• Merhaba, Kadınlar Kulübü'ne ÜCRETSİZ üye olarak yorumlar ile katkıda bulunabilir veya aklınıza takılan soruları sorabilirsiniz.

Tecavüz edilip, yakılarak öldürülen Özgecan Aslan için..

Hukuktan adaleti çıkarırsak elimizde nasıl iddia ve savunma makamı kalır? Polis Devleti doğrudan idarecilerin hesap verme zorunluluğunun olmamasıdır ki Polis Devleti bu yüzden Hukuk Devleti değildir. Hukuk Devleti herkesin hesap verebilir olduğu devlettir. bu da adalet demektir. Adalet yoksa İddia ve Savunma makamının olması neyi değiştirir olsa bile. örneğin İran'da eşcinsel bir adamı hakim karşısına çıkarsak bir adet iddia makamı ve bir adet savunma makamı olsa da bir adaletten bahsedebilir miyiz? verilen karar zaten belliyse hangi adalet? bu durumda ama iyi ama kötü diyerek iddia ve savunma makamlarının olmasını ama adaletin olmamasını normal ya da olağan göremeyiz. bu polis devletine yakınsamadır. Komünist Rusya'da insanlar sadece Komünist Partiye üye olmadıkları için ülkeden sürüldüler ki ortada bir mahkeme vardı ama mahkeme adaleti sağlamaz, yazılı hukuk kuralının olması da sağlamaz. O zaman doğrudan Hamurrabi Kanunlarına geri döneriz. ya da Fatih Kanunnamesi yazılırken Kardeş Katli çok mantıklı olabilir ama günümüzde geçerliliği yoktur oysaki orada da yazılı kurallar vardı ama adalet yoktu. Kanun adalet değildir, iddia ve savunma makamlarının varlığı da yeterli değildir. adalet toplum vicdanını evrensel kurallar içerisinde rahatlatmalı, evrensel kurallara vurgu yapıyorum çünkü bugün Özgecan'ın katilinin ancak örneğin kazığa oturtulması insanların içini soğutabilecekken evrensel kurallar içerisinde verilebilecek ceza ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıdır (elbet şartları oluştuysa)
Adalet Mülk'ün temelidirdeki Mülk doğrudan Devleti işaret eder, herhangi bir maddi ya da manevi mal varlığını değil. Adalet Devletin var olma sebeplerindendir. Devlet kavramına güvenlik ve adalet kavramları nedeniyle ihtiyaç duyuldu. bizim sağlayamayacağımız imkanları sağlayabilsin diye. ki Adalet devredilemez bir hizmettir, güvenliği bile özelleştiren ülkeler varken adalet özelleştirilmesine henüz denk gelmedik. çünkü hakimlerin tarafsız olması lazımdır bu sebeple maaşları devlet tarafından ödenir.
mahkemeler örneğin ülkemizde Yüce Türk Milleti adına karar verir. 3 Kuvvetten Yargı yetkisine sahiptir ve tamamen bağımsızdır, herhangi bir etki altında kalmasın, adaleti dağıtabilsin diye.
evet adalet soyut bir kavram ne görebiliyoruz, ne duyabiliyoruz ama sandığımız kadar da soyut değil. mesela kızı diri diri yakan bir adamın cezası 5 yıl olursa ortada adaletten bahsedemeyiz ya da baklava çaldığı için örgüt/çete suçlaması kitlenip 8 yıl yatan küçük çocuklar söz konusu olduğunda adaletten bahsedemeyiz ama bunlar adalet kavramıyla değil yasal düzenlemedeki boşluklarla ilgilidir.
evet bu boşluklar her zaman olacaktır ama İngiltere anayasız bir ülkeyken bizim anayasa 17-18 kez değişiyorsa ortada ciddi bir sıkıntı var demektir. bu boşluklar neden hep bize denk düşüyor, belki fazla oryantalist bir eleştiri olacak ama hep Şark kurnazlığı peşinde koştuğumuzdan mıdır ki?
elbette adalet soyut ve elbette ortaya çıkan sonuç hiç kimseyi tatmin etmez ve tam da bu sebeple misal din kuralları (Hristiyanlık hariç) reformist bir süreç yaşamazken Hukuk yaşar çünkü toplumların ahlak anlayışları gibi adalet anlayışları da değişir. Örneğin bundan 30-40 yıl öne kimse zinanın suç olmasını garipsemezken şu anda bir avuç azınlık hariç zinayı suç olarak görmeyi insan haklarına müdahale olarak görür. işte tam da bu nedenle Adalet soyut bir kavramdır çünkü hep daha ötesi vardır, bu nedenle hep bir sonraki aşama vardır. hep bir "ama" vardır bu nedenle Hukuk bir Bilim Dalıdır. çünkü sorgulanır, denenir, beğenilmez, eleştirilir ve bu sebeple gelişir.
masumiyet karinesi çok önemli bir haktır. bu tartışılmaz ve reddedilemez.
ama çocuk hakları çok daha ince bir detaydır. tıpkı tecavüz gibi. bu nedenle çok ciddi ve sıkı kurallarla örülmüşlerdir. elbette tam da bu sebeple suistimale müsaitlerdir ve suistimal edileceklerdir. örneğin ben tam da bu nedenle kadının beyanı esastır ilkesi yerine kadının beyanı önceliklidir ilkesini daha doğru bulurum çünkü tecavüz suçuyla içeri alınan adamın ilk mahkemesini göremeden içeride şişlenme ihtimali de vardır.
ama kadının ifadesini destekleyen tek bir somut kanıt bence yeterlidir ki mevcut hukuk kuralları da bu yönde.
çocuk tacizi daha vahimdir. bu sebeple pek çok ülke çocuğun beyanını ve taciz raporunu tek başına yeterli görür. yani çocuk evet etti derse psikolojik değerlendirme de evet taciz var derse bu yeterlidir ki bence de olmalıdır. hiçbir çocuk tacize uğradığını kanıtlamaya zorlanmamalı.
örnekler elbette olacak dediğim gibi suistimale uygun bir konu ama ne yazık ki bu konular nitelik ve nicelik hesabını gerektiren konular. savaşlarda askerler ölür ama zafer komutanlarındır misali bu kurallar yüzünden illa ki boş yere suçlananlar olacak ama benim önceliğim her zaman bu kurallar sayesinde kurtulan kadın ve çocuklardır. ama sistemin suistimal edilmesini önlemek de adalet sağlayıcıların işidir. onlar görevlerini yapmakta yeterli değil diye ben bu ilkeleri görmezden gelemem.
elbette hukukun bir işlevi de toplumun gazını almaktır ama diğer yandan verilecek ceza tatmin edici olmalıdır, giden nasıl olsa geri gelmeycekse adamı dışarıya salmak da bir seçenek.
ama hukuk kurallarının bir diğer boyutu da yaptırım gücü ve caydırıcılığıdır. örneğin din kuralları da caydırıcıdır tecavüz edersen cehenneme gidersin ama cehennem hem soyut bir kavram hem de metafizik alanla ilgili olduğundan önleyici bir yaptırım ve caydırıcılık sağlamaz herkes için ama hukuk kuralları öyle değildir. cebridir, devlet eliyle zorla uygulanır. eğer atıyorum bunun cezası idamsa ve idam edersen tecavüz suçunda azalma olur. (idam örnektir, ben idam cezasına karşıyım) elbette tecavüz vakaları olmaya devam edecek ama minimum düzeyde çünkü imkanı olan patolojik tecavüzcü olmayan adam başka yöntemler bulacak örneğin cezası daha az olan hayvana karşı suçlar gibi....
aslında suçlar arasındaki ayrımı yine adaletteki gibi yapabiliriz çağın koşullarına göre.
hırsızlık kötüdür.
birinin bahçesinden elma çalmak da hırsızlıktır, birinin elmas kolyesini çalmak da.
birini öldürmek de suçtur ama mala karşı işlenen suçlara karşı her zaman önceliklidir.
örneğin evimize girmiş bir hırsızı sırf altın kolyemizi çaldı diye öldüremeyiz çünkü cana karşı işlenen suçlar mala karşı işlenen suçlardan daha ağırdır.
yani bu basit bir denklem can mı mal mı? eğer ağır kapitalist bir toplumda ya da kast sisteminin geçerli olduğu bir ülkede yaşamıyorsak, bireylerin can güvenlikleri eşit değerdeyse denklemi çözmek çok da zor değil.
dediğim gibi temel olarak avukatın bu davayı almasına bir itirazım yok, elbet bir avukat tutulacak ama biraz daha insanların acılarına duyarlı olabilir ve daha az reklam peşinde dolanabilir bence.

