bebekler ağlamasın.....

talin

Guru
Kayıtlı Üye
20 Haziran 2007
4.250
27
45
kızlar bu yazı benii çok etkilediği için sizlerle paylaşmak istedim
lütfen dikkatlice okuyun
özellikle hamile olan her bayanın bilmesi gereken önemli bilgiler bence bunlar
lütfen doğum şeklinizi çok özenli bir şekilde seçin...
sevgilera.s.


Doğum anı ve doğumdan sonraki ilk birkaç saat bebek-anne bağının kurulması açısından kritik saatlerdir. Hiçbir müdahale veya ilaç etkisi altında kalınmadan yapılan doğumlarda anne ve bebeğin karşılıklı salgıladığı hormonlar bu ilk aşkın kurulmasında hayati rol alırlar. Bu ilk aşk dolu sevgi bağının kurulabilmesi için doğal olarak doğan bu bebeklerin annelerinden uzaklaştırılmak yerine kordonu bile kesilmeden anne kucağı ile buluşturulması gerekir. Bu sayede doğumda bebekler üzerinde oluşabilecek psikolojik travmalar hiç yaşanmaz, bebek kendini güvende hisseder, sevildiğini hisseder.

Bu ilk dakikalarda anne-bebek bağının en kısa sürede kurulması artık tartışma olmaktan çıkmış insancıl ve bebeğe saygılı doğumun vazgeçilmez bir gerçeği olmuştur. Peki gerçekler bu kadar önümüzde olduğu halde biz doktor ve ebeler doğum anına ve bebeğin doğumda yaşadıklarına ne kadar saygılıyız ?

Ülkemizde yapılan standart bir doğum anında bebeklerimizin yaşadıklarına bir bakalım:

Doğum odasında bir kargaşa, bir koşturmaca, bir gürültü hakimdir.
Doğum yapmak üzere olan kadına enerjisinin büyük kısmını açılma döneminde dikkatsizce harcadığından yorgundur.

Gebemize sürekli neler yapması gerekiği yüksek sesle anlatılmaktadır. Zaten panik bir halde olan gebemiz bu anlatılanların çoğunu duyamaz bile, tek yapmak istediği biran önce doğurup bu gerginlikten kurtulmaktır. (Aslında farkında olmadan bebekten kurtulmaya çalışmaktadır.)

Bir de bizlerin daha çok ıkınması için dikkatsizce sarf ettiği "çabuk ıkın, bebeğin zor durumda, yoksa ölür.."gibi cümleler onun tedirginliğini ve başarısız olma ve bebeğini kaybetme duygularını arttırır.

Bu olumsuz şartlar altında bebeğimiz bir şekilde başını çıkarır...
Bu yeni dünyada ilk karşılaştığı şey ilk defa görecek gözlerine tutulmuş spot ışıklarıdır.

Gece yarısı uyandırılıp gözünüze projektör tutulduğunu hissedin, gözleriniz yanar, korumak için sımsıkı kapatırsınız.Bebeğimizin de başına gelen budur.

Ardından biri başından tutarak onu güçlüce çeker..

Uyandığınızda başınızdan çekildiğinizi hissedin... bebeklerde aynı duyguları yaşar.

Bebeğimiz doğar doğmaz, ilk defa yerçekimi ile tanıştığı bu anda biri onu ayaklarından tutarak ters çevirir, yaşadığı duyguları hayal bile edemiyorum...

Hatta ayaklarına vurur biran önce nefes alsın diye. Bu darbelerin onda yaratacağı travmayı hissedin...

Ve ilk nefesini alır..ilk nefes...İlk defa sigara içtiğinizi veya ilk defa alkolle tanıştıığınız günü hatırlayın..evet bu ilk nefes onun için yabancı bir histir, belki de akciğerleri bu nefesle yanar...

Daha bu nefese alışamadan kordonu aniden kesilir, oysa yaşamsal tüm gereksinimleri oradan geliyordur, oksijen gereksinimi de..Kordon onun için güvendir.

Birdenbire onun için güvenli olan kordon yerine bu acı dolu nefesle karşı karşıya kalmıştır..

Çığlık çığlığa ağlar..

Gözleri ışıktan kamaşmış, akciğerleri yanıyordur ve başaşağı durumda yerçekimiyle tanışmıştır..

Ağlar...belki geri huzurlu yuvasına dönmek ister belki de annesinin güven dolu yakınlığını hissetmek ister. Bu yüzden ağlar.."Annem nerede" diye ağlar...

Peki biz ne yaparız...

Onu annesiyle buluşturmak yerine arkada mekanik bir masaya atarız..lastik eldivenler, metal aletler, oksijen tüpleri, aspiratörlerle dolu tamamen yapay bir ortam yaratırız ona.

O hiç dokunulmamış hassas cildini bizim için normal ama onun için kaba, zımpara gibi kumaşlarla sileriz...güya onu temizleriz.

Boğazından içeri lastik hortumlar sokup içindeki sıvıyı almaya çalışırız..
Ve o sürekli bağırır.."annem nerede, annem nerede, neresi burası.."
Ve kapatır kendini..ellerini ve ayakların kasar, tehlike olarak algıladığı bu anda kendini kapatır ve korumaya çalışır..

Ve sürekli ağlar, ağlar, ağlar..

Ve ne büyük bir ironidir ki biz o ağladıkça mutlu oluruz..O acı çektikçe mutlu oluruz...

