişti, gecikme bile sayılmaz. Hamile olsam bile testte çıkmama ihtimali çok yüksek. Şimdiden sabırsızlanmaya başlamıştım, belki de aylarca sürecek bir çabalamanın başlarındaydık oysa ki, sabırlı olmam gerekecekti.
Testi yaptım, beklemeye başladım. Daha önce o testi her yapışımda korkudan yüreğim ağzıma gelmiş olmasına rağmen o ikinci çizgiyi görmek istiyordu bir yanım aslında. Her seferinde inanılmaz bir rahatlama eşliğinde garip bir hüzün kaplardı içimi. Bazen gözlerim yanılırdı, ikinci çizgiyi görürdüm hayal meyal, gözlerimi kapatıp açtığımda geçerdi. Bu sefer geçmedi sanki. Allah allah... Emin de olamıyorum ki çok silik bir çizgi bu. Var mı yok mu... Plasebo etkisi galiba.
Testi kaptığım gibi eczaneye girdim tekrar. Testi gösterdim. ''Bu pozitif demek mi şimdi, çok çok silik bir çizgi daha var galiba siz de görebiliyor musunuz?'' diye sordum. Yanımda ilaç almak için gelmiş yaşlı bir teyze vardı. Eczacıdan önce o cevap verdi: '' Benim kızımın da testi böyle silik çıkmıştı evladım, allah bağışlasın hamilesin.'' Gözlerim dolu dolu eczacıya çevirdim başımı, başını salladı gülümseyerek, hüngür hüngür ağlamaya başladım sonra, koşarak çıktım eczaneden evime attım kendimi. Üç-beş minik hücre için ne büyük bir coşku, nasıl tarifsiz bir sevinç...
Önce babasına haber vermeliydim tabi. Bilen bilir söylüyorum hep, dünyanın en duygusuz anıydı heralde kocamla hamileliğimi paylaştığım an, hamburgercide bile çok daha romantik dakikalar yaşamışızdır. Hamileyim dememin üzerine toplantıdayım diye bir cevap geldi telefondan. Keşke akşam olmasını bekleseydim, keşke planlasaydım, keşke keşke keşke... Hamileliğimin ilk ve tek keşkesi oldu bu olay. Sonrası güllük gülistanlık muhteşem bir hamilelik...
13 Mart 2010, seni ilk defa o zaman gördüm miniğim. Gördüğüm sen bile değildin aslında, minicik bir keseydi. 4.47 mm boyutunda minicik bir kese, içinde sen olacaktın daha sonra. O ufacık lekeyi o kadar çok sevdim ki ben. Tarifi imkansız bir heyecan yaşattın bana. Önüme gelen herkese hamile olduğumu söylemek istiyordum. ''Ben hamileyim!!'' Ne kadar güzel bir cümle değil mi. Telefonlar, tebrikler, heyecanlı sesler, sevinç gözyaşları... Sen buydun işte, inanılmaz bir heyecandın sen miniğim. Benimdin. Benim içimdeydin. Canımla can katacaktım sana, koruyup kollayacaktım içimde, sevgiyle besleyecektim. Seni sonsuza kadar çok sevecektim.
Mükemmel bir hamilelik yaşattın anneciğim bana. En ufak bir sorunum olmadı uzunca bir süre. Mide bulantıları, baş dönmeleri, halsizlikler yakınımdan bile geçmedi. İkimiz de çok sağlıklıydık hep. Seninle mükemmel bir uyum içindeydik miniğim, sen ve ben, harika bir bütünün parçalarıydık.
5 Mayıs 2010 günü erkek olacağını öğrendik oğlum. Babanın gururu tarif edilemezdi. Ben şoktaydım itiraf ediyorum. Oğlum olması fikrine alışmam iki hafta sürdü. İki hafta sonra ''tamam dedim, ben zaten oğlan anası olmak için yaradılmışım :) ''. O gün ismin hazırdı kafamda. '' Demir '' olmalıydın sen, demir gibi turp gibi bir bebektin sen zaten. Ama babanın ismini kabul etmesi haftalar sürdü ne yazık ki, neyse geç olsun güç olmasın Demir'im.
