- 16 Temmuz 2007
- 1.849
- 18
- 46
Onunla tanışmam yakın bir zamana denk gelir. Onu sadece bir aylığına tanıdım. Ancak tanışmaktan mutluluk duydum ve hep de mutluluk duyacağım sanırım. Aklımın içindekini okuyamayacak kadar saf çalışan bir aklı vardı. Bir insan için fazla saf… Aslında saf işlerle de uğraşmamıştı. Ancak içindeki saf ruh onu, bu zamana kadar getirmişti. Kendini yakışıklı bulmazdı, ancak kendini yakışıklı bulmaması, onun yakışıklı olmadığını göstermezdi. İçindeki melek ile kendini tamamlıyordu adeta.
Onunla ilk tanışmam ise bir bayanla bağlantılarım olduğu zamanlara rastlar. Dünyalar güzeli bir bayanla. Çok acı çekmiş bir bayanla. Hayat ile savaşan bir bayanla… Kocaman yeşil gözleri olan, kaybolmaya müsait haline ilaveten uzun saçları olan, adeta cennetten düşmüş bir melek. Reddedilen güneş topraklarının gözlerinden süzülen acılı bir geçmişten sonra Karanlıkkent’te yaşamını sürdürüyordu.
İşte bu bayanla bağlantılı olaraktan onunla tanışmama nasip olmuştu. Adı Emrah’tı. Nerden bilebilirdim ki bir melekle tanışacağımı. Bundan sonrasını pek ayrıntılı olarak açıklamayacağım. Sadece diyalogların yanına birkaç tane süs. Bu yüzden kendinizi diyaloglarla baş başa bırakın.
Eskikent’te Bir Cafe
Bir bayan ve bir erkek buluşmak üzere bu mekana gelmişlerdi. Ancak bayanın tanıdığı başka bir bey de yanlarına katıldı.
“Merhaba, ben Emrah.”
“Memnun oldum ben de Kral.”
“Kral İlginç bir isim.”
“İlginç gelebilir tabii ki. Ancak ben pek ilginç bulmuyorum. Ne de olsa Kaan daha ilginç bir isim ve kimse bu ismi duyduğunda ilginç bir isim demiyor.”
“Farklı bir düşünce yapısı tabii ki.”
Tam bu esnada Kral’ın o gün için buluşmayı planlayıp buluştuğu arkadaşı Derya da kalkmak üzereydi.
“Benim kalkmam gerekiyor. Siz halinizden memnunsanız, ben kaçayım.”
İki erkek de aynı anda cevap verdiler.
“Sorun yok! Sen merak etme.”
Bunun üzerine Derya gitmişti ve iki erkek baş başa kalmışlardı.
“Kral sen buralı mısın”
“Buralı değilim. Ben buraya Büyük kent’ten geldim. Mavi gözlü Büyükkent’ten.”
“Seni buralara sürükleyen ne peki”
“Ben aslında buraya değil, Karanlıkkent’e gidiyordum birini görmek için. Ancak geçerken uğrayayım demiştim.”
“Hımm Karanlıkkent demek.”
“Neden böyle içli içli söyledin ki”
“Nasıl söylemem ki! Orada Karanlıkkent’in içinde bir melek yaşıyor ve oraya hap solmuş gibi. Lanetli o şehir için bir melek fazla bile.”
“Melek demek. Biraz komik olacak sorum ama o meleğin adı ne”
“Adı Çikolata. İsminden bile tatlı.”
“Tesadüf olacak ama benim buluşacağım kişinin adı da Çikolata. Bir şehir için iki Çikolata fazla gibi.”
“Belki de.”
“Peki sen o Çikolata’nın nesi oluyorsun Yani kendini neyi olarak adlandırabilirsin”
“Ben onun koruyucusuyum.”
“Koruyucusu mu”
“Ona bir şey yapmaya çalışanı cezalandırırım ve bunu hayatının sonuna kadar unutamaz.”