Anne mutludur, bebeği doğurmuş ve o gerginlikten kurtulmuştur...
Doktor mutludur, başarı kalbi atan ve nefes alan bir bebeği anneye teslim etmektir onun için...

Peki ya bebek..bebeği hiç farkeden oldu mu?

O HALA AĞLIYORDUR !

Peki bunu düzeltmek mümkün mü? Bebeklerimizi bu travmadan kurtarmak çok mu zor?

Aslında çok basit uygulamalarla bebeklere saygılı ve insancıl bir doğum odası ve doğum planlamak mümkün.

Mesela önce anneyi eğiterek başlasak işe ve annenin doğum boyunca yaşayacağı korkular üzerine çalışsak..

Sakin, korkusuz ve gevşemiş, doğum süreci ve doğum anı hakkında bilinçli bir anne sakin bir doğum demektir..Doğumda çoşku hatta ağrısız bir doğum demektir...Tüm doğal ve sevgi odaklı hormonların mükemmel uyumu ve salınımı demektir...

Sonra doğum odasında doğum işini bu gebemize bıraksak, ona güvensek..

O bedeninin yönlendirmesini izleyerek doğal güdülerini kullansa..
Ikınması gerektiğini hissettiğinde ıkınsa..Onu paniğe sevketmesek, sabırlı olsak...

Doğumda anneye ve bebeğe güvensek...

Ve sessizlik sağlasak doğum odasında...

Doğum kutsal bir andır ve tüm kutsal yerlerde ve olaylarda sessizlik hakimdir...Bizler sadece izlesek, sadece yanında olduğumuzu hissettirsek...

Ve o bebeğin gözünü yakan spotları kapatsak...inanın hiç ihtiyacımız yok bu spotlara doğumda...

Bebeklerimiz doğumun ilk saniyesinde kapamasalar kendilerini..bu şoku yaşamasalar.

Ve doğum anı...O ilk aşk için herkes hazır...

Anne hadi bebeğim diye ıkınıyor...

Kargaşa yok...panik yok..Güzel bir ana tanıklık var sadece...

Herkes seyirci...sadece anne ve bebek sessizce çalışıyorlar...

Bebeğimiz doğar doğmaz daha neredeyim ben demeden annesinin onu bekleyen sımsıcak göğsü ve onu saran elleriyle buluşsa..

Kordonunu hemen kesmesek..en azından akciğerlerinden gelen bu yeni hissin ona zarar vermediğini anlayana kadar kordonun ona güven veren hissini korusak..Zaten birkaç saniye içinde bebeğimiz kontrolü ele alacak ve kordondaki kan akımı duracak..

Onun bu geçiş dönemine saygı duysak..

Ve o ilk karşılaşma...

Salgılanan doğal hormonlar hem anneyi hem de bebeği bu ilk aşka hazırlar...

Bu ilk bakışa...

Anne bebek aşkı bu ilk dakikada başlar..

Bebeğimiz aldığı ilk nefesten sonra annesinin göğsüyle buluşmuş ve sadece onun sesini duymuştur...

Yeni bir dünyadır ama korkmasına hiç gerek yoktur.Çünkü annesini gebelik boyunca ona güven veren sevgi dolu kalp atışı yine ona güvende olduğunun hissettirmektedir.

Bu yüzden panik olmasına gekek yoktur...

Bırakır kendini rahatça, gevşer, sakin nefesler alır, annesini dinler, arada başını kaldırır ona bakar.

Güvendedir, ağlamasına gerek yoktur. AĞLAMAZ BU BEBEKLER...

Burada bir konuya açıklık getirmek lazım: Bebekler ilk doğduklarında refleks bir ağlama ile nefes alırlar ve bu yenidünyaya "Merhaba" derler. Bu ağlama onların akciğerlerinin fonksiyon görmesi içi yeterlidir.

Doğumdan hemen sonra anneleri ile buluşunca bu ağlama bazen devam etse de çok agresif bir ağlama olmaz. Daha çok bir çeşit iletişim gibidir. Eğer anne huzurlu bir doğum yapmışsa ve bebeğine sıcak bir yaklaşımla o güzel sesiyle hoş geldin diyorsa o zaman bu ağlama yerini sakinlik ve huzura bırakacaktır. Yani doğduklarında oluşan refleks ağlamaları, doğum anına kadar yaşadıkları ve doğum anındaki duygulanımlarına bağlı olarak değişken özellikler gösterecektir.


İşte anneye ve bebeğe saygılı, daha insancıl bir doğuma imza atmak bu kadar kolay kolaydır. Ama ilk değişimin önce kendi içimizde yaşanması gerekir...

Artık gözlerimizin önündeki perdeyi kaldırmalı ve annelerimizle bebeklerinin çektiklerini fark etmeliyiz...

Sonra değişim kendiliğinden gelecektir...Annelerimiz ve bebeklerimiz kendilerine saygılı doğumlara kavuşacaklardır.
 



Bebeklerimiz doğumda herşeyin farkındadır. Yandaki resime bir bakın; bu bebeğin hiçbirşey algılamadığını söylemek mümkün mü?

Ben ve ekibim anne ve bebeklere saygılı daha insancıl doğumlar için çalışıyoruz. Ama inanın yılların alışkanlıklarını kendimizde bile yıkmak zaman alıyor. Doktor olarak doğumu, gebeyi yönetmeye o kadar alışmışız ki herşeyin kontrolünü eğitim vermiş olmamıza rağmen gebeye bırakırken uzun bir geçiş dönemi yaşıyoruz.

