Baş Harfi K Dün seyretmeye başladığım bu belgeseli, bugün öğle arasında bitirdim. En çok etkilendiğim belgesellerden biri oldu. Etkilenmemin ana sebeplerinden biri, belgeseli çeken kişinin de, belgeselin ana karakteri olan doktorun da kansere yakalanmış kişiler olması.
Kanser benim hayatıma 2002 yılında anneme meme kanseri teşhisi konması ile girdi. O dönem üniversitedeydim ve annem uzun bir süre bunu bizden saklamıştı. Teşhis, radyoterapi ve kemoterapi süreçlerini kendi başına atlatmıştı. Herşey bittikten sonra haberim oldu. Kendince bizi üzmek istemediği için bunu bizden saklamıştı ancak ben onu bu konuda hiç affetmedim. Kötü günde birbirimizin yanında olmayacaksak ne zaman olacaktık?
Yaklaşık 10 yıl düzenli kontrole gitti ancak bu kontrollerden önce hep nüksetti mi tedirginliği yaşadı. Bana her yıl, kontrollerden önce babamı ve kardeşimi emanet etti, vasiyetini anlattı. Bu dönemde herhangi birşey yaşamadı. 2012’de daha fazla kontrole gitmek istemediğini söyledi. Ne kadar konuşsak da fayda etmedi.
2013 yılı Ağustos ayında doğum yaptım. Lohusalığımda bana bakacağı için doğumdan 10 gün önce öksürüğü nedeniyle doktora gitti. Doğumdan 10 gün sonra Lenfoma teşhisi ile birlikte kendimizi Hacettepe Onkolojide bulduk. 6 aylık tedavi sürecinden sonra 4.kür kemoterapi aldığı gün vefat etti.
6 ay boyunca hastane sürecinde yanındaydım. Hastane sürecinden önce, belirli yaşın üstündekilerin kanser olduğunu sanıyordum. En yoğun hasta grubunun kendi yaşıtlarım olduğunu görünce epey şaşırdığımı hatırlıyorum. Bir sürü hasta ve hasta yakını tanıdım. Kanseri yenenler oldu, yenemeyenler oldu. Çok ölüm gördüm. Çok çaresizlik gördüm. Onkolojiden, hayata bakışı komple değişmiş bir insan olarak çıktım.
Belgeselde beyin tümörünü atlattıktan sonra kendini kanserin önlenmesi konusunda halkı bilgilendirmeye adayan doktorun şöyle bir cümlesi var. “Kanser olmadan önce kibirli bir insandım. Öümle burun buruna gelmek beni mütevazi bir insana dönüştürdü ve kendimi bu konuda insanları bilinçlendirmeye adadım. Aslında kanser hayatımı kurtardı.”
Sanırım kansere tanık olmak benim de hayatımı kurtardı. “Ben kanser olma riskimi nasıl azaltırım” sorusunu sormaya başladım. Çünkü gördüm ki bir kere kansere yakalandığınızda, bir daha hayatınızdan çıkmıyor.
Belgeselde, vücudumuzda kanser hücrelerinin zaten var olduğu ve bağışıklık sistemizin sürekli bu hücreler ile savaştığı, kanserin %70’nin bizim hayat tarzımız ve yaşam şeklimiz ile ilgili olduğu söyleniyor. Yine etkilendiğim bir cümle “Nasıl yaşadığınız nasıl öleceğinizi belirler.” oldu.
Aslında kanser riskini önemli bir ölçüde azaltabiliriz. Ne kadar çaba sarf edersek edelim %30’luk kısım içinde de olmamız mümkün. Bu konuda yaklaşımım “Tadbir-Tevekkül-Takdir” ilkesi çerçevesinde. Yani biz elimizden geleni, üstümüze düşeni yapalım, gerisi Takdir-i İlahi.
Belgeselde kanseri önlemek için 4 ana faaliyet öngörülüyor.
Beslenme: Ne kadar sebze-meyve ağırlıklı beslenirsek o kadar iyi. Fast food, gazlı içecekler ve paketli gıdaların sigaradan bir farkı yok. Hepsi kanser riskini önemli derecede arttırıyor. Canan Karatay’ın söylediği gibi “Reklamı yapılan hiçbir şeyi yemeyin”. Şeker içeren gıdaları özel günlerle sınırlamak, günlük beslenmemizin içine sokmamak uzun vadede hayati bir öneme sahip.
