Ağlama Duvarı Şiirleri

Sudemerve

Popüler Üye
Kayıtlı Üye
24 Kasım 2011
2.198
24
108
Trabzon
ÖYLE YAPMA


Biliyor musun Cano
Ben bu şiiri yazmadan önce
Gidip hiçbir şaire danışmadım.
Bana failatün diyecekler ve
Satırlarımdaki o duru acıyı yok edecekler diye.
Oysa adını andığım her yerde
Siyah bir gecelik gibi
Kaygan kederini giymeliyim üzerime.

Benim bir kaleme de ihtiyacım yok Cano
Nasılsa gece bütün kara yazıları örtüyor eskimiş danteliyle.
Ellerimi bir ağaca sürmeyeli
Enime kesildiğimde görülecek halkalarım kadar zaman oldu
Bir de.

Say ki kirpiklerimdir müellifi bu şiirin.
Say ki dev bir dut ağacının dibinde
Yapışkan ellerimizi kenetlemişken birbirine
Gökyüzünden öylesine sözcükler damladı beyaz elbisene.

Bu şiirde fesleğen yok,
Gül yok, sardunya yok.
Sarı yapraklar, şafak, ikindi kızıllığı
Duvak ve kefen
Ayakları nazikçe kırılmış park oturakları
Ayrılan yahut kavuşan yok.
Say ki, posta kutuna bir zarf terkedilmiş
Müşfik bir anne gibi almışsın onu avuçlarına.
Belki bir tebessüm de belirir kırık dudaklarında
Seni kimsenin görmediği bir renge bürünür gözlerin.

Öyle yapma!
Yüzünü ellerinle kapatma.
Hayat dar aralıklardan sızarak başlasa da,
Geniş coğrafyalara yayılmadan yaşanmıyor
İnan bana.
Sonra ellerin
Toprağın üzerinde yürüyen çam köklerine benziyor.
Beni korkutuyorsun.

Bilmeni istediğim bir şey daha var
Kamer bile ikiye bölüneceği kıyamet vaadine
Sonsuz ama tedirgin bir tevekkülle yaslanıp
Görünmediği halde rahman olana baktığı halde
Ben karahindibalar gibi umarsız uçuşmaktan
Savrulup, kırılıp yaban çiftliklerin dikenli çitlerine takılmaktan
Çok yoruldum.
Dudaklarını ayırmanı ve beni bir bağışlanma muştusuyla
Diline dolamanı diliyorum.
Göçebe kasavetlerden
Yerleşik acılara geçmeyi böylece.

Hani bir şehir vardı
Kum cehenneminin ortasında
İki elçinin varıp da döndüremediği
Islah olmaz bir kavmi yok muydu o şehrin.
Hani Tanrı usanmayıp
Bir elçi daha göndermişti üzerlerine
Ve onlar “siz yalan söylüyorsunuz” demişlerdi ya…
Cano, ben korkuyorum
İçimdeki kalabalık ve ihtiyar şehrin
Geceleri ayyuka çıkan edepsizliğinden.
Bir gün acıklı bir azap saracak burçlarımı
Ve ihtiyar şehrimin kambur cinleri beni suçlayacaklar
“Herhalde biz senin yüzünden
Uğursuzluğa uğradık” diye.
Bu kötü bir şey Cano.
Annemizin bizi ısırarak uyandırması kadar
Korkunç bir şey.
And olsun ki, ben onları çok uyardım.

Öyle yapma!
Silkme şu omuzlarını
Kıldan ince bir ipin üzerinde yürüyoruz
Bilmiyor musun?

Keşke bu şiiri yazmadan önce
Kendini acı biber kabına asmış bir şaire danışsaydım.
Belki severdin ustaca yontulmuş kederlerini
Sana anlatacağım ağlak bir öyküden sonra.
-Şairler ölüdürler biliyor musun?
Topluca katletti onları anlaşılmazlık.
Giyotin gibi indi üzerlerine
Tabelalarında işaret parmağı çizili karmaşık yollar.
Düğüm Cano.
Kuyruğunu yutmuş ve acıyla burulmuş bir yılan gibi
Düğümlü yollar.