“Seni hatırlıyorum. Senden bahsetmişti. Sen o Emrah’sın.”
“Bu durumda aynı Çikolata’dan bahsediyoruz demektir.”
“Komik ama evet aynısından bahsediyoruz. Benim gitmem lazım Çikolata bekler. Bayanları bekletmemek lazım değil mi”
“Tabii ki.”
“Neyse kendine iyi bak.”
“Işık seninle olsun Kral.”
Zaman öylece akıp geçiyordu. Çikolata ile aramız bozulmuştu, saçma anlaşmazlıklardan sonra. Çünkü kırılgandı ruhu. Çok acı çekmenin verdiği incinme tabiatı ile. Bir gün tesadüfen tekrar karşılaştık onunla bir sinema salonun içinde. Film sarmamıştı. Zaten salondakilerin çoğu da uyumuştu. Belki de sıkıcı olarak adlandırsaydık, haksızlık etmemiş olurduk. Salondan Emrah ile çıktık ve konuşmak için bir cafe gibi bir yer bulduk.
“Seni Büyükkent’te görmek şaşırtıcı.”
“Aslında bende pek kalmayacaktım. Sadece birkaç akraba seyahati için gelmiştim. Buradan da Karanlıkkent’e gideceğim.”
“Karanlıkkent… Biliyor musun onunla konuşmuyoruz şu sıralar.”
“Biliyorum anlattı bana.”
“Ne anlattı”
“Pek fazla değil ama hatalıydın yaptığın davranışlarda.”
“Biliyorum ve şu sıralar kendimi affettiremiyorum. Suçsuz olsam bile.”
“Pek suçsuz görünmüyorsun aslında.”
“Suçsuzum aslında ancak fazla dalgınım ve fazla mizahı kullanıyorum. Başıma sorun açıyor bazen. Sen niye gidecektin, mahsuru yoksa öğrenebilir miyim Yani Çikolata’yı özel bir nedenle falan mı görecektin, yoksa öylesine ziyaret mi”
“Aslında bir sırrım var. Sana nedense söylemek istedim.”
“Mahsuru yoksa lütfen.”
“Çikolata’nın mutlu olması için planlarım var. Onun hikayesini dinlediğimden beri planlarım var. Soğuk kalbimi bir anda eritiverdi. Bu yüzden onun mutlu olmasını istiyorum. Onu öncelikle o yerden kurtararak başlayacağım işe. Karanlıkkent’in lanetli insanlarından, lanetli havasından kurtaracağım onu. Sonra benim onun için uzun zamandır çalıştığım bir program var. Bu programı satacağım ve bundan kazandığım tüm paraları ona vereceğim. Böylece bir kazancı olmuş olacak. Buna ek olarak Eskikent’te benim ve ailemin yanında kalacak. Onun hayatını gün geçtikçe düzelteceğim.”
“Sen bir melek misin”
“Öyle diyenler var ama ben öyle olduğumu düşünmüyorum.”
“Bu kadar şeyleri yaptığına göre onu çok seviyorsun.”
“O benim kalbimin buzlarını eritti. Ona ne yapsam az gelir.”
“Peki sana bir şey sorabilir miyim”
“Elbette.”
“Sen onunla ilişkini nasıl adlandırıyorsun Yani bir kardeş ya da arkadaş gibi mi seviyorsun onu Yoksa daha farklı mı”
“Tam olarak tanımlayamıyorum aslında. Ancak onunla tanıştığımdan beri kalbim çarpıyor. Hızlı hızlı çarpmaya başlıyor.”
“Ona aşık mısın”
“Aşk… Benim için zor bir kelime. Çünkü daha önce yaşamadığım bir şey.”
“Aslında tanımlayabilirsin. Sadece nasıl sevdiğini söyle onu. Kardeşini sever gibi mi”
“Bilemiyorum.”
“Ben biliyorum. Bence sen ona aşıksın.”
