- Konu Sahibi braindamage
- #1.901
Hukuktan adaleti çıkarırsak elimizde nasıl iddia ve savunma makamı kalır? Polis Devleti doğrudan idarecilerin hesap verme zorunluluğunun olmamasıdır ki Polis Devleti bu yüzden Hukuk Devleti değildir. Hukuk Devleti herkesin hesap verebilir olduğu devlettir. bu da adalet demektir. Adalet yoksa İddia ve Savunma makamının olması neyi değiştirir olsa bile. örneğin İran'da eşcinsel bir adamı hakim karşısına çıkarsak bir adet iddia makamı ve bir adet savunma makamı olsa da bir adaletten bahsedebilir miyiz? verilen karar zaten belliyse hangi adalet? bu durumda ama iyi ama kötü diyerek iddia ve savunma makamlarının olmasını ama adaletin olmamasını normal ya da olağan göremeyiz. bu polis devletine yakınsamadır. Komünist Rusya'da insanlar sadece Komünist Partiye üye olmadıkları için ülkeden sürüldüler ki ortada bir mahkeme vardı ama mahkeme adaleti sağlamaz, yazılı hukuk kuralının olması da sağlamaz. O zaman doğrudan Hamurrabi Kanunlarına geri döneriz. ya da Fatih Kanunnamesi yazılırken Kardeş Katli çok mantıklı olabilir ama günümüzde geçerliliği yoktur oysaki orada da yazılı kurallar vardı ama adalet yoktu. Kanun adalet değildir, iddia ve savunma makamlarının varlığı da yeterli değildir. adalet toplum vicdanını evrensel kurallar içerisinde rahatlatmalı, evrensel kurallara vurgu yapıyorum çünkü bugün Özgecan'ın katilinin ancak örneğin kazığa oturtulması insanların içini soğutabilecekken evrensel kurallar içerisinde verilebilecek ceza ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıdır (elbet şartları oluştuysa)
Adalet Mülk'ün temelidirdeki Mülk doğrudan Devleti işaret eder, herhangi bir maddi ya da manevi mal varlığını değil. Adalet Devletin var olma sebeplerindendir. Devlet kavramına güvenlik ve adalet kavramları nedeniyle ihtiyaç duyuldu. bizim sağlayamayacağımız imkanları sağlayabilsin diye. ki Adalet devredilemez bir hizmettir, güvenliği bile özelleştiren ülkeler varken adalet özelleştirilmesine henüz denk gelmedik. çünkü hakimlerin tarafsız olması lazımdır bu sebeple maaşları devlet tarafından ödenir.
mahkemeler örneğin ülkemizde Yüce Türk Milleti adına karar verir. 3 Kuvvetten Yargı yetkisine sahiptir ve tamamen bağımsızdır, herhangi bir etki altında kalmasın, adaleti dağıtabilsin diye.
evet adalet soyut bir kavram ne görebiliyoruz, ne duyabiliyoruz ama sandığımız kadar da soyut değil. mesela kızı diri diri yakan bir adamın cezası 5 yıl olursa ortada adaletten bahsedemeyiz ya da baklava çaldığı için örgüt/çete suçlaması kitlenip 8 yıl yatan küçük çocuklar söz konusu olduğunda adaletten bahsedemeyiz ama bunlar adalet kavramıyla değil yasal düzenlemedeki boşluklarla ilgilidir.
evet bu boşluklar her zaman olacaktır ama İngiltere anayasız bir ülkeyken bizim anayasa 17-18 kez değişiyorsa ortada ciddi bir sıkıntı var demektir. bu boşluklar neden hep bize denk düşüyor, belki fazla oryantalist bir eleştiri olacak ama hep Şark kurnazlığı peşinde koştuğumuzdan mıdır ki?
