- 28 Temmuz 2009
- 12.437
- 22
"Aşk şehveti, cinselliği içermekle birlikte ondan daha fazla bir şeydir. Bu zamanın sorunu, herhangi bir kadının ya da erkeğin herhangi bir erkeğe ya da kadına duyduğu ilgiye endekslenmesi ki, şehvetin aşkın yerine konmasıdır."
Aşkın, karşı cinse duyulan aşkın tarifini yapar mısınız?
Aşkın tarifi mümkün değil. Daha doğrusu, mümkün olan bütün tarifler aşk sayesindedir. Dolayısıyla aşkı tarife sığdırmak mümkün değil. Fakat aşkın ne olmadığın söyleyebiliriz. Karşı cinse duyulan ilgiye aşk diyorsak ya da karşı cinse duyulan ilgiye indirgiyorsak yanlış bir yerdeyiz demektir. Karşı cinse duyulan ilgiye şehvet, cinsellik, tensellik diyoruz. Burada karşı cins deyince, karşıdaki cinsin kişiliğinin önemi değil dişiliğinin ya da erkekliğinin önemi söz konusu oluyor. Yani şehvetten söz ederken herhangi bir kadının ya da erkeğin, herhangi bir erkek ya da kadına duyduğu ilgiden bahsediyoruz. Dolayısıyla burada bir kimliksizlik, spesifik olamama, kişiliğe endekslenmeme sorunu var. Ama ne zamanki bu doğal olan şehveti, karşı cinse duyulan ilgiyi dişilikten yada erkeklikten kişilik düzeyine taşırız; o zaman aşktan söz edilebilir. Çünkü bu defa herhangi erkeğin ya da kadının herhangi bir kadın ya da erkeğe ilgisinden değil, tanımlanmış ve birbirlerini kişilik olarak tanıyan iki insanın ilişkisinden, ilgisinden ilişkisinden söz ederiz. Dolayısıyla aşk şehveti, cinselliği içermekle birlikte ondan daha fazla bir şeydir. Bu zamanın sorunu, herhangi bir kadının ya da erkeğin herhangi bir erkeğe ya da kadına duyduğu ilgiye endekslenmesi ki, şehvetin aşkın yerine konmasıdır. Aşkın şehvet olmadığını söylemekle yetineyim bu soru karşısında.
Kişilik, kişiliğe bürünmek derken ne anlama geliyor. Açabilir miyiz?
Siz bir insanı seversiniz. Bu insanın cinsini, cinselliğini, tenini değil. Sevmenizin içinde bu da vardır. Ama onu kalbiyle, ruhuyla; tabii bedeniyle ve teniyle de seversiniz. Beden ya da ten kişiliksizdir. Bilboardda görülen herhangi bir kadın uzvuna kişiliksiz bakılır. Burada söz konusu olan şehvettir çünkü. O uzvun kime ait olduğunu kimse dert edinmiyor. Hatta dert edinmemiz de istenmiyor. İşte burada kadını kimliğinden, kişiliğinden soyutlayıp dişiliğine indirgemek söz konusu. Şehvet ya da bu zamanın cinselliği kişilikten soyutlanmış, kişiyi bütün olarak görmeden herhangi bir kadın ya da erkek olarak görmesiyle ilgili. Şehvetin hedefinde her kadın-her erkek vardır. Ama aşkın hedefinde bir erkek-bir kadın vardır. Belli bir kadın-belli bir erkekten söz ettiğimizde, onu birilerinin terk edilip onun tercih edilmesi, o tercihte saklı yüceliği bize işaret ediyor. Aşk da o zaman başlıyor, başlamış oluyor.
Aşka, cinselliğe ve evliliğe kadın ve erkek açısında baktığımızda, nasıl bir farklılık görürüz?
Erkek kısmı bu çağda çok sık uyarana ve cinsel uyarana maruz kalıyor. Erkekler günün her saatinde neredeyse görsel, işitsel olarak çok ciddi şehvet çağrılarına konuk oluyor. Bilbordda, gazete ve tv reklamında var. Hatta ve hatta çağrı merkezlerindeki telefon görüşmelerinde de bir şuhluk edası saklıdır aslında. Dolayısıyla bu zamanda erkeğin bir taraftan görsel olarak tahriki söz konusu, diğer taraftan da evliliklerde erkeğin helalinden tek seçeneğidir durulması için. Evliliklerde, aşkın ve bununla birlikte cinselliğin öldürülmüş, törpülenmiş olması erkekleri şehvetin önünde yağmalanmış hale getirdi. Erkekler çok fazla görsel uyaran alıyor. Ve bu görsel uyaran pazarlamanın, reklamların yöntemi haline geldi. En umulmadık şeyde mutlaka bir kadın imajı var. Erkeklere olan zararı çok fazla uyarılmış olmaları. Uyarılma da aşkı, sevmeyi yüzeyselleştiriyor. Çünkü bu uyaranlarda ve görüntüden dolayı belli bir kadından dolayısıyla aşk duygusunda değil, herhangi bir kadını herhangi bir uzvuna olan düşkünlükten bahsederiz. Erkeğin aşkta söz konusu olan adanmaya kendini hazırlamaması, adanmaya kendini alıştıramaması demek. Adanmak bir şeyi tercih etmek demektir. Tercih de o şeyi tercih ederken onun uğruna bir çok şeyi terk etmek demektir. Terkle bedelini ödemediğiniz bir tercih tercih değildir.
