merhabalar
tam da bahsettiğinizi denemiş, yaşamış biri olarak geldim
1 yılı bitecek, trakya bölgesinde bir küçükbaş hayvan çiftliği kurduk.
hayvancılığı besi şeklinde yapıyoruz.
öncelikle eğer bu bir deneme aşaması ise, satın almak yerine çiftlik kiralamayı düşünebilirsiniz.
biz trakya’nın bir köyünde, 400-500 hayvan kapasiteli bir çiftliğe 1500 lira mı ne veriyoruz.
beyaz yakalı yaşamdan kendini köye atmaya çalışan eşimdi. merkeze yakın bir köy seçtik, ben merkezden ayrılabileceğime ihtimal vermemiştim ki bir zaman sonra istanbul dan ayrı olmak bile zor geldi ki 2 saat uzaklıkta idik.
şimdi ben başlangıç itibari ile sorunları yazayım:
bir kere köylü eski köylü değil.
çiftliği kiraladığımız andan itibaren ooooooo herkes böyle elini kolunu sallayıp buraya gelemez diye başladılar.
şimdi biz kötü insanlarız diye mi düşünüyorum. bununla da alakası yok. oralı olmadığımız için ilk 6 ay epey zorluk çıkarıp ellerinden geleni ardlarına koymadılar diyebilirim.
sadece 3 kişi uğraşan ama zaten yetiyordu.
ikinci mesele biz 120 hayvanla girdik işe/ hesaplarımıza göre 120 hayvan ile iş oturduğunda aylık 10bin kadar bir gelir olmalıydı, bu üç asagı beş yukarı doğru bir hesap. (ki biz biraz lüks bakıyoruz, bu gelir yukarı çekilebilir)
hayvanları satın alırken dolandırılmaya çok açığız çünkü işi bilmiyoruz
mesela verimli olarak bir koyun 6-8 gebelik geçirebiliyor, gidip de 5. gebeliğini geçirecek koyun almak demek sürünün bir sene sonra elinde kalmaması demek olabiliyor. yada ilk doğumlarda genelde anne, yavruya zor sahip çıkıyor.
çoğul gebelik olan cinsi tercih etmekte fayda oluyor ama 3uz, 4uz gebeliklerde hayvanlar yıpranıyor, yavruları hayatta tutmak zorlaşıyor vs..
neyse gelelim hayvanların bakımına, veterinerlik hizmeti sorun yaşamadığımız tek alan diyebilirim. yada bize iyisi denk geldi bilmiyorum
tabi bu kadar koyuna tek başına bakamazsın. bir çoban bulman gerekiyor. yok bu işi biz de yaparız diyebilirsin, koyun doğurtmayı biliyorsan, neden olmasın? :) koyunların yeni dişilerinden ana ayırmak gerekiyor zaman zaman ve bunları bilmek lazım.
bir de hayvancılık eğer hakkı ile yapacağım dersen bahardan, kar yağana kadar yani yılın 9 ayı mesaisi 13-14 saat. tek başınıza hayal.
çobanı elinde tutmak ve kaprisleri ile uğraşmak ise bana kalırsa en zor kısmı.
neden? çünkü adam yerine birini bulamayacağını biliyor.
3000 maaş+sigorta.
kira, fatura, yakacak, gıda, her şeyi bize ait.
her koyun satışında gönlünü hoş tutmak için, ikramiye gibi bir miktar para.
(bu arada gıdadan adamdan esirgemeyelim derken kullanıldık da :) adam ziyaretine gelen 2 çocuğunu eli kolu dolu gönderiyordu sagolsun.)
neyse bu şartlarda bile bu işi yapacak kişiyi bulamıyorsun. tabi bu trakya, muhtemelen anadolu da bu konuda daha şanslı olunur.
sonra tabi yem meselesi var.
biz samanı ithal ettiğimiz bir dönemde yaşıyoruz.
evet bildiğimiz saman. ve ithal ediyoruz.
dolayısı ile özellikle kışın sonuna doğru yem, küspe karaborsa gibi giderek zamlanıyor.
besi işinde durum bu.
bizde olay şöyle sonlandı, iş devam ediyor.
düzeni her şeyi kurduk. başlangıçta yola çıktığımız çalışanı çıkartıp 2 kişi bulduk.
eşim 2 ortak, sıra ile haftada 1-2gün gidiyorlar.
ve sehre geri döndük
sosyolojik deneyimlerimiz,
sözde şehir insanının çiğliğinden, kurnazlığından, aç gözlülüğünden, hırsından kaçtık.
ama bunun şehir/köy meselesi değil, kendimiz de dahil insan doğası olduğunu tecrübe ettik.
evet ortam şehirdeki kadar vahşi görünmüyor bakınca çünkü daha az insan var :) ama nihayetinde sosyal bir varlıksın ve insan insana ihtiyaç duyar.
ve köyde sınırlı sayıda insan varken, şehirdeki çeşitlilik en azından sevdiklerini yanında tutma lüksünü sağlıyor.
bir de özellikle istanbul da yaşıyorsanız, şehir sizi kirletiyor ve asla donmek zorlaşıyor.
biraz kişilik meselesi. eşim çok kolay uyum sağlarken, ben köyde olmamama rağmen sıkıldım. şehirde trafikte geçirdiğimiz, market sıralarında, orada burada beklerken geçirdiğimiz o zamanlarım hepsi bize kaldı.
başta güzeldi, son 10 yıldır okumadıgım kadar çok kitap okudum ilk donem.
sonra sonra o boşluklara ihtiyaç duymaya başladım.
trafikte beklerken, müziği açıp, kendimi dinlediğim, etrafı gözlemlediğim, yada bir yere otururken insanları izleyip kendimce fikirler edindiğim kalabalığa muhtaç kaldım.
neyi farklı yapardık?
hayvancılık degil, tarım yapardık.
onu da böyle bodoslama degil
(çünkü orada buğday/ayçiçeği/pirinç gibi tarımı yapılan durumlara nasıl devlet politikaları ile balta vurulduğunu gördük)
işin argesini falan yapıp, özel ürünler yetiştirerek yapardık.
kuşkonmaz gibi. işte dönem dönem patlayan altın çilek, kinoa gibi moda olan ne varsa.