Sen haklısın, karşındaki haksız... Gittin mahkemeye ama kaybettin davayı... İddia vardı, savunma vardır ama kaybettin, adalet saglanamadı senin açından... Bak adalet çıktı ama hala hukuk devletindesindir. Tersi şekilde polis devletinde her hüküm adaletsiz olacaktır diye bir şey de yok ama motivasyonu farklı bunların. Hukuktan adaleti degil, adaleti saglama motivasyonunu, ilkelere uyma motivasyonunu çıkarırsan geriye polis devleti kalır. Polis devletinde adalet yok degildir, adaleti saglama motivasyonu yoktur, sindirmektir asıl amaç. Bunların ikisi farklı şeyler.

Masumiyet karinesi her durumda geçerli olmak zorundadır. Bir çocuk seni suçsuz olmana ragmen tacizle suçlayacak olsa, sen bunun aksini ispatlayamazsın, olmayan şeyin ispatı da olmaz çünkü. Kadının beyanı yeterli olsun veya tek kanıt yeterli olsun gibi şeyler kabul edilemez. İlkeler dahilinde bile hiç tanımadıgım bir adama tecavüz iftirası atar ve içerde uzun yıllar geçirmesini saglayabilirim... ki ilkeyi bir kenara bıralım dersen iş iyice çıgrından çıkar. Senin ogluna veya kocana birisi tecavüz iftirası atmak istese bunu kolayca yapar, ilkeleri yok sayarsan çocuk oyuncagı haline gelir, aksini ispatlaman mümkün dahi olmaz. Bu söylediklerin hukukun ilkelerini yok saymaktır. Hatta dem vurdugun evrensel insan haklarına da aykırı çünkü masumiyet karinesi aynen orada da geçer. Hukuka uygun yargılama yapılmadan, suç ispat edilmeden kimse suçlu sayılamaz. Eger bu ilkeyi yok sayacaksan at hukuku da insan haklarını da yasaları da...

'Adalet mülkün temelidir' deki mülk her şey olabilir. Fikir, vücut, toprak, ev, bulaşık makinesi... veya toplumun mülkü olan devlet. Devlet de bir topragı ve toplumu temsil etme amacındaki topluma ait bir mülktür sonuçta ama o temsil ettigi topragın ilk sahibi de bedel ödemedi, dolayısıya çalıntıdır bir yerde ve hak olamaz temelde. Bu yüzden adil olan adalet kavramı en başta gitti bile... Olay aslında kim kimden ne kadar çalabilirse olayıdır (hayat adil degil meselesi yani...)

Ama örnegin, daha önce de yadıgım gibi, mesela islamdaki ''el hükmü lillah (hüküm sadece Allah'ındır)'' gibi bakarsan işte anca o zaman adil adaletten söz edilebilir. Bütün mülk, ortaksız haliyle Allah'ındır, mutlak hakim Allah'tır, mutlak hüküm Allah'ndır, mutlak hukuk Allah'ındır. Bu şekilde bütün mutlak olanı tek bir kavrama, mesela Allah'a, izafe edersen;

''Allah kendi hukuku (bilgisi) ile kendi hakkı (mülkü/bütün varlık) üzerinde, verdigi hükümlerle (iradesiyle) hakimdir (hüküm sürer/sahipligini sürdürür)''

dersin ve ''Allah mutlak adildir'' sonucuna gelirsin. Bu sonuçtan sonra Allah birisini durduk yere cehenneme de atsa, Nuh tufanında masumlar arada kaynamış da olsa, iyi denilen bir insan hep acı çekmişse de, birisi engelli dogarken digeri kusursuz ve çok güzel dogmusşa bile.... hiç fark etmez, Allah hep adildir çünkü bütün mülk onundur, istedigi şekilde irade eder.

Firavun ''ben efendinizim'' derken kendisini tanrının yer yüzündeki tek temsilcisi ilan etti. Bunu kabul ettirdikten sonra verdigi her hüküm adil olmuş olacaktı çünkü bütün mülk ve hüküm sahibinin temsilcisi olarak kabul edilmiş olacak... yani.. Böylece herkese sorgusuz sualsiz boyun egdirebilecekti. Şimdinin tarikat şeyhleri gibi işte... Kendilerini Allah'ın sevgili kulu, Allah ile irtibat kurabilen, Allah'ın bu dünyadaki özel temsilcileri (iradesini tecelli ettirecegi özel vesile) diye sunup insanları ikna ettikten sonra onların agzından çıkan her söz müritleri için mutlak, nihai adil hükümdür.

Yine örnegin benim telefonum var ve ortaksız hak iddia ediyorum (diyelim). İster pamuklara sarar onunla uyurum, ister kaynar suya atarım, ister yolda birine veririm, ister yakarım, ister kırarım... hiçbiri de adaletsizlik olmaz. Yanyana iki dilenciden birine 10 digerine 100 tl versem, az verdigime adaletsizlik yapmamışımdır çünkü hak da bana ait hüküm de...

Ama hukukta bu iş böyle degil. Hak iddia eden taraflar başka, hakim başka, hukuk başka... Bir hakim, kendine ait olmayan bir mülk konusunda, kendine ait olmayan bir hukuku kullanarak hüküm veriyorsa buradan çıkan şey adil bir adalet degildir. Çünkü hakimin agzından çıkanlar adalet degil, ''tmm bu bana daha ikna edici geldi'' gibi bir karar vermedir. Yani çıksa çıksa kazanan ve kaybeden çıkar buradan, adalet degil.

Bu yüzden diyorum ki hukuku adalet saglaması gereken, mahkemeleri de adaletin tecelli edecegi yerler olarak görmeyin illa ki. Orman kanununda fiziksel gücün vardır ezersin, taraftarların vardır ezersin, silahın vardır ezerin... bunlar yoksa ezilirsin.

Hukuk ise sana iddia ettigin hakkı savunabilmen için kansız, dövüşsüz bir seçenek sunar. Üstelik iki tarafın da silahı eşittir artık, o da hukukun kendisidir, ilkeleridir. Bu ilkeler herkes ve her durum için eşit olmak zorundadır. Yani mahkeme salonunu kansız, kol, kafa kesilmeyen bir savaş alanı olarak gör, hukuku da kılıç,tabanca harici bir silah olarak gör. Savaşı kazanmak için elindeki silahı, oyunun kuralına göre oynayacaksın, elde ettigin sonuç seni teskin etsin ya da etmesin, hoşuna gitsin ya da gitmesin, adil bul veya bulma...

Buradaki avukat da aynen bunu yapıyor. Ve bu avukat mesleginin geregi olarak bunu ister zorunlu ister gönüllü yapar. İsterse de reklamını yapar. Avukatın ne düşündügünü bilmem, niyeti de zerre kadar umrumda degil... Ama mesleginin gerektirdigini uygularken, eger sözde duyarlı insanlar tutup adama küfür ederse, hakaret ederse ya da ölümle tehdit ederse... Avukatın bunlarla dalga geçmesi gayet de normaldir. Ben olsam ben de dalga geçerdim büyük ihtimalle.
 
Sen haklısın, karşındaki haksız... Gittin mahkemeye ama kaybettin davayı... İddia vardı, savunma vardır ama kaybettin, adalet saglanamadı senin açından... Bak adalet çıktı ama hala hukuk devletindesindir. Tersi şekilde polis devletinde her hüküm adaletsiz olacaktır diye bir şey de yok ama motivasyonu farklı bunların. Hukuktan adaleti degil, adaleti saglama motivasyonunu, ilkelere uyma motivasyonunu çıkarırsan geriye polis devleti kalır. Polis devletinde adalet yok degildir, adaleti saglama motivasyonu yoktur, sindirmektir asıl amaç. Bunların ikisi farklı şeyler.

ama yine dediğime geliyoruz Adalet Sağlama Motivasyonunun olması başlı başına yeterlidir zaten. hukuk kuralları bu yüzden kişiye değil, topluma göre yazılır. yani ben haklıysam ve A avukatla değil de daha iyi olan B avukatla mahkemeye gitsem daha iyi bir savunma ya da C savcının daha iyi delil toplaması sonucu o mahkemeyi kazanabileceksem ortada bir adalet vardır ama kötü adalet sağlayıcılar da var demektir.
bu yüzden kişiye göre adalet olmaz.
örneğin Polis Devletinde de pek ala kişiye göre bir adalet olabilir, örneğin dairesine hırsız giren kişinin zararı tazmin edilebilir ama günü sonunda elimizde adalet sağlama motivasyonuyla çalışmayan yani aslında adaleti zerre takmayan bir devlet var demektir, bu durumda gerçek anlamda bir adaletten bahsedebilir miyiz?