Biraz önce sözü geçti, erkek/kadın evlendiğinde, birini tercih ettiğinde bir takım problemler ortaya çıkar, bunu açacak olursak...
Kadın bedeni yağmalanıyor. Aslında ben bunu modern çağda kızların diri diri toprağa gömülmesi olarak tanımlıyorum. Öyle algılanmalı. Neden? Kadının kişiliği öldürülüyor, tümüyle dişiliğine indirgeniyor. Dişilik de tene indirgeniyor. Ten ise topraktır. Kadını ruhu düşünceleri hasleti toprağa gömülmüş oluyor. Dolayısıyla kafasından geçenlere değil, kalçasına indirgeniyor genç kızlar. Kişiliğine değil dişiliğine endeksleniyor varlıkları. Dişiliği ne kadar ortadaysa, kendini dişiliği ölçüsünde ortaya koymaya zorlanıyor. İmaj bu şekilde. Bunun evliliğe yansıması şu:
Erkek çok fazla tahrik edilmiş ve uyarılmış vaziyette. Kadınsa, özellikle geleneksel sistemlerde çok fazla korunur. Kendini çok fazla ifade eden, cinsel ve tensel olarak ortaya koymaktan çekinir. Bu evlilikte cinsel hayatta bir dengesizliği doğuruyor. Kadın erkeği, erkek kadını tatmin edemez hale geliyor. Ve tek helal buluşma noktası olan evlilikte bu şekilde yüzeyselleşmeye başlıyor. Bu yüzden bize şunu benimsetmeye çalıyorlar; evlilik aşkı öldürür. Yani aşk varsa, bu evlilik olmadığındandır, evlilik dışılığındandır....
Klasik cümle haline gelmiştir zaten "Evlik aşkı öldürür.."
Evliler aşkı öldürebilir. Evli olmayanlar da öldürebilir. Ama evlilik aşkı öldürmez, oldurur, diyoruz. Ama tabii bunun yöntemlerini bilmek, o yola baş koymak gerekiyor. Yani bir kadınla bir erkeğin ruhsal olarak da duygusal olarak da birlikteliklerini çoğaltabilecekleri, derinleştirebilecekleri tek yer helal dairesidir. Helal haram kaygısı olanlar için bunları söylüyorum. Helal haram kaygısı olmasa bile yurtdışında güvensizlik ortamının bütün ilişkileri cehenneme çevirdiği bilinir ama insanlar bunu itiraftan kaçınıyorlar. Şimdi diyoruz ki, erkek fazlasıyla tahrik edilmiş ve tahrik edilen erkek evlilikte kadına muhatap olmak yerine, ilişkiyi kendi evliliğine ve tümüyle tene indirgeyebiliyor. Oysa kadın daha çok muhatap olunmak, kişiliğiyle dinlenilmek isteniyor. Bu ise erkeğin alıştırıldığı, eğitimini aldığı bir şey değil. Ayrıca genç delikanlılar filmlerden şunu anlıyorlar; bir kadının mutlu edilmesinin hem cinsel, hem de ruhsal anlamda kolay olduğunu zannediyor. Oysa değil. Kadının cinsel anlamda da, ruhsal anlamda da doyumu çok zordur. Evlenince hem kendilerinin, hem de eşlerinin mutlu olacaklarını zannediyorlar. Oysa mutluluk üretilen, sürekli üretilmesi gereken bir şeydir. Dışarıdan sana taşınmaz. Sen içinden dışarıya taşırırsın. Biz evliliği öyle zannediyoruz ki: "Gelsin biri benimle evlensin de beni mutlu etsin." Bu beklenti içindeyiz.
Modern dönemde gençlere empoze edilen bu mudur? Rahat evlenebilirsin, memnun olmazsan bırakır gidersin, düşüncesi mi?
Bence bunun nedeni, haz ve hız çağında yaşıyor olmamız. Haz ve hız. Temaslar derinliksiz, ilişkiler inceliksiz, sadece teğet geçiyoruz birbirimize. Hayatın her yerinde adeta görünmez camdan, şeffaf engeller var önümüzde. Kimse kimsenin derinine inmeye vakit ayıramıyor. Baba çocuğuna, eş eşine, komşu komşuya.... Bu da evliliğe şöyle yansıyor: Evet evlilik bir ihtiyaçtır. Aşk olmasa da evlenilebilir. Ya da evlilik varsa, bu da sürdürülmek durumundadır. Aşkın olmasına, üretilmesine gerek yoktur. Mecburiyettir, bir arada yaşarız. İlişkiler derinliksiz olduğu için, bu ilişkide bedel ödenmez. Bedelse tercihin getirdiği o terklerdir. Bir kadın kendine eş seçerken bütün diğer erkekleri terk eder. Bir erkek de kendine eş seçerken bütün diğer kadınları terk eder. Bütün kadınların uğrunda terk edildiği kadın, eşine onun uğrunda terk ettiği bütün kadınları borçludur. Uğrunda bütün erkeklerin terk edildiği bir erkek karısına, kendisi uğruna terk edilen bütün erkekleri borçludur. Bu ise evlilikten önce değil, evlilikten sonra birbirimize daha çok iltifat borçlu olduğumuzun habercisidir. Ama biz bunun farkında değiliz.
Biz zannediyoruz ki, evlilik otomatik olarak büyüyecek, gelişecek, serpilecek meyve verecek. Klasik laftır; çiçek bile sulanmazsa, bakım yapılmazsa solar. Çiçekçideki gibi durmaz evinde. Bakımını sen yapacaksın. İlişkiler de böyledir.