“Aşık bile olsam. Onu incitmek istemiyorum. Çünkü onun ne düşündüğünü bilmiyorum. Onun hayatının düzene girdiğini gördüğüm anda zaten sessizce yanından çekileceğim.”
“Ama bu senin içini acıtacak bunu da biliyor musun”
“Fark etmez. Onun kalbi yaralı, önemli olan da bu. Ben ise ben bir hiçim. Önemli olan onun kalbi.”
“Peki ne zaman gideceksin”
“Dedim ya, onun hayatı düzene girdiği zaman.”
“Hayır onu kastetmiyorum. Cennete ne zaman gideceksin”
“Takdiri ilahi. Belki de cehenneme giderim.”
“Sen bir meleksin yerin cennet olmalı.”
“Bunu bilemem.”
“Bilebilirsin. Ne de olsa cehennemdeki tüm yerleri ben rezerve ettirdim.”
Emrah gülümsedi, cevap vermeden oturduğu yerde. Kral ise devam etti.
“Ben hiçbir zaman iyi bir adam olmadım. Belki de bunu yaparsam, bir gün cehennem kapanır ve beni de cennete almak zorunda kalırlar ne dersin”
“Sen iyi kalplisin Kral. Peki sen onunla ilişkinin nasıl adlandırırsın”
“Aslına bakarsan bende pek adlandıramıyorum. Onun adlandırmasını bekledim hep. Hatta bir gün tam adlandıracaktı ki, saçma sapan olaylar araya girdi. Zaten bunu da sen biliyorsun. İşte buradayız.”
“Evet buradayız.”
Emrah saatine baktı ve gitmesi gerektiğine karar verdi. Bana doğru baktı ve nazik bir şekilde
“Artık gitmem gerekli.”
“Biliyorum zamanı geldi. Işık seninle olsun.”
“Aynen öyle kardeşim.”
O günden sonra bir daha karşılaşmadık. Ancak onu tanıdığıma gerçekten de mutluydum. Her gün bir melekle konuşmak insana nasip olmuyordu. Bu fırsatı kaçırmak aptallık olurdu.
Çikolata ile ise aramız düzelmişti ve onu görmek için Eskikent’e gidiyordum artık. Çünkü Emrah onun hayatını değiştirmişti. Ben ise bu hayatın değişimine seyirci kalmıştım sadece. İzlemiştim uzaklardan. Ne de olsa Çikolata’nın mutlu olması beni mutlu ediyordu. İnsan sevdiği bir kişinin mutlu olmasını her zaman ister. Emrah’la konuşurken yalan söylemiştim, onunla ilişkimi tanımlayabiliyordum. O benim sevdiğim kızdı. Ancak adaletin bu olmadığını biliyordum. Onun için hayatını bitirmeye göz almış birisi mi, yoksa sadece onu seven bir çocuk mu Çocuk diyorum. Çünkü hiçbir zaman büyüyemedim. Bu yüzenden de onunla konuşmalıydım. Adalet yerini bulmalıydı.
Eskikent’te Çikolata’nın yeni tuttuğu evindeydik. Romantik anlar yaşıyorduk, mutluydum, hem de çok mutluydum. Ancak bu mutluluğun artık bitmesi gerekiyordu. Çünkü uzaktan ona bakıp, onun için çok şey yapmış ama karşılığında onu kırmamak için direnç gösteren bir melek vardı.
“Burada mutlu musun Çikolata’m”
“Çok mutluyum Emrah sağ olsun, hayatım gerçekten de farklılaştı. Sanki yeniden doğmuş gibi oldum. O benim koruyucum.”
“Peki onu seviyor musun”
“Onu sevmez miyim, sen hayatını düzelten birisini sevmez misin”
“Bende bundan bahsediyorum. Onu ne kadar seviyorsun”
“Bu da ne demek”
“Anlamayacak pek bir şey yok. Hala anlayamadın mı”
“Neyi”
“O sana aşık ama seni incitmemek için sana bunca zamandır hiçbir şey söylemedi.”