Ancak doğumda bu sabrı göstermeye başladığımızdan beri doğumlara bakışımız değişti. Bizler yönetenden çok seyirci olmaya başladığımızdan beri gebelerimizden ve çiftlerimizin birbirlerine desteğinden çok şeyler öğreniyoruz. Bebeklerimizi annelerin göğsüne bırakırken çekiniyorduk, birşey olur mu diye...Yılların alışkanlıklarını yıkmak kolay değildi..Ancak bebeklerimizi izledikçe onlardan öğrendik...Çok rahattılar...Ağlamadılar...Anneleriyle iletişim halindeydiler...Başlarını kaldırıp onlara baktılar...Konuşunca yüzlerini o yöne çevirdiler...Hatta güldüler...Bebeklerimizi yeniden keşfettik...

Fransa'da ev tipi doğum odaları, suda doğum ve anneye saygılı doğumun yaratıcılarından Michel Odent kitabı "Primer Sağlık"(Primal Health) kitabında doğuma kadar geçen süre, doğum anı ve doğumdan sonraki kritik zaman diliminde bebeklerin yaşadıkları travmalar ile erişkin dönemde karşılaştıkları davranış bozuklukları ve sağlık problemleri arasındaki bağlantıları irdelemektedir.Bu kitapta doğum anında bebeklerimizin yaşadıkları herşeyi hatırladıkları, bu yaşadıkları travmalar nedeni ile uzun dönemde davranış bozukluklarına eğilimli olduklarını anlatmaktadır. Sanayileşmeyle gelen kentsel hayattaki bireylerde görülen kendine ve başkalarına karşı sevgi eksikliklerinin kökenlerini doğum anında yaşananlarda aramakta ve bu konuda araştırmalar yapmaktadır. Bu yüzden doğum anına saygı, anne-bebek bağının sevgi dolu ve insancıl biçimde kurulması toplumsal barışın sağlanması, insanlarımızdaki bu sevgi eksikliğinin giderilmesinde hayati bir öneme sahiptir.

Doğum anında anne-bebek bağının kurulmasında bizlerin katkısının yanında asıl önemli olan doğal doğumda salgılanan hormonların düzgün salınımıdır. Doğumun doğallığı bu hormonlarda gizlidir. Doğum hormonları bu ilk aşkın oluşumunda hayati öneme sahiptir. Bu hormonlarların etkileri ve düzgün salınmaları doğal doğumun ve onun pozitif etkilerinin temelidir....


hamile olan tüm arkadaşlarımın hayırlısıyla bebeklerini kucaklarına almalarını dilerim

sevgiyle kalına.s.
 
EMEĞİNE ,YÜREĞİNE SAĞLIK...senağlama
ÇOK ETKİLEYİCİYDİ....:a015:
 
ben dogum yaptım ama yazını okuyunca bı garıp oldum bebegımde dusundum hepsını gercekten urkutucu cok haklısın arkadasım ama nerdeee bu memlekette o kadar hassasıyet zor doktorlar ısımı yapsamda gıtsem dıyolar en nefret ettıgımde bebek dogunca kazık gıbı carsaflarla sılmelerı allahtan benımkı havluyla temızlendı gordum tsk ederım paylasımın ıcın super
 
bu yazıyı ilk okuduğumda benim de oğlumu dünyaya getiriş şeklim aklıma geldi ve ben de dehşete düşmüştüm:çok üzgünüm:
normal doğum yapabilmek için çok uğraştım ama olmadı,problemler çıktı ve ben de oğlumu maalesef doğduktan hemen sonra kucağıma alamadım:çok üzgünüm:
sanırım bu hep içimde kalacak,üstüne üstlük bir de bu yazıyı okuyuncasenağlama
 
paylaşımın için tşk canım.
çok etkilendim valla ne güzel anlatmışlar.
 
rica ederim kızlara.s.a.s.
keşke bu yazıyı herkese ulaştırmayı başarabilseydim
eminim hayata gözlerini açan bebeğinin bu tür karmaşalar yaşadığını bilen her anne doğumu konusunda çok daha özenli davranacaktıra.s.
 
Son 10 yıla baktığımızda sezaryen oranlarının özellikle büyük şehirlerimizde gittikçe arttığını farkediyoruz. Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre bu oran %15 olması gerekirken, ülkemizde devlet hastanelerinde %40-60, özel hastanelerimizde %80-90 oranlarını bulmuş durumda.

Amerika ve Avrupa ülkelerinde %28-30 sınırına gelen sezaryen oranlarını düşürmek için yoğun bir çaba harcanırken, ülkemizde yazılı açıklamaların dışında büyük bir projenin olmadığını görüyoruz.

Peki çok açık bir biçimde görülen, kabul edilemez derecede yüksek sezaryen oranlarının sebebi nedir?

Ve neden diğer gelişmiş ülkeler normal ve doğal doğum oranlarını yüksek tutmaya çalışmaktadır ?

Doğal Doğum Nedir?

Doğal doğum mümkün olduğu kadar müdahale edilmeden yapılan doğumlardır. Bu sayede aktive olan tüm doğal hormonlar, anne ve bebeğini doğuma en sağlıklı biçimde hazırlamaktadır.