Yanıldığımız bir nokta şu tabii; biz iyi insanların ilişkilerinin iyi olacağını zannediyoruz. Oysa ilişkinin iyiliği başkadır, ilişkide bulunan insanların iyilikleri başkadır. İki iyi insanın ilişkisinin iyi olması garanti değildir. Bu yüzden en iyi, en ideal işi seçtik, en ideal eş tarafından seçildik diyelim. İdealler bunlar. Ama iki ideal insanın ilişkisini ideal olması için çaba göstermeleri, teknik bilmeleri gerekiyor. Bu yüzden, evlenirken ilişkilerin yüzeysel kalmasından dolayı en ufak bir anlaşmazlıkta birbirimizden vazgeçebiliyoruz. Çünkü birbirimiz uğrunda terk ettiğimiz şeylerin bedeli olmadığını, borçlu olmadığımızı zannediyoruz. Yüzeyseliz. Ha! seninle olmadı bununla...
Her ilişkide duygusal bir yatırım vardır. Evlilikte ise bu çok daha fazladır. Bu ortak hesabı kolayca boşaltamazsınız. Veyahut hesap yeterince büyük değilse iş evliliğe, ömür boyu birlikteliğe hatta ebedi birlikteliğe dönüşmemeliydi. Ama dönüşmüşse, sen hâlâ dönüştüğün halde ortak duygusal hesabınızda yeterince meblağ yoksa, çok kolay vazgeçebilirsiniz birbirinizden. Bu neyi getiriyor: A kızı ile anlaşamadım, B kızı ile anlaşırım zannediyorsun. Ama hayır. Sen A kızı ile anlaşamadığın için B kızı ile de anlaşmanın yolunu bilmiyorsun, C ile anlaşmanın yolunu da büyük ihtimale bulamayacaksın. Sorun sende, A'da veya B' de değil....
Dediğiniz gibi mutluluk içerinde taşıyor, üretiliyor..
Evliliği çocuklarımıza şöyle belletmeliyiz; ben mutluyum. Kendimden memnun bir insanım. Bu mutluluğu bir başkasına taşıyabilir miyim? Ama ne yapıyoruz biz: "Evleneyim bak nasıl mutlu olacağım..."
Gelecek, elin kızı seni mutlu edecek. Gelecek, elin oğlu seni mutlu edecek. Kazın ayağı öyle değil. "Ben seni mutlu etmek için bekleyeyim, sen de beni bekle..." Oh!.. Onu şuna benzetirler; şömine yanar. Herkesin elinde odun vardır ama herkes birbirinin gözüne bakar "odunu sen at" diye. Odunu atmazsan ateş söner.
Mecazi aşkta ölçü nasıl olmalı? Bir tarafta aşkı sırf cinsellik olarak görenler, bir tarafta uğruna cinayet işleyenler... Nasıl bir denge olmalı?
Artık o flört, lise aşkları mecazi aşk tabirini bile hak etmiyor. Orada bir bağımlılıktan söz edebiliriz. O işin dinamiği bağımlılıktır. Birini, sözüm ona, aşkınız için öldürebiliyorsanız ya da kimseye yar olmasın diye öldürebiliyorsanız, sizin ona bağımlılığınız söz konusudur. Aşk bağlılıktır, bağımlılık değil. Aşkta her iki taraf kişiliğini muhafaza eder. Aşk aynı zamanda bu bağlılık içinde karşındakinin iyiliğini kendininkinden çok düşünmeyi gerektirir. Bu çok daha zordur. Biz aşkı da bencilliğe hamlettiğimiz için "bu kız bana yar olmadı, kimseye yar olmasın" diyoruz ve öldürüyoruz. Ya hep, ya hiç denklemine sürmüşüz işi. Ya olacak ya da hiç olmayacak.
Kaldı ki onlu yaşlardaki ilgilere de ihtiyatla bakmak gerekiyor. Bu ilgilerin dinamikleri çoğunlukla sağlıklı değil. Bunların ayrıca irdelenmesi lazım.
Flörtse, flörtle yüzleşmek lazım. Flört tanışmak mıdır, yoksa cinselliği evlilik öncesine taşımak mıdır? Eğer bir insana cinsellik yaşayabilecek kadar güvenebiliyorsanız, onu o kadar önemsiyorsanız niye evliliği geciktiriyorsun? Bizim sorunlarımızdan bir tanesi; bizde evlilik bir çok formaliteye bağlanmıştır. Gençlerin en büyük sorunu, evlilikler ki, müşkül hale getirilmiştir. Takımlar, bilmem neler, siparişler, 2-3 yıl beklemeler... Evlilik dediğin nikahtır. Nikah da iki şahitten ibarettir. Bunu neden gençlerimizden sakınıyoruz. Helal olan, hayırlı olan bir konuda acele etmek değil midir, söz konusu olan. Uzun ve sancılı nişanlılık dönemlerine sokuyoruz gençleri. Mademki nişanladın, bu nişanı ilan edecek kadar kararlısın, niye bunu evliliğe dönüştürmede acele etmiyorsun? Mademki evlenme konusunda mesafen ve ihtiyatın var, niye o zaman nişanlıyorsun? Yani buradaki stereotipik davranışı ben anlamakta zorlanıyorum.
Daha önceleri evlilik yaşları 18-19'du. Daha huzurlu ve mutlulardı. Şimdi evlilik yaşının gecikmesi durumu var. Bunda etken durum nedir? Çeşitli merkezlerin yönlendirmesi ve pompalaması mı söz konusu?