“Ama…”
“Bana cevap verme. O senin için, kimsenin yapamayacağı kadar iyilik yaptı. O hep seni uzaktan izledi. Ben ise onun yaptığının dörtte birini bile yapmadım. Ama adalete bak. O, o kadar şey yaptı ve sana sadece uzaklardan bakabiliyor. Ben ise hiçbir şey yapmama rağmen senin kollarının arasındayım. Beni anlıyor musun O seni çoktan hak etti.”
“Ama beni dinle.”
“Artık sus ve onun yanına git! Onun da mutlu olmaya hakkı var.”
O an Çikolata’nın evinden çekip gittiğimde gözlerimden akan yaşların haddi hesabı yoktu. Onu bir daha görmedim. Eminim ki Emrah ile mutlu bir hayata yelken açtı ve belki de çocukları bile oldu. Ben ise hep yalnız kalmayı tercih ettim. Kimseyle evlenmedim, gözlerimi dünyaya kapatana kadar.
Tuhaf bir şey oldu. Öldükten sonra gözlerimin önünde o vardı . Çikolata tam karşımdaydı. Bana gülümsüyordu, son derece güzel bir gülümsemeydi.
Ben de ona tepkisiz kalamadım ve gülümsemeye başladım. Ona sonsuza kadar bakabilirdim. Bana güzel kocaman gözleriyle baktı.
“Beni nasıl öldürdün, biliyor musun”
“Seni ben mi öldürdüm”
“Nasıl öldüğümü zannediyorsun”
“Zehirle mi, yoksa bıçakla mı”
“Acı çektirerek öldürdün beni.”
“Nasıl”
“Dudaklarınla öldürdün. Dudaklarındaki bir gülüş beni öldürdü. Yumuşak ama can atıcı bir gülüş…”
“Demek böyle oldu. Bilseydim, hiç gülmezdim. Peki sana dudaklarının güzel olduğunu söyleyen oldu mu”
“Evet oldu.”
“Kim söyledi peki, güllerin tanrıçası mı”
“Birden fazla kişi söyledi. Belki de yalan söylediler.”
“Yalan mı Yalanlar bir gülüş için yapılacak en güzel ödül sanırım.”
Bir an için sessizlik oldu.
“Her ölümden sonra bir sessizlik olur. Bu da benim ölüm sessizliğim. Cehennemde rezerve ettiğim yerler sanırım iptal oldu. Şu an cennetteyim, ne de cehennemde. Sadece olmak isterdim gözlerinde ve kalbinde.”
O anda hayaller bir anda kayboldular.
Şu an cennetteyim.
Sordum meleklere “Beni niye hapsettiniz” diye. Onlar ise dediler ki
“Bilmemen daha iyi. Çünkü daha çok acı çekersin.”
Ben ise ısrar ettim, zorladım onları.
“Suçumu söyleyin Allah’ın yüce yaratıkları. Nurdan yaratılmış yüzlerinizi bana dönün ve cevap verin.”
Onlar ise acı acı baktılar yüzüme ve gözlerimin önüne bazı görüntüler göstererek konuşmaya başladılar
“Sen sevgine, sevgiline ihanet ettin. Sen sevginin kollarında öldün. Ulaşamadığın sevginin… Bu bile seni buraya getirmek için neden.”
Gözümün önündeki görüntülere dikkatle baktığım anda ise Çikolata’mdan ayrıldığım günü görüverdim.
“O sana aşık ama seni incitmemek için sana bunca zamandır hiçbir şey söylemedi.”
“Ama…”
“Bana cevap verme. O senin için, kimsenin yapamayacağı kadar iyilik yaptı. O hep seni uzaktan izledi. Ben ise onun yaptığının dörtte birini bile yapmadım. Ama adalete bak. O, o kadar şey yaptı ve sana sadece uzaklardan bakabiliyor. Ben ise hiçbir şey yapmama rağmen senin kollarının arasındayım. Beni anlıyor musun O seni çoktan hak etti.”