Ölüm en acı eşikse eğer
Onlara danışmadan yazdığım bütün buhran şiirlerinden
Tam şu an utanmalıyım.
Fakat ben ne yapıyorum biliyor musun?
Gece gece seni yazıyorum.
Şerrinde hayır bulunan sabahlara ramak kala.
Keşke başka bir yolu olsaydı ne olur gitme diyebilmenin
Pimi çekilmiş dizeler arasında dolaşmaktan gayri.

Bir de neye üzülüyorum biliyor musun?
Sana bir kere,
İçinde “lakin” geçen
Umut yüklü bir şiir yazamadım.

Öyle yapma!
Cano.
Ağlama…


A.E.
 
ÖYLE YAPMA II


Öyle yapma Cano
Ağlama.
İhtiyar bir kederimiz var bizim
Gözlerimizdeki sebilde yundukça gencelen
Arsız, yapışkan ve bize annemizden daha sadık bir keder.

Şimdi bir pervaza dirseğini dayamış
Senin olmayan ölümcül bir adamın yüzüne bakar gibi
Korkuyla camdaki suretine bakıyorsun.
Şehrin bütün uzak yol arabaları
Burnunun üzerinden geçiyor.
Alnının tam ortasında
Lekeli bir sokak lambası var,
Ağzına basa basa evlerine gidiyor insanlar.
Sana, kendine bir pencere camından bakmamanı söylemiştim
Arkası görünen aynalar
En mesut suratları bile ezilgen eder Cano.

Senin için eteklerimde bir yığın Alp biriktirdim.
Kollarını iki yana açıp
Özgürce ağlaman
Bağırman
Ve sesinin yankısında kendini bulman için.
Böyle karlar dökülecekti yüzüne
Resim dersinde çizdiğimiz gibi
Bir eğreltiyi anımsatmayan ve
Altıgen olmayan
Doğal karlar.

Cano, öyle yapma
Titretme dudaklarını
Çatımızın çatına dayanmış bir silah gibi
Soğuk bir tehditle bekliyor bizi
Hayatın batak yakasından
Yani senden gelecek
Acı haber.

Bütün köşelerin tutulduğunu düşünüp
Çareyi yukarı çıkmakta bulacaksın diye
Gökyüzüne bakmaktan vazgeçeli
Yıllar oldu.
Sen bilebilir misin
Kırk yaşında bir çocuğun
Gelip geçen uçakların gürültüsünde
Kulağını yere dayamasının
Ne demek olduğunu?
Bodruma baca açmanın
Ve o bacada leylekler beklemenin,
Karın ve yağmurun toprağı yararak yükselmesini hayal etmenin
Çılgınlık olduğunu bile bile
Kendi kendine çift eşeyli bir yeryüzü uydurmanın
Nasıl bir azap olduğunu…

Gökyüzü yok Cano
O gördüğümüz kırık bir katır tırnağıdır.
Gökkuşağı, teneffüslerde atladığımız urgandı,
Altında kaldık.
Bizi çiğnerken yara alan bir boşluğa
Hayal baloncukları bırakma artık.
Orda bizim için büyütülmüş bir cehennem
Düşlerimiz için elestten beri yağlanan urganlar
Yarısı kırık çocuk suretleri var
Mutmain bir tavan arası gibi
Ne bulduysak sakladığımız gökyüzümüz
Artık uçurtmaların uçtuğu
O tanıdık boşluk değil.

Yerde kal Cano!
Seninle yan yana
İki boş mezarın başında
Analar çocuklarından kaçıncaya kadar,
El ele
Hiç kimse gibi gömülmeden haşrolmayı bekleyelim.
Bir mağarada ağlayarak şarkı söyler gibi
Soğuk bir suyu göğsümüze döker gibi
Cennetle müjdelenmiş ölü bir annenin yüzüne bakar gibi
Bariz bir keder ve mutlak bir sevinçle
Rabbin hepimizi bir çırpıya dizeceği güne kadar
Yerde kal
Cano!