Evliliğin yaşça gecikmesinden daha çok önemsediğim şey, evliliğin uyumca gecikmesidir. Aslında anlaşamıyorsak, evlilik dinamikleri ortada değilse, 19 yaşında evlenmişler 45'inde evlenmiş sayılabilirler. 45'inde anlaşmaya başlıyor, evliliğin kıvamını oturtuyor olabilirler. Evliliklerdeki sorun, evlilik öncesi tanışma ortamlarını sağlıklı olmayışıyla ilgili. Modernite bizi şunu getirdi: Evlilik öncesi flört bilmem ne dediğimiz şeyler kendimizi olduğumuzdan iyi göstermeye ayarlı. Dolayısıyla ben flörtün gençleri birbirine tanımasına değil, birbirini iyice tanımamasına alet olduğunu düşünüyorum. Flört ettiğiniz kişiyi artık tanınmaz hale getirirsiniz. Artık onu perdesiz göremezsiniz. Burada biz geleneksel yöntemi eleştiriyoruz ama...
Sorunun daha temelde olduğunu düşünüyorum. Kız erkek ilişkilerinden önce, kız erkek duruşunda saklı. Biz gençleri; ayakları üzerinde duran, ayaklarını sağlam basan, kişiliği oturmuş, kendinden memnun bireyler olarak yetiştirme yeteneğinden yoksunuz. Bu durumda tatminsiz, arayış içinde olan gençlerin enerjisini akıttığı, saldığı, savurduğu ilk alan haliyle cinsellik olacak. Genç buraya kontrollü bir şekilde girmiyor, kendini bir şekilde; bir duvar yıkılıyor su düzensiz bir biçimde akıyor. O zaman, o alandaki karışık ve karmaşıklıklar olanda gençlerimizin duruşuyla ilgilidir. İş, oraya getirilmesi gereken bir şey. Bunun için eğitim sisteminin baştan sona sorgulanması gerekiyor. Bunun için aile çocuk ilişkilerinin baştan sona çözülmesi gerekiyor.
Biz formatı bozulmuş bir topulumuz. Hâlâ bozulmamış taraflarımız var ama iki arada bir deredeyiz. Ne birbirimizi hiç ayıplamadan günah işleme rahatlığımız var, böyle bir durumda münafıklığımız ortaya çıkmaz. Ahlaksızsa ahlaksızlığı ortaya koyar. Adam olur geri de döner. Ama bu durumda alanda ayıp yok, ama öbür taraftan doğruya yönlendirme teşviki de yok.
Biz riyakâr ve ikiyüzlü bir tavır içindeyiz. Biz hayat kadınlığını reddediyoruz. Ama öbür taraftan bu toplum hayat kadınlarını bir şekilde besliyor. Ayıplıyorsun ama bir taraftan onu besliyorsun. Beslemekten maksat, o kimselerin toplumda müşteri bulabiliyor olmaları kendilerine. Hepimiz tv'ler ahlaksızlık yayıyor diye bağırıyoruz, ama o ahlaksızlıkları yalnız kaldığımızda açabiliyoruz. Bu duruş toplumun kendi başına duruşuyla, bireysel duruşuyla, kendine aynada bakışıyla veyahutta Rabbine muhatap oluşuyla; Rabbimize muhatap olursak yalnızca kalabalıkta değil, yalnız başımızayken de kalitemizi koruruz. Rabbimize duruşumuz bozuk
Temel konu bu değil mi?
Rabbine duruşunu bozan insanların kalitesini nasıl ve ne ile geliştireceksin. O zaman sokakta tv'ler müstehcenlik yapıyor diye bağıracağız, ama eve gidince en ahlaksız sunucuyu biz seyredeceğiz. Oradaki fark; yalnızlığımızda, kimse görmediğinde Allah'ın gördüğünü görme bilincimizi kaybettiğimizden kaynaklanıyor.
Bizim unuttuğumuz bir şey de, imanın şartı ihsandır. İslamın ve imanın şartlarını biliyoruz. Peki ihsanın şartı ne? Aynı hadiste geçiyor bunlar. Cebrail (as) Peygamberimize gelip soruyor: İhsan nedir? İhsan, Alah'ı görürmüş gibi yaşamak. Kişisel ve bireysel kalite işte burada ortaya çıkıyor. Kurumsal kalite de buradan ortaya çıkıyor.
İnternette flörtü nasıl değerlendirirsiniz?
İnternetin kimliksizliği söz konusu. Aynı zamanda sığlığı. İnternette bir insan yüzüyle muhatap değilsin. İnsan yüzüne muhatap olmadığında iki avantajın oluyor. Bir; bir insana söylemekten utandığın şeyleri söylüyorsun. İkincisi; bir insanın ayıplamasından da kendini korumuş oluyorsun. Yani kendi içini açabiliyorsun, kendini saklayabiliyorsun. Karşındakinin saklanmış olup olmamasını da dert edinmiyorsun. Ama biliyorsun ki, bir insanla muhatapsın. Bu çok sağlıklı bir ilişki değil. Ama aslında birbirimizi ayıplamadan, birbirimizi çekiştirmeden, tecessüs etmeden, kusurlarımızı büyütmeden, gıybetimizi yapmadan birisiyle konuşabilme ve dertleşebilme ihtiyacımızı gösteriyoruz. Onun telafisi de Internet. Çok garip.