“Ama beni dinle.”
“Artık sus ve onun yanına git! Onun da mutlu olmaya hakkı var.”
Ben kapıyı kapattım ve gittim, ancak o susmamıştı ve arkamdan son cümlesini söyledi
“Ama… Ama ben seni seviyorum, o bir melek olsa da…”
Onunla ilk tanışmam ise bir bayanla bağlantılarım olduğu zamanlara rastlar. Dünyalar güzeli bir bayanla. Çok acı çekmiş bir bayanla. Hayat ile savaşan bir bayanla… Kocaman yeşil gözleri olan, kaybolmaya müsait haline ilaveten uzun saçları olan, adeta cennetten düşmüş bir melek. Reddedilen güneş topraklarının gözlerinden süzülen acılı bir geçmişten sonra Karanlıkkent’te yaşamını sürdürüyordu.
İşte bu bayanla bağlantılı olaraktan onunla tanışmama nasip olmuştu. Adı Emrah’tı. Nerden bilebilirdim ki bir melekle tanışacağımı. Bundan sonrasını pek ayrıntılı olarak açıklamayacağım. Sadece diyalogların yanına birkaç tane süs. Bu yüzden kendinizi diyaloglarla baş başa bırakın.
Eskikent’te Bir Cafe
Bir bayan ve bir erkek buluşmak üzere bu mekana gelmişlerdi. Ancak bayanın tanıdığı başka bir bey de yanlarına katıldı.
“Merhaba, ben Emrah.”
“Memnun oldum ben de Kral.”
“Kral İlginç bir isim.”
“İlginç gelebilir tabii ki. Ancak ben pek ilginç bulmuyorum. Ne de olsa Kaan daha ilginç bir isim ve kimse bu ismi duyduğunda ilginç bir isim demiyor.”
“Farklı bir düşünce yapısı tabii ki.”
Tam bu esnada Kral’ın o gün için buluşmayı planlayıp buluştuğu arkadaşı Derya da kalkmak üzereydi.
“Benim kalkmam gerekiyor. Siz halinizden memnunsanız, ben kaçayım.”
İki erkek de aynı anda cevap verdiler.
“Sorun yok! Sen merak etme.”
Bunun üzerine Derya gitmişti ve iki erkek baş başa kalmışlardı.
“Kral sen buralı mısın”
“Buralı değilim. Ben buraya Büyük kent’ten geldim. Mavi gözlü Büyükkent’ten.”
“Seni buralara sürükleyen ne peki”
“Ben aslında buraya değil, Karanlıkkent’e gidiyordum birini görmek için. Ancak geçerken uğrayayım demiştim.”
“Hımm Karanlıkkent demek.”
“Neden böyle içli içli söyledin ki”
“Nasıl söylemem ki! Orada Karanlıkkent’in içinde bir melek yaşıyor ve oraya hap solmuş gibi. Lanetli o şehir için bir melek fazla bile.”
“Melek demek. Biraz komik olacak sorum ama o meleğin adı ne”
“Adı Çikolata. İsminden bile tatlı.”
“Tesadüf olacak ama benim buluşacağım kişinin adı da Çikolata. Bir şehir için iki Çikolata fazla gibi.”
“Belki de.”
“Peki sen o Çikolata’nın nesi oluyorsun Yani kendini neyi olarak adlandırabilirsin”
“Ben onun koruyucusuyum.”
“Koruyucusu mu”
“Ona bir şey yapmaya çalışanı cezalandırırım ve bunu hayatının sonuna kadar unutamaz.”
“Seni hatırlıyorum. Senden bahsetmişti. Sen o Emrah’sın.”
“Bu durumda aynı Çikolata’dan bahsediyoruz demektir.”
“Komik ama evet aynısından bahsediyoruz. Benim gitmem lazım Çikolata bekler. Bayanları bekletmemek lazım değil mi”
“Tabii ki.”