Zaten doğal bir doğumda ebeler ve doktorların izleyici olup, sağlık kontrollerini yapmalarından başka bir müdahalesi olmamalıdır. Çünkü buna ihtiyaç yoktur. Gebelik ve doğum eylemi bir hastalık değil, bedenin doğal, normal ve sağlıklı bir fonksiyonudur.

Gereksiz yere yapılan her türlü müdahalenin doğumun işleyişi ve hormonların salınımı üzerine negatif etkileri vardır.Zaten doğal doğumu üstün kılan bu hormonların salgılanmasıdır.

Bu hormonlar içinde en etkili olan iki hormon oksitosin ve endorfindir.
Oksitosin rahimi kasıcı etkileri ile doğumun ilerlemesinden sorumlu
hormondur. Ancak oksitosinin cinsellikte, arkadaşlarla yenilen güzel bir
yemekte ve sevginin olduğu daha birçok yerde salgılandığını biliyoruz.

Bu yüzden bu hormona "sevgi hormonu" adı verilmiştir. Yani sevginin olduğu her yerde oksitosin de vardır. Bu hormon doğumda gittikçe artan oranlarda salgılanarak doğum anında ve doğum sonrasında en yüksek seviyelerini bulur.

Kordon yoluyla da bebeğe geçer. Bebeğin de kendi hormonunu ayrıca
salgıladığını biliyoruz. Böylece doğal bir doğumda anne ve bebeğinin bu hormonun etkisiyle bir sevgi denizinde yüzdüğünü söyleyebiliriz.

Diğer hormonumuz endorfin bedenin salgıladığı doğal bir ağrı kesicidir.Doğa, doğum yapan kadının kendini rahat hiisedebilmesi için herşeyi yapar.

Oksitosin seviyesi yükselip, kasılmalar sıklaştıkça, beden endorfin
salgısını arttırarak cevap verir. Böylece kadının bedeninde doğal bir
anestezi sağlanır, kasılmalar daha rahat hissedilir.

Doğumda endorfin seviyeleri en yüksek noktadadır. Kordon yoluyla bebeğe geçer, bebeğimiz de kendi hormonunu salgılar.

Endorfinin bağımlılık yapıcı bir etkisi de vardır. Kişi endorfin
etkisindeyken çok daha sevgi dolu, karşısındakini kabullenicidir.

Endorfinin en çok salgılandığı sporcularda bu etkileri açıkça görebiliriz. Doğum anında anne ve bebeği oksitosin ve endorfin etkisindir. Ve bu iki hormon birleştiğinde müthiş bir güce ulaşır. Anne ve bebeğin bu ilk
karşılaşmada birbirlerine bağlanmasından bu hormonlar sorumludur.

Bu yüzden biz bebeğe saygılı doğumlarda, bebeğin doğar doğmaz anne kucağına verilmesini savunuyoruz. Bu anlarda sessiz kalıp, bir adım geri çekiliyoruz. Anne ve bebeğinin bu ilk buluşmasını bozmamak için herşeyi yapıyoruz.

Son yıllarda yapılan çalışmalar doğum anında bebeklerimizin herşeyin
farkında olduklarını ortaya koymaktadır. Bebeklerimiz doğduklarında herşeyi hissederler, duyarlar ve görürler. Spotlar gözlerini acıtır, başaşağı tutulmak onları mutlu etmez.

Tek istedikleri bu yeni dünyada güven duyacakları tanıdık bir sestir. Bu yüzden en çok tanığı kişiyi, annelerini ararlar.

İlk refleks ağlamalarından sonra anne kucağı ile buluştuklarında annesinin güven veren kalp atışlarını duyar, tanıdık sesini ve kokusunu hissederler. Ağlamaları yavaş yavaş azalır. Kendilerini bu güvenli sıcaklığa bırakırlar. Bu güvenli ve sevgi dolu başlangıç onların gelecekteki davranışlarını da pozitif yönde etkileyecektir.

Yapılan tüm çalışmalar doğal doğumların anne ve bebek üzerindeki pozitif etkilerini desteklemektedir.Bebeklerde solunum problemleri daha az olur, daha aktiftirler, daha iyi ve kolay emerler, bağırsak flora gelişimleri çok daha iyi olur.

Anne-bebek ilişkisi çok daha sağlıklı başlar, annelerimizde doğum sonrası depresyon çok daha az görülür.

Doğumda Müdahalelerin Etkileri Nelerdir?

Doğumun doğal işleyişine yapılan her türlü müdahale doğumun doğal gidişini etkiler. Bunların arasında aç bırakılmak, serum takılması, su kesesinin erken açılması, doğum başlamadan suni sancı ile doğumun erken tetiklenmesi, her gebeye epizyotomi dediğimiz vajinal kesi yapılması, hatta epidural anestezi kullanılması sayılabilir.

Bu uygulamalar eğer gerçekten bir neden yokken uygulandığında, doğumda salgılanan hormonların çalışma düzenleri bozulur.

Örneğin gerek yokken sadece doğumu hızlandırmak için takılan suni sancı annenin doğal oksitosin salgısını bozar.

Suni sancı olarak bildiğiniz, serumla verilen ve rahimi kasıcı etkileri olan yapay oksitosin beyin bölgesine geçemediğinden, beden doğal ağrı kesicisi olan endorfini salgılayamaz ve gebe kasılmaları çok daha şiddetli hissetmeye başlar.