elbette adalet soyut ve elbette ortaya çıkan sonuç hiç kimseyi tatmin etmez ve tam da bu sebeple misal din kuralları (Hristiyanlık hariç) reformist bir süreç yaşamazken Hukuk yaşar çünkü toplumların ahlak anlayışları gibi adalet anlayışları da değişir. Örneğin bundan 30-40 yıl öne kimse zinanın suç olmasını garipsemezken şu anda bir avuç azınlık hariç zinayı suç olarak görmeyi insan haklarına müdahale olarak görür. işte tam da bu nedenle Adalet soyut bir kavramdır çünkü hep daha ötesi vardır, bu nedenle hep bir sonraki aşama vardır. hep bir "ama" vardır bu nedenle Hukuk bir Bilim Dalıdır. çünkü sorgulanır, denenir, beğenilmez, eleştirilir ve bu sebeple gelişir.
masumiyet karinesi çok önemli bir haktır. bu tartışılmaz ve reddedilemez.
ama çocuk hakları çok daha ince bir detaydır. tıpkı tecavüz gibi. bu nedenle çok ciddi ve sıkı kurallarla örülmüşlerdir. elbette tam da bu sebeple suistimale müsaitlerdir ve suistimal edileceklerdir. örneğin ben tam da bu nedenle kadının beyanı esastır ilkesi yerine kadının beyanı önceliklidir ilkesini daha doğru bulurum çünkü tecavüz suçuyla içeri alınan adamın ilk mahkemesini göremeden içeride şişlenme ihtimali de vardır.
ama kadının ifadesini destekleyen tek bir somut kanıt bence yeterlidir ki mevcut hukuk kuralları da bu yönde.
çocuk tacizi daha vahimdir. bu sebeple pek çok ülke çocuğun beyanını ve taciz raporunu tek başına yeterli görür. yani çocuk evet etti derse psikolojik değerlendirme de evet taciz var derse bu yeterlidir ki bence de olmalıdır. hiçbir çocuk tacize uğradığını kanıtlamaya zorlanmamalı.
örnekler elbette olacak dediğim gibi suistimale uygun bir konu ama ne yazık ki bu konular nitelik ve nicelik hesabını gerektiren konular. savaşlarda askerler ölür ama zafer komutanlarındır misali bu kurallar yüzünden illa ki boş yere suçlananlar olacak ama benim önceliğim her zaman bu kurallar sayesinde kurtulan kadın ve çocuklardır. ama sistemin suistimal edilmesini önlemek de adalet sağlayıcıların işidir. onlar görevlerini yapmakta yeterli değil diye ben bu ilkeleri görmezden gelemem.
elbette hukukun bir işlevi de toplumun gazını almaktır ama diğer yandan verilecek ceza tatmin edici olmalıdır, giden nasıl olsa geri gelmeycekse adamı dışarıya salmak da bir seçenek.
ama hukuk kurallarının bir diğer boyutu da yaptırım gücü ve caydırıcılığıdır. örneğin din kuralları da caydırıcıdır tecavüz edersen cehenneme gidersin ama cehennem hem soyut bir kavram hem de metafizik alanla ilgili olduğundan önleyici bir yaptırım ve caydırıcılık sağlamaz herkes için ama hukuk kuralları öyle değildir. cebridir, devlet eliyle zorla uygulanır. eğer atıyorum bunun cezası idamsa ve idam edersen tecavüz suçunda azalma olur. (idam örnektir, ben idam cezasına karşıyım) elbette tecavüz vakaları olmaya devam edecek ama minimum düzeyde çünkü imkanı olan patolojik tecavüzcü olmayan adam başka yöntemler bulacak örneğin cezası daha az olan hayvana karşı suçlar gibi....
aslında suçlar arasındaki ayrımı yine adaletteki gibi yapabiliriz çağın koşullarına göre.
hırsızlık kötüdür.
birinin bahçesinden elma çalmak da hırsızlıktır, birinin elmas kolyesini çalmak da.
birini öldürmek de suçtur ama mala karşı işlenen suçlara karşı her zaman önceliklidir.