Haftalar geçirdik beraber. İlk hareketlerini Mayıs sonu gibi hissetmeye başladım. İlk tekmeni iste 8 Haziran günü attın anneciğine. O günden beraberliğimizin son haftalarına kadar kıpır kıpırdın içimde. Doktorları çıldırttın, beni çok mutlu ettin. İçimde dönüp durduğun her saniye varlığın anlam kazandı. Büyümen güçlenmen çok hoşuma gitti oğlum, gurur duydum seninle. Sürekli gezdik, haftanın üç günü dışardaydık. Spora gittik, yüzmeye gittik, alışveriş yaptık beraber, tatile gittik, Ege turu yaptık miniğim. Gezmeyi çok sevdin hep. İçimde minicik ayaklarınla dünyaları katettin aslında. Yedik içtik herşeyi sonra. Hiç yemek seçmedik seninle. Çok güzel beslendik. Sonunda da tosun olduk zaten :)
34. haftaya kadar sorunsuz problemsiz geçen beraberliğimizde 34. haftadan sonra ağrıları sızıları başladı anneciğinin. Oturup kalkmak, yatıp uyumak, sokağa çıkmak zor gelir oldu. Senin de yerin daraldığından herhalde az kıpırdar oldun içimde, çok uyuyup az oynuyordun artık. Birkaç kez hastaneye gittik hatta oğlum, çok kızdım sana hareket etmediğin için, üzdün beni
Hamile olduğumu ilk öğrendiğim günden beri normal doğum istemiştim. Doğum bir eylemse, ancak ve ancak bu eylemi gerçekleştirerek ''doğurdum'' diyebilirdim. Başka seçeneğim yoktu. Demir 28. hafta itibariyle normal doğum pozisyonu almış, 34. hafta itibariyle de kanala baskı yapmaya başlamıştı. Doğuramamam için hiçbir engelim yoktu son günlere kadar.
Birkaç kez hastane ve doktor değiştirmek zorunda kaldım hamileliğim boyunca, uzun ve sıkıcı bir hikaye. Doğum yapmaya karar verdiğim hastaneye ikinci gidişimdi henüz. 23 Ekim 2010 günüydü. NST de sancı çıkıverdi birden. 36. hafta sonlarındaydık, çok erken değildi doğum için. Zaten ben de sabırsızlanmaya başlamıştım iyiden iyiye, oğlumu biran önce kucaklamak istiyordum. Ama doğanın en iyisini bildiğine inancım sonsuzdu. Eğer Demir'imin gelmesi gerekiyorsa gelirdi, paniklemedim o yüzden çok fazla. Doktor NST nin birkaç gün içerisinde tekrarlanması gerektiğini söyledi. Bebek sıkıntıya girebilir dedi, bir hafta daha bekleyemeyiz. Eve döndüğümüzde endişeden çok heyecan yaşıyordum. Sancılarım başlamıştı, doğuma çok az kalmıştı, oğluma kavuşmama belki de saatler vardı. Gece belki sancılarım artar umuduyla bekledim de bekledim ama ne gelen vardı ne giden.
Pazartesiyi ettim sancı bekleye bekleye ama sancılarım artacağına azaldı, ve geçti gitti. Kayınvalidem geldi o gün. Hamileliğimin kalan günlerinde ve lohusalığım boyunca yardımcı olacaktı bana. Doğumun bu kadar yakın olabileceğini hiç tahmin etmemiştik biz. Salı sabahı hadş hastaneye gidelim dedim kendisine, NST tekrarlanacak sen de torununu görmüş olursun. Doğum yapacağım hastane uzakta olduğu için yakındaki bir başka hastaneye gittik. Çatı muayenesi denilen birşey var ya hani hamilelerin korkulu rüyası, kadın dedi yat bakalım. ''Bu çocuğun burdan sağ çıkma ihtimali yok.'' dedi muayene sonunda. Bana bu cümleyi kurdu. Başımın döndüğünü, dizlerimin gevşediğini hissettim önce. Ben normal doğum yapamayacaktım, ben eksiktim, doğanın kadınlara bahşettiği bu zevki tadamayacaktım ben. ''Kesinlikle yapmazsın'' dedi doktor. Şu an kim bilir nerde bir kağıtta yazılı ama adını hatırlayamadığım bilmemne kemiğim çıkıntılı, bilmemne çıkışı dar ve kapalıymış. ''Üzülme, elinden birşey gelmez ki bu konuda'' dedi. düşününce hak verdim. Kendimi toparlayabilmek için NST odasına gitmeye ve NST sonucundan sonra ayrıntılı konuşmaya karar verdim.