Bu gebelerimizin doğum yaparken bebeklerine kavuşma değil, onlardan kurtulma hissiyle davrandıklarını görüyoruz. Bu da doğum anındaki o ilk buluşmayı bozar.

Epidural anestezide ve ağrı kesicilerde de aynı etkileri görüyoruz.Bu
uygulama doğuma yapılan büyük müdahalelerden biridir. Evet gebe doğumda hiç ağrı hissetmez ancak doğal hormonların salınımı da engellenmiş olur.

Bu doğumlarda gebe yatağa bağlı kalır, sürekli takip altında olmak zorundadır, doğumlar göreceli olarak uzar, vakum takma oranları artar, anne-bebek buluşması gecikir. Yapılan ağrı kesici ilaçların az ya da çok bebeğe geçtiklerini de biliyoruz. Bu ilaçların kısa ve uzun dönemli negatif etkileri konusunda çalışmalar devam etmektedir.

Bir diğer müdahale olan epizyotomi, yani doğumda vajinal kesi normal
doğumdaki negatif olayların başlıca sorumlusudur.

Ülkemizde ilk doğumların hemen hemen tümünde uygulanırken İngiltere'de bu oran %30 civarındadır. Emekli bir ebe olan annemden 1960'larda yaptırdığı doğumları dinlemek her zaman bana ilginç gelmişti. O dönemde gerek hastane gerekse ev doğumlarında epizyotomiyi çok nadir uyguladığını anlatırdı. Ancak çok sabırlı ve doğuma saygılı olduklarını anlatırdı. Sakin geçen, hızlandırılmamış doğumlarda epizyotomi ihtiyacı aslında çok az olmaktadır. Ancak burada hem doğum yapanın, hem de yaptıranın sabırlı olması, doğumun daha yavaş ilerlemesi gerekmektedir.
 
Doğal Doğumlar Neden Bu Kadar Azaldı?

Bu soru sorulduğunda genellikle ilk suçlanan doktorlar oluyor. Bu bir
anlamda doğru. Yani sezaryen doğum zamanı belli olduğu, kısa sürdüğü için birçok yoğun çalışan doktor için kolay bir doğum şekli olarak empoze edilmektedir. Belki de bu yüzden sezaryen oranları gittikçe artıyor.Yıllardır tek bir doğum yaptırmamış birçok doktor tanıyorum.Eğitim hastanelerimizde doktor ve ebeler, müdahalesiz doğal doğumları yeteri kadar izleme fırsatı bulamadan mezun oluyorlar.

Ama bu konudaki en büyük sorumluluk ailelere düşüyor. Kadınlarımız arasında sezaryen tercihi gittikçe artıyor. Bunun en büyük sebebi
" DOĞUM KORKUSU".

Kadınlarımız doğumdan korkuyor ve korkuları toplum tarafından besleniyor. Korku gerginlik yaratıyor ve bedenimizde stres hormonlarının salgılanmasını arttırıyor.

Adrenalin başta olmak üzere salgılanan bu hormonlar doğumun doğal gidişini bozuyor. Beden bu korkular nedeniyle tehlikede olduğunu sanarak doğumu durdurmaya çalışıyor. Rahim kasları birbiriyle uyum içinde çalışacakken, birbirlerine karşı çalışır hale geliyor ve bu da ağrılı kasılmalarla sonuçlanıyor. Biz buna korku-gerginlik-ağrı çemberi adını veriyoruz. Yani kadınlarımız aslında kendi ağrılarını kendileri yaratıyorlar diyebiliriz.

Korku dolu bir doğumda istemesek de müdahaleler devreye giriyor. İlerlemeyen doğumlar karşısında suni sancılar uygulanıyor. Daha şiddetli kasılmalar sağlanıyor. Doğal işleyiş devre dışı bırakıldığından beden kendi ağrı kesicisi olan endorfini salgılayamıyor. Gergin ve ağrılı geçen saatler sonrasında bu gebeler bir şekilde doğum yapıyor belki ancak özellikle doğum anında tamamen kurtulma güdüleri ile hareket ediyorlar. O özel anı, o büyülü buluşma anını kaçırıyorlar. Akıllarında sadece ağrılar, yorgunluk ve korku kalıyor.

Tabii bu gebelerimiz daha sonra korkuyla besledikleri bu doğumları anne adaylarına bire bin katarak anlatıyor ve toplumsal korkunun kaynağı oluyorlar.

Yani toplum olarak doğum konusunda negatif bir hipnoz altındayız ve bir şekilde bunun yavaş yavaş kırılması gerekiyor.

Artan sezaryen oranlarının bir diğer sebebi yasal sorumluluklar ve aile
beklentileri. Aileler artık doğumda hiçbir ters giden olaya şahit olmak
istemiyorlar. Yani "garantili" doğum istiyorlar.

Oysa biz biliyoruz ki hayatımızın hiçbir aşamasında böyle bir garanti yok. Sağlığımızla ilgili aldığımız her kararın pozitif yanları olduğu kadar negatif yanları da var.

Bu doğum için de geçerli. Bazen işler istediğimiz gibi gitmiyor. Çok nadir karşımıza çıksada bu gibi istenmeyen bir olay olduğunda ilk suçlanan doktor oluyor ve neden en baştan sezaryen yapılmadığı sorgulanıyor.