Bir de…Şairlere inanma!
Dumanlı bir kenar meyhaneye dönmüş aklında
Hiç yaşamadıkları acılarını anlatan
Saba makamında isyanlar örterler sinekli yaralarına.
Kara kış ortasında
Aniden uyanıp sabaha karşı
Keçi kılından bir yorgana sarılır gibi sarılmak istersin
İçinden sana benzeyen cenazeler geçen dizelere

-Kara kış olmaz deme Cano.
Hiç değilse şimdi inan
Beyaz diye bir rengin olmadığına.
Bunu bir kere daha söylemeyeceğim
Lütfen içinden tekrarla:
Beyaz, hiçbir renk olmayan boşluklara verilen addır. -

Şiirler diyorum…
Toprağın,
Asla iç açılarını hatırlayamadığın
Bir dikdörtgen gibi kesilişine
İç acılarını sayıklayarak bakarsın.
Annemi görürsün belki
Kucağında henüz doğurduğu bir mermer parçasıyla
Hayırlı olsuna gelenleri
Bedbaht bir tebessümle selametlerken.
Ufukta bir nokta
Gittikçe genişler ve tam önünden geçer.
Kaldırırsın başını
Penceresi küflenmiş viranene bakarsın
Orda duruyordur hala süt dişin
Duvardaki eskimiş yara kabuğunun altında.
Yatağının üzerindeki yorgan
Az evvel sıyrılıp altından kalkmışsın gibi
Sıcak ve pembe.
Kol düğmeleri kopuk önlüğünü
Avludaki çalı yığınının üzerinde
Görünce umutla gülümsersin
Sonra…
Bir zamanlar neye benzediğini düşünüp
Salonda asılı aynada
Tıraş sabunu lekelerinden başka hiçbir şey göremeyince
Öldüm dersin.
O zaman bir tabiri olur belki
Rüzgarın duvar dibine sürüklediği yapraklar gibi
Dikdörtgenin kenarına yığılı duran
Kan ve et birikintilerinin.
Senin için düğümledikleri dillerinden dökülen
Acılı dualara amin dersin.
Dersin Cano, biliyorum.
Şu an beş dakika sonra pıhtılaşacak bir damla kan gibi
Mutsuzca damarlarından geçiyorum.

İnan bana şairler
Tuvalini, yarım bıraktığı bir portreyle cezalandıran
Ressamlardan bile zalimdirler.
İnsana kendi kabrini gösterip
İçine girişini izleyecek kadar.
Cano,
Şairlere inanma.
Yerde kal.

Öyle yapma.
Ne olur
Ağlama.

A.E.
 
YOLCULAR


Günah şehrine bir vapur kalktı körfezden
İçinde gölgeden beyler bayanlar
Bir çift martı omuz silkti tepesinde dalgaların
Şen kahkahaları delerken
Kilden maskelerini yolcuların.
Bu zaman hiç bir zamana benzemez ki
Yılan gözleriyle sokarken ufukları binlerce sahte mabut
’Dem bu demdir’ dedi yücelerden geçen bir bulut
Şerefine dedi bir fıraklı bey
Bir bayan
Balta kesiği gibi kıpkızıl dudaklarıyla
Güldü. Belli ki biraz sarhoş
Rabbim!
Bu nasıl bir şey
Yedikleri kustuklarından nahoş!

**
Ben bir kayayım
Hangi yandan baksan soğuk ve üryan
İşte böyle metanetsiz
İşte böyle giryan

***

Küpeştede bir fukara çerçi
Kabarık etekli bayanlara don lastiği uzatıyor
Birazdan yıkılacak bu tablo gerçi
Miço, çerçiye tükürür gibi bir göz atıyor.
Cilveli iki aşık dalgalara bakıyor kuyruktan
Su mudur gördükleri
Yoksa koca bir kan gölümü gözlerini yalayan
Açılıp daralan gözbebeklerinde kızıl birşey var
Bir şey
Derin ve uğultulu umman kadar
Boğulurken galata’da serden geçmiş bir nalan
Ah! Nasıl da köpük köpük dalgalanıyor
Deniz dedikleri yalan

***

Ben bir deniz feneriyim
Lambası sapanla kırılmış
İskelelere küsmüş
Yolunu kaybetmiş ve batmış
Sormayın kurtlanan duvarlarımı kim kanatmış
Böyle bakar dururum şu şadan maskelilere
Bin bir masal uçururum
Dökülecekleri yere