Masumiyet karinesi her durumda geçerli olmak zorundadır. Bir çocuk seni suçsuz olmana ragmen tacizle suçlayacak olsa, sen bunun aksini ispatlayamazsın, olmayan şeyin ispatı da olmaz çünkü. Kadının beyanı yeterli olsun veya tek kanıt yeterli olsun gibi şeyler kabul edilemez. İlkeler dahilinde bile hiç tanımadıgım bir adama tecavüz iftirası atar ve içerde uzun yıllar geçirmesini saglayabilirim... ki ilkeyi bir kenara bıralım dersen iş iyice çıgrından çıkar. Senin ogluna veya kocana birisi tecavüz iftirası atmak istese bunu kolayca yapar, ilkeleri yok sayarsan çocuk oyuncagı haline gelir, aksini ispatlaman mümkün dahi olmaz. Bu söylediklerin hukukun ilkelerini yok saymaktır. Hatta dem vurdugun evrensel insan haklarına da aykırı çünkü masumiyet karinesi aynen orada da geçer. Hukuka uygun yargılama yapılmadan, suç ispat edilmeden kimse suçlu sayılamaz. Eger bu ilkeyi yok sayacaksan at hukuku da insan haklarını da yasaları da....

zaten iddia altında olan kişi iddianın gerçek olmadığını ispatla yükümlü değildir, iddia sahibi iddiayı ispatla yükümlüdür. ve eğer kadının iddiası somut bir delille desteklendiyse örneğin vajinal zorlanma ve adama ait DNA bundan sonra ispat yükü adamdadır çünkü kadın kendisine ait olan kısmı ispatlamıştır. örneğin adam bu noktadan sonra biz kadının isteğiyle sırf fantezi olsun diye sert bir şekilde seviştik derse bunun ispatı kendisindedir. kadın kendisine ait olan kısmı zorla cinsel ilişkiyi kanıtlamıştır. bu pek çok ülkede bu şekilde işler, kadının zorla cinsel ilişkiyi kanıtlaması (bazı ülkelerde DNA'ya bile ihtiyaç kalmadan, tek eşli bir ilişki yaşadığını kanıtladığında yeterlidir İsviçreydi yanlış hatırlamıyorsam)
masumiyet karinesi çok önemli bir haktır. aksini zaten savunmadım, savunmam. masumiyet karinesi nasıl yok sayılabilir ki? sadece sistemin doğru işlememesinden kaynaklanan ya da sistemdeki boşluklardan kaynaklanan sorunları yazdım. evet bunlar insan haklarına aykırıdır, buna dair bir şüphem yok zaten.
fakat ben A ya da B'yi seçmek zorunda kalsam hangisini seçeceğimi söyledim.
suç isnat edilen suçsuzluğunu ispatla yükümlü değildir, ancak ortada kuvvetli şüphe varsa örneğin hocasının onu taciz ettiğine dair iddiası bulunan 3 ayrı ortaokul öğrencisi varsa, elimizde öğrencilerin ifadeleri ve hocanın çocuklarla okul saati dışında da okul dışında vakit geçirdiğine dair delil varsa.
bütün bunlar hocanın ille de çocukları taciz ettiğini göstermez, çocuklar yalan söylüyor olabilir, hocanın niyetini yanlış olabilir, biri hocaya komplo kurmuş olabilir, ama böyle bir durumda %85-90 taciz görüldüyse %10 eğitim zaiyatıdır.
o eğitim zaiyatı ben ya da bir yakınım da olabilir, ve evet adalet o an benim için doğru çalışmamış olabilir ama hukuk bu yüzden somut değil soyut olaylar üzerinden kurgulanır.
dikkatini çekerse ben kadının beyanı esastır demedim, önceliklidir dedim. yani kadın ben tecavüze uğradım diyorsa bu önceliklidir. yoksa kadının ben tecavüze uğradım demesi elbette tek başına yeterli değildir. hiçbir suçun kanıtı için beyan yeterli değildir, beyan sadece delillerden birini teşkil eder.
kadın gerçekten tecavüze uğramış olabilir, adam geride zorlama dahil geride hiçbir iz bırakmadan tecavüz etmiş olabilir ama bu durumda elini kolunu sallaya sallaya sokağa dönmek ve bir hata yapana kadar serbest gezmek zorundadır, yapacak bir şeyimiz yok.
bu yüzden esastır yerine önceliklidir ifadesini kullandım.


'Adalet mülkün temelidir' deki mülk her şey olabilir. Fikir, vücut, toprak, ev, bulaşık makinesi... veya toplumun mülkü olan devlet. Devlet de bir topragı ve toplumu temsil etme amacındaki topluma ait bir mülktür sonuçta ama o temsil ettigi topragın ilk sahibi de bedel ödemedi, dolayısıya çalıntıdır bir yerde ve hak olamaz temelde. Bu yüzden adil olan adalet kavramı en başta gitti bile... Olay aslında kim kimden ne kadar çalabilirse olayıdır (hayat adil degil meselesi yani...)

Ama örnegin, daha önce de yadıgım gibi, mesela islamdaki ''el hükmü lillah (hüküm sadece Allah'ındır)'' gibi bakarsan işte anca o zaman adil adaletten söz edilebilir. Bütün mülk, ortaksız haliyle Allah'ındır, mutlak hakim Allah'tır, mutlak hüküm Allah'ndır, mutlak hukuk Allah'ındır. Bu şekilde bütün mutlak olanı tek bir kavrama, mesela Allah'a, izafe edersen;

''Allah kendi hukuku (bilgisi) ile kendi hakkı (mülkü/bütün varlık) üzerinde, verdigi hükümlerle (iradesiyle) hakimdir (hüküm sürer/sahipligini sürdürür)''

dersin ve ''Allah mutlak adildir'' sonucuna gelirsin. Bu sonuçtan sonra Allah birisini durduk yere cehenneme de atsa, Nuh tufanında masumlar arada kaynamış da olsa, iyi denilen bir insan hep acı çekmişse de, birisi engelli dogarken digeri kusursuz ve çok güzel dogmusşa bile.... hiç fark etmez, Allah hep adildir çünkü bütün mülk onundur, istedigi şekilde irade eder.

Firavun ''ben efendinizim'' derken kendisini tanrının yer yüzündeki tek temsilcisi ilan etti. Bunu kabul ettirdikten sonra verdigi her hüküm adil olmuş olacaktı çünkü bütün mülk ve hüküm sahibinin temsilcisi olarak kabul edilmiş olacak... yani.. Böylece herkese sorgusuz sualsiz boyun egdirebilecekti. Şimdinin tarikat şeyhleri gibi işte... Kendilerini Allah'ın sevgili kulu, Allah ile irtibat kurabilen, Allah'ın bu dünyadaki özel temsilcileri (iradesini tecelli ettirecegi özel vesile) diye sunup insanları ikna ettikten sonra onların agzından çıkan her söz müritleri için mutlak, nihai adil hükümdür.

Yine örnegin benim telefonum var ve ortaksız hak iddia ediyorum (diyelim). İster pamuklara sarar onunla uyurum, ister kaynar suya atarım, ister yolda birine veririm, ister yakarım, ister kırarım... hiçbiri de adaletsizlik olmaz. Yanyana iki dilenciden birine 10 digerine 100 tl versem, az verdigime adaletsizlik yapmamışımdır çünkü hak da bana ait hüküm de...