Bazen olaylar gittikçe artan sıklıkta mahkemelere taşınabiliyor. Aile ve yasalarla baskı altına alınan doktorlarımızdan garantili sonuçlar beklendiğinde ister istemez sezaryen oranları artıyor.Tüm bunların önüne geçmek için ailelerin kendi sağlıkları ile ilgili sorumluluları alacak derecede eğitilmeleri gerekiyor.


Doğal Doğum Yolunda Neler Yapılabilir?

Sanırım bu aşamada en büyük görev kadınlarımıza düşüyor. Gerek hamilelik gerekse doğum planları için artık "Ben ne istiyorum?" sorusu yerine, "Bebeğim ne istiyor?" sorusunu sormamız gerekiyor.

İnanın bana bebeklerimiz travmasız, sakin ve dünyayla tanıştığı anda annesiyle buluşacağı doğal bir doğum istiyor.Bu onların geleceğini pozitif yönde etkiliyor, sevme kapasitelerini arttırıyor.Dünyada travmasız bir doğumla karşılaştırıldığında sezaryenin daha iyi olduğuna dair tek bir çalışma yok. Kadınlarımızın artık doğumlarına sahip çıkması gerekiyor.

İkinci aşamada korkularla çalışmak geliyor.

Korkuların panzehiri bilgidir.

Bilinmeyen sizi daha çok korkutur.

Burada hamile eğitimi devreye giriyor ve sizi korkusuz bir doğuma hazırlıyor. Doğum aşamalarını, ıkınma tekniklerini, nefes tekniklerini bu kurslarda öğrenebiliyorsunuz. Zamana saygıyı öğreniyorsunuz. Doğumda gevşemenin önemini ve kendinizi bırakmayı öğreniyorsunuz. Doğumun bilinçle kontrol ederek değil, bilinçaltıyla kendinizi bırakarak yapıldığını öğreniyorsunuz. Bedeninize, rahminize ve bebeğinize güvenmeyi öğreniyorsunuz.

Yani eğitimlerde doğuma fiziksel ve duygusal olarak hazırlanıyorsunuz. Tüm bunların sonucunda da kendi doğumunuzla ilgili planları yapabilecek ve kendi sağlığınızla ilgili kararları verebilecek duruma geliyorsunuz.

Burada elbette hamile eğitimi alacağınız kurumu seçmeden önce araştırmanız uygun olacaktır.. Bu kurumun doğal doğumu desteklemesi, sizi böyle bir doğuma hazırlayacak teknikleri öğretmesi, gereksiz müdahalelerden nasıl korunacağınıza rehberlik etmesi için belli doğum felsefelerini benimsemiş olması gerekiyor.

Ülkemizde hala emekleme aşamasında olan hamile eğitim kurumlarının çoğunda verilen hizmetler hamilelik egzersizleri ve emzirme tekniklerinin çok ötesine geçmemektedir.

Bu kurumlar genellikle sistemle barışık hizmet vermekte, ders konularını ona göre seçmektedir.Eğitim alanların arasında doğal doğum oranlarının çok düşük kalması bu görüşümüzü desteklemektedir.

Ülkemizde doğal doğum yolundaki ikinci büyük adımda doktor ve hastane seçiminin iyi yapılması gerekiyor. Bu konularda hepimizin yavaş yavaş kendini sorgulaması gerekiyor.

Eğer sizin doğum yapmaya karar verdiğiniz hastanede sezaryen oranı % 90'sa , bu aynı zamanda sizin de sezaryen oranınız demektir.

Eğitim verdiğim gebelerime genellikle hastane ve doktorlarını sorgulamalarını tavsiye ediyorum. Yine böyle eğitim alan bir gebemiz, büyük şehirlerimizden birinin tanınmış bir özel hastanesindeki doğum koşullarını araştırmaya gittiğinde ilginç bir olayla karşılaşmış.

Doğumla ilgili sorduğu her soruya çalışanlar sezaryen aşamaları ile ilgili bilgiler verince onlara normal doğum yapmak istediğini söylemiş. Verdikleri cevap ülkemiz gerçeğini göz önüne sermeye yetiyor "Ama bizim hastanemizde hiç normal doğum yapılmıyor ki!".

Normal ve doğal doğum isteyen kadınlarımız bunları sorgulamadıkça doğal doğum yolunda ilelememiz mümkün değil.

Avrupa ve Amerika'da "Bebek Dostu Hastane" kavramının yanında bir de "Anne Dostu Hastane" kavramı var. Yani doğal ve müdahalesiz doğumu destekleyen, doğum odalarına evlerdeki huzur ve güveni getiren, doğum boyunca anneye her türlü fiziksel ve duygusal desteği veren, anne ve bebeğin doğum anına saygı duyarak daha insancıl doğumlara kucak açan hastaneler.

Ülkemiz için de bu kavramın yakın bir gelecekte uygulanmaya başlayacağını umut ediyorum.

Bu konuda en büyük sorumlunun Sağlık Bakanlığı olacağını söylemek sanırım yanlış olmaz. Yurt çapında başlatılacak kampanya ve seminerlerle doğal doğum teşvik edilebilir.

Her hastanede hamile eğitimi yapılması zorunlu tutulabilir. Hastanelerin normal, müdahaleli ve sezaryenle doğum oranları gebelerin de görebileceği şekilde sergilenebilir. Sezaryenin anne ve bebek üzerindeki negatif etkileri panellerle anlatılabilir.

