Şeker Yeme, Çocuğuna Yedirme!

pekmez ve bal gibi doğal şekerlerle baklava gibi gibi gıdalardaki şekerler de bir oluyor mu ?

Markette satılan pekmezlerin çoğu gerçek değil,şeker katılmış,renklendiricilerle ağdalaştırılmış olanları bile vardır.Kendiniz yapıyorsanız pekmezi ozaman süper,
Balda ise arılara şeker yediriliyormuş artık,böylelikle daha çok bal çıkarıyorlarmış
Geçenlerde bir üreticiyle konuştum,mecburum şeker vermeye arıya dedi,vermezsem
40 kovan çıkarıyorlar,verirsem tam 160 kovan çıkıyor dedi,aradaki fark için mecbur veriyorum dedi,sadece kendi evinde yediği bal için arıya şeker vermiyormuş bir dönem,ozamankini de kendisi yiyormuş,bana kendi evindekinden verdi,gerçekten çok farklıydı
 
ne kendim yerim nede çocuğum olduğunda ona yediririm.ne kadar bilinçsiz bir davranış.çocuğuma üç yaşına gelen kadar asla yedirmeyi düşünmüyorum.hareketlerini hızlandırıp enerji yakmaya başlayana kadar tatlı çikolata şekerleme asla!hatta şekerleme hiç bir zaman.bol bol meyveye sebzeye alıştıracağım çocuğumu.
 
Kızım 4,5 yaşında ve hâlâ şekerlemelerin tadını bilmiyor. Sadece çok nadir Kinder'in sürpriz yumurtasının çikolatasından biraz yer, yarısını bile yemez diyebilirim. :) Olabildiğince uzak tutmaya çalışıyorum, ne zamana dek başarabilirim bilmiyorum ama ne kadar uzak tutsam o kadar faydası olur çocuğuma. Bebekken alışmadığı için de talep etmiyor.
Maalesef ben onun kadar bilinçli büyütülmedim, sağlıkçı bir anne babaya rağmen. :) Ve 30 yaşımda tip 2 diyabetle tanıştım. Şimdilerde sağlığımı kontrol altına alabildiğim için diyabet kayboluyor ama bir süredir büyük bir mücadele içerisindeyim diyebilirim.
1-2 yaşındaki bebeklerinin eline lolipopları tutuşturan anne babaları dehşetle karşılıyorum, bir sigara yakıp çocuklarının eline vermeleri ile aynı şey yaptıkları. Artık medya da insanları bu konuda bilinçlendiriyor, buna rağmen hâlâ çocuklarına zarar vermekte ısrarcı olan anne babalara ne denir bilemiyorum!
Ben anne olduktan sonra, çocuk yetiştirirken yapılan yanlışların ne kadar büyük sorunlara neden olabildiğini daha dikkatle gözlemlemeye başladım. Farkındalığım arttığından beri, "Allah her isteyene çocuk versin" demiyorum artık, "Allah hak edene çocuk versin" diyorum.
 
Sana Prof.Dr.Ahmet Aydın'ın Beslenme Bülteni adlı sitesini öneririm.
Allah doğayı yarattı,kremşantiyi değil bence. Benim bildiğim patates,şeker pancarı insan yetiştirmesi,doğada var sandığımız birçok şey kültür bitkisi

Bugün Genetik bilimi sayesinde kavun ve şeftali ortak meyvesi üretiliyor.20 yıl sonra o meyveyi insanlar Allah yarattı diyecekler.Halbuki çoğu Allahın yarattığına müdahale.Sonuç ise hüsran.
Ayrıca yediğin pırasa vücudunun mükemmel mekanizması sayesinde ihtiyacın olan glikoza dönüşüyor zaten.Oturup da bir dilim pastayı yemek ise kanserli hücrelere zemin hazırlıyor.

Çok güzel yazmışsınız, her kelimenize katılıyorum.
 
yaklaşık üç dört haftadır şeker yemeyi bıraktım. hep 56 kilo civarlarındaydım başka bi değişiklik yapmamama rağmen şu an 52,5 -53 kiloyum. ve kesinlikle daha az acıktığımı farkettim. şekeri ayrıca asla tüketmiyorum. nadiren de küçük çikolata yiyorum sadece. o da kakao oranı fazla olan bitter çikolata. daha iyi hissediyorum. bir de youtube'a prof.dr.kenan demirkol yazıp bi dinlemenizi öneririm.
veya yazıları da var, onları okuyun, zaten o kadar sinirleri bozuluyo ki insanın artık canı bile istemiyo. bende öyle oldu.
 
yaklaşık üç dört haftadır şeker yemeyi bıraktım. hep 56 kilo civarlarındaydım başka bi değişiklik yapmamama rağmen şu an 52,5 -53 kiloyum. ve kesinlikle daha az acıktığımı farkettim. şekeri ayrıca asla tüketmiyorum. nadiren de küçük çikolata yiyorum sadece. o da kakao oranı fazla olan bitter çikolata. daha iyi hissediyorum. bir de youtube'a prof.dr.kenan demirkol yazıp bi dinlemenizi öneririm.
veya yazıları da var, onları okuyun, zaten o kadar sinirleri bozuluyo ki insanın artık canı bile istemiyo. bende öyle oldu.

evet bence bu doktorda güvenilir doktorlardan
 
Kızım 4,5 yaşında ve hâlâ şekerlemelerin tadını bilmiyor. Sadece çok nadir Kinder'in sürpriz yumurtasının çikolatasından biraz yer, yarısını bile yemez diyebilirim. :) Olabildiğince uzak tutmaya çalışıyorum, ne zamana dek başarabilirim bilmiyorum ama ne kadar uzak tutsam o kadar faydası olur çocuğuma. Bebekken alışmadığı için de talep etmiyor.
Maalesef ben onun kadar bilinçli büyütülmedim, sağlıkçı bir anne babaya rağmen. :) Ve 30 yaşımda tip 2 diyabetle tanıştım. Şimdilerde sağlığımı kontrol altına alabildiğim için diyabet kayboluyor ama bir süredir büyük bir mücadele içerisindeyim diyebilirim.
1-2 yaşındaki bebeklerinin eline lolipopları tutuşturan anne babaları dehşetle karşılıyorum, bir sigara yakıp çocuklarının eline vermeleri ile aynı şey yaptıkları. Artık medya da insanları bu konuda bilinçlendiriyor, buna rağmen hâlâ çocuklarına zarar vermekte ısrarcı olan anne babalara ne denir bilemiyorum!
Ben anne olduktan sonra, çocuk yetiştirirken yapılan yanlışların ne kadar büyük sorunlara neden olabildiğini daha dikkatle gözlemlemeye başladım. Farkındalığım arttığından beri, "Allah her isteyene çocuk versin" demiyorum artık, "Allah hak edene çocuk versin" diyorum.

canım bizim çoukluğumuzda şekerle alakalı bu kadar çalışma yoktu ki, şeker hep mutlulukla özdeşleşti bizim çocukluğumuzda
bu kadar bilinçli olduğun için sen tebrik ederim, ben malesef yeterince koruyamadım bu konuda çocuğumu, hele o büyükler yok mu büyükler...
ama bundan sonra korumaya çalışıcam en azından ödül olarak tatlı koymıcam yani...
 
Nişasta bazlı şeker tartışması durulmuyor


Son birkaç haftadır medya nişasta bazlı şeker haberleri ile çalkalanıyor. Özellikle bir basın grubu ciddi bir reklam kaybı rizikosuna karşı bu haberleri inatla sürdürdü. İşin açıkçası Beslenme Bülteni olarak bu durum bizim çok da hoşumuza gitti. Fakat sanki diğer rafine şekerler ya da tatlandırıcılar masummuş gibi bir hava esmeye başladı. Bizimle ortak düşüncelere sahip Gıda Güvenliği Hareketi Genel Başkanı Kemal Özer son makalesinde meseleye çok farklı bir yönden yaklaşıyor. Mutlaka okuyun
Mısır şekeri mi pancar şekeri mi?

Birkaç haftadır dünya Mısır devrimini, Habertürk ise ‘mısır bitkisi’ni tartışıyor.

Doğdukları günden bu yana Hüsnü Mübarek’ten başka yönetici görmeyen gençler, hangi saikle veya saikler yüzünden olursa olsun isyan etmiş ve son Mısır Firavunu’nu tahtından indirmişlerdir.

Mısır Devrimi ile pek ilgilenmeyen Habertürk ve özelde ise Yiğit Bulut, mısır şekeri (NBŞ)’ni tahtından edebilecek mi, bunu zaman gösterecek.

Habertürk sayfa ve ekranlarında süren tartışmada iki şey gözden kaçmıyor. Birincisi, pancar şekerinin masum gösterilmesi… İkincisi ise bu savaşın niye çıktığı…

Bu savaşın neden çıktığı yönünde medyada çok sayıda haber ve makale yer aldı. İddia o ki; bugüne kadar medya sektöründen uzak duran, dünya GDO ve tarım devi Cargill’in Türkiye ortaklarından olan Ülker Grubu, yabancı bir ortakla birlikte Aydın Doğan’ın gazete ve televizyonlarına talip…

Habertürk’ün sahibi olduğu Ciner Grubu ise, Ülker’in medya sektörüne girmesini istemiyor. Ayrıca Doğan’ın yayın organlarını kendisi almak istiyor.

Tartışmada üslubun inandırıcı olmaktan iyice uzaklaştığı açık… Çünkü mısırdan elde edilen nişasta bazlı şeker/tatlandırıcı türleri, kanser başta olmak üzere birçok hastalığın nedeni olarak gösterilirken, şeker pancarından elde edilen rafine beyaz veya kahverengi şeker ‘masum’ olarak gösteriliyor.

Son programda ise ‘şeker’ Mustafa Kemal’in emaneti olarak Kemalizm’in kutsalları arasına alındı. İki hafta kadar sonra raflarda olacak olan, oldukça hacimli yeni kitabımda, şeker/tatlandırıcı türleri, bağımsız bir kitap olabilecek kadar ayrıntı ve hacimde ele alınıyor. Tarihi süreçleri ve günümüzdeki durumu, çok sayıda veri ile birlikte sunuluyor.

Son tartışmalar çerçevesinde kafası karışanlara bazı özet bilgi sunalım.

Dikkat edilirse, programa genellikle pancar şeker savunucuları davet ediliyor. Oysa şekerlerin hiçbir