“Neyse kendine iyi bak.”
“Işık seninle olsun Kral.”
Zaman öylece akıp geçiyordu. Çikolata ile aramız bozulmuştu, saçma anlaşmazlıklardan sonra. Çünkü kırılgandı ruhu. Çok acı çekmenin verdiği incinme tabiatı ile. Bir gün tesadüfen tekrar karşılaştık onunla bir sinema salonun içinde. Film sarmamıştı. Zaten salondakilerin çoğu da uyumuştu. Belki de sıkıcı olarak adlandırsaydık, haksızlık etmemiş olurduk. Salondan Emrah ile çıktık ve konuşmak için bir cafe gibi bir yer bulduk.
“Seni Büyükkent’te görmek şaşırtıcı.”
“Aslında bende pek kalmayacaktım. Sadece birkaç akraba seyahati için gelmiştim. Buradan da Karanlıkkent’e gideceğim.”
“Karanlıkkent… Biliyor musun onunla konuşmuyoruz şu sıralar.”
“Biliyorum anlattı bana.”
“Ne anlattı”
“Pek fazla değil ama hatalıydın yaptığın davranışlarda.”
“Biliyorum ve şu sıralar kendimi affettiremiyorum. Suçsuz olsam bile.”
“Pek suçsuz görünmüyorsun aslında.”
“Suçsuzum aslında ancak fazla dalgınım ve fazla mizahı kullanıyorum. Başıma sorun açıyor bazen. Sen niye gidecektin, mahsuru yoksa öğrenebilir miyim Yani Çikolata’yı özel bir nedenle falan mı görecektin, yoksa öylesine ziyaret mi”
“Aslında bir sırrım var. Sana nedense söylemek istedim.”
“Mahsuru yoksa lütfen.”
“Çikolata’nın mutlu olması için planlarım var. Onun hikayesini dinlediğimden beri planlarım var. Soğuk kalbimi bir anda eritiverdi. Bu yüzden onun mutlu olmasını istiyorum. Onu öncelikle o yerden kurtararak başlayacağım işe. Karanlıkkent’in lanetli insanlarından, lanetli havasından kurtaracağım onu. Sonra benim onun için uzun zamandır çalıştığım bir program var. Bu programı satacağım ve bundan kazandığım tüm paraları ona vereceğim. Böylece bir kazancı olmuş olacak. Buna ek olarak Eskikent’te benim ve ailemin yanında kalacak. Onun hayatını gün geçtikçe düzelteceğim.”
“Sen bir melek misin”
“Öyle diyenler var ama ben öyle olduğumu düşünmüyorum.”
“Bu kadar şeyleri yaptığına göre onu çok seviyorsun.”
“O benim kalbimin buzlarını eritti. Ona ne yapsam az gelir.”
“Peki sana bir şey sorabilir miyim”
“Elbette.”
“Sen onunla ilişkini nasıl adlandırıyorsun Yani bir kardeş ya da arkadaş gibi mi seviyorsun onu Yoksa daha farklı mı”
“Tam olarak tanımlayamıyorum aslında. Ancak onunla tanıştığımdan beri kalbim çarpıyor. Hızlı hızlı çarpmaya başlıyor.”
“Ona aşık mısın”
“Aşk… Benim için zor bir kelime. Çünkü daha önce yaşamadığım bir şey.”
“Aslında tanımlayabilirsin. Sadece nasıl sevdiğini söyle onu. Kardeşini sever gibi mi”
“Bilemiyorum.”
“Ben biliyorum. Bence sen ona aşıksın.”
“Aşık bile olsam. Onu incitmek istemiyorum. Çünkü onun ne düşündüğünü bilmiyorum. Onun hayatının düzene girdiğini gördüğüm anda zaten sessizce yanından çekileceğim.”
“Ama bu senin içini acıtacak bunu da biliyor musun”
“Fark etmez. Onun kalbi yaralı, önemli olan da bu. Ben ise ben bir hiçim. Önemli olan onun kalbi.”