Son olarak gebelerimizin doğumda öğrendikleri bilgiler ışığında
sorumlulukları paylaşmaları gerekiyor. Doğuma veya sezaryene karar
verdiklerinde komplikasyon dediğimiz ters gidebilecek herşeyi öğrenmeleri ve bu sorumluluğu doktorlarıyla paylaşmaları hasta-hekim ilşikileri için çok önemli.

Elbette bunları gebelerimize öğretmek, sorumluluğu alan sağlık çalışanlarının görevidir. Bu durum doğal doğum isteyen gebelerimizde çok güzel işliyor. Doğum isteyen kadına doktoru "Ama bak bu, bu, bu riskler var, riske atmak istemezsin değil mi ?"diyerek zaten içinde var olan korkuyu daha da körüklüyor. Ancak gebemiz sezaryen istediğinde karşılaşacağı risklerden bahsetmek yerine sadece sezaryen tarihi için gün veriliyor.Böylece gebemiz sezaryenin kendisi ve bebeği için getireceği tüm risklerden habersiz sağlığı ile ilgili önemli bir kararı vermiş oluyor
 
SONUÇ:

Ülkemizde gittikçe artan oranlarda, gebelerimizin müdahalesiz ve ilaçsız doğal bir doğumla bebeklerine kavuşmak, doğum anının coşkusunu yaşamak için yeniden istek içinde olduklarını görüyoruz.

Bunun için hastane ve doktorlarımızın gebelerimize gerekli fiziksel ve duygusal desteği vermek için yeniden yapılanmaları kaçınılmaz bir gerçektir.

Bu yolda Dünya Sağlık Örgütü'nün yayınladığı doğal doğuma götüren kanıta dayalı 6 uygulama bir rehber niteliğindedir:

1 Doğum kendi başlamalıdır.

2 Doğum boyunca hareket özgürlüğü olmalıdır.

3 Doğum boyunca gebeye duygusal ve fiziksel destek verilmelidir.

4 Gereksiz her türlü müdahaleleden kaçınılmalıdır.

5 Doğumda sırtüstü yerine diğer pozisyonlar desteklenmelidir.

6 Doğum sonrası anne ve bebek bir arada kalmalıdır.

Hastane ve doktor seçimi yaparken bu uygulamalara nasıl bakıldığı
sorgulanmalı ve doğum aşamasında gebelerimiz kendi sağlıkları ile ilgili kararları verebilecek düzeyde eğitilmelidirler.

Bu sayede kabul edilmez oranlara yükselen sezaryen ve müdahaleli doğum oranlarının, yakın bir gelecekte azalmaya başlayarak, kadınlarımızın yeniden doğumun coşkusunu yaşayacağı günler yakındır.

Anneye ve bebeğine saygılı doğumlardaki artış toplumumuzun geleceği için de hayati bir öneme sahip olacaktır.

hepinizi normal olan ,normal doğuma çağırıyorum arkadaşlar
bebeklerimiz için:teytey:

sevgilera.s.
 
ellerine saglik canim cok guzel bir yazi olmus..
herkes okumali bence.
 
evet ve okudukça herkes daha fazla bilgi sahibi olmalı
buradaki bilgilerle kalmayıp araştırıp daha fazlasını öğrenmeli

herşey çocuklarımız için
 
Sezaryen ile doğumun son 30 yılda alarm verici boyutlara ulaşması, bazı hastalıkların şaşırtıcı oranlarda artmasında önemli faktör.

Türkiye dünyada en çok sezaryen yapılan ülkelerin içinde yer alıyor. Bu ülkelerin çoğu da gelişmekte olan ülkeler.

ABD de dahil “gelişmiş ülkelerde” bile sezaryen sırasında ölen annelerin sayısının doğal doğumda ölen annelerden dört kat fazla olduğunu biliyor musunuz?

Yumurtadan çıkan yavru kuşlar, yumurtadan çıkabilmek için önce kendilerine ufacık bir delik açıyor. Sonra o minik delikten sıkışa sıkışa sürtünerek çıkmaya çalışıyor. Eğer kuşun yumurtadan daha kolay çıkması için ona “yardım ederek” deliği büyütürseniz, kuş kanatlarını geliştiremeden dünyaya geliyor. Ve uçamıyor. Sürtünme ve zorluk kuşa kanatlarını kazandırıyor.

Bebeğin kendisinin doğmaya hazır olduğu zamandan önce -doktora/anneye uygun tarihte- suni sancı ile başlatılan doğumun da bedelleri var: Çocuğun bir boyutta “kanatlarının” oluşmasını etkiliyor.

Doğum kanalında bebek doğmak için zorlu bir yolculuk yaparken akciğerleri gelişimini tamamlıyor. Doğum sancıları, yani rahim spazmları çocuğun bedeni üzerinde basınç (masaj) yaptığı için gereklidir.

Hayatımızın başka hangi döneminde tepeden tırnağa aynı anda masaj oluyoruz? Bu masaj, cildin bütününde sinir hücrelerini uyardığı için bebek açısından çok önemlidir.

Sezaryen doğum, doğum sonrası depresyonu da arttırıyor.

Doğumdan sonra üç ay boyunca depresif olan annelerin çocukları 10- 11 yaşına geldiğinde şiddet içeren davranışlar gösteriyor. Bu çocukların sevgi kapasitesinde düşüklük oluyor, kendine ve başkalarına zarar verme ve intihar eğilimleri, uyuşturucu kullanımı ve depresyon artıyor.