***
Nasıl da parlatıyor vapurun gri pullarını güneş
Bu öyle bir şavk ki
Cehennem kızıllığına eş
Nereye gidiyorsunuz imandan edip de beraat
Fakat bir bakın aynalara
Her yanınız cerahat
Başınızda bir kuş var
Kanlı pençelerinde zaman
Kabrinde muhacir olmuş
Sizi günahsız doğuran
Dalgalar ittikçe sizi şehrinizin harabına
Yaklaşıyorsunuz çağ çağ
Sürülmüşler turabına
Yırtılıyor çatır çatır denizin mavi entarisi
Rüzgar tutuyor kanatlarını martıların
İşaret parmağını kıyıya dikiyor birisi
"Yaklaştık! Hazırlanın."
Bir parmak gölgesinde kalıyor bin yıllık minarem
Yıkık burçlarını öpüyor
Zehirden acı bir em
Vapur inleyerek açıyor kara kıyıya bağrını
Ya Rab!
Duymuyor mu hiç kimse
Arşı delen çağrını?

***

Bu nasıl bir yolculuk
Hakikatten hicrana
Bu nasıl bir sarılış
Boğmak için sarana
İşte susuyor deniz, bulut çoktan erimiş
Martılar yolcuların gözbebeklerine girmiş
Çerçiyi atmışlar kıyıya ramak kala
Bir de gülmüşler ardından:
Budala, budala!
Kendinden olmayanı sokup şişiren yılan
Haydi git kovulduğun yere
Git de kendine dolan!
Kulağımda bir ses
"Doğacaktır vadettiği günler Hakk’ın"
Siz maskeli gafiller
Az daha keyfinize bakın!


A.E.
 
KÜL MEDENİYETİ


Kül bulutlarının ardında
Sürekli tüten bir medeniyet var Sahra.
Evlerinin önüne kurdukları tezgahta
Gözyaşıyla ıslanmış kilden çömlekler yapıyor adamcıkları.

Ekseri pütürlü olurdu eskiden çömlekleri.
-Elleri derin ve kuru uçurumlarla yarılmış,
Pürüzlü ve karadır onların.-
Ama sonra ölülerini biriktirdiler avlularında.
-Yanmış ölüleri.-
Sen, insan yanınca neye benzer bilir misin Sahra?
Gözleri büyür.
Hep yukarı bakar yanmış suratları.
Bir medet bakışıdır bu.
Acıyla öldüklerini gösterir.
Fazlasını bilme.

Ölülerinin kemik küllerini kattılar çömleklerine.
Sofralarında parlak
Ve pürüzsüz acıları oldu böylece.
Acı yiyip acı konuştular.
Sonra , yanaklarını iki avuçlarının arasına alıp
Geceleri ışıl ışıl parlayan
Gök kubbelerine baktılar.
Küçük pencerelerinden.

Kara mevsimlerin yıldızı olmaz Sahra.
Gördükleri yıldız değildir.
Onların demirden sinekleri var
Ve geceleri uçarlar.
Bunlar öyle sinekler ki,
Doğarlar, havalanırlar ve kondukları yerde ölürler.
Tanrı onlara uzun ömürler bahşetmemiştir.
Elbette sebebi var Sahra.
Bir doğru parçası üzerinde dimdik uçarlar,
Uçarken yanarlar ve kondukları yeri yakarlar.
Kendi ateşlerinde ölürler. Ve çoğu zaman öldürürler.
Başlangıcı ve sonu
Olmasaydı bu sineklerin
Yani bir doğru üzerinde hiç ölmeden uçsaydılar
Dünya dümdüz dizilmiş cesetlerle dolardı.
Çok insan ağlardı
Çok insan kemik külünden çömlekler yapardı Sahra.
Çok şükür Tanrı
Doğru parçasını yarattı

Onların bebekleri bile mutsuz ve çatık kaşlıdır
Hiçbir oyuncağı annelerinin kuru memeleri kadar sevmezler
Hiç gülümseten ninniler söylemez onların anneleri.
Ortasından demir bir sinek geçmemiş
Tek masal bilmezler…
Onların çocukları yemyeşil kırlarda koşmazlar
Düşlerinde.
Kaçarlar, kovalarlar, ağlarlar…
Ve sabahlara biraz daha büyümüş uyanırlar.