Ama hukukta bu iş böyle degil. Hak iddia eden taraflar başka, hakim başka, hukuk başka... Bir hakim, kendine ait olmayan bir mülk konusunda, kendine ait olmayan bir hukuku kullanarak hüküm veriyorsa buradan çıkan şey adil bir adalet degildir. Çünkü hakimin agzından çıkanlar adalet degil, ''tmm bu bana daha ikna edici geldi'' gibi bir karar vermedir. Yani çıksa çıksa kazanan ve kaybeden çıkar buradan, adalet degil.

mülkiyet hak mıdır, hırsızlık mıdır tartışmasına girersek buradan çıkamayız, ben hırsızlık deği, insanın doğasındandır diyerek fikrimi belirteyim yine de.
örneğin ben El Hükmü İlah'da da mutlak bir adalet göremiyorum senin baktığın yerden bakarsam. her şeyden önce örneğin İzmir'deki 17 aylık bebeğin tecavüze uğraması...? bu açıdan bakarsak bu mu adalet o halde. bu açıdan mutlak adalet kavramı bir kandırmacadan ibarettir. mutlak adalet yoktur. subjektif adalet yoktur, objektif adalet vardır. bu yüzden adalet ve hukuk kavramları değişir ve değişmelidir. bu sebeple adalet mutlak olamaz.
bundan 100 yıl önce zina yapanların örneğin kırbaçlanması adilken artık değilse mutlak adalet diye bir şeyden zaten bahsedemeyiz.
mutlak zamandan, mekandan ve değişimden bağımsızdır, öyle olmalıdır ama değildir.
Adalet çağın gereksinimlerine cevap vermelidir, örneğin karısı adamın birine baktı diye kadını öldüren adama haksız tahrik indirimi adil değildir, aynı şekilde kocası birine baktı diye adamı öldüren kadına da haksız tahrik indirimi uygulamak adil değildir, çünkü çağımızın adalet anlayışına göre aldatmanın karşılığı ölüm değil boşanmaktır. bundan X yıl sonra aldatmak bir boşanmak nedeni sayılmayabilir bile, toplum gelişir ve değişir, adalet de.
Firavun örneği zamanın adalet anlayışından kaynaklanıyor örneğin böyle bir zamanda benim kanım mavi bana yönetme yetkisini Tanrı verdi, hüküm benim ağzımdan çıkandır dersek bizi tımarhaneye atarlar (bilim anlayışı gelişmiş ülkelerde)
dediğin gibi hukukta işleyiş başkadır ama hakim kendine ait olmayan bir mülk adına karar vermez. Devlet yargı yertkisini Hakim eliyle ve millet adına kullanır yani Hakim orada otururken mülkün ta kendisidir. bu anlamda evet yarı mutlak bir adalet vardır. Ben (Devlet olarak) X kişiyi B suçunu işlemekten suçlu buluyorum derken bu kararı Devlet olarak alır. evet yargı yetkisi bağımsızdır ama diğer kuvvetlerden bağımsızdır yoksa bizzat devlettir bu yetkiyi kullanan.
dediğim gibi ben adaletin mutlak olduğuna inanmadığımdan aynı pencereden bakmıyoruz bu noktada.


'Bu yüzden diyorum ki hukuku adalet saglaması gereken, mahkemeleri de adaletin tecelli edecegi yerler olarak görmeyin illa ki. Orman kanununda fiziksel gücün vardır ezersin, taraftarların vardır ezersin, silahın vardır ezerin... bunlar yoksa ezilirsin.

Hukuk ise sana iddia ettigin hakkı savunabilmen için kansız, dövüşsüz bir seçenek sunar. Üstelik iki tarafın da silahı eşittir artık, o da hukukun kendisidir, ilkeleridir. Bu ilkeler herkes ve her durum için eşit olmak zorundadır. Yani mahkeme salonunu kansız, kol, kafa kesilmeyen bir savaş alanı olarak gör, hukuku da kılıç,tabanca harici bir silah olarak gör. Savaşı kazanmak için elindeki silahı, oyunun kuralına göre oynayacaksın, elde ettigin sonuç seni teskin etsin ya da etmesin, hoşuna gitsin ya da gitmesin, adil bul veya bulma...
örneğin bana göre iki tarafın da silahının eşitliğini sağlaması bir adalettir, dediğim gibi adalet mutlak değildir. şartlar eşittir, savunma hakkı vardır, masumiyet karinesi vardır, tarafsız ve bağımsız yargı vardır ve toplum vicdanını rahatlatacak karar vardır bu adalettir, hakim/savcı/avukat/polis...vs tarafsızlığını bağımsızlığını kullanamıyorsa bu mevcut ülkedeki başka dinamikler yüzündendir, adalet teoride vardır ve sistem işler, pratiğin yanlış olması teoriyi yanlışlamaz.
ama hukuk hadi oynayın çocuklar diyerek ortaya salmaz tarafları çünkü devlet sadece düzenleyici değil aynı zamanda denetleyicidir. bu yüzden üst mahkeme vardır bu yüzden AİHM vardır. yani deveden büyük fil var durumu.


Buradaki avukat da aynen bunu yapıyor. Ve bu avukat mesleginin geregi olarak bunu ister zorunlu ister gönüllü yapar. İsterse de reklamını yapar. Avukatın ne düşündügünü bilmem, niyeti de zerre kadar umrumda degil... Ama mesleginin gerektirdigini uygularken, eger sözde duyarlı insanlar tutup adama küfür ederse, hakaret ederse ya da ölümle tehdit ederse... Avukatın bunlarla dalga geçmesi gayet de normaldir. Ben olsam ben de dalga geçerdim büyük ihtimalle.
işte avukat konusunda anlaşamadığımız nokta burası; bence avukat mesleğinin gereğini yapmıyor. eğer avukatlık yalancılıktır gibi cahilce bir önermeden hareket etmiyorsak. avukat bence müvekkilini korumak için yalan söylüyor. kanunda olan boşlukları kullanmak başkadır, o kanun yapıcının sorunudur, avukatın değil ama yalan söylemek tamamen etik bir problemdir ve bu avukatın problemidir.
avukata yönelen lince varan tepkileri ben de onaylamıyorum ama bu tepkiler etki tepki meselesi bu kadar hassas bir konuda gülücükler atarsa tepki almayı bilerek istemiştir demektir, elbette sosyal linç kabul edilir değil, avukat her ne yapmış olursa olsun.
 
ama yine dediğime geliyoruz Adalet Sağlama Motivasyonunun olması başlı başına yeterlidir zaten. hukuk kuralları bu yüzden kişiye değil, topluma göre yazılır. yani ben haklıysam ve A avukatla değil de daha iyi olan B avukatla mahkemeye gitsem daha iyi bir savunma ya da C savcının daha iyi delil toplaması sonucu o mahkemeyi kazanabileceksem ortada bir adalet vardır ama kötü adalet sağlayıcılar da var demektir.
bu yüzden kişiye göre adalet olmaz.
örneğin Polis Devletinde de pek ala kişiye göre bir adalet olabilir, örneğin dairesine hırsız giren kişinin zararı tazmin edilebilir ama günü sonunda elimizde adalet sağlama motivasyonuyla çalışmayan yani aslında adaleti zerre takmayan bir devlet var demektir, bu durumda gerçek anlamda bir adaletten bahsedebilir miyiz?

A ve B ile kazanamayıp C avukatı ile kazanıyorsan bu adaletin varlıgını degil, bazılarının hukuk silahını daha iyi kullandıgını gösterir. Çünkü örnegi biraz degiştirip; sen kendine göre haklı ben kendime göre haklıysam adil olana kim karar verecek? Hukuk mu, hakim mi, sen mi yoksa ben mi ya da toplum mu? Bence hiçbiri degil çünkü adil olan her ne ise muallaktır, bilinmez. Herkese göre farklıdır çünkü. Bu yüzden aslolan hukuku iyi kullanıp kimin galip gelecegidir. Burada da savunma ve iddia hukuku sonuna kadar kullanabiliyorsa, o zaman burası hukuk devletidir, adalet saglansın ya da saglanmasın.

Polis devletinde ise A B C avukatı fark etmez, kaybedersin çünkü motivasyonu adaleti saglamak degil. Ama belki de verilen kararlar daha adil bile olabilir.