İnsanlar ara boşluklarda gezmekten hoşlanırlar. Berzah. Ne tümüyle bağlanıyorsun, ne de tümüyle bağımsızsın.
Aşkın, karşı cinse duyulan aşkın tarifini yapar mısınız?
Aşkın tarifi mümkün değil. Daha doğrusu, mümkün olan bütün tarifler aşk sayesindedir. Dolayısıyla aşkı tarife sığdırmak mümkün değil. Fakat aşkın ne olmadığın söyleyebiliriz. Karşı cinse duyulan ilgiye aşk diyorsak ya da karşı cinse duyulan ilgiye indirgiyorsak yanlış bir yerdeyiz demektir. Karşı cinse duyulan ilgiye şehvet, cinsellik, tensellik diyoruz. Burada karşı cins deyince, karşıdaki cinsin kişiliğinin önemi değil dişiliğinin ya da erkekliğinin önemi söz konusu oluyor. Yani şehvetten söz ederken herhangi bir kadının ya da erkeğin, herhangi bir erkek ya da kadına duyduğu ilgiden bahsediyoruz. Dolayısıyla burada bir kimliksizlik, spesifik olamama, kişiliğe endekslenmeme sorunu var. Ama ne zamanki bu doğal olan şehveti, karşı cinse duyulan ilgiyi dişilikten yada erkeklikten kişilik düzeyine taşırız; o zaman aşktan söz edilebilir. Çünkü bu defa herhangi erkeğin ya da kadının herhangi bir kadın ya da erkeğe ilgisinden değil, tanımlanmış ve birbirlerini kişilik olarak tanıyan iki insanın ilişkisinden, ilgisinden ilişkisinden söz ederiz. Dolayısıyla aşk şehveti, cinselliği içermekle birlikte ondan daha fazla bir şeydir. Bu zamanın sorunu, herhangi bir kadının ya da erkeğin herhangi bir erkeğe ya da kadına duyduğu ilgiye endekslenmesi ki, şehvetin aşkın yerine konmasıdır. Aşkın şehvet olmadığını söylemekle yetineyim bu soru karşısında.
Kişilik, kişiliğe bürünmek derken ne anlama geliyor. Açabilir miyiz?
Siz bir insanı seversiniz. Bu insanın cinsini, cinselliğini, tenini değil. Sevmenizin içinde bu da vardır. Ama onu kalbiyle, ruhuyla; tabii bedeniyle ve teniyle de seversiniz. Beden ya da ten kişiliksizdir. Bilboardda görülen herhangi bir kadın uzvuna kişiliksiz bakılır. Burada söz konusu olan şehvettir çünkü. O uzvun kime ait olduğunu kimse dert edinmiyor. Hatta dert edinmemiz de istenmiyor. İşte burada kadını kimliğinden, kişiliğinden soyutlayıp dişiliğine indirgemek söz konusu. Şehvet ya da bu zamanın cinselliği kişilikten soyutlanmış, kişiyi bütün olarak görmeden herhangi bir kadın ya da erkek olarak görmesiyle ilgili. Şehvetin hedefinde her kadın-her erkek vardır. Ama aşkın hedefinde bir erkek-bir kadın vardır. Belli bir kadın-belli bir erkekten söz ettiğimizde, onu birilerinin terk edilip onun tercih edilmesi, o tercihte saklı yüceliği bize işaret ediyor. Aşk da o zaman başlıyor, başlamış oluyor.
Aşka, cinselliğe ve evliliğe kadın ve erkek açısında baktığımızda, nasıl bir farklılık görürüz?
Erkek kısmı bu çağda çok sık uyarana ve cinsel uyarana maruz kalıyor. Erkekler günün her saatinde neredeyse görsel, işitsel olarak çok ciddi şehvet çağrılarına konuk oluyor. Bilbordda, gazete ve tv reklamında var. Hatta ve hatta çağrı merkezlerindeki telefon görüşmelerinde de bir şuhluk edası saklıdır aslında. Dolayısıyla bu zamanda erkeğin bir taraftan görsel olarak tahriki söz konusu, diğer taraftan da evliliklerde erkeğin helalinden tek seçeneğidir durulması için. Evliliklerde, aşkın ve bununla birlikte cinselliğin öldürülmüş, törpülenmiş olması erkekleri şehvetin önünde yağmalanmış hale getirdi. Erkekler çok fazla görsel uyaran alıyor. Ve bu görsel uyaran pazarlamanın, reklamların yöntemi haline geldi. En umulmadık şeyde mutlaka bir kadın imajı var. Erkeklere olan zararı çok fazla uyarılmış olmaları. Uyarılma da aşkı, sevmeyi yüzeyselleştiriyor. Çünkü bu uyaranlarda ve görüntüden dolayı belli bir kadından dolayısıyla aşk duygusunda değil, herhangi bir kadını herhangi bir uzvuna olan düşkünlükten bahsederiz. Erkeğin aşkta söz konusu olan adanmaya kendini hazırlamaması, adanmaya kendini alıştıramaması demek. Adanmak bir şeyi tercih etmek demektir. Tercih de o şeyi tercih ederken onun uğruna bir çok şeyi terk etmek demektir. Terkle bedelini ödemediğiniz bir tercih tercih değildir.
Biraz önce sözü geçti, erkek/kadın evlendiğinde, birini tercih ettiğinde bir takım problemler ortaya çıkar, bunu açacak olursak...