Benim bu konuda aldığım aksiyonlar şu şekilde: Şu an iki öğün besleniyorum. Evimizde gazlı içecek yok. Fast food tüketmiyorum. Canım hamburger istediğinde, hamburgeri ev usulü hazırlayan çok sevdiğim küçücük bir dükkan var. Orada yiyorum. Evde ketçap, mayonez ve diğer soslar yok. Hiç bir abur cubur yok. Tatlı istediğine karşılık hurma, kayısı, incir ve bazen bitter çikolata bulunduruyorum.
Evin bütün yiyecek alışverişini çiftilikten sağlıyorum. Marketten sadece maden suyu, çay ve kahve alıyorum. Ela kek kurabiye istediğinde de çiftlikten alıyorum. Evde yemek yemeye özen gösteriyorum. Dışarıda yiyeceksek de düzgün işletmeleri tercih etmeye özen gösteriyorum.
Egzersiz: Belgeselde günlük 30 dakika egzersizin kanser riskini %50 azalttığı söylendi. Bu konuda genel eğilimimiz mükemmel yapamıyorsam hiç yapmayayım şeklinde. Aslında spor salonlarında saatler harcamamıza gerek yok, gün içerisinde 10’ar dakikadan 3 sefer yürüyüş fırsatı yaratmak, 10-15 dakika kültür fizik hareketleri yapmak çok zor değil.
Dün sabah işyerinin girişinde indim ve yaklaşık 10 dakika hangar yürüdüm. Yine servisen erken indim ve 15 dakika yürüdüm. Yürüyüş bana çok iyi geliyor. Hem bedensel hem zihinsel bir yatırım.
Kimyasallar: Evde ne kadar çok kimyasal kullandığımızı yine hastanede fark ettim. Kendim kimya mezunu olduğum için o dönem evde kullandığım bütün kimyasalların etiketlerini okuyup dehşete düştüm. Hepsini toplayıp çöpe attım.
Şu an evdeki bütün yüzeyleri kekikli sirke ile siliyoruz. Yerleri gerçek arap sabunu ile siliyoruz. Çamaşır deterjanımı ve cifi kendim yapıyorum. Yumuşatıcı, parlatıcı vs kullanmıyorum. Oda spreyi olarak Homemade’in spreyini kullanıyorum ama çok rahat bir şekilde evde de yapılabilir.
Ruj kullanmıyorum. O kadar çok kimyasalı yemek, benim için şu aşamada oldukça rahatsız edici bir durum. Bitkiterapimin renkli dudak balmlarını kullanıyorum. Yakında rimel ve göz kalemi de kullanmayı bırakacağım.
Stres Yönetimi: Çok basit olarak stres seviyesinin yüksek olması, bağışıklığımızı düşürüyor, vücut kanser hücreleri ile etkin savaşamıyor ve kanser riski artıyor.
Strese neden olan faktörleri engellemek pek mümkün değil ancak, stresi yönetmek mümkün. Örnek olarak, trafik bir stres faktörüdür. Trafik herkeste stres yaratır ve ne zaman trafikte kalacağınızı öngöremez ya da bunu engelleyemezsiniz. Ancak trafikte kalmış olma durumunun sizde yaratacağı etkiyi yönetebilirsiniz. Bu kısım sizin seçiminizdir. İnsanlara bağırıp çağırabilir veya güzel bir müzik açarak, trafiğin açılmasını bekleyebilirsiniz. Birinci davranış şeklide bolbol kortizol ve adrenalin salgılar, bağışıklık sisteminize zara verir; ikincide ise kendinizi stresin zaralı etkilerine karşı koruma altına almış olursunuz.
Stres hayatımızda en görünmeyen ancak en çok etkisi olan etmen diye düşünüyorum. Annem kronik derecede mutsuz, dramdan beslenen ve sürekli şikayet eden bir insandı. Kemoretapi seansları boyunca ağlayıp şikayet etti. Annemin hayata bakış şeklinin kanser olmasına çok ciddi etkisi olduğunu düşünüyorum.
Hastaneden iki tip yetişkin hasta profili gözlemledim. “Yaşayacağım ve savaşacağım” modunda olanlar ve “Allahım al canımı, niye ben” modunda olanlar. 1. Şıkkı seçenlerin bazıları kendi savaşını kazandı, bazıları kaybetti ancak 2.şıkkı seçenler arasında hayatta kalan görmedim. Ben onkolojiden önce çok şikayet eden bir insandım, sonrasında ise şikayet etmeyen, rahatsız olduğu durumu değiştirmek için harekete geçen, olmazsa kabullenen bir insana dönüştüm. Bu hal, vücudumuz ve ruhumuz için en sağlıklı haldir. Bu yazıyı da.yolunuz onkolojiye düşmeden farkındalığınıza katkı sağlayabilmek amacıyla yazdım.
Faydalı olabilmesi dileğiyle....