örneğin evimize girmiş bir hırsızı sırf altın kolyemizi çaldı diye öldüremeyiz çünkü cana karşı işlenen suçlar mala karşı işlenen suçlardan daha ağırdır.
yani bu basit bir denklem can mı mal mı? eğer ağır kapitalist bir toplumda ya da kast sisteminin geçerli olduğu bir ülkede yaşamıyorsak, bireylerin can güvenlikleri eşit değerdeyse denklemi çözmek çok da zor değil.
dediğim gibi temel olarak avukatın bu davayı almasına bir itirazım yok, elbet bir avukat tutulacak ama biraz daha insanların acılarına duyarlı olabilir ve daha az reklam peşinde dolanabilir bence.
Sen haklısın, karşındaki haksız... Gittin mahkemeye ama kaybettin davayı... İddia vardı, savunma vardır ama kaybettin, adalet saglanamadı senin açından... Bak adalet çıktı ama hala hukuk devletindesindir. Tersi şekilde polis devletinde her hüküm adaletsiz olacaktır diye bir şey de yok ama motivasyonu farklı bunların. Hukuktan adaleti degil, adaleti saglama motivasyonunu, ilkelere uyma motivasyonunu çıkarırsan geriye polis devleti kalır. Polis devletinde adalet yok degildir, adaleti saglama motivasyonu yoktur, sindirmektir asıl amaç. Bunların ikisi farklı şeyler.
Masumiyet karinesi her durumda geçerli olmak zorundadır. Bir çocuk seni suçsuz olmana ragmen tacizle suçlayacak olsa, sen bunun aksini ispatlayamazsın, olmayan şeyin ispatı da olmaz çünkü. Kadının beyanı yeterli olsun veya tek kanıt yeterli olsun gibi şeyler kabul edilemez. İlkeler dahilinde bile hiç tanımadıgım bir adama tecavüz iftirası atar ve içerde uzun yıllar geçirmesini saglayabilirim... ki ilkeyi bir kenara bıralım dersen iş iyice çıgrından çıkar. Senin ogluna veya kocana birisi tecavüz iftirası atmak istese bunu kolayca yapar, ilkeleri yok sayarsan çocuk oyuncagı haline gelir, aksini ispatlaman mümkün dahi olmaz. Bu söylediklerin hukukun ilkelerini yok saymaktır. Hatta dem vurdugun evrensel insan haklarına da aykırı çünkü masumiyet karinesi aynen orada da geçer. Hukuka uygun yargılama yapılmadan, suç ispat edilmeden kimse suçlu sayılamaz. Eger bu ilkeyi yok sayacaksan at hukuku da insan haklarını da yasaları da...
'Adalet mülkün temelidir' deki mülk her şey olabilir. Fikir, vücut, toprak, ev, bulaşık makinesi... veya toplumun mülkü olan devlet. Devlet de bir topragı ve toplumu temsil etme amacındaki topluma ait bir mülktür sonuçta ama o temsil ettigi topragın ilk sahibi de bedel ödemedi, dolayısıya çalıntıdır bir yerde ve hak olamaz temelde. Bu yüzden adil olan adalet kavramı en başta gitti bile... Olay aslında kim kimden ne kadar çalabilirse olayıdır (hayat adil degil meselesi yani...)
Ama örnegin, daha önce de yadıgım gibi, mesela islamdaki ''el hükmü lillah (hüküm sadece Allah'ındır)'' gibi bakarsan işte anca o zaman adil adaletten söz edilebilir. Bütün mülk, ortaksız haliyle Allah'ındır, mutlak hakim Allah'tır, mutlak hüküm Allah'ndır, mutlak hukuk Allah'ındır. Bu şekilde bütün mutlak olanı tek bir kavrama, mesela Allah'a, izafe edersen;
''Allah kendi hukuku (bilgisi) ile kendi hakkı (mülkü/bütün varlık) üzerinde, verdigi hükümlerle (iradesiyle) hakimdir (hüküm sürer/sahipligini sürdürür)''
dersin ve ''Allah mutlak adildir'' sonucuna gelirsin. Bu sonuçtan sonra Allah birisini durduk yere cehenneme de atsa, Nuh tufanında masumlar arada kaynamış da olsa, iyi denilen bir insan hep acı çekmişse de, birisi engelli dogarken digeri kusursuz ve çok güzel dogmusşa bile.... hiç fark etmez, Allah hep adildir çünkü bütün mülk onundur, istedigi şekilde irade eder.
