Önemli olan bir lidere körü körüne bağlanmak değil, asıl mesele ülkenin gerçekten kalkınabilmesini ve ileriye gitmesini sağlayabilmektir. Elimden geldiğince bütün yorumları okumaya çalıştım buradaki. Her şey yazılıp çizildi, hükümetin başta ekonomi politikası olmak üzere diğer politikaları eleştirildi, karşıt görüşler ileri sürüldü. Ben de naçizane kendi gözlemlerim ve çıkarımlarımı paylaşmak istiyorum...
2002 senesinden önce bana göre de yolunda gitmeyen şeyler vardı. O dönem de düşünmüştüm, Türkiye'nin ileriye gidebilmesi için belki de koalisyon hükümetleri yerine artık tek partili iktidar dönemi gelmeliydi...Yaş itibarıyla şahit olabildiğim ilk tek partili dönem olan Özal döneminde böyle bir süreç geçirmiş, ve nispeten başarılı olduğunu da görmüştük. Nispeten diyorum; çünkü elbette o dönemin de eleştirilecek pek çok yönü vardı. Geçmişe dönüp hükümetleri incelediğimizde, zaten hangi devir için "tamamdır" diyebiliyoruz? Muhalefetler de bunun için var, çoğulcu demokrasinin bir gereği olarak; farklı seslerin de parlamentoda var olabilmesi gerek elbette. Ama muhalefet demek her şeyi eleştirmek değil, o da başka bir yazının konusu...
Konumuza dönersek; 2002 döneminde, yani akp'nin ilk seçildiği dönem, yakın arkadaşlarımdan bazıları -görüşleri uymasa bile- tepki oyu kullanıp akp'ye oy attı. Ben hiçbir dönem akp'ye oy atmadım, hem politik görüşlerim uyuşmadığı için, hem de "denenmeyeni denemek" fikrinin bu kadar önemli bir mecrada uygulanmasını doğru bulmadığım için. Aşırı uçta olmayan, "muhafazakar" bir parti modeliyle akp, aslında halkın pek çok kesimine hitap ediyordu. Neticede tek başına iktidar oldu. Ülkeyi ileri götürmek için, kalkındırmak için, çok önemli fırsatlar geçti eline. Ama yaşanan bu 11 yıllık süreçte önce "bütün ülkeyi kucaklıyoruz" dan, "benim seçmenim"e; "bütün haksızlıkların önüne geçeceğiz"den, "yedirmeyiz"e doğru bir eğilim oldu. Üstüne ekonominin yüzeyde her şey yolunda gösterilip derinden derine çöküşü, kamu mallarının satışı, halkın artık gitgide sesini yükseltmemesi için verilen çabalar ve son olarak patlak veren bu yolsuzluk ve rüşvet olayı siyasi partinin ya da siyasi görüşün değil, liderin ön planda ve önemli olduğunun bizlere kanıtıydı.
Akp, bunca sene alınan oylara güveniyor, önümüzdeki yerel ve genel seçimleri de cumhuriyet mitinglerinin hemen akabinde kazandığı seçimler gibi kazanacağına inanıyor. Çünkü bunca senenin yatırımı aslında partiye değil, lidere oldu. İnsanları bir lidere bağlamak, partinin görüşüne bağlamaktan hem daha kolay hem de daha etkili. Bugün Erdoğan yanlısı çoğu kimse lafa akp diye başlamıyor.
Peki, Erdoğan neden başkanlık sistemini getirmek istedi ya da istiyor? Sebebi bence çok açık; partisinin kuralları gereği bir sonraki seçimde koltuğu bırakması gerekirse, gidebileceği makam cumhurbaşkanlığı. Ancak ülkemizin mevcut düzeninde başbakanlık idare, cumhurbaşkanlığı ise onay makamı. Erdoğan; her iki gücün de elinde olmasını istiyor. Bu modelle birlikte, hem idare hem de onama mekanizmalarını kontrol altına almış olacak. Gücü; her yönüyle bu kadar ısrarla elinde tutmayı istemek doğru mudur, bu da yine ayrı bir tartışma konusu...
Son soruşturmaya gelirsek; bugün yaşanan istifalar kesinlikle ilk gün verilmesi gereken istifalardı. Soruşturmanın selameti, şeffaflığı gereği, kamu vicdanını rahatlatmak için lazımdı. Hukuk elbette herkes için var ve olmalı. Bu soruşturmanın kararına yargı, ülke yönetiminde kimin söz sahibi olacağına da seçimlerde halk karar verecek. Herkes sağduyulu ve doğruyu eğriden ayırt etme kararlığında olmalı. Çünkü ilk cümlemde belirttiğim gibi aslolan lider değil, ülkeyi ileri götürecek hamlelerdir...
Uzun oldu farkındayım, buraya kadar sabredip okuyan arkadaşlarıma da çok teşekkür ediyorum...