Onların güzel mevsimleri de vardır Sahra.
Gelinlik kızları lila rengi yazmalar takıp
Armut ağaçlarının etrafında kuş gibi uçarlar.
Adamları ;
Alevli bir ateş üzerinden atlarken
Kış boyu üşümüş düşlerini ısıtırlar.
Onların güzel mevsimleri
Senin uyanmak istemediğin düşlerden bile kısadır
Sahra. Fakat, sen onları
Bu kısa avuntunun sonunda münzevi olurlar sanma.
Artık bir adları ve kasabaları var onların.
Her ne kadar kül ve duman örtse de üzerlerini
Kara mevsimlerinde bile
Kar altına girip
Uyumuyorlar.

Sana kül bulutlarının ardındaki medeniyeti anlattım
Üzül ve birazını unut Sahra.
Yalnız yanmış cesetleri
Ve kemik külünden yapılan çömleklerdeki
Acı aşı yedikten sonra
Gök kubbesindeki demir sinekleri izleyen insanları
Ve yalnızca acılı ninniler dinleyen mutsuz bebekleri
Bir de güzel mevsimlerde
Saçlarına armut çiçekleri dökülen kızlarla
Ateşin üzerinde düşlerini kurutan oğlanları
Unutma…


A.E.
 
Ablacım bunlar senin şiirlerinn maşallahh yaa nasıl bir edebiyat bu nasıl bir duygu seliii? inan şiir yazıyorum diyince daha basit cümleler daha mutlu temalar vardır diye düşünmüştüm ama senin içinde bir sen daha varmış.. Tebrik ederim gerçekten
 
Çok usta bir kalemle karşı karşıyayız :)yüreğinize sağlık sevgili Aynur hanım ancak merakta kaldım kusuruma bakmayınız,neden bir başka sitede şiirlerinizin altında isim başharfleriniz yerine direk isminiz ve soyisminiz varda burada sadece başharfler :) bence övünerek yazabilirsiniz dizeleriniz muhteşem çünkü,devamınıda bekleriz saygılar...
 

Teşekkür ederim canım. Beğenmene sevindim. Edebiyat benim nefesim aslında. Ama bu sitede bunu belli etmemeye çalıştım:) Hamilelik işi ön planda kaldı:)
 

Size de çok teşekkür ederim. Usta kalem demişsiniz, teveccühünüz. Neden adımı tam olarak yazmadım; çünkü bu sitede gebelikle ilgili paylaşımlar ve merak ettiklerim için üye olmuştum. Başka bir yönle bilinmek istemedim. Açıkçası birinin çıkıp da şiirleri okuyacağını bile tahmin edememiştim:) Gerçekten mutlu oldum. Tekrar teşekkürler ve sevgiler.
 

O zaman şöyle diyebilirmiyiz ''neye niyet,neye kısmet'' olsun varsın yinede hoşgelip sefalar getirmişsiniz :) Şiir bölümüne evet ilgi az görünebilir ama ciddi anlamda güzel dizeleri olan arkadaşlarım size eşlik edicektir buna inanın ve devam edin lütfen,ayrıcada gerrçekten usta bir kalemsiniz asla abartmadım o sizin alçak gönüllülüğünüz :)sevgiler benden size...
 
ne yalan söyleyim, daha önce hiç bu kadar etkileyici dizeler okumamıştım, amatör değil gayet profosyonelsiniz. bahsettiğiniz diğer sitede ki şiirlerinizide okudum. kesinlikle buraya eklenmesi gereken mükkemel satırlar var. lütfen onlarıda ekleyin.
 

Herkesi tek tek okuyacağım inşallah. Tesadüfen şiir bölümünü gördüm. Artık biraz da bu tarafları okumakla zaman geçireceğim inşallah. Kalemleri çok merak ettim:)

Tekrar güzel sözleriniz için teşekkür ederim. Ben çok şiir yazmıyorum. Daha çok öykü yazarım. Ama paylaşımları okumak için burada olacağım inşallah. Sevgilerimle.
 