NST odasına girdik, kayınvalidem beni teselli etmek için normal doğumun zorluklarından dikişlerden ağrılardan bahsetmeye başladı ama hissediyordum ki o da üzülmüştü. Kalp atışlarını dinlemeye başladık oğlumun, ben o ritimle biraz sakinleştim. Dedesine telefon edip sesini dinlettik hatta miniğimin. Benim kafamda binlerce düşünce öylece geçirdim o 20 dakikayı. NST çıktısını alıp doktora gittik tekrar. Elimdeki sonuca baktığımda sancı görmüyordum hiç, doktor da bunu söyleyecekti tabi. Ama oğlumun kalp atışlarına dikkat etmemiştim hiç, küt küt atıyordu işte, grafiğe niye baksaydım ki. ''Bebek biraz sıkıntıda'' dedi sonra doktor. Hayal meyal hatırlıyorum. ''Doğuma alınmanız gerekebilir, NST yarın tekrarlansın''. Sezeryanı kabul edebilirdim, sorun değildi, ama oğlumun sağlığı bozuk olamazdı, olmamalıydı. Herşey dört dörtlüktü şu ana kadar. 40. haftada bebeğini karnında kaybeden bir kadın okumuştum, hüngür hüngür ağlamıştım, kendimi yerine koyup hislerini anlayamamıştım bile, uyuşmuştum kadının halini düşündükçe. Doktor bu cümleyi kurduğunda en kötüsünü düşündüm işte niyeyse, eve dönüş yolu çok zorluydu. Ertesi sabaha doğumu yaptıracak doktorumuza randevu aldık. Ankara'ya ailemizin geri kalanına haber verdik. Ertesi gün acil ameliyata alınabilirdim. Neler hayal etmiştim doğumumla ilgili, neler istemiştim, neler oluyordu. Eşim sakin görünmeye çalışıyordu ama o da beni suçluyordu bir yandan. ''Belki aç gitmişsindir, sezeryan fikrini duyunca moralini bozup oğlumu germişsindir'' diyip duruyordu. Salıyı çarşambaya bağlayan o gece benim için çok zordu, sabah randevu saatinin gelmesini beklemek de gerginliğimi arttırmaktan başka bir işe yaramamıştı.
Randevu saatimiz geldi, doktorun kapısından içeri girdik, durumu açıkladım. Önce yat muayene edelim dedi, doktorun dediklerini tekrarladı, normal doğum yapamayacaktım. Zaten o an benim için çok önemli değildi bu durum artık. Sonra NST odasına gittim. Monitörü gözümle takip ederek yaklaşık yarım saat geçirdim içerde, durum aynı görünüyordu, dünkü gibiydi durum, kalp atışları fazla stabildi. Soğuk soğuk terlediğimi hissediyordum. Ve kalbimin üzerinde oturan birşeyler vardı, her nefes almaya çalışmamda baskısını arttırıyordu sanki. Gerginliğim iyice artınca oğlum da büsbütün oynamaz oldu içimde. Doktorun odasına gittik son kez, korka korka... ''Durum pek iyi değil'' dedi doktor, ''pazartesiye kadar bekleyebiliriz ama garanti veremem, karar sizin, yarın da alabiliriz''... GARANTİ VEREMEM! Neyin garantisi ? Oğluma ne olacak ? Pazartesiye kadar nasıl bekleyebilirim kalbimin üzerindeki bu ağrıyla. ''Siz dışarı çıkıp karar verin'' dediler sonra bize. Üçümüz çıktık dışarı. Babası bana baktı, ''bence yarın olsun'' dedi, ağlamaya başladım. ''Neden ağlıyorsun'' dedi, karar vermek zorunda kalmak çok zordu, ''nasıl ağlamam'' dedim, ''oğlumu erkenden kesip alacaklar, bunu yapmaya hakkımız var mı, beklersek de bebeğimin hayatı riske girecek, nasıl ağlamam''...