Epidural anestezi ve sezaryen ile doğan hayvanların yavrularıyla hiçbir şekilde ilgilenmediğini biliyor musunuz?

Anne ile yavru arasındaki içgüdüsel sevgi bağı kopuyor.

Bu çok önemli bir bilgi.

İnsan annelerinin beyinlerinde hayvanlarda olmayan neokorteks yani ön beyin olduğu için anne, sezaryenle de doğsa yavrularıyla ilgileniyor ama yine de doğanın gerçeği şudur:

İnsan da bir memeli hayvandır. Memeli hayvanlar ile ortak olan “alt beyni”nin güdümünde olan yavrusunu sevme ve bağlanma ‘kapasitesi’ diğer memeli annelerle ortaktır. Yani annenin de bebeğin de “içgüdüsel” sevme yetisinde azalma olması kaçınılmazdır.

Memeli hayvanlar “sevmiş gibi “ yapmıyor. Onlar doğal olanı biliyor; toplumsal şartlanmaların “çocuk doğurmalıyım, zamanı geldi”, “her kadın evliyse anne olmalıdır”, “ailem torun bekliyor”, “bir çocuğum olsun onunla oyalanırım”, “yaşlılığımda bana bakar”, “çocuğumla sevgi açlığımı gideririm” türü beklentileri ve görevleri değil.

Anne sevgisi ile doğum sancısı arasında bir bağ olduğu da biliniyor. Çünkü doğal doğumda hem bebek hem anne aralarında bağ oluşturan “sevgi kokteyli” oksitosin hormonu salgılıyor ve annenin süt üretiminde gerekli olan prolaktin hormonunda bir artış oluyor.

Annede de bebekte de sevme kapasitesi artıyor. Bu sevme kapasitesi ilerideki yıllara yansıyor… ve kişinin hayat seçimlerini belirliyor.

Kuraldışı Yayınları’ndan bu ay SEZARYEN başlıklı kitabı çıkmış olan Dr. Michael Odent suda doğum ve ev doğumu konusunda devrim yaratmış hümanist bir doktor. Onun yaptıklarını, düşüncelerini ve vizyonunu uzun yıllardır takip ediyorum.

Dr. Odent, bebeği ağaç meyvesine benzetiyor. “ Bir ağacın meyveleri aynı zamanda olgunlaşmaz. Erken koparılan meyve lezzetsiz olur ve çabucak çürür. Bebek de öyle. Bazı bebekler doğmaya hazır olmak için daha uzun zamana ihtiyaç duyar. Sezaryende gün önceden belirlenir. Haftalara göre hesaplanan doğum tarihinde bebek doğmamışsa çocuk zorla doğurtulur” diyor.

Meyveyi dalından erken koparmamak gerek.

Sadece doğum için insan doğasına uygun “doğum evi” ortamlarının oluşturulacağı bir Türkiye’yi hayal ediyorum.

Bir şey daha: her vajinal doğum doğal doğum değildir! Bir doğumda kesik atılıyorsa, forseps, epidural, suni sancı ilaçları kullanılıyorsa, o doğum doğal doğum olmaktan çıkmaktadır. Bu saydıklarımız çoğu doktorun iddia ettiği gibi zararsız şeyler değildir. Anne için de bebek için de hem kısa hem uzun vadeli yan etkileri vardır.

Doğuma hazırlanmak, döllenmeden önce başlar. Bebeğin döllenme öncesinden doğuma kadar her safhada nasıl etkilendiğini yine yeni çıkan PİKİ (PSİKOKİNESİYOLOJİ)- BEDENİN BİLGELİĞİ kitabımda paylaştım sizlerle. Elimizden geldiğince yayınladığımız kitaplarla yeni nesil anneleri bilinçlendirmek için çorbada tuzumuz olmasına gayret ediyoruz.
 
bebekler tabiiki ağlamasın ama tıbben ağlaması gerekiyor anne karnındayken amnion mayisiyle dolu olan ciğerleri ağlayınca olanca gücüyle diyafram kasının baskısıyla o suyu dışarıya atıyor ben ebeyim gerek sezeryan gerek normal doğumlara bebeği canlandırmaya giriyorum ağlayan bebek bizim için çok iyi bir kriterdir ben böyle doğan bebeklerde içimden hep sevinmişimdir oh çok şükür suyu atıyor ciğerleri temizleniyor diye.....bazı uyaranların olması gerekiyor birde bizim gözümüzle bakarsanız o bezle mutlaka silinmesi gerekiyor ve hızlı hareket etmelisiniz benim için o an ne psikolojik travma ne burnuna giren sonda hiç önemli değil o an o bebek elime verildimi istediğim tek şey o bebeğin hayati fonksiyonlarını normale döndürmek çok zaman zamanla yarışırsınız çünkü herşey 3-4 dakikada olur ve biter bebek resüssite etmekte yapılan herşeyin bir anlamı vardır sizler bilmiyorsunuz bebeği ters tutmanın,sırtını sıvazlamanın,bezle silmenin,ayağının altına vurmanın....eğer yapılan şeyler hayatını kurtaracaksa varsın ağlasın gözüne ışık girsin....o anları yaşayan biri olarak böyle düşünüyorum çünkü bunun başka bir yolu yok....
 
Bu siteyi kullanmak için çerezler gereklidir. Siteyi kullanmaya devam etmek için onları kabul etmelisiniz. Daha Fazlasını Öğren.…