''Gerçek adalet'' dedigin ne bu arada? Ben diyorum ki öyle bir şey yok, adil diye bir şey yok, ütopya onlar. 'mükemmel' kavramı gibi bir şey, ne oldugunu bilmezsin, tarif edemezsin, anlatamazsın, ulaşamazsın ama varlıgına inanmak istersin, elde etmek istersin... ama mükemmellik gibi, adil/gerçek adalet diye bir şey de yok.

zaten iddia altında olan kişi iddianın gerçek olmadığını ispatla yükümlü değildir, iddia sahibi iddiayı ispatla yükümlüdür. ve eğer kadının iddiası somut bir delille desteklendiyse örneğin vajinal zorlanma ve adama ait DNA bundan sonra ispat yükü adamdadır çünkü kadın kendisine ait olan kısmı ispatlamıştır. örneğin adam bu noktadan sonra biz kadının isteğiyle sırf fantezi olsun diye sert bir şekilde seviştik derse bunun ispatı kendisindedir. kadın kendisine ait olan kısmı zorla cinsel ilişkiyi kanıtlamıştır. bu pek çok ülkede bu şekilde işler, kadının zorla cinsel ilişkiyi kanıtlaması (bazı ülkelerde DNA'ya bile ihtiyaç kalmadan, tek eşli bir ilişki yaşadığını kanıtladığında yeterlidir İsviçreydi yanlış hatırlamıyorsam)
masumiyet karinesi çok önemli bir haktır. aksini zaten savunmadım, savunmam. masumiyet karinesi nasıl yok sayılabilir ki? sadece sistemin doğru işlememesinden kaynaklanan ya da sistemdeki boşluklardan kaynaklanan sorunları yazdım. evet bunlar insan haklarına aykırıdır, buna dair bir şüphem yok zaten.
fakat ben A ya da B'yi seçmek zorunda kalsam hangisini seçeceğimi söyledim.
suç isnat edilen suçsuzluğunu ispatla yükümlü değildir, ancak ortada kuvvetli şüphe varsa örneğin hocasının onu taciz ettiğine dair iddiası bulunan 3 ayrı ortaokul öğrencisi varsa, elimizde öğrencilerin ifadeleri ve hocanın çocuklarla okul saati dışında da okul dışında vakit geçirdiğine dair delil varsa.
bütün bunlar hocanın ille de çocukları taciz ettiğini göstermez, çocuklar yalan söylüyor olabilir, hocanın niyetini yanlış olabilir, biri hocaya komplo kurmuş olabilir, ama böyle bir durumda %85-90 taciz görüldüyse %10 eğitim zaiyatıdır.
o eğitim zaiyatı ben ya da bir yakınım da olabilir, ve evet adalet o an benim için doğru çalışmamış olabilir ama hukuk bu yüzden somut değil soyut olaylar üzerinden kurgulanır.
dikkatini çekerse ben kadının beyanı esastır demedim, önceliklidir dedim. yani kadın ben tecavüze uğradım diyorsa bu önceliklidir. yoksa kadının ben tecavüze uğradım demesi elbette tek başına yeterli değildir. hiçbir suçun kanıtı için beyan yeterli değildir, beyan sadece delillerden birini teşkil eder.
kadın gerçekten tecavüze uğramış olabilir, adam geride zorlama dahil geride hiçbir iz bırakmadan tecavüz etmiş olabilir ama bu durumda elini kolunu sallaya sallaya sokağa dönmek ve bir hata yapana kadar serbest gezmek zorundadır, yapacak bir şeyimiz yok.
bu yüzden esastır yerine önceliklidir ifadesini kullandım.

Suçun ispatlanmış olması için ille de olay anının video kaydına gerek yok. Ama bu demek degil ki tek delille iş bitsin gitsin.

Bir adamı evine çagır, biraz oynaş (sperm bulaşsın diye), tırnak geçir yüzüne sırtını güya fantezi... sonra durduk yere bagır çagır falan filan... Yani senaryoyu iyi kurgula, hukuku da iyi kullan, bir sürü delille suçsuz adamı attır hapse... Bak bu da olabilir. Bak yine adaletsiz bir şey... ama hukuka da uygun.

Ama çok delille bile adaletsizlik olabiliyor diye, tek delili ispat saymak hukuka ters düşer. Aynı fırsatı vermiyorsun çünkü karşıdakine. Bu yüzden tek delilden ziyade ''yeterli delil'' meselesi önemli olmalı. Video kaydı da tektir ama yeterli delildir mesela.

Aynı şey pedofili için de geçerli.

Ama bunları ben söylesem neyse... çünkü ben hukuk adalet vermek zorunda degildir diyorum, önemli olan ilkelere uygunluk. Ama sen adalet lazım diyorsun diger yandan ''eh o kadar da zaiyat olur nabalım yani'' diye adaletsizlige peşinen buyur geç diyorsun... çelişki..

mülkiyet hak mıdır, hırsızlık mıdır tartışmasına girersek buradan çıkamayız, ben hırsızlık deği, insanın doğasındandır diyerek fikrimi belirteyim yine de.
örneğin ben El Hükmü İlah'da da mutlak bir adalet göremiyorum senin baktığın yerden bakarsam. her şeyden önce örneğin İzmir'deki 17 aylık bebeğin tecavüze uğraması...? bu açıdan bakarsak bu mu adalet o halde. bu açıdan mutlak adalet kavramı bir kandırmacadan ibarettir. mutlak adalet yoktur. subjektif adalet yoktur, objektif adalet vardır. bu yüzden adalet ve hukuk kavramları değişir ve değişmelidir. bu sebeple adalet mutlak olamaz.
bundan 100 yıl önce zina yapanların örneğin kırbaçlanması adilken artık değilse mutlak adalet diye bir şeyden zaten bahsedemeyiz.
mutlak zamandan, mekandan ve değişimden bağımsızdır, öyle olmalıdır ama değildir.
Adalet çağın gereksinimlerine cevap vermelidir, örneğin karısı adamın birine baktı diye kadını öldüren adama haksız tahrik indirimi adil değildir, aynı şekilde kocası birine baktı diye adamı öldüren kadına da haksız tahrik indirimi uygulamak adil değildir, çünkü çağımızın adalet anlayışına göre aldatmanın karşılığı ölüm değil boşanmaktır. bundan X yıl sonra aldatmak bir boşanmak nedeni sayılmayabilir bile, toplum gelişir ve değişir, adalet de.
Firavun örneği zamanın adalet anlayışından kaynaklanıyor örneğin böyle bir zamanda benim kanım mavi bana yönetme yetkisini Tanrı verdi, hüküm benim ağzımdan çıkandır dersek bizi tımarhaneye atarlar (bilim anlayışı gelişmiş ülkelerde)
dediğin gibi hukukta işleyiş başkadır ama hakim kendine ait olmayan bir mülk adına karar vermez. Devlet yargı yertkisini Hakim eliyle ve millet adına kullanır yani Hakim orada otururken mülkün ta kendisidir. bu anlamda evet yarı mutlak bir adalet vardır. Ben (Devlet olarak) X kişiyi B suçunu işlemekten suçlu buluyorum derken bu kararı Devlet olarak alır. evet yargı yetkisi bağımsızdır ama diğer kuvvetlerden bağımsızdır yoksa bizzat devlettir bu yetkiyi kullanan.
dediğim gibi ben adaletin mutlak olduğuna inanmadığımdan aynı pencereden bakmıyoruz bu noktada.

Ben mülkiyete hak da demem, hırsızlık da demem aslında. Bir şekilde başlamış işte nasıl başladıysa, çok da umrumda degil. Ama temele bakınca böyle sorunlar çıkıyor işte, laf illa ki geliyor.

el hükmü lillah' da mutlak adalet vardır çünkü yine söylüyorum;

''Allah kendi hukuku ile kendi hakkı üzerinde verdigi hükümlerle hakimdir.''

Burada sorgulanabilecek bir şey yok. EGER mutlak hakimi, mutlak hak sahibini Allah olarak kabul edersen mutlak adalete de inanmak zorundasındır. Eger böyle bir varlıga mutlak olan herşeyi izafe edersen mutlak adil olarak da kabul etmek zorundasındır diyorum. Ve sadece adil olan adalet yalnzıca bu durumda geçerlidir diyorum, aksi takdirde adil diye bir şey olamaz. Bebegin tecavüze ugraması da eger referans noktasını tanrı olarak alırsan, adildir çünkü bütün mülk onundur, istedigi şekilde irade eder. Sorgulanamaz. Ben telefonumu kırarsam bu adildir ve sorgulanamaz çünkü ortaksız hak sahibiyimdir. Yani bu, mutlak hükmü tanrıya izafe edenler için geçerli bir durum, benim için degil. Benim açımdan degil mutlak adalet, adil diye bir şey yoktur, sadece bakış açısı vardır, hukuka uygunluk vardır. Gerisi vicdan sızlaması, hoşuna gitmeme falan...

