Ara sıra küçük öyküler, makalemsi şeyler yazıyorum. Geçen yıl çocuklar ile ilgili yazdığım bir yazıyı sizlerle paylaşmak istiyorum.
İÇİMDEN GEÇEN
Kızımla evimizin yakınlarındaki parka gitmek üzere yola çıkıyoruz. İçinde yedek kıyafet, şapka, hırka, su, ıslak mendil, yara bandı, muz, ördekler için bayat ekmek ve kediler için süt olan kocaman bir anne çantası ile birlikte parka vardığımızda daha başlamadan bitmiş vaziyetteyim. Boş bir bank bulup oturuyorum ve izliyorum olanı biteni.
İşte orada, merdivenlerin başında 2 yaşlarında bir kız. Bir süre merdivenlerden koşarak çıkan diğer diğerlerini izledikten sonra bir cesaret atıyor ilk adımını. Düşmediği için mutlu ve etrafına bakınıyor gururla. Tam ikinci adımını atacakken annesi geliyor ve kaldırıyor onu. Merdivenlerin en tepesine koyuyor. Kısa bir şaşkınlık anından sonra ağlamaya başlıyor ve kaydıraktan kaymak yerine başladığı yere geri dönmeye çalışıyor. Anne, anlamsız bir ifadeyle bakıyor. Zaferini çaldın sen onun! Kendi yapabilme ihtimalini aldın elinden, ona ağlıyor. Kim kolayca elde ettiği şeylerden mutluluk duyar ki... Senin için en değerli sonuç, en çok gayret ettiklerinin sonunda elde edilense, bu durum onun için neden farklı olsun ki?
Az ileride başka bir anne, herkesin ortasında çocuğunu tehdit ederek azarlıyor. Korkutarak terbiye ettiğin, itaat ve uyum elde etmek için tehdit ettiğin evladın var ya, kocaman bir adam ya da kadın olduğunda bile kendisini yeterince korkutan kişilere ya itaat edecek ya da isyan edecek. Çünkü çocuk zihninin savunması yoktur. Video kasete benzer. 7 yaşına kadar ne kaydedersen sonra onu izlersin. Küçük düşürülürse, kendini küçümser, suçlanırsa kendini suçlar, ona değersiz davranılırsa hayat boyu kendini değersiz hisseder. Acı çeken acı çektirmeyi öğrenir. Yanlış yaptıkça doğruyu bulur ve hayatı öğrenir. Görevin ise ona sadece rehberlik etmektir. Yol göstericilik esnasında onu incitir, küçük düşürür, “Ben sana demedim mi” dersen, yanlışı görse bile kendi kişiliğini korumak için, senin gösterdiğin yola girmeyecektir. Sonra da hiç sözümü dinlemiyor, diye yakınır durursun etrafına.
Bir baba çarpıyor gözüme. Oğlu kaydıraktan kayar, kendini paralarcasına “Baba bak...” diye bağırırken, gözlerini telefondan kaldırmayan bir adam. Bilmeni isterim ki, saygılı davranmadığın birinden saygı beklemen çok anlamsız olacak çünkü çocukların bir şeyi öğrenmesi için deneyimlemesi gerekir. Anne-babaya saygısızlık genellikle anne-babanın saygınlığını yitirdiği durumlarda ortaya çıkar. Ayrıca güya zaman ayırmış ve onu parka getirmişsin. Kendini ve etrafındakileri kandırabilirsin ama oğlun o zamanın kendine ait olmadığı hisseder. Bugün ona ayırmadığın o zaman, ileride sizi ayırır.
Yanıma bir anne ve kızı oturuyorlar. Üstüne şu hırkayı giymeden oynayamazsın, diyor anne. Kız “Giymeyeceğim işte” diye bağırarak kaçıyor. Kadın bana dönüp kızım çok inatçı, diyor. Diyorum ki içimden, inatlaşmak için iki kişi gereklidir.
Kızım su içmek için yanıma geldiğinde, bir köpek de usulca yanaşıyor banka. Bu sırada başka bir minik, annesinin elinden kurtularak köpeğe doğru koşmaya başlıyor. Annenin bağrışını duyuyorum. “Sakın o pis köpeğe dokunma” diye. Bir an duraksıyor, soran gözlere bakıyor bana. Ben kızıma dönüp “Sevebilirsin” diyorum. Kafamı kaldırmıyorum, çünkü o annenin bana nasıl baktığını çok iyi biliyorum. Kızıma köpeğe biraz süt vermesini söylüyorum. Çocuğunu çekiştirerek ve söylenerek uzaklaşıyor yanımızdan. Dünya sadece bize ait değil sevgili anne ve sen sorumlusun aslında karnı acıkıp sana doğru gelen o köpekten. Evladına merhameti öğretmesi gereken de sensin. Köpekleri taşlamayan, karınca yuvasına basmayan, çiçekleri ezmeyen bir evlat yetiştiremedikten sonra, a’yı bilmiş b’yi öğrenmiş ne önemi var? Ördekleri de besledikten sonra, evimize doğru yola çıkıyoruz, her seferinde nasıl bir anne olmamam gerektiğini öğrenerek…