Kadın bedeni yağmalanıyor. Aslında ben bunu modern çağda kızların diri diri toprağa gömülmesi olarak tanımlıyorum. Öyle algılanmalı. Neden? Kadının kişiliği öldürülüyor, tümüyle dişiliğine indirgeniyor. Dişilik de tene indirgeniyor. Ten ise topraktır. Kadını ruhu düşünceleri hasleti toprağa gömülmüş oluyor. Dolayısıyla kafasından geçenlere değil, kalçasına indirgeniyor genç kızlar. Kişiliğine değil dişiliğine endeksleniyor varlıkları. Dişiliği ne kadar ortadaysa, kendini dişiliği ölçüsünde ortaya koymaya zorlanıyor. İmaj bu şekilde. Bunun evliliğe yansıması şu:
Erkek çok fazla tahrik edilmiş ve uyarılmış vaziyette. Kadınsa, özellikle geleneksel sistemlerde çok fazla korunur. Kendini çok fazla ifade eden, cinsel ve tensel olarak ortaya koymaktan çekinir. Bu evlilikte cinsel hayatta bir dengesizliği doğuruyor. Kadın erkeği, erkek kadını tatmin edemez hale geliyor. Ve tek helal buluşma noktası olan evlilikte bu şekilde yüzeyselleşmeye başlıyor. Bu yüzden bize şunu benimsetmeye çalıyorlar; evlilik aşkı öldürür. Yani aşk varsa, bu evlilik olmadığındandır, evlilik dışılığındandır....
Klasik cümle haline gelmiştir zaten "Evlik aşkı öldürür.."
Evliler aşkı öldürebilir. Evli olmayanlar da öldürebilir. Ama evlilik aşkı öldürmez, oldurur, diyoruz. Ama tabii bunun yöntemlerini bilmek, o yola baş koymak gerekiyor. Yani bir kadınla bir erkeğin ruhsal olarak da duygusal olarak da birlikteliklerini çoğaltabilecekleri, derinleştirebilecekleri tek yer helal dairesidir. Helal haram kaygısı olanlar için bunları söylüyorum. Helal haram kaygısı olmasa bile yurtdışında güvensizlik ortamının bütün ilişkileri cehenneme çevirdiği bilinir ama insanlar bunu itiraftan kaçınıyorlar. Şimdi diyoruz ki, erkek fazlasıyla tahrik edilmiş ve tahrik edilen erkek evlilikte kadına muhatap olmak yerine, ilişkiyi kendi evliliğine ve tümüyle tene indirgeyebiliyor. Oysa kadın daha çok muhatap olunmak, kişiliğiyle dinlenilmek isteniyor. Bu ise erkeğin alıştırıldığı, eğitimini aldığı bir şey değil. Ayrıca genç delikanlılar filmlerden şunu anlıyorlar; bir kadının mutlu edilmesinin hem cinsel, hem de ruhsal anlamda kolay olduğunu zannediyor. Oysa değil. Kadının cinsel anlamda da, ruhsal anlamda da doyumu çok zordur. Evlenince hem kendilerinin, hem de eşlerinin mutlu olacaklarını zannediyorlar. Oysa mutluluk üretilen, sürekli üretilmesi gereken bir şeydir. Dışarıdan sana taşınmaz. Sen içinden dışarıya taşırırsın. Biz evliliği öyle zannediyoruz ki: "Gelsin biri benimle evlensin de beni mutlu etsin." Bu beklenti içindeyiz.
Modern dönemde gençlere empoze edilen bu mudur? Rahat evlenebilirsin, memnun olmazsan bırakır gidersin, düşüncesi mi?
Bence bunun nedeni, haz ve hız çağında yaşıyor olmamız. Haz ve hız. Temaslar derinliksiz, ilişkiler inceliksiz, sadece teğet geçiyoruz birbirimize. Hayatın her yerinde adeta görünmez camdan, şeffaf engeller var önümüzde. Kimse kimsenin derinine inmeye vakit ayıramıyor. Baba çocuğuna, eş eşine, komşu komşuya.... Bu da evliliğe şöyle yansıyor: Evet evlilik bir ihtiyaçtır. Aşk olmasa da evlenilebilir. Ya da evlilik varsa, bu da sürdürülmek durumundadır. Aşkın olmasına, üretilmesine gerek yoktur. Mecburiyettir, bir arada yaşarız. İlişkiler derinliksiz olduğu için, bu ilişkide bedel ödenmez. Bedelse tercihin getirdiği o terklerdir. Bir kadın kendine eş seçerken bütün diğer erkekleri terk eder. Bir erkek de kendine eş seçerken bütün diğer kadınları terk eder. Bütün kadınların uğrunda terk edildiği kadın, eşine onun uğrunda terk ettiği bütün kadınları borçludur. Uğrunda bütün erkeklerin terk edildiği bir erkek karısına, kendisi uğruna terk edilen bütün erkekleri borçludur. Bu ise evlilikten önce değil, evlilikten sonra birbirimize daha çok iltifat borçlu olduğumuzun habercisidir. Ama biz bunun farkında değiliz.
Biz zannediyoruz ki, evlilik otomatik olarak büyüyecek, gelişecek, serpilecek meyve verecek. Klasik laftır; çiçek bile sulanmazsa, bakım yapılmazsa solar. Çiçekçideki gibi durmaz evinde. Bakımını sen yapacaksın. İlişkiler de böyledir.