Karar aşaması acılıydı, ama doğru karar verdiğimizi biliyordum, yapmak zorunda olduğumuz şeyi yaptık, perşembe gününe ameliyat ayarlayacaktık. 37 haftalık heyecanlı bekleyişim, hiç ummadığım bir şekilde ertesi gün sona eriyordu. Neler olacağını, neler olabileceğini hiç bilmiyordum. Allaha sığınıp gözyaşlarımı içime akıtmaya başladım o dakikadan sonra.
Sonrası tam bir koşuşturmaca oldu zaten. Ameliyat için ayarlamalar, anestezi uzmanıyla görüşme, spinal sezeryana karar vermem, yoğun bir telefon trafiğiyle Ankara'daki ailemizi çağırmamız, onların apar topar hazırlanıp yola çıkmaları, evdeki son eksikleri halletmeye çalışmamız, çantaları kontrol etmemiz, birbiri ardına yoğun bir koşturmacaya girdik birden. Olanlar aklıma geldikçe ağlamaya başlıyordum ama oğluma kavuşmama sadece bir gün kaldığını düşündükçe de heyecandan yerimde duramıyordum sanki. Ben anne oluyordum, sadece bir gün sonra sıfatım değişecekti, anne olacaktım ben, inanamıyordum.
Gece annemler Ankara'dan geldiler. Eve geldiklerinde saat 1'i geçmişti. Çok heyecanlıydı herkes. Benim korkularımı yatıştırmak adına sakinmiş numarası yapıyorlardı, fakındaydım, ama evde bir gerginlik olduğu belliydi. Saat 4'e doğru yatıp uyuyabildik ancak. Demirle beraber son gecemdi, son kez o karnımdayken girdim o yatağa. Doğru dürüst uyuyamadım tabi, sabah 8de zıpladım kalktım zaten. Bütün ev benin uyanmamı bekliyormuş, birden koşturmaca başladı evin içinde. Herkes kahvaltı yaparken ben duşumu aldım, kuaföre indim geldim, oğlumun odasını kontrol ettim, eksik kalmaması için tekrar tekrar gözden geçirdim herşeyi. Ameliyat saat 1deydi, 11de eşimle evden ayrıldık.
Şakır şakır yağmur yağıyordu 28 Ekim günü. Yol boyunca çok gergindim. Sessizdik. Eşim arada sırada ellerimi avuçlayıp öpüp kokluyordu, gerginliğimi azaltmak yerine daha da arttırıyordu aslında ama ona belli etmedim. Hayati tehlikesi az olan bir ameliyat olsa da sonuçta açık bir karın ameliyat geçirecektim. Kafamda binlerce kötü düşünce kurguluyordum. Belki babası oğlumuzu bensiz büyütmek zorunda kalacaktı, belki ben son kez biniyordum kocamla o arabaya. Şimdi çok saçma geliyor tabi, ama o an o kadar gerçekti ki bu düşünceler arada sırada gözlerimden birkaç damla düşmesine engel olamıyordum.
Sonra hastaneye ulaştık. Odanın ayarlanması, eşyaların yerleştirilmesi filan derken saat 12.30 oldu bile. O arada da yakın bir arkadaşım, bizden sonra evden çıkan ailemiz, son günde telaşla ayarlanan doğum fotoğrafçısı (istediğim kişi olamadı, sağlık olsun) katıldılar eşimle bana. Odada beklerken hemşireler gelip hazırlanmam gerektiğini söylediler. Bir tanesi NST cihazını ayarlarken, diğeri bir önlük uzattı bana. '' Poposu açık olanlardan mı'' diye sordum, gülümseyerek evet dedi hemşire. Heyecanım inanılmaz artmıştı. Korkularım artık zapt edilemez derecedeydi zaten. Hazırlandım, son kez NSTye girip Demir'imin kalp atışlarını dinledim. Herkes odada bana bakıyordu. Derken hastamızı almaya geldik dediler kapıdan giren birileri. Anneme baktım hüngür hüngür ağlıyordu, gülümsemeye çalıştım. ''Kim inecek aşağı hastayla'' dediler birileri eşi gelsin derken ben de kocam tabi ki diyordum. Yanıma geldi, elimi tuttu, yeniden ağlamaya başladım. '' Herşey çok güzel olacak, bana güven'' dedi sevdiğim erkek. Fotoğrafçı ''Aaa ağlıyor musun, ne var ağlanacak'' dedi. Hemşire ve hastabakıcılar gülümsediler. Sustum...