Hem senin bahsettigin referans noktasını degiştirmekle alakalı. Referans noktasını tanrı degil de kendin olarak alırsan, o zaman bebege tecavüz adil degil diyebilirsin ancak. Ama bu da esasen senin kendi bakış açındır, adil olan degil. Çünkü diyorum ki ''adil ne?''. Bu konuda kesin hüküm veremezsin çünkü mülk sana ait degil, hukuk sana ait degil dolayısıyla hakim de sen olamazsın.

Ama bu söylediginle ''mutlak adalet yoktur'' lafın da çelişik onu da söylemem lazım. Zamana göre adaletin degişmesi ve senin bunu adil bulman da aslında çelişki. O zaman adildi, şimdi degil mi yani? İlginç... Bence her iki durumda da aslında mesela adil olması degil, o dönemin hukukuna uygunluguydu. Hiçbir zaman mesele adil olmak degildi.

Mesela ahlaktan gireyim. Şimdi ben referans noktamı kendi çevremden seçeyim, daraltayım yani... O zaman ahlaklıyım derim, kimseyi öldürmedim, kimsenin tavuguna kışt demedim, çalmadım... vs. Ahlaklıyım yani kendimce. Ama en basitinden sagda solda, mesela Twitter'da ''Afrikalı çocukları elmas için öldürmeyin'' derken ne kadar ahlaklıyım sence? Ben sevgilime tutup da ''ben anlamam pırlanta yüzük alacaksın bana, nasıl alacagın beni ilgilendirmez'' dedigim an zaten onların kanına girmiştim bile, bir kurşun da ben sıktım, bir aileyi yerinden ben ettim. İlla gidip fiziksel olarak yapmam gerekmiyor çünkü, talep eden benim, ne pahasına olursa olsun tut getir diyen benim, tasarlayan benim... Bak referansı degiştirince birden katil, ahlaksız bir şey oluverdim. Ama kendi çapımda gayet de ahlaklı havasında gezebiliyorum... Asıl olay ise oradakiler kaybetti, ben kazandım ve kendi vicdanımı şimdi kendi çevremi referans alarak rahatlatıyorum. Ben onların kanına girmişken, rahat rahat yaşayabiliyorsam adalet nerde? Adil midir bu?

Yani dedigim gibi adil diye bir şey yok, hukukta da yok. Kazanan var ve kaybeden var. Hukuk silahını nasıl kullandıgın önemli.

örneğin bana göre iki tarafın da silahının eşitliğini sağlaması bir adalettir, dediğim gibi adalet mutlak değildir. şartlar eşittir, savunma hakkı vardır, masumiyet karinesi vardır, tarafsız ve bağımsız yargı vardır ve toplum vicdanını rahatlatacak karar vardır bu adalettir, hakim/savcı/avukat/polis...vs tarafsızlığını bağımsızlığını kullanamıyorsa bu mevcut ülkedeki başka dinamikler yüzündendir, adalet teoride vardır ve sistem işler, pratiğin yanlış olması teoriyi yanlışlamaz.
ama hukuk hadi oynayın çocuklar diyerek ortaya salmaz tarafları çünkü devlet sadece düzenleyici değil aynı zamanda denetleyicidir. bu yüzden üst mahkeme vardır bu yüzden AİHM vardır. yani deveden büyük fil var durumu.

Sana göre adalet... Bir başkasına göre de ''ben çok çalıştım çok kazandım, niye hiç çalışmayanla aynı şartlarda savaşayım ki? bu mu adalet?'' diyebilir.

Toplum vicdanını rahatlatacak kararsa eger adalet dedigin, ortadoguda toplumu rahatlatan recm de adalet olsa gerek? Yani ilginç şeyler söylüyorsun.

AİHM de fark etmez çünkü orası da ilkelere uymak zorunda.

işte avukat konusunda anlaşamadığımız nokta burası; bence avukat mesleğinin gereğini yapmıyor. eğer avukatlık yalancılıktır gibi cahilce bir önermeden hareket etmiyorsak. avukat bence müvekkilini korumak için yalan söylüyor. kanunda olan boşlukları kullanmak başkadır, o kanun yapıcının sorunudur, avukatın değil ama yalan söylemek tamamen etik bir problemdir ve bu avukatın problemidir.
avukata yönelen lince varan tepkileri ben de onaylamıyorum ama bu tepkiler etki tepki meselesi bu kadar hassas bir konuda gülücükler atarsa tepki almayı bilerek istemiştir demektir, elbette sosyal linç kabul edilir değil, avukat her ne yapmış olursa olsun.


Avukatın yaptıgını yalancılık olarak neden görüyorsun ki ille de? Hukukun sınırıların elinden geleni ardına koymuyor ve yapmak zorunda oldugu şey de bu. Mahkemelerde herkes yalan söyler hem. Eger herkes dogruyu söyleseydi dünya daha başka bir yer olurdu üstelik. Herkes nefes alıp verir gibi yalan söylerken avukatın söyledigi yalan niye konu oldu... çünkü toplumun vicdanı rahatsız oldu bu olaydan, o kadar olay duruken... Rahatsız olmasın demiyorum, olsun... ama hiçbir şeye laf etmeyen toplum bazı olaylar üzerine bu kadar yogunlaşırsa, onca şeytanın avukatı dururken tek bir avukata sayıp sayıştırır, tehdit ederse... yani... ne diyim ki şimdi?

Avukatın yaptıgı buradan bakınca belki yalancılık ama oradan bakınca hukuku kullanmaktır. Yok eger bundan rahatsız olduysan, kimse yalan söylemesin. Herkes %100 dogru ile yaşasın. Belki o zaman mahkemelere de gerek kalmaz.

Bu arada senin gibi alıntı yapmaya çalıştım, yazdıklarım gitti, bu sefer becerdim diye umuyorum :63:
 
mervecik01 mervecik01 alıntısız devam edelim o halde;
bir şeye karar vermek zorundayız;
adalet diye bir şey var mı, yok mu, yoksa elindeki güce göre mi var? ben diyorum adalet vardır ve bu hukukla ilgili bir kavramdır ama mutlak adalet gibi bir kavramdan bahsedemezsin. dediğin gibi işin içine ancak Yaratıcıyı soksan mutlak adalet gibi bir kavramdan bahsedebilirsin peki o zaman gerçekten bahsedebiliyor muyuz? bebek örneğinden devam edelim A bebeğin kaderi 17 aylıkken tecavüze uğramakken B bebeğin kaderi değilse ortada bir adaletsizlik vardır. her şeyden önce adaletten bahsedebilmek için eşit noktadan yola çıkıp iradi seçimlerle farklı yollara sapmak gerekir, yani herkese aynı şans tanınmalı ama 17 aylık bebeğin hangi şansından bahsediyoruz? bu sebeple el hükmü İlah fikrini reddediyorum ve dahi sorguluyorum, sanırım nereye varmak istediğimi anladın. 17 aylık bebeğin tecavüze uğraması bir ilahi seçim değil, bireysel seçimdir, ne o bebeğin kaderinde tecavüze uğramak vardı ne o tecavüzcülerin kaderinde tecavüzcü olmak vardı. eğer Mülk Allah'ındır diyerek konuya girersek adil olan hesabı cennet cehennem ikilisine bırakmak zorunda kalırız. ben bunu reddediyorum. suç buradaysa ceza da burada olmalıdır.
sen adalet diye bir kavramın en azından benim kastettiğim anlamda olmadığını iddia ediyorsun, bense diyorum ki -konu Özgecan'dan uzaklaşıyor ama- Özgecan'ın katili yani bir kızı tecavüz amacıyla kaçırıp beceremeyince öldürüp yakan bir adam haksiz tahrik indirimi alırsa bu adalet duygusunu zedeler, ki aynı zamanda kanuna da uygun değildir, hukuka zaten uygun değil, neden biliyor musun, bizzat zanlının ağzından dökülen ilk ifadeye göre ortada bir haksız tahrik yok da ondan.
konu Hukuk Felsefesine kadar geldi ama ortadaki sorun gayet basit, haksız tahrik yokken haksız tahrik indirimi verirsen, ortada bir haksız tahrik varken ne vereceksin? örneğin kendisine tokat atan kocasını yaralayan kadına ne indirimi vereceksin? ona da haksız tahrik indirimi vereceksen, böyle adaletin gözünü öpeyim.