Firavun ''ben efendinizim'' derken kendisini tanrının yer yüzündeki tek temsilcisi ilan etti. Bunu kabul ettirdikten sonra verdigi her hüküm adil olmuş olacaktı çünkü bütün mülk ve hüküm sahibinin temsilcisi olarak kabul edilmiş olacak... yani.. Böylece herkese sorgusuz sualsiz boyun egdirebilecekti. Şimdinin tarikat şeyhleri gibi işte... Kendilerini Allah'ın sevgili kulu, Allah ile irtibat kurabilen, Allah'ın bu dünyadaki özel temsilcileri (iradesini tecelli ettirecegi özel vesile) diye sunup insanları ikna ettikten sonra onların agzından çıkan her söz müritleri için mutlak, nihai adil hükümdür.
Yine örnegin benim telefonum var ve ortaksız hak iddia ediyorum (diyelim). İster pamuklara sarar onunla uyurum, ister kaynar suya atarım, ister yolda birine veririm, ister yakarım, ister kırarım... hiçbiri de adaletsizlik olmaz. Yanyana iki dilenciden birine 10 digerine 100 tl versem, az verdigime adaletsizlik yapmamışımdır çünkü hak da bana ait hüküm de...
Ama hukukta bu iş böyle degil. Hak iddia eden taraflar başka, hakim başka, hukuk başka... Bir hakim, kendine ait olmayan bir mülk konusunda, kendine ait olmayan bir hukuku kullanarak hüküm veriyorsa buradan çıkan şey adil bir adalet degildir. Çünkü hakimin agzından çıkanlar adalet degil, ''tmm bu bana daha ikna edici geldi'' gibi bir karar vermedir. Yani çıksa çıksa kazanan ve kaybeden çıkar buradan, adalet degil.
Bu yüzden diyorum ki hukuku adalet saglaması gereken, mahkemeleri de adaletin tecelli edecegi yerler olarak görmeyin illa ki. Orman kanununda fiziksel gücün vardır ezersin, taraftarların vardır ezersin, silahın vardır ezerin... bunlar yoksa ezilirsin.
Hukuk ise sana iddia ettigin hakkı savunabilmen için kansız, dövüşsüz bir seçenek sunar. Üstelik iki tarafın da silahı eşittir artık, o da hukukun kendisidir, ilkeleridir. Bu ilkeler herkes ve her durum için eşit olmak zorundadır. Yani mahkeme salonunu kansız, kol, kafa kesilmeyen bir savaş alanı olarak gör, hukuku da kılıç,tabanca harici bir silah olarak gör. Savaşı kazanmak için elindeki silahı, oyunun kuralına göre oynayacaksın, elde ettigin sonuç seni teskin etsin ya da etmesin, hoşuna gitsin ya da gitmesin, adil bul veya bulma...
Buradaki avukat da aynen bunu yapıyor. Ve bu avukat mesleginin geregi olarak bunu ister zorunlu ister gönüllü yapar. İsterse de reklamını yapar. Avukatın ne düşündügünü bilmem, niyeti de zerre kadar umrumda degil... Ama mesleginin gerektirdigini uygularken, eger sözde duyarlı insanlar tutup adama küfür ederse, hakaret ederse ya da ölümle tehdit ederse... Avukatın bunlarla dalga geçmesi gayet de normaldir. Ben olsam ben de dalga geçerdim büyük ihtimalle.