Ameliyathanenin kapısında buraya kadar dediler eşime, bakıştık, o kapının diğer tarafında kaldı, biz soğuk olan içeri girdik. İnanılmaz pozitif bir elektrik vardı bütün çalışanlarda. ''Aman tanrım cdyi yukarda unuttum dedim'', güldüler ne cdsi dediler. ''Demir'in cdsi dedim, karnımdayken onu dinledik beraber hep, doğumda da çalsın istiyorum''. Hemen babayı gönderip aldırıyoruz dediler. Uyutma ve uyandırma odasına götürdüler sonra beni. Fotoğrafçımız yanımdaydı hep, kendisine teşekkür ederim çok yardımcı oldu. Genel anesteziden uyanmaya çalışan bir bayan vardı, ikiz doğum yapmış, onun inlemelerini duyuyordum. O an güçlü hissettim kendimi. Dimdik durmalıydım, ameliyatta bir problem çıkarsa uyuturlardı beni, oğlumu göremezdim. Ben ilk görmeliydim onu, ilk kez ben dokunmalıydım. Güçlendiğimi hissettim.
Bir hemşire geldi sonra, sonra da doktorum gelip elimi tuttu, nasıl olduğumu sordu ve hemşireye hadi patlatmadan bir damar yolu açıver dedi. Onlar gülüşüyorlardı ama ben panik olmuştum komik bir şekilde :) Damar yolum açıldı, ameliyathaneye soktular beni. Cd çalar bozulduğu için epey uğraştırdım içerdekileri ama düzeltemediler. O kadar mutsuz oldum ki nerdeyse eşimden laptop isteyeceklerdi, tamam dedim abartmayalım gerek yok. Anestezi uzmanı geldi sonra. Pozisyonumu aldırdı. Daha ''Önce local yapacaksınız değil mi?'' diye sorarken belimde minicik bir sızı hissettim. Saniyeler içinde bacaklarım uyuşmaya başladı. Yan tarafa kay hadi diyorlardı ben de onlara güldüm kolaysa bu bacaklarla sen kay dedim bir hemşireye. Beni yatırdılar sonra. Bacaklarım çoktan benim bacaklarım olmaktan çıkmıştı bile. Kollarımı iki yana açtılar, bağlayacak mısınız, istemiyorum dedim. Tamam bağlamayalım ama hep burda tutacağına söz ver dediler. Aradaki perdeyi gerdiler. Doktorum hazır mıyız dedi, ve başladı.
Bir yandan fotoğrafçı, bir yandan hemşireler, hepsi sürekli konuşup duruyorlardı. Doktorum bizim okuldan metalurji mühendisliğini terk edip tıp okumuş onları anlatmaya başladı, ben Demir'in hikayesini anlatmaya başladım. Anestezi uzmanı dalga geçiyordu bir gün önceki ağlak halimle. Derken birisi karnıma bastırdı, birisi de ah dedi. Ben neler olduğunu anlamaya çalışırken içerde oğlumun sesi yankılanmaya başladı. Oğlumuz geldi dedi doktorum. Şoka girdim o an, ameliyatın başladığını dahi hissetmemiştim, ve sadece üç beş dakikadır ordaydık. Oğlum deliler gibi ağlıyordu, ben de tabi mutluluktan. Ağlaması hoşuma gitmişti, ciğer problemi yaşamayacağımızı düşündüm. '' İyi mi diye sordum'', ''turp gibi dediler'. Neden hemen yanıma vermediklerini anlamadım, sağ tarafta temizliğini yapıyorlardı, ben de başımı o tarafa çevirdim seyretmeye başladım. Çılgınlar gibi ağlamaya devam ediyordu. Ben de bir yandan ağlayarak bir yandan da '' oğlum ağlama ben burdayım anneciğim '' dedim. Sesimi tanıdı gözlerini açtı. Yanıma getirdikleri anda da tamamen sustu. Teni tenime değdiği an tutuştuğumu hissettim. Sonsuza kadar yanacak bir ateşi alevlemişti birisi sanki. Saçlarını öptüm. Götürdüler sonra. Yukarda görüşürsünüz hemen getiririz zaten genel olmadığınız için dediler. Görüşürüz oğlum dedim. ''Oğlum''... Karnımdaydı, şimdi dışarda yanımdaydı. Sağlıklıyı. Korktuğum hiçbir şey başıma gelmemişti. Gülümsemeye başladım.