senin verdiğin örnekle devam edelim:
Bir adamı evine çagır, biraz oynaş (sperm bulaşsın diye), tırnak geçir yüzüne sırtını güya fantezi... sonra durduk yere bagır çagır falan filan... Yani senaryoyu iyi kurgula, hukuku da iyi kullan, bir sürü delille suçsuz adamı attır hapse... Bak bu da olabilir. Bak yine adaletsiz bir şey... ama hukuka da uygun.
ben bunu asla inkar etmedim, işte bu yüzden hukuk somut, tek tek olaylar üzerinden ilerlemez. bu yüzden de sistemin mağdur ettikleri aka adaletin mağdur ettikleri vardır ve olacaktır ancak ben diyorum ki adalet parçadan bütüne varacağımız bir şey değildir.
düzeltme yapayım adalet anlayışı gelişir ve değişir yazmam gerekiyordu adalet yazıp geçmişim, bu sebeple evet onu adalet olarak okursan orada bir çelişki var. ama toplumun adalet anlayışı değişir. ha bireysel adaletten bahsediyorsak ben subjektif adalet kavramını çok manalı bulan biri değilim, ben objektif adalet kavramını tercih ederim. zaten bir hukuk sisteminin %100 adil olması yapısı gereği mümkün değil, somut olaya soyut bir kural uyguluyorsun haliyle mağdurlar olacaktır.
sen sistemin ortaya çıkardığı mağdurları adaletin yokluğuna delil sayarken ben zaten mağdurların olacağı ön kabulüyle başladığımdan bu benim için bir yokluk delili değil. mutlak adalet diye bir şey yoktur demek tam olarak bu aslında.
toplum değiştikçe adalet anlayışı değişir, dolayısıyla "adil algısı" değişir, adil algısı ve hukuk değiştikçe kanun değişir, adalet uygulayıcılarının kararı değişir.
bu adil midir?
adalet fikrini reddediyorsan hayır, kabul ediyorsan olağandır. ben yaşamsal döngüye inanırım, bir şekilde form değiştirerek de olsa yaşam devam eder, haliyle değişim birincil şartımdır, kendi hayat görüşüm bu yönde olduğundan evet olağandır. Adalet bir sistemin içinde yer aldığına göre kendine ait bir döngüsü olmalıdır.
ancak uzlaşabileceğimiz bir tartışma olduğundan emin değilim.
ben kabul ediyorum, sen reddediyorsun.

Mesela ahlaktan gireyim. Şimdi ben referans noktamı kendi çevremden seçeyim, daraltayım yani... O zaman ahlaklıyım derim, kimseyi öldürmedim, kimsenin tavuguna kışt demedim, çalmadım... vs. Ahlaklıyım yani kendimce. Ama en basitinden sagda solda, mesela Twitter'da ''Afrikalı çocukları elmas için öldürmeyin'' derken ne kadar ahlaklıyım sence? Ben sevgilime tutup da ''ben anlamam pırlanta yüzük alacaksın bana, nasıl alacagın beni ilgilendirmez'' dedigim an zaten onların kanına girmiştim bile, bir kurşun da ben sıktım, bir aileyi yerinden ben ettim. İlla gidip fiziksel olarak yapmam gerekmiyor çünkü, talep eden benim, ne pahasına olursa olsun tut getir diyen benim, tasarlayan benim... Bak referansı degiştirince birden katil, ahlaksız bir şey oluverdim. Ama kendi çapımda gayet de ahlaklı havasında gezebiliyorum... Asıl olay ise oradakiler kaybetti, ben kazandım ve kendi vicdanımı şimdi kendi çevremi referans alarak rahatlatıyorum. Ben onların kanına girmişken, rahat rahat yaşayabiliyorsam adalet nerde? Adil midir bu?
benim için tek bir ahlak vardır, bireysel ahlak, eğer kendi ahlak anlayışının aksine davranıyorsan evet ahlaksızsındır. eğer Afrikalı çocukları elmas için öldürmeyin diyerek elmas talep ediyorsan evet ahlaksızsın, bu benim için bu kadar basit. Sen subjektif olarak evet o elması talep ettiğin için suçlusun ama objektif olarak sen o çocukları öldüren değilsin. subjektif açıdan da "ne pahasına olursa olsun tut getir" dediğin için suçlusun oysa her elmas isteyen ne pahasına olursa olsun tut getir mi diyor gerçekten? hayır, örneğin pek çok insan sertifikalı ürünlerin kansız elmas olduğundan hareketle o markalı ürünlere yöneliyor, temiz olduklarını düşünerek burada ne bireysel ahlaka aykırılık var, ne objektif açıdan ne de subjektif açıdan bir suç var ama yine de piyasaya karı görüp giren kanlı elmas üreticileri nemalanmak için üretim yapıyor, çerçeveye baktığında sen bu döngünün bir parçasısın ama üzerine düşen her şeyi yaptın, bu sebeple X kanlı elmas üreticisinin yaptığı seni bağlar mı gerçekten.
bence hayır.

''ben çok çalıştım çok kazandım, niye hiç çalışmayanla aynı şartlarda savaşayım ki? bu mu adalet?'' diyebilir.
eşitlik adil olmak zorunda değildir. örneğin A işçisi çok ağır şartlarda B işçisi çok daha hafif şartlarda çalışan iki mavi yakalıyken A ve B'ye aynı maaşı vermek eşitliktir ama adillik değildir, bu yüzden mesela çalışma hukukunda eşit işe eşit ücret gibi bir "Adalet Politikası" vardır.
bu sebeple Adalet soyut bir kavramdır, bu algıyı oluştururken "tamamen aynı şartlarda ve aynı konumda" olan kişiler düşünülerek bir sistem geliştirilir oysa birbirinin tamamen aynı 2 dava gösterebilir misin? hayır, işte bu sebeple illa ki mağdur olanlar olacaktır.
yani ''eh o kadar da zaiyat olur nabalım yani'' mantığından ziyade zaten soyutun somuta aktarılırken hata vereceği ön kabulünden kaynaklanıyor.

gerçekten hukukun sınırları içinde elinden geleni mi yapıyor, mesela hakimin "hukukun sınırları" içinde sadece zanlının aleyhine olan delilleri dikkate alsa? öyle ya haksız tahrik indirimi nasıl ki hukukun içindeyse ki Özgecan'ın canını kurtarmak için mücadele etmesini haksız tahrik indirimine sokmak hukukun sınırları içinde kalmak değil o sınırı aşmaktır bence, zanlının aleyhine olan delilleri toplamak da öyle. peki ya lehine olan kanıtlar, boş ver biz hukukun sınırları içinde elimizden geleni yapıyoruz, işte adil olmayan bu.
nasıl ki Özgecan için bütün deliller toplanmalıysa zanlı için de toplanmalı adalet ve hukuk bunu gerektirir,, ikisinin de lehine ve aleyhine olan mevcut bütün delillerin toplanmasını.
her toplumsal kalkışma belli bir dolma noktasında başlar. eğer Özgecan için başlamazsa başka bir şey için, onun için de başlamazsa bir başkası için ama illa ki doyma noktasına vardığında başlar, kısacası neden şimdinin cevabı onca kadının üzerine şimdidir, çünkü yıllardır kadınların kıçı başı, doğumu, sezeryanı, kürtajı, kahkahası, giyimi kuşamı, ahlakı, kızlığı kadınlığı, kızlı erkekliği, o kadar sorgulandı ki sanırım doyma noktasına geldik, sanırım diyorum çünkü emin değilim, ben sadece Özgecan'ın katlinin "lan ne oluyoruz artık" noktası olduğunu düşünüyorum doyma noktasından çok. çünkü inançlı inançsız bir çok insanın buluştuğu ortak nokta oldu ama doyma noktasına "bence" varmadık ama inşallah varmışızdır tabiki.

Yok eger bundan rahatsız olduysan, kimse yalan söylemesin. Herkes %100 dogru ile yaşasın. Belki o zaman mahkemelere de gerek kalmaz.

evet rahatsız olduğum tam olarak bu, örneğin ben kendi "ahlak anlayışım" gereği - gene aynı noktaya döndük ama- o şekilde yaşamaya çalışıyorum bununla çeliştiğim anlar olsa da bu beni vicdani olarak rahatsız ediyor, sorun olarak gördüğüm kısım tam olarak bu zaten, avukat rahatsızmış gibi görünmüyor.
ama açıkçası uzlaşmaya varabileceğimizden emin değilim, ikimiz de fikirlerimizde fazla ısrarlıyız çünkü. temel bir ayrılığımız uzlaşmamızı engelleyen
adalete olan bakışımız, sen yok diyorsun, ben var diyorum, aynı kayığın içinde ikimiz de farklı yöne kürek çekiyoruz
 
http://www.milliyet.com.tr/antalya-da-vahset--gundem-2016371/
Antalya'da bir kadın ölümü daha... Otomobilde sevgilisi Şahin K. (29) ile tartışan 23 yaşındaki Hüsne Aslan, araçtan inip gitmek istedi. Sinirlenen Şahin K. aracı aniden hareket ettirince genç kız atladı. Aracın arka tekeri başının üzerinden geçen Hüsne Aslan olay yerinde yaşamını yitirdi. Sevgilisinin Hüsne Aslan'ı kendi evine götürmek istediği, genç kız reddedince darp ettiği öne sürüldü.
 
Bu haberlerdeki kelimeler utanıp terkedip bomboş sayfalar kalacak .O utanmaz işleri yapanların ruhları utanıp o bedeni terkedecek .Söyleyecek söz bulamıyorum .
 
http://www.milliyet.com.tr/antalya-da-vahset--gundem-2016371/
Antalya'da bir kadın ölümü daha... Otomobilde sevgilisi Şahin K. (29) ile tartışan 23 yaşındaki Hüsne Aslan, araçtan inip gitmek istedi. Sinirlenen Şahin K. aracı aniden hareket ettirince genç kız atladı. Aracın arka tekeri başının üzerinden geçen Hüsne Aslan olay yerinde yaşamını yitirdi. Sevgilisinin Hüsne Aslan'ı kendi evine götürmek istediği, genç kız reddedince darp ettiği öne sürüldü.
yazık gencecik bir kız daha öldü. yarın kim bilir, kaç kadın ölecek.
 
allah ne kimseye ne de o kimsenin ailesine böyle bir acı yaşatmasın... aklıma münevver karabulut geliyor bu olayı hatırlayınca... o kadar üzülüyorum ki... hem üzülüyorum hem de aynısının benim başıma da gelebileceği ihtimalinden korkuyorum.
 
Ben Özgecan davasının yargılamasının da pozitif bir ayrımcılık yapılarak kadın hakim ve savcılara verilmesini isterim. Kadın hukukçuların, zaten yetersiz olan ceza kanunlarımızdan, en azından daha hakkaniyetli yargılama yapacaklarını düşünüyorum.
 
gençlerimizde ahlak edep kalmamış.. bunlar olmadığı sürecede hepp masum kızlarımız hayata veda edecek ... gerçi sadece kızların başına gelmıor 10 yaşındaki bi erkek cocugun basınada gelmişti ...
 
Benim geçen yıl üst komşumu, askeri personel olan eşi öldüresiye dövdü. Kadın kendi de hemşireydi. Evde kırılmadık eşya kalmadı, kadının çığlıkları hala kulağımda, olay gece yarısı uykudayken oldu ve yukarı çıkıp kapıyı çaldık açmadılar. Bu arada adamın silahı olduğu için ya karısını ya da bizi öldürür korkusuda vardı. Çünkü öldürürüm diyordu sürekli ve kapı pencereler açılıp kapanıyordu. Sabaha kadar uyumadım ağladım, kadını bir odadan öbürüne sürükleye sürükleye dövdü ve ettiği bütün küfür ve hakaretler duyuluyordu. Kadın kendini odaya kapattı diyaloglardan anladık. Adam delirmişti, kapıyı kırdı. En son sabaha doğru zavallı kadının ağlayarak evi süpürdüğünü ve kırılanları toplayıp kapıya koyduğunu duyduk. Komşular kapıyı bile açmadı ilgilenmediler. Polisi çağırdık, geliriz dediler uğramadılar bile...sabah ilk işim 183 şikayet hattını aradım. Şikayet hattındakiler de gözünüzle gördünüz mü dediler...Böyle bir şikayet hattı var olmasa daha iyi...tüm sicilimi sorgulayıp ahret soruları sordukları yetmiyormuş gibi şikayet almak yerine bana tavsiyede bulundular, komşunun tüm sülalesini sordular tabiki o kadar bilmiyordum bizden uzak bir yapıları vardı...ama kadın uzak durmakta haklıymış...inanın o olaydan sonra evimi terkettim başka yere taşındım.

şunu anladım ki şiddet karşısında devlet kadına sahip değil. Aile ve sosyal politikalar bakanları bayan ama çözüm olarak koydukları şikayet hattının işe yarayıp yaramadığını, hakkıyla çalışıp çalışmadığını bilmiyorlar zannımca.Sizlere de tavsiyem 183'ü boşu boşuna aramayın...hiçbir anlam ifade etmiyor.polis sonrasında gelip bize ulaşmadı ama onlara ulaştı mı onu da öğrenemedim...kadın olarak ne kadar sahipsiziz şu toplumda...içler acısı...
 
Yalnız bir şey dikkatimi çekti, bu olayda aynı Gezi olayı gibi olmaya başladı. Araya giren provokatörcüler ortalığı kışkırtmaya başladılar. Yok yoldan geçen otobüsü taşlayan yüzü peçeli insanlar, yok efendim kart basmadan zorla otobüse binen bayanlar. Milletimizin düştüğü durumlara bak. Böyle fırsatçı insanlardan da tiksiniyorum. Özgecan olayından da fırsat bulup kendilerine pay çıkardılar ya pes!
 
gençlerimizde ahlak edep kalmamış.. bunlar olmadığı sürecede hepp masum kızlarımız hayata veda edecek ... gerçi sadece kızların başına gelmıor 10 yaşındaki bi erkek cocugun basınada gelmişti ...

10 yaşındaki erkek çocuğundan tutunda 2.5 yaşındaki bebeklere ve hatta damacanaya tecavüz edenleri hesaba katarsak bunun ahlakla edeple, kılıkla kıyafetle alakası olmadığını anlarız.
 
10 yaşındaki erkek çocuğundan tutunda 2.5 yaşındaki bebeklere ve hatta damacanaya tecavüz edenleri hesaba katarsak bunun ahlakla edeple, kılıkla kıyafetle alakası olmadığını anlarız.
Inşallah bu ahlak kavramını tecavüzcüler için kullanmıştır yorum sahibi. Aksini düşünmek istemiyorum..
 
Inşallah bu ahlak kavramını tecavüzcüler için kullanmıştır yorum sahibi. Aksini düşünmek istemiyorum..

Zannetmiyorum ama inşallah. Başka bir platformda başka başka konularda ahlaki yozlaşma tartışılabilir belki ama bu konu ile cidden alakası yok. Bu işi yapanlara da genç demeye bin şahit ister. Hoş insan demeye şahit ister.
 
onlarla alakası yoksa ozaman İMAN ZAYIFLIĞI ile alakası vardır...
yapmayın Allah aşkına o zaman bütün ateistlerin tecavüzcü, agnostiklerin tacizci olması lazım, var mı elinizde böyle bir veri? tam tersine yapan adamların profiline baktığınızda gayet sünni müslüman.
ha bu müslümanlar tecavüz eder demek değil, zaten din konuşmak forum kurallarına göre yasak ve konumuzda da gereksiz.çünkü sebep din değil. sorun bu adamların müslüman, ateist, hristiyan olması değil sorun bu adamların vicdansız, empati yoksunu insanlar olması.
lütfen bir konuyu da dine çekmeyelim milletçek. bu adam imanı zayıf olduğundan değil yapabileceği için yaptı.
 
Back