Yanıldığımız bir nokta şu tabii; biz iyi insanların ilişkilerinin iyi olacağını zannediyoruz. Oysa ilişkinin iyiliği başkadır, ilişkide bulunan insanların iyilikleri başkadır. İki iyi insanın ilişkisinin iyi olması garanti değildir. Bu yüzden en iyi, en ideal işi seçtik, en ideal eş tarafından seçildik diyelim. İdealler bunlar. Ama iki ideal insanın ilişkisini ideal olması için çaba göstermeleri, teknik bilmeleri gerekiyor. Bu yüzden, evlenirken ilişkilerin yüzeysel kalmasından dolayı en ufak bir anlaşmazlıkta birbirimizden vazgeçebiliyoruz. Çünkü birbirimiz uğrunda terk ettiğimiz şeylerin bedeli olmadığını, borçlu olmadığımızı zannediyoruz. Yüzeyseliz. Ha! seninle olmadı bununla...
Her ilişkide duygusal bir yatırım vardır. Evlilikte ise bu çok daha fazladır. Bu ortak hesabı kolayca boşaltamazsınız. Veyahut hesap yeterince büyük değilse iş evliliğe, ömür boyu birlikteliğe hatta ebedi birlikteliğe dönüşmemeliydi. Ama dönüşmüşse, sen hâlâ dönüştüğün halde ortak duygusal hesabınızda yeterince meblağ yoksa, çok kolay vazgeçebilirsiniz birbirinizden. Bu neyi getiriyor: A kızı ile anlaşamadım, B kızı ile anlaşırım zannediyorsun. Ama hayır. Sen A kızı ile anlaşamadığın için B kızı ile de anlaşmanın yolunu bilmiyorsun, C ile anlaşmanın yolunu da büyük ihtimale bulamayacaksın. Sorun sende, A'da veya B' de değil....
Dediğiniz gibi mutluluk içerinde taşıyor, üretiliyor..
Evliliği çocuklarımıza şöyle belletmeliyiz; ben mutluyum. Kendimden memnun bir insanım. Bu mutluluğu bir başkasına taşıyabilir miyim? Ama ne yapıyoruz biz: "Evleneyim bak nasıl mutlu olacağım..."
Gelecek, elin kızı seni mutlu edecek. Gelecek, elin oğlu seni mutlu edecek. Kazın ayağı öyle değil. "Ben seni mutlu etmek için bekleyeyim, sen de beni bekle..." Oh!.. Onu şuna benzetirler; şömine yanar. Herkesin elinde odun vardır ama herkes birbirinin gözüne bakar "odunu sen at" diye. Odunu atmazsan ateş söner.
Mecazi aşkta ölçü nasıl olmalı? Bir tarafta aşkı sırf cinsellik olarak görenler, bir tarafta uğruna cinayet işleyenler... Nasıl bir denge olmalı?
Artık o flört, lise aşkları mecazi aşk tabirini bile hak etmiyor. Orada bir bağımlılıktan söz edebiliriz. O işin dinamiği bağımlılıktır. Birini, sözüm ona, aşkınız için öldürebiliyorsanız ya da kimseye yar olmasın diye öldürebiliyorsanız, sizin ona bağımlılığınız söz konusudur. Aşk bağlılıktır, bağımlılık değil. Aşkta her iki taraf kişiliğini muhafaza eder. Aşk aynı zamanda bu bağlılık içinde karşındakinin iyiliğini kendininkinden çok düşünmeyi gerektirir. Bu çok daha zordur. Biz aşkı da bencilliğe hamlettiğimiz için "bu kız bana yar olmadı, kimseye yar olmasın" diyoruz ve öldürüyoruz. Ya hep, ya hiç denklemine sürmüşüz işi. Ya olacak ya da hiç olmayacak.
Kaldı ki onlu yaşlardaki ilgilere de ihtiyatla bakmak gerekiyor. Bu ilgilerin dinamikleri çoğunlukla sağlıklı değil. Bunların ayrıca irdelenmesi lazım.
Flörtse, flörtle yüzleşmek lazım. Flört tanışmak mıdır, yoksa cinselliği evlilik öncesine taşımak mıdır? Eğer bir insana cinsellik yaşayabilecek kadar güvenebiliyorsanız, onu o kadar önemsiyorsanız niye evliliği geciktiriyorsun? Bizim sorunlarımızdan bir tanesi; bizde evlilik bir çok formaliteye bağlanmıştır. Gençlerin en büyük sorunu, evlilikler ki, müşkül hale getirilmiştir. Takımlar, bilmem neler, siparişler, 2-3 yıl beklemeler... Evlilik dediğin nikahtır. Nikah da iki şahitten ibarettir. Bunu neden gençlerimizden sakınıyoruz. Helal olan, hayırlı olan bir konuda acele etmek değil midir, söz konusu olan. Uzun ve sancılı nişanlılık dönemlerine sokuyoruz gençleri. Mademki nişanladın, bu nişanı ilan edecek kadar kararlısın, niye bunu evliliğe dönüştürmede acele etmiyorsun? Mademki evlenme konusunda mesafen ve ihtiyatın var, niye o zaman nişanlıyorsun? Yani buradaki stereotipik davranışı ben anlamakta zorlanıyorum.
Daha önceleri evlilik yaşları 18-19'du. Daha huzurlu ve mutlulardı. Şimdi evlilik yaşının gecikmesi durumu var. Bunda etken durum nedir? Çeşitli merkezlerin yönlendirmesi ve pompalaması mı söz konusu?