Ameliyatın kalanını hatırlamıyorum diyebilirim. Sadece hemşirelerden biri perdenin benden tarafına geçip bak oğlun ne yaptı dedi. Ağzı yüzü kan içerisindeydi. Noldu ki dedim. Karnıma bastırdıklarında oğlum çıkarken tepişip kan sıçratmış üzerine, ah sesi de ondan gelmiş :) Başka hiçbir şey yok ameliyat hakkında, gerisi toz duman...
Ameliyathaneden çıkarken eşim bıraktığım yerdeydi. Gülümseyip ''Oğlumuzu gördün mü ''dedim. Gözleri ışıl ışıldı. Dünyanın en güzel duygusunu yaşamıştık birlikte. ''Evet çok güzeldi'' dedi. Annem, eşimin ailesi, arkadaşlarımız, hepsi ordaydı. Herkes çok güzel bir bebek allah nazarlardan esirgesin diyordu. Ben de gurur duyuyordum, sanki ben yapmıştım, ben çizmiştim ağzını yüzünü. Sonradan öğrendiğime göre bütün ahali ameliyathane kapısında beklerken Demir bey çıkınca peşinden gitmişler hemen. Bir tek kişi bile kalmamış kapıda. Yukarı çıkmışlar bebek bakım odasının önünde beklemeye başlamışlar. Bir hemşire çıkınca bebeği sormuşlar. Annesi gelmeden getiremiyoruz odaya cevabını alınca da beni hatırlamışlar saolsunlar, aaa Burcu aşağıda kaldı diye :)
Odamıza girdik sonra. Hemen oğlumu istedim, getiriyoruz annesi dediler. Anne olmuştum işte ben, herkes biliyordu artık. Sonra oğlum girdi içeri. Güneşim, ışığım, sevgilim, sevdiğim, tarifsiz bir duygu, anlatması imkansız hisler. Kucağıma verdikleri anda gözlerini açıp bana baktı. Herşey çok doğaldı, yabancılık çekmedik hiç. Sanki günlerdir birlikteydik. Bakıştık, emmeye başladı sonra. Ben onu seyrettim, o karnını doyurdu. Uyuyakaldı orda. Her yerine baktım. Gözlerine, burnuna, dudaklarına, yanaklarına dokundum. İpek tenini kokladım. Hayatımda koklamadığım bir kokuydu. Bu kadar güzel bir koku var olmazdı zaten. O benimdi işte. Benim oğlumdu. Dünyanın en güzel bebeğiydi. Bana düyanın en güzel duygusunu tattırmıştı. Dünyanın en şanslı kadını bendim...
İki gün kaldık hastanede. Eşim markete gitmek dışında iki dakika bile yanımdan ayrılmadı. İlk gün çok zordu tabi ameliyat sonrası adına. Şimdi yavaş yavaş toparlanıyoruz. Normal doğuramadım ama oğlum sağlıkla dünyaya geldi. Eğer bu ameliyat olmasaydı belki de bambaşka sonuçlanacaktı hamileliğim. Şükürler olsun ki çabuk ve doğru karar verdik, şükürler olsun ki ikimiz de çok sağlıklıyız.
Şimdi sepetinde uyuyor yavrum. Üç günlük olduk bugün. Üç gündür üç kişilik bir aileyiz. Dünyada en çok sevdiğim insan, bana en çok seveceğim bir başka insanı hediye etti. Hissettiklerimin tarifi çok zor. Bütün kadınların bu duyguyu yaşamasını dilerim.
Son düzenleme: