Beni böyle konuşurken görenler deliymişim gibi bakıyorlar. Sanki sen aslında yokmuşsun gibi... Delirmiş olabilir miyim dostum? Adresi yok mu yoksa gönderdiğim mektupların? Bazen senin aslında olmadığın hissine kapılıyorum. Doğru mu bu, delirdim mi yoksa ben? Benim tuhaf olduğumu söylüyorlar. Sence de ben tuhaf mıyım dostum?
Sivasta karanlık bir odada sana yazıyorum. Televizyon açık, çay demleniyor. Bir taraftan televizyonda Cemil ile Fatma aşkına tanık oluyorum diğer taraftan çay ısınmış mı diye göz ucuyla kontrol ediyorum (göz ucuyla yalnız).Cemil ile Fatma aşkını tam anlayamadım ama hikayeye biraz konsantre oldum. Cemil Fatma diye birisine aşık. Fatma da Cemile karşı boş değil. Evet. Bütün olay bundan ibaretti, hepsi bu kadar yani, bütün aşk hikayelerindeki gibi. Şaka şaka. Hikaye şöyle; Oğlan zengin, kız ise fakir çulsuz topraksız birinin kızı. Fukara bir kıza verecek oğlum yok benim diyor baba(anaerkil bir toplum demek ki, erkek kıza varıyor, kıza kaçma diye bir şey var. Bu kısmını ben de pek anlamadım. Normalde kız oğlana verilir. Yani şu ana kadar bütün kızlara ben yavşadım, bana yavşayan bir kız görmedim. Tabi birkaç kere teklif almadım da değil).Neyse bir de Selvi diye bir kız var. Bu kız da çok zengin, hatun taş. Bu kızımız da oğlumuza yanık, lakin oğlumuz ille de Fadimem aman da Fadimem diye tutturmakta. Fadime demişken fadimenin güğümleri diye bir türkü vardı sanki. Fadimenin düğünü de olabilir, emin olamadım şimdi. Google'a bir sormak lazım. Fonda da hep aynı müzik var. Dırıdımdım dımdırı dırı dım dımdırı dırıdım dımdırıdırıdım dırımdıdırıdım dırararımrım dırıdımmdı böyle bir şey işte, denişik. Bir de arada sırada cemilim cemilim diye bir türkü çığırılıyor fonda. Acıklı bir hikaye görünümü vermeye çalışmışlar anlayacağın. Televizyon arızalı biraz, ara sıra kendiliğinden zoomlanıyor ve kanal ismi gözükmüyor. Yani normal boyutundan daha da büyüdüğünden ekran taşıyor diyebiliriz. Tabi ekran taşınca ben filmde olan olayların sadece ortasını görüyorum. Geri kalan dörtte birlik kısmını beynim tamamlıyor. Kanal sanırım kanal 7. Tahmin etmek zor olmuyor. İki tane fon müziği ve çok az bir bütçeyle film yapmak kanal 7'nin işi olsa gerek. Neyse ben bir çaya bakayım hemen geliyorum.
Çay olmuş, ben bir sigara yakayım sonra kesin geliyorum.
Dostum kusura bakma. Çay içtim, sigara yaktım, tam geliyordum ki kapı çalındı amcaoğlum gelmiş.
Baya bir beklettim seni.
Nerede kalmıştık?...
Ha film. Filmi siktir et. Çok yalnızım lan. Etrafımda duygularımı paylaşabileceğim hiç kimse yok. Yani var tabi arkadaşlarım, ama, insan hani istiyor, şöyle duygusal moda girebileceğim arkadaşlarım olsun. Taşak muhabbeti de sıkıyor bir süre sonra. Yani seninle osurmalı sıçmalı çaylı şiir gecemize bile razıyım, o derece.(bu kadar açık konuştuğum için affet ama durumumu özetleyecek başka kelimeler de bulamıyorum.) Şöyle söyleyeyim o zaman,
'Birisine sarılıp ağlamak istiyorum.'
Bu da çok romantik oldu ya. Yani sarılmak demeyelim de... Ya da neyse sarılmak diyelim. Sarılmak ağlamak falan... Neden böyle duygusal moda aldı durduk yere bu dana diye düşünüyor olabilirsin.