“Peki ne zaman gideceksin”
“Dedim ya, onun hayatı düzene girdiği zaman.”
“Hayır onu kastetmiyorum. Cennete ne zaman gideceksin”
“Takdiri ilahi. Belki de cehenneme giderim.”
“Sen bir meleksin yerin cennet olmalı.”
“Bunu bilemem.”
“Bilebilirsin. Ne de olsa cehennemdeki tüm yerleri ben rezerve ettirdim.”
Emrah gülümsedi, cevap vermeden oturduğu yerde. Kral ise devam etti.
“Ben hiçbir zaman iyi bir adam olmadım. Belki de bunu yaparsam, bir gün cehennem kapanır ve beni de cennete almak zorunda kalırlar ne dersin”
“Sen iyi kalplisin Kral. Peki sen onunla ilişkinin nasıl adlandırırsın”
“Aslına bakarsan bende pek adlandıramıyorum. Onun adlandırmasını bekledim hep. Hatta bir gün tam adlandıracaktı ki, saçma sapan olaylar araya girdi. Zaten bunu da sen biliyorsun. İşte buradayız.”
“Evet buradayız.”
Emrah saatine baktı ve gitmesi gerektiğine karar verdi. Bana doğru baktı ve nazik bir şekilde
“Artık gitmem gerekli.”
“Biliyorum zamanı geldi. Işık seninle olsun.”
“Aynen öyle kardeşim.”
O günden sonra bir daha karşılaşmadık. Ancak onu tanıdığıma gerçekten de mutluydum. Her gün bir melekle konuşmak insana nasip olmuyordu. Bu fırsatı kaçırmak aptallık olurdu.
Çikolata ile ise aramız düzelmişti ve onu görmek için Eskikent’e gidiyordum artık. Çünkü Emrah onun hayatını değiştirmişti. Ben ise bu hayatın değişimine seyirci kalmıştım sadece. İzlemiştim uzaklardan. Ne de olsa Çikolata’nın mutlu olması beni mutlu ediyordu. İnsan sevdiği bir kişinin mutlu olmasını her zaman ister. Emrah’la konuşurken yalan söylemiştim, onunla ilişkimi tanımlayabiliyordum. O benim sevdiğim kızdı. Ancak adaletin bu olmadığını biliyordum. Onun için hayatını bitirmeye göz almış birisi mi, yoksa sadece onu seven bir çocuk mu Çocuk diyorum. Çünkü hiçbir zaman büyüyemedim. Bu yüzenden de onunla konuşmalıydım. Adalet yerini bulmalıydı.
Eskikent’te Çikolata’nın yeni tuttuğu evindeydik. Romantik anlar yaşıyorduk, mutluydum, hem de çok mutluydum. Ancak bu mutluluğun artık bitmesi gerekiyordu. Çünkü uzaktan ona bakıp, onun için çok şey yapmış ama karşılığında onu kırmamak için direnç gösteren bir melek vardı.
“Burada mutlu musun Çikolata’m”
“Çok mutluyum Emrah sağ olsun, hayatım gerçekten de farklılaştı. Sanki yeniden doğmuş gibi oldum. O benim koruyucum.”
“Peki onu seviyor musun”
“Onu sevmez miyim, sen hayatını düzelten birisini sevmez misin”
“Bende bundan bahsediyorum. Onu ne kadar seviyorsun”
“Bu da ne demek”
“Anlamayacak pek bir şey yok. Hala anlayamadın mı”
“Neyi”
“O sana aşık ama seni incitmemek için sana bunca zamandır hiçbir şey söylemedi.”
“Ama…”
“Bana cevap verme. O senin için, kimsenin yapamayacağı kadar iyilik yaptı. O hep seni uzaktan izledi. Ben ise onun yaptığının dörtte birini bile yapmadım. Ama adalete bak. O, o kadar şey yaptı ve sana sadece uzaklardan bakabiliyor. Ben ise hiçbir şey yapmama rağmen senin kollarının arasındayım. Beni anlıyor musun O seni çoktan hak etti.”
“Ama beni dinle.”
“Artık sus ve onun yanına git! Onun da mutlu olmaya hakkı var.”
O an Çikolata’nın evinden çekip gittiğimde gözlerimden akan yaşların haddi hesabı yoktu. Onu bir daha görmedim. Eminim ki Emrah ile mutlu bir hayata yelken açtı ve belki de çocukları bile oldu. Ben ise hep yalnız kalmayı tercih ettim. Kimseyle evlenmedim, gözlerimi dünyaya kapatana kadar.
Tuhaf bir şey oldu. Öldükten sonra gözlerimin önünde o vardı . Çikolata tam karşımdaydı. Bana gülümsüyordu, son derece güzel bir gülümsemeydi.
Ben de ona tepkisiz kalamadım ve gülümsemeye başladım. Ona sonsuza kadar bakabilirdim. Bana güzel kocaman gözleriyle baktı.
“Beni nasıl öldürdün, biliyor musun”
“Seni ben mi öldürdüm”
“Nasıl öldüğümü zannediyorsun”
“Zehirle mi, yoksa bıçakla mı”
“Acı çektirerek öldürdün beni.”
“Nasıl”
“Dudaklarınla öldürdün. Dudaklarındaki bir gülüş beni öldürdü. Yumuşak ama can atıcı bir gülüş…”
“Demek böyle oldu. Bilseydim, hiç gülmezdim. Peki sana dudaklarının güzel olduğunu söyleyen oldu mu”
“Evet oldu.”
“Kim söyledi peki, güllerin tanrıçası mı”
“Birden fazla kişi söyledi. Belki de yalan söylediler.”
“Yalan mı Yalanlar bir gülüş için yapılacak en güzel ödül sanırım.”
Bir an için sessizlik oldu.
“Her ölümden sonra bir sessizlik olur. Bu da benim ölüm sessizliğim. Cehennemde rezerve ettiğim yerler sanırım iptal oldu. Şu an cennetteyim, ne de cehennemde. Sadece olmak isterdim gözlerinde ve kalbinde.”
O anda hayaller bir anda kayboldular.
Şu an cennetteyim.
Sordum meleklere “Beni niye hapsettiniz” diye. Onlar ise dediler ki
“Bilmemen daha iyi. Çünkü daha çok acı çekersin.”
Ben ise ısrar ettim, zorladım onları.
“Suçumu söyleyin Allah’ın yüce yaratıkları. Nurdan yaratılmış yüzlerinizi bana dönün ve cevap verin.”
Onlar ise acı acı baktılar yüzüme ve gözlerimin önüne bazı görüntüler göstererek konuşmaya başladılar
“Sen sevgine, sevgiline ihanet ettin. Sen sevginin kollarında öldün. Ulaşamadığın sevginin… Bu bile seni buraya getirmek için neden.”
Gözümün önündeki görüntülere dikkatle baktığım anda ise Çikolata’mdan ayrıldığım günü görüverdim.
“O sana aşık ama seni incitmemek için sana bunca zamandır hiçbir şey söylemedi.”
“Ama…”
“Bana cevap verme. O senin için, kimsenin yapamayacağı kadar iyilik yaptı. O hep seni uzaktan izledi. Ben ise onun yaptığının dörtte birini bile yapmadım. Ama adalete bak. O, o kadar şey yaptı ve sana sadece uzaklardan bakabiliyor. Ben ise hiçbir şey yapmama rağmen senin kollarının arasındayım. Beni anlıyor musun O seni çoktan hak etti.”
“Ama beni dinle.”
“Artık sus ve onun yanına git! Onun da mutlu olmaya hakkı var.”
Ben kapıyı kapattım ve gittim, ancak o susmamıştı ve arkamdan son cümlesini söyledi
“Ama… Ama ben seni seviyorum, o bir melek olsa da…”