Evliliğin yaşça gecikmesinden daha çok önemsediğim şey, evliliğin uyumca gecikmesidir. Aslında anlaşamıyorsak, evlilik dinamikleri ortada değilse, 19 yaşında evlenmişler 45'inde evlenmiş sayılabilirler. 45'inde anlaşmaya başlıyor, evliliğin kıvamını oturtuyor olabilirler. Evliliklerdeki sorun, evlilik öncesi tanışma ortamlarını sağlıklı olmayışıyla ilgili. Modernite bizi şunu getirdi: Evlilik öncesi flört bilmem ne dediğimiz şeyler kendimizi olduğumuzdan iyi göstermeye ayarlı. Dolayısıyla ben flörtün gençleri birbirine tanımasına değil, birbirini iyice tanımamasına alet olduğunu düşünüyorum. Flört ettiğiniz kişiyi artık tanınmaz hale getirirsiniz. Artık onu perdesiz göremezsiniz. Burada biz geleneksel yöntemi eleştiriyoruz ama...
Sorunun daha temelde olduğunu düşünüyorum. Kız erkek ilişkilerinden önce, kız erkek duruşunda saklı. Biz gençleri; ayakları üzerinde duran, ayaklarını sağlam basan, kişiliği oturmuş, kendinden memnun bireyler olarak yetiştirme yeteneğinden yoksunuz. Bu durumda tatminsiz, arayış içinde olan gençlerin enerjisini akıttığı, saldığı, savurduğu ilk alan haliyle cinsellik olacak. Genç buraya kontrollü bir şekilde girmiyor, kendini bir şekilde; bir duvar yıkılıyor su düzensiz bir biçimde akıyor. O zaman, o alandaki karışık ve karmaşıklıklar olanda gençlerimizin duruşuyla ilgilidir. İş, oraya getirilmesi gereken bir şey. Bunun için eğitim sisteminin baştan sona sorgulanması gerekiyor. Bunun için aile çocuk ilişkilerinin baştan sona çözülmesi gerekiyor.
Biz formatı bozulmuş bir topulumuz. Hâlâ bozulmamış taraflarımız var ama iki arada bir deredeyiz. Ne birbirimizi hiç ayıplamadan günah işleme rahatlığımız var, böyle bir durumda münafıklığımız ortaya çıkmaz. Ahlaksızsa ahlaksızlığı ortaya koyar. Adam olur geri de döner. Ama bu durumda alanda ayıp yok, ama öbür taraftan doğruya yönlendirme teşviki de yok.
Biz riyakâr ve ikiyüzlü bir tavır içindeyiz. Biz hayat kadınlığını reddediyoruz. Ama öbür taraftan bu toplum hayat kadınlarını bir şekilde besliyor. Ayıplıyorsun ama bir taraftan onu besliyorsun. Beslemekten maksat, o kimselerin toplumda müşteri bulabiliyor olmaları kendilerine. Hepimiz tv'ler ahlaksızlık yayıyor diye bağırıyoruz, ama o ahlaksızlıkları yalnız kaldığımızda açabiliyoruz. Bu duruş toplumun kendi başına duruşuyla, bireysel duruşuyla, kendine aynada bakışıyla veyahutta Rabbine muhatap oluşuyla; Rabbimize muhatap olursak yalnızca kalabalıkta değil, yalnız başımızayken de kalitemizi koruruz. Rabbimize duruşumuz bozuk
Temel konu bu değil mi?
Rabbine duruşunu bozan insanların kalitesini nasıl ve ne ile geliştireceksin. O zaman sokakta tv'ler müstehcenlik yapıyor diye bağıracağız, ama eve gidince en ahlaksız sunucuyu biz seyredeceğiz. Oradaki fark; yalnızlığımızda, kimse görmediğinde Allah'ın gördüğünü görme bilincimizi kaybettiğimizden kaynaklanıyor.
Bizim unuttuğumuz bir şey de, imanın şartı ihsandır. İslamın ve imanın şartlarını biliyoruz. Peki ihsanın şartı ne? Aynı hadiste geçiyor bunlar. Cebrail (as) Peygamberimize gelip soruyor: İhsan nedir? İhsan, Alah'ı görürmüş gibi yaşamak. Kişisel ve bireysel kalite işte burada ortaya çıkıyor. Kurumsal kalite de buradan ortaya çıkıyor.
İnternette flörtü nasıl değerlendirirsiniz?
İnternetin kimliksizliği söz konusu. Aynı zamanda sığlığı. İnternette bir insan yüzüyle muhatap değilsin. İnsan yüzüne muhatap olmadığında iki avantajın oluyor. Bir; bir insana söylemekten utandığın şeyleri söylüyorsun. İkincisi; bir insanın ayıplamasından da kendini korumuş oluyorsun. Yani kendi içini açabiliyorsun, kendini saklayabiliyorsun. Karşındakinin saklanmış olup olmamasını da dert edinmiyorsun. Ama biliyorsun ki, bir insanla muhatapsın. Bu çok sağlıklı bir ilişki değil. Ama aslında birbirimizi ayıplamadan, birbirimizi çekiştirmeden, tecessüs etmeden, kusurlarımızı büyütmeden, gıybetimizi yapmadan birisiyle konuşabilme ve dertleşebilme ihtiyacımızı gösteriyoruz. Onun telafisi de Internet. Çok garip.
İnsanlar ara boşluklarda gezmekten hoşlanırlar. Berzah. Ne tümüyle bağlanıyorsun, ne de tümüyle bağımsızsın.