Ben ne diyeceğimi bilemedim:) Gerçekten böyle sözleri okumak mutluluk verici. Bir o kadar da mahcup edici İnşallah diğerlerini de paylaşacağım. Sevgilerimle.
 
biraz irdelemiş gibi oldum , hafiyelik yapmış gibi biraz ama mazur görün beni. arkadaşımada söyledim, emeğe saygısızlık edilmesini asla istemem. eh bu kadar etkileyici dizeleride kim yazmış mutlaka bir irdelemek gerekiyordu. bir de isteğim olacak senden; yolcular şiirini de buraya eklermisin lütfen . çok ama çok beğendim
 



Günah şehrine bir vapur kalktı körfezden
İçinde gölgeden beyler bayanlar
Bir çift martı omuz silkti tepesinde dalgaların
Şen kahkahaları delerken
Kilden maskelerini yolcuların.
Bu zaman hiç bir zamana benzemez ki
Yılan gözleriyle sokarken ufukları binlerce sahte mabut
’Dem bu demdir’ dedi yücelerden geçen bir bulut
Şerefine dedi bir fıraklı bey
Bir bayan
Balta kesiği gibi kıpkızıl dudaklarıyla
Güldü. Belli ki biraz sarhoş
Rabbim!
Bu nasıl bir şey
Yedikleri kustuklarından nahoş!

**
Ben bir kayayım
Hangi yandan baksan soğuk ve üryan
İşte böyle metanetsiz
İşte böyle giryan

***

Küpeştede bir fukara çerçi
Kabarık etekli bayanlara don lastiği uzatıyor
Birazdan yıkılacak bu tablo gerçi
Miço, çerçiye tükürür gibi bir göz atıyor.
Cilveli iki aşık dalgalara bakıyor kuyruktan
Su mudur gördükleri
Yoksa koca bir kan gölümü gözlerini yalayan
Açılıp daralan gözbebeklerinde kızıl birşey var
Bir şey
Derin ve uğultulu umman kadar
Boğulurken galata’da serden geçmiş bir nalan
Ah! Nasıl da köpük köpük dalgalanıyor
Deniz dedikleri yalan

***

Ben bir deniz feneriyim
Lambası sapanla kırılmış
İskelelere küsmüş
Yolunu kaybetmiş ve batmış
Sormayın kurtlanan duvarlarımı kim kanatmış
Böyle bakar dururum şu şadan maskelilere
Bin bir masal uçururum
Dökülecekleri yere

***
Nasıl da parlatıyor vapurun gri pullarını güneş
Bu öyle bir şavk ki
Cehennem kızıllığına eş
Nereye gidiyorsunuz imandan edip de beraat
Fakat bir bakın aynalara
Her yanınız cerahat
Başınızda bir kuş var
Kanlı pençelerinde zaman
Kabrinde muhacir olmuş
Sizi günahsız doğuran
Dalgalar ittikçe sizi şehrinizin harabına
Yaklaşıyorsunuz çağ çağ
Sürülmüşler turabına
Yırtılıyor çatır çatır denizin mavi entarisi
Rüzgar tutuyor kanatlarını martıların
İşaret parmağını kıyıya dikiyor birisi
"Yaklaştık! Hazırlanın."
Bir parmak gölgesinde kalıyor bin yıllık minarem
Yıkık burçlarını öpüyor
Zehirden acı bir em
Vapur inleyerek açıyor kara kıyıya bağrını
Ya Rab!
Duymuyor mu hiç kimse
Arşı delen çağrını?

***

Bu nasıl bir yolculuk
Hakikatten hicrana
Bu nasıl bir sarılış
Boğmak için sarana
İşte susuyor deniz, bulut çoktan erimiş
Martılar yolcuların gözbebeklerine girmiş
Çerçiyi atmışlar kıyıya ramak kala
Bir de gülmüşler ardından:
Budala, budala!
Kendinden olmayanı sokup şişiren yılan
Haydi git kovulduğun yere
Git de kendine dolan!
Kulağımda bir ses
"Doğacaktır vadettiği günler Hakk’ın"
Siz maskeli gafiller
Az daha keyfinize bakın!

