Hayatımızdan birden eksilirler. Ya gazete almaya çıkmışlardır, ya top oynayacağız demişlerdir, ya bir arkadaşla ders çalışacaklardır, ya da okula gitmişlerdir. Ama dönmemişlerdir. Kitapları, defterleri, diş fırçaları, iç çamaşırları, kokuları, elbiseleri, topları, bisikletleri, odaları, onlarla ilgili her şey öylece duruyordur. Dokunmaya kıyamazsınız. Döneceklermiş gibi. Ama dönmezler.
Babaları pencereyi açmak ister, Kıyamet koparırsınız. Kokusu gidecek diye. Adamı duygusuzlukla suçlarsınız. Odasını ablanız, anneniz toplamak ister. Çıldırırsınız. Gözleriniz iri iri açılır. Sonra ağlama krizlerine gelir saatlerce ağlarsınız. Son kıyafeti önemlidir. Üzerindeki kıyafeti, eğer kapıdan uğurlamışsanız az çok hatırlarsınız. Herkese renklerini, desenlerini, hatta markasını, cinsini söylersiniz. Ama hatırlamazsanız, ya da eşiniz, kardeşi varsa hatırlamazsa hem kendinize kahreder, hem de onlara kızarsınız. Vefasızlık duygusu hâkim olur düşüncelerinize
Doğal olmayan bir hayat başlar. Her şey ertelenir. Her işi birileri yapar. Ne yemek, ne bulaşık, ne çamaşır umurunuzda değildir artık. Ütüleri, onun kardeşlerinin ihtiyacı sizi ilgilendirmez. Kararları hep başkaları alır. Siz artık yolcu bekleyen, misafir ağırlamaya hazır bir gözü pencerede, bir gözü kapıda olan bir ev sahibesisinizdir. O bazen anahtarı unutunca pencereden taş atıyorsa, camı gagalayan kuşların çıt çıt seslerini onun taş sesleri sanırsınız. Pencereye koşarsınız. Çok sevdiğiniz kuşlara bile küfredesiniz. Ama zamanla o sesi bile ayırt eder kulağınız. Bu defa kendinize kızarsınız.
Yoklukları zaman içinde daha da koyar. Çünkü konu komşu, eş dost, zamanla seyrekleşir çevrenizde. Zira hayat devam etmektedir. Sizinde işiniz gelmiştir. Acıyan gözlerle yapılan teselli sözleri sizi gıcık etmektedir aslında. Ama yine de onlardan birkaçını yanınızda istersiniz. Garip bir ikilemdir bu aslında. Hep ondan konuşulsun istersiniz. Daha önce hiç yapmadığınız halde sigara içmeye başlarsınız. Hem de kırk yıllık tiryaki gibi, pöçüğüne kadar.
Umutlar tükendikçe acılar büyür. Gün ışığını bile görmek istemezsiniz. Hiç kimseyi görmek istemezsiniz. Bu madalyonun bir yüzüdür. Kapının her çalınışında o geldi diye koşarsınız kapıya elinizdekileri sağa sola fırlatarak. Ama gelmezler. Telefonun her çalınışında o arıyordur diye açarsınız heyecanla ama aramazlar. Telefonlarda kimsenin konuşmasını istemezsiniz. Telefonların meşgul edilmesini facia olarak görürsünüz. Ya o arıyorsa o anda, tek şansı, tek kontörü varsa aramak için, onun boşa gitmesi ihtimali sizi dehşete düşürür. Herkesi sizin kadar hassas olmadığı için vefasızlıkla suçlarsınız.
Dönmedikleri gün; eşe, dosta, polise, karakola, arkadaşlarına, notlar bırakırsınız. Bak dön kızmayacağız diye. Ayrıldıklarından hemen önce, kırgınlık, dargınlık, bağırma, çağırma olmuşsa ev içinde, ona yorarsınız dönmeyişlerini. Kendiliklerinden gittiklerine inanmak istersiniz. Evden kaçtıklarını kabullenirsiniz. Ona bağıran, çağıran, tartışan ev hanesinden kimse, o vatan hainine dönüşür gözünüzde. Kaçırıldıklarını, başlarına kötü bir şey geldiğini düşünmek bile istemezsiniz.
Gazeteler ilanlar verirsiniz. Bulana, görene ödül vaat edersiniz, kesenizin yettiğince. Garlara, limanlara, duraklara fotoğraflarını asarsınız. Bazen, şurada gördüm, burada gördüm, ona benziyordu, arkadan yürüyüşü aynıydı, haberleri gelir. Bu haberlere sıkı sıkıya sarılırsınız. Koşarsınız, gece gündüz demeden umutla tarif edilen yere. Ama nafile bir başkasıdır söylenen kişi. Benzerlik şöyle böyledir, ama sizin çocuğunuz değildir. Özür dilersiniz, ya da tarif edilen yerin sahibine olayı anlatırsınız, bakarken onlar garip garip yüzünüze.
Okullardan arkadaşları gelir arada sırada. Onlar sizden onu sorar. Siz onları haber getirdi sanırsınız. Umut buya. Sessizlikler çöker aranıza. Hepsi giderken sizi yanağınızdan öper. Erkeklerin başı eğiktir. Göz göze gelmekten çekinirler sizinle. Kızların gözleri nemli ve buğuludur. Boynunuza sıkı sıkı sarılırlar. Candan yürekten ve içtendir bu sarılışlar. Hissedersiniz. Her gelişlerinde biraz daha azalırlar. Sonra sadece anneler gününde hatırlanırsınız. Kankaları kalır birkaç tane ziyaret eden. Diğerleri telefonla yetinirler zamanın akışı içinde.