Evet. Birisine sarılıp uzun uzun, hatta hıçkıra hıçkıra ağlamak istiyorum. Bu birisi babam olabilir, ama ondan utanırım. Annemi düşünüyorum, yok o da olmaz. O kısa boyuyla sarılmak biraz zor olabilir. Uzun süre ağlamak da. Hem galiba annemin yanında da ağlamaya utanırım. Bir dostum olsaydı ona sarılır ağlardım. Bir dostum var mı? Fatih var işte. Yok Fatih değil. Durduk yere gülmeye başlarız onunla. Önümü görmemi sağlayacak, ruhuma etki edecek birinden söz ediyorum... Bir dostum yok. Sarılıp ağlayabileceğim bir dostum yok. Aslında yaşlı birisi olabilir. Yani sakalları olan, tabi ak sakalları. Yani şu bilgiç tavırlı insanlar. Büyükler işte canım. Ya da fark etmez ya, herhangi tanımadığım birisi de olabilir. Hatta belki tanışmasak daha da ilginç olabilir.
Hımm romantikmiş aslında' dediğini duyar gibiyim. Yok yok romantik bir şeyden söz etmiyorum.
(Not:Buradan itibaren duygusalım.)
Birisine sarılıp ağlamak...uzun uzun...hıçkıra hıçkıra...
Bu ne demek tahmin edebiliyor musun?
Yani insan neden böyle bir şeye ihtiyaç duyar ki?
Neden?
Peki neden bir insan hep saklanır? Neden hiç kimseye güvenmez?...
Bir fikrin var mı?
Ben söyleyeyim.Çünkü ilk yaşadığı şey, sevdiği insanların onu terk etmesi olmuştur.
Yaptığı şey nedir?
İnsanlara kendisini terk etme şansı vermeden onları uzaklaştırmak...'
Toparlamalıyım, bu muhabbet tuhaf bir yere gidiyor. Ha! Evet! İnsanlara kendisini terk etme şansı vermeden onları uzaklaştırmak... Yaptığım şey bu. Bu bir savunma mekanizması. Evet, lise 3 psikoloji kitabı sayfa 63. Freud panpa da böyle söylerdi bence. Bu kesinlikle bir savunma mekanizması. 30 yaşında birisi 20 yıl boyunca bu yüzden yalnız kalmıştır. 80 yaşında birisi 70 yıl boyunca bu yüzden yalnız kalmıştır. Onu zorlarsan aynı şeyler yeniden yaşanır.
Hayal edelim. Bir psikoloğa gidiyorsun. Problemlerin var, tonlarca baş ağrısı. Anlatıyorsun, babandan söz ediyorsun, annenden. Söz gelimi alkolik bir baban var. Eve geldiğinde bambaşka birisi oluyor ve her gün anneni dövüyor. Günlerce, haftalarca, aylarca, yıllarca bu travmaya tanık olmuşsun. Çocukluğundan kalma sancılar seni ansızın ya otobüste ya yolda yürürken bir şekilde yakalıyor ve olduğun yerde donakalıyorsun. Bütün bunları o psikoloğa anlatıyorsun. Hatta sanırım bir ara sarılıp ağlıyorsun da. Neye uğradığını şaşırıyor bay Psikolog sen böyle yapınca. Gittikçe kronik bir aptallığa dönüşüyor fakat bu. Seni dinliyor görünüyor bu psikolog ve önünde senin için hazırladığı dosyaya bazı notlar düşüyor. 'Hasta iyileşiyor, hasta bugün daha iyi, hastayı bugün biraz kötü gördüm, hasta bugün yün, bugün kıl, bugün tüy... Hastaya bugün bilmem hangi bok' tedavisini uyguladık. Hastanın çocukluğuna inildi. Hastanın ta anasını.......' falan yazıyor o dosyada.
Sana vereceği tavsiye de şöyle oluyor: Her şey senin kafanda bitiyor.' Evet, aynen böyle diyor. Zaten bu psikologlar 4 sene bu cümleyi kurmak için dirsek çürütüyorlar. İlginç doğrusu.
(Not: Buradan itibaren atarlıyım)
Saçmalık! At gitsin böyle ilişkiyi çöpe, o dosyayı da!... Öyle değil! Yanlış anladın. Sarılmak diyorum... Sarılmak.
Burada anlattığım aslında senin hikayen olmalı diyorum, bizim hikayemiz. Çünkü bence hikayenin tamamlanması gereken puzzle parçası burası. Beraber buradan bir yerden halleşeceğiz. Buradan bir yerden anlatacağız ve bitecek.
Şey gibi bu, hani birinin bir yakını ölür ya. Bunun psikolojik semptomları vardır. Hani ilk önce isyan edersin, kabul etmezsin, yok ölmedi dersin, öfke nöbetleri yaşarsın. Ne zaman ki birisine sarılır, hıçkıra hıçkıra ağlarsın, normalleşme o zaman başlar. Hani rahatlarsın... hani bir Pazar sabahı uyandığında sevdiğin birinin zaten var ve öteki odada uyuyor olduğunu bilmek gibi birşey işte anlıyor musun? Bitişik miydi ayrı mıydı bu birşey'. Hiç bir önemi yok. Yani mesela bir Türkçe öğretmeni okusaydı bu mektubu ne düşünürdü? Yanlış yazdığım kelimelerin üstünü çizerdi. Ya da ettiğim küfürlere A aa ne ayıp!' falan derdi. Öyle değil lan! İç dökmekten bahsediyorum, sarılmak falan işte yani, romantik bir şey değil.
Psikoloğu demiyorum, o bir dinleme makinası onu geç. Ben gerçek birisinden söz ediyorum...Şunu anlatmaya çalışıyorum. Çok romantik bir şey belki ama... Birbirlerimizin ah!' dediği yerlerden, birbirlerimizin en acıyan yerlerinden birbirimize göstererek tanışmamız lazım. Benim buram acıdı dediğim zaman, sen de oram dediğinde, birbirimizi tanıyan bir yerden bakmamız lazım. Sarılmak lazım...
Sarılmak derken...
Öyle değil ...
Hani illa sarılmamız gerekmiyor. Yani iki insanın vücutlarının birbirine değmesi gerekmiyor.
Birkaç şekli vardır sarılmanın. Say lan!' diyeceksin şimdi.
Sayayım...
Mesela...
Orta ikiye giden lacivert bir ceketin en üst düğmesi, koptu kopacak gibi durur yerinde. Cekete tutunduğu ipler gevşedikçe, nasıl telaşlanır! Nasıl daha bir sıkı sarılır iliğine!..
Bir kalemin ucu durmadan kırılır. O kırıldıkça terleyen bir el, durmadan açar onu. Kalemtıraşın içinde umutsuzca döner kalem. Küçücük kalır sonra. Parmak uçlarıyla tutulabilecek kadar kalır. Kısaldıkça, tir tir titrer kalem... Sarılır işte orada kendisini tutan o ele.
Bir elma kurdu, oldukça tedirgin, bembeyaz evinin içinde. Bembeyaz evinin içinde bir o tarafa gider, bir bu tarafa. Evim bir gün bıçakla ortadan ikiye ayrılacak, der ve sımsıkı sarılır bembeyaz evine.
Kış güneşine aldanan bir ağaç, karın altında kalan tomurcuklarını kapatmaya, içine almaya çalışır hıçkırarak. Kendine sarılır işte o zaman.
İçtenlikle söylenmemiş bir dize, içtenlikle söylenmediği için bilsen nasıl utanır? Şiirdeki diğer dizelerin arkasına saklanmaya çalışır okunmamak için. Sarılacak bir içtenlik' arar ama sarılamaz.
Bir ırmağın, değişik isimlerle dolanırken vadileri, kaybolup gitmekten, denize ulaşamamaktan ödü kopar. Sarılmak için denizine, koşar da koşar vadileri. Sonra ağlar denizine...
Ve bir mektup... Yanlış bir adrese giderim diye korkar. Gideceği adrese sarılır.
Bütün bunları ağlamadan seyredemez gökyüzü. Ağlar ama yalnızdır gökyüzü, sarılamaz öyle kimseye. Gözyaşlarını gönderir dünyaya. Gözyaşlarıyla sarılır toprağa. Meyve verir sonra o toprak.
Bütün bunları sana niye anlattım?..
Sarılmak lazım diyorum. Öyle değil lan. Mektuplarımızla... Dereden tepeden yazalım birbirimize. Biliyorum, sevmiyorsun yazmayı. Ama ne olur, mektuplarımızla birbirimize sarılalım ve hıçkıra hıçkıra ağlayalım. Çok romantik bir şey belki ama... Birbirlerimizin ah!' dediği yerlerden, birbirlerimizin en acıyan yerlerinden birbirimize göstererek tanışalım. Benim buram acıdı dediğim zaman, sen de oram dediğinde, birbirimizi tanıyan bir yerden bakalım. Sarılalım...
Mektupta çok uzun oldu anasını satayım ya daha bunları kağıda geçeceğim.
Yaz bana.
İkinci mektubumda görüşmek üzere...
İmza:
Muhi
Muhammed Yeniyıl
Sivasta karanlık bir odada sana yazıyorum. Televizyon açık, çay demleniyor. Bir taraftan televizyonda Cemil ile Fatma aşkına tanık oluyorum diğer taraftan çay ısınmış mı diye göz ucuyla kontrol ediyorum (göz ucuyla yalnız).Cemil ile Fatma aşkını tam anlayamadım ama hikayeye biraz konsantre oldum. Cemil Fatma diye birisine aşık. Fatma da Cemile karşı boş değil. Evet. Bütün olay bundan ibaretti, hepsi bu kadar yani, bütün aşk hikayelerindeki gibi. Şaka şaka. Hikaye şöyle; Oğlan zengin, kız ise fakir çulsuz topraksız birinin kızı. Fukara bir kıza verecek oğlum yok benim diyor baba(anaerkil bir toplum demek ki, erkek kıza varıyor, kıza kaçma diye bir şey var. Bu kısmını ben de pek anlamadım. Normalde kız oğlana verilir. Yani şu ana kadar bütün kızlara ben yavşadım, bana yavşayan bir kız görmedim. Tabi birkaç kere teklif almadım da değil).Neyse bir de Selvi diye bir kız var. Bu kız da çok zengin, hatun taş. Bu kızımız da oğlumuza yanık, lakin oğlumuz ille de Fadimem aman da Fadimem diye tutturmakta. Fadime demişken fadimenin güğümleri diye bir türkü vardı sanki. Fadimenin düğünü de olabilir, emin olamadım şimdi. Google'a bir sormak lazım. Fonda da hep aynı müzik var. Dırıdımdım dımdırı dırı dım dımdırı dırıdım dımdırıdırıdım dırımdıdırıdım dırararımrım dırıdımmdı böyle bir şey işte, denişik. Bir de arada sırada cemilim cemilim diye bir türkü çığırılıyor fonda. Acıklı bir hikaye görünümü vermeye çalışmışlar anlayacağın. Televizyon arızalı biraz, ara sıra kendiliğinden zoomlanıyor ve kanal ismi gözükmüyor. Yani normal boyutundan daha da büyüdüğünden ekran taşıyor diyebiliriz. Tabi ekran taşınca ben filmde olan olayların sadece ortasını görüyorum. Geri kalan dörtte birlik kısmını beynim tamamlıyor. Kanal sanırım kanal 7. Tahmin etmek zor olmuyor. İki tane fon müziği ve çok az bir bütçeyle film yapmak kanal 7'nin işi olsa gerek. Neyse ben bir çaya bakayım hemen geliyorum.
Çay olmuş, ben bir sigara yakayım sonra kesin geliyorum.
Dostum kusura bakma. Çay içtim, sigara yaktım, tam geliyordum ki kapı çalındı amcaoğlum gelmiş.
Baya bir beklettim seni.
Nerede kalmıştık?...
Ha film. Filmi siktir et. Çok yalnızım lan. Etrafımda duygularımı paylaşabileceğim hiç kimse yok. Yani var tabi arkadaşlarım, ama, insan hani istiyor, şöyle duygusal moda girebileceğim arkadaşlarım olsun. Taşak muhabbeti de sıkıyor bir süre sonra. Yani seninle osurmalı sıçmalı çaylı şiir gecemize bile razıyım, o derece.(bu kadar açık konuştuğum için affet ama durumumu özetleyecek başka kelimeler de bulamıyorum.) Şöyle söyleyeyim o zaman,
'Birisine sarılıp ağlamak istiyorum.'
Bu da çok romantik oldu ya. Yani sarılmak demeyelim de... Ya da neyse sarılmak diyelim. Sarılmak ağlamak falan... Neden böyle duygusal moda aldı durduk yere bu dana diye düşünüyor olabilirsin.
Evet. Birisine sarılıp uzun uzun, hatta hıçkıra hıçkıra ağlamak istiyorum. Bu birisi babam olabilir, ama ondan utanırım. Annemi düşünüyorum, yok o da olmaz. O kısa boyuyla sarılmak biraz zor olabilir. Uzun süre ağlamak da. Hem galiba annemin yanında da ağlamaya utanırım. Bir dostum olsaydı ona sarılır ağlardım. Bir dostum var mı? Fatih var işte. Yok Fatih değil. Durduk yere gülmeye başlarız onunla. Önümü görmemi sağlayacak, ruhuma etki edecek birinden söz ediyorum... Bir dostum yok. Sarılıp ağlayabileceğim bir dostum yok. Aslında yaşlı birisi olabilir. Yani sakalları olan, tabi ak sakalları. Yani şu bilgiç tavırlı insanlar. Büyükler işte canım. Ya da fark etmez ya, herhangi tanımadığım birisi de olabilir. Hatta belki tanışmasak daha da ilginç olabilir.
Hımm romantikmiş aslında' dediğini duyar gibiyim. Yok yok romantik bir şeyden söz etmiyorum.
(Not:Buradan itibaren duygusalım.)
Birisine sarılıp ağlamak...uzun uzun...hıçkıra hıçkıra...
Bu ne demek tahmin edebiliyor musun?
Yani insan neden böyle bir şeye ihtiyaç duyar ki?
Neden?
Peki neden bir insan hep saklanır? Neden hiç kimseye güvenmez?...
Bir fikrin var mı?
Ben söyleyeyim.Çünkü ilk yaşadığı şey, sevdiği insanların onu terk etmesi olmuştur.
Yaptığı şey nedir?
İnsanlara kendisini terk etme şansı vermeden onları uzaklaştırmak...'
Toparlamalıyım, bu muhabbet tuhaf bir yere gidiyor. Ha! Evet! İnsanlara kendisini terk etme şansı vermeden onları uzaklaştırmak... Yaptığım şey bu. Bu bir savunma mekanizması. Evet, lise 3 psikoloji kitabı sayfa 63. Freud panpa da böyle söylerdi bence. Bu kesinlikle bir savunma mekanizması. 30 yaşında birisi 20 yıl boyunca bu yüzden yalnız kalmıştır. 80 yaşında birisi 70 yıl boyunca bu yüzden yalnız kalmıştır. Onu zorlarsan aynı şeyler yeniden yaşanır.
Hayal edelim. Bir psikoloğa gidiyorsun. Problemlerin var, tonlarca baş ağrısı. Anlatıyorsun, babandan söz ediyorsun, annenden. Söz gelimi alkolik bir baban var. Eve geldiğinde bambaşka birisi oluyor ve her gün anneni dövüyor. Günlerce, haftalarca, aylarca, yıllarca bu travmaya tanık olmuşsun. Çocukluğundan kalma sancılar seni ansızın ya otobüste ya yolda yürürken bir şekilde yakalıyor ve olduğun yerde donakalıyorsun. Bütün bunları o psikoloğa anlatıyorsun. Hatta sanırım bir ara sarılıp ağlıyorsun da. Neye uğradığını şaşırıyor bay Psikolog sen böyle yapınca. Gittikçe kronik bir aptallığa dönüşüyor fakat bu. Seni dinliyor görünüyor bu psikolog ve önünde senin için hazırladığı dosyaya bazı notlar düşüyor. 'Hasta iyileşiyor, hasta bugün daha iyi, hastayı bugün biraz kötü gördüm, hasta bugün yün, bugün kıl, bugün tüy... Hastaya bugün bilmem hangi bok' tedavisini uyguladık. Hastanın çocukluğuna inildi. Hastanın ta anasını.......' falan yazıyor o dosyada.
Sana vereceği tavsiye de şöyle oluyor: Her şey senin kafanda bitiyor.' Evet, aynen böyle diyor. Zaten bu psikologlar 4 sene bu cümleyi kurmak için dirsek çürütüyorlar. İlginç doğrusu.
(Not: Buradan itibaren atarlıyım)
Saçmalık! At gitsin böyle ilişkiyi çöpe, o dosyayı da!... Öyle değil! Yanlış anladın. Sarılmak diyorum... Sarılmak.
Burada anlattığım aslında senin hikayen olmalı diyorum, bizim hikayemiz. Çünkü bence hikayenin tamamlanması gereken puzzle parçası burası. Beraber buradan bir yerden halleşeceğiz. Buradan bir yerden anlatacağız ve bitecek.
Şey gibi bu, hani birinin bir yakını ölür ya. Bunun psikolojik semptomları vardır. Hani ilk önce isyan edersin, kabul etmezsin, yok ölmedi dersin, öfke nöbetleri yaşarsın. Ne zaman ki birisine sarılır, hıçkıra hıçkıra ağlarsın, normalleşme o zaman başlar. Hani rahatlarsın... hani bir Pazar sabahı uyandığında sevdiğin birinin zaten var ve öteki odada uyuyor olduğunu bilmek gibi birşey işte anlıyor musun? Bitişik miydi ayrı mıydı bu birşey'. Hiç bir önemi yok. Yani mesela bir Türkçe öğretmeni okusaydı bu mektubu ne düşünürdü? Yanlış yazdığım kelimelerin üstünü çizerdi. Ya da ettiğim küfürlere A aa ne ayıp!' falan derdi. Öyle değil lan! İç dökmekten bahsediyorum, sarılmak falan işte yani, romantik bir şey değil.
Psikoloğu demiyorum, o bir dinleme makinası onu geç. Ben gerçek birisinden söz ediyorum...Şunu anlatmaya çalışıyorum. Çok romantik bir şey belki ama... Birbirlerimizin ah!' dediği yerlerden, birbirlerimizin en acıyan yerlerinden birbirimize göstererek tanışmamız lazım. Benim buram acıdı dediğim zaman, sen de oram dediğinde, birbirimizi tanıyan bir yerden bakmamız lazım. Sarılmak lazım...
Sarılmak derken...
Öyle değil ...
Hani illa sarılmamız gerekmiyor. Yani iki insanın vücutlarının birbirine değmesi gerekmiyor.
Birkaç şekli vardır sarılmanın. Say lan!' diyeceksin şimdi.
Sayayım...
Mesela...
Orta ikiye giden lacivert bir ceketin en üst düğmesi, koptu kopacak gibi durur yerinde. Cekete tutunduğu ipler gevşedikçe, nasıl telaşlanır! Nasıl daha bir sıkı sarılır iliğine!..
Bir kalemin ucu durmadan kırılır. O kırıldıkça terleyen bir el, durmadan açar onu. Kalemtıraşın içinde umutsuzca döner kalem. Küçücük kalır sonra. Parmak uçlarıyla tutulabilecek kadar kalır. Kısaldıkça, tir tir titrer kalem... Sarılır işte orada kendisini tutan o ele.
Bir elma kurdu, oldukça tedirgin, bembeyaz evinin içinde. Bembeyaz evinin içinde bir o tarafa gider, bir bu tarafa. Evim bir gün bıçakla ortadan ikiye ayrılacak, der ve sımsıkı sarılır bembeyaz evine.
Kış güneşine aldanan bir ağaç, karın altında kalan tomurcuklarını kapatmaya, içine almaya çalışır hıçkırarak. Kendine sarılır işte o zaman.
İçtenlikle söylenmemiş bir dize, içtenlikle söylenmediği için bilsen nasıl utanır? Şiirdeki diğer dizelerin arkasına saklanmaya çalışır okunmamak için. Sarılacak bir içtenlik' arar ama sarılamaz.
Bir ırmağın, değişik isimlerle dolanırken vadileri, kaybolup gitmekten, denize ulaşamamaktan ödü kopar. Sarılmak için denizine, koşar da koşar vadileri. Sonra ağlar denizine...
Ve bir mektup... Yanlış bir adrese giderim diye korkar. Gideceği adrese sarılır.
Bütün bunları ağlamadan seyredemez gökyüzü. Ağlar ama yalnızdır gökyüzü, sarılamaz öyle kimseye. Gözyaşlarını gönderir dünyaya. Gözyaşlarıyla sarılır toprağa. Meyve verir sonra o toprak.
Bütün bunları sana niye anlattım?..
Sarılmak lazım diyorum. Öyle değil lan. Mektuplarımızla... Dereden tepeden yazalım birbirimize. Biliyorum, sevmiyorsun yazmayı. Ama ne olur, mektuplarımızla birbirimize sarılalım ve hıçkıra hıçkıra ağlayalım. Çok romantik bir şey belki ama... Birbirlerimizin ah!' dediği yerlerden, birbirlerimizin en acıyan yerlerinden birbirimize göstererek tanışalım. Benim buram acıdı dediğim zaman, sen de oram dediğinde, birbirimizi tanıyan bir yerden bakalım. Sarılalım...
Mektupta çok uzun oldu anasını satayım ya daha bunları kağıda geçeceğim.
Yaz bana.
İkinci mektubumda görüşmek üzere...
İmza:
Muhi
Muhammed Yeniyıl