A.E.


 

En iyisini yapmışsınız irdelemekle. Emek hırsızı o kadar çok ki. Tek bir sitede yazarım ben ama belki otuz sitede adım geçiyor benden habersiz. Olsun ne yapalım, bu da internetin cilveleri. Senin için Yolcular'ı paylaştım:) Çok teşekkürler ilgine tekrardan.
 
ya ne diebilirm ki, çok çok eşsiz cümleler, . tekrar , tekrar . ellerine yüreğine sağlık.
 
Bizi kimse sevmiyor anne…

Sırlardan yılmış bir duvarın
Üzerinde sinek mezarları olan birer tablosuyuz
Gündüz güneş vurur mavilerimizi
Gece kaşındırır bizi ıslak bir uyuz
Öyle okşar gibi bakıyorlar paha biçilmez kederimize
Cananım, asumanım diyorlar belki ama
Değmiyor gözleri gözlerimize

Bizi kimse sevmiyor anne.

Çerçevemize değen pervaneler bile
Üç kanat ötede kanatlarını siliyor ayaklarıyla
Sonra konuyorlar başka resimlerin üzerine
Birbirlerine eskimiş renklerimizi anlatıyorlar.
Gülüyorlar da bazen,
İnadına…
Tuvalimizdeki hüzün bakışlı kadına
Gözerimizden sitemkar damlalar düşüyor her gece
Gözlerimizden tiksinenlerin kanadına.

Bizi kimse sevmiyor anne.

Sevmek düşmüş bir hatibin dudaklarından
Kör gecelere karışmış, unutulmuş ve süpürülmüş
Sevmek bir gece dönüşü kuytu bir sokakta
Meçhul bir failce öldürülmüş.
Vardiyada bir çöpçünün sevmek kanıyla boyadığı
Kan kırmızı kızlarız biz
Gece kandillerini söndürürler gülüşlerimizin
Ay öper yanaklarımızdan
Ve sızlarız biz.

Bizi kimse sevmiyor anne.

Bilmiyorlar iç çekişlerimizdeki efkarı
Lanetimiz bulaşacak korkusuyla
Yıl aşırı boyuyorlar yaslandığımız duvarı.
Örtüyorlar gizlice sana yazdığımız heceleri.
Sırtımızı yakıyor üç yüz altmış beş gün tiner
Teselli ediyor avuçlarımız bizi kandil geceleri
“Diner bu ağrılar, diner.”
Ağlasak cereyan sanıp pencereyi kapatıyorlar
Bizi her gece Yusuf misali
Keşke dolu kuyulara atıyorlar.

Bizi kimse sevmiyor anne…

Örümcekler çalıyor çileli saçlarımızı
Biz susması tembihlenen kan kırmızı kızlar
Kirpiklerimize saklıyoruz yaşlarımızı
Ama… herkes şahit bu katliama
Köşede takvim, masada saat, gökyüzünde yıldızlar.
Tekmili görür ağladığımızı ve
Tekmili birden susar.
Şahidi olmaz gecemizin
Örümcekler saçlarımızı duvara asar
Öpüşürler üzerinde çilemizin
Her gece saçlarımızda bin örümcek doğar.

Bizi kimse sevmiyor anne…

Çoktan hortlamış hayali türbemizin
Kim bilir kaçıncı cinnetli yasında
Kilidi dönmeze atmış türbedarımız.
Çinisi solmuş yağmurlardan kubbemizin.
Çulumuz çaputumuz kargaların yuvasında
Tarumar olmuş cümle varımız
Artık çırpınmak nafile
Umarsızca geçti gitti önümüzden
Bizi kurtaracak son kafile.

Bizi kimse sevmiyor anne…



Şimdi lutfet de çıkart bizi astığın bu küflü yerden.
Anladık ve biat ettik
Dönmeyecek padişah çıktığı son seferden…

A.E.
 
Bu siteyi kullanmak için çerezler gereklidir. Siteyi kullanmaya devam etmek için onları kabul etmelisiniz. Daha Fazlasını Öğren.…