Sizin gibi çocuklarını kaybetmiş insanlarla irtibat kurarsınız. Onların otobüslerine çocuğunuzun fotoğrafını yapıştırırsınız. Onların amacını bilirsiniz, siyasi olduğunu bile bile sineye çekersiniz, sırf çocuğunuzun bulunması ümidiyle. Cuma annelerine de gidersiniz özetle cumartesi annelerine de. Niyetleri sizi ilgilendirmez. Soranlara ne yapayım denize düşen yılana sarılır dersiniz. O otobüsle Türkiyeyi dolaşırsınız. Paranız varsa özel hafiyeler tutarsınız. O hafiyeler haftalık raporlar verirler. Neler yaptıklarını anlatırlar aldıkları parayı hak ettiklerini ispatlamak ister gibi. Ve yapacaklarını anlatırlar. Görevlerine son vermemeniz için.
Hükümete mektuplar yazarsınız. Aylar sonra cevap gelir, dilekçenizin ilgili şubeye sevk edildiğine dair. İnternete onun adıyla siteler kurasınız. Bir sürü ileti alırsınız. Kimisi yol gösterir. Kimisi yanınızdayız der. Kimisi para lazım mı der. Kimisi telefon bırakır. Tinerci çocuklarla oturur kalkarsınız. Onları anlamaya başlarsınız. Nerde yardıma muhtaç, ya da çocuklarla ilgili bir mağduriyet görseniz dikkat kesilirsiniz. Sur diplerinde sabahlarsınız. Mafya ile irtibat kurarsınız. Her şeyi, her yolu denersiniz, çaresiz. Polis bile bazen ikaz etmek zorunda kalır sizi. Haberi olur bir şekilde çabalarınızdan.
Kayıp çocuklarla ilgili gazete sayfalarını, televizyon programlarını izlersiniz. Kaçırdıklarınızı ve atladıklarınızı iyilik yapıyorlarmış gibi yakınlarınız ulaştırır, ya da haber verir size. Çevresi geniş insanlara ulaşırsınız. Hıncal ULUÇa, Hasan PULURa, Emin ÇÖLAŞANa mektuplar yazarsınız. Eğer kaybolan çocuğunuz futbolu seviyorsa, tuttuğu takımın maçlarının oynandığı stadın çevresindeki esnafa, stadın güvenlik görevlilerine defalarca gidersiniz. Onlara oğlunuzu anlatırsınız. Sıkı sıkı tembih edersiniz. Bulurlarsa emeklerinin karşılıksız kalmayacağını ima edersiniz. Hatta onlar promosyon maksatlı ufak tefek hediyeler bırakırsınız. Sizde onların Nurten Ablası ya da Hasan Dayısı olursunuz. Arkanızdan acıyarak bakarlar. Çocuklarına, yakınlarına ibret alınacak olay diye anlatırlar hikayenizi. Maç olan günlerde ise stadın çevresinden ayrılmazsınız. Çocuğunuzun sevdiği bir kız yada vardı ise en çok onun üzerinde yoğunlaşırsınız. Günde on defa ararsınız. Ailesi kızar ama belli etmez. Zira vefasızlıkla suçlanmaktan çekinirler.
Mezarlıklar, otogarlar, sinema önleri, tır garajları, sanayi çarşıları, büyük alışveriş marketleri, tren istasyonları hep umut kapınızdır. Oralarda yaşarsınız, nefes alıp verirsiniz. Saplantı olduğunu söyler yakınlarınız onu bulmanın sizde. Psikolog destek almanızı söylerler sık sık. Böyle yaşanmaz derler. Ömür böyle geçmez derler.
Ne zaman yağmur yağsa, ne zaman şimşek çaksa, ne zaman kar fırtınası olsa acaba dışarıda mı acaba üşüyor mu diye ağlarsınız. Bayramlarınız figana dönüşür. Sofralarınız matem sofrasına onsuz. Ne zaman kimliği belirsiz bir çocuk cesedi bulunsa ve duysanız hemen oraya koşarsınız.
Bazen polis kimlik tespiti için sizi Adli Tıbbın morguna çağırır. İşte o zaman tükenirsiniz. Telefonu kapayan elleriniz titrer. İnanamazsınız. O değilse gördüğünüz beden, umutlarınız tekrar yeşeriri. Benim çocuğum yaşıyor dersiniz, bir gün gelecek dersiniz.
En zayıf ümit ışığına bile, kuvvetle sarılırsınız. Namaz kılmaya vakit bulamamışsanız, namaz kılmaya başlarsınız. Onun içi sürekli dua edersiniz. Çok az rastlanmıştır ama bazen bir telefon gelir ondan. Anneciğim babacığım merak etmeyin aramayın diye. İşte o an çok sevinirsiniz. Ya da öyle telefon gelenlerin hikayelerini duyarsınız. Bana da telefon gelecek diye umutlanırsınız.
Ne zaman onun sevdiği yemekleri yapsanız boğazınızdan geçmez. Ondan bahsettiğiniz için de aile efradının da boğazından geçmez. Belki kokusu ulaşır diye kapıyı pencereyi açarsınız yaz kış demez. Onun sevdiği yemekleri duyan kardeşleri bazen o sahneleri tekrar yaşamamak için eve geç gelirler.
Pencereden dışarı bakarsınız geceleri. Onun silueti sanırsınız gördüğünüz her gölgeyi sokaktan geçen her insanı. Öyle anlarda kapıya koşarsınız. Pencereyi açar onun ismini haykırırsınız. Onun cep telefon kayıtlarının dökümünü alırsınız. Mail adreslerinin şifresini kırdırırsınız bir ip ucu bulmak umuyla. Herkes umudunu yitirir zaman içinde ama siz yitirmezsiniz..
Kaynak:
http://edebiyatdefteri.com/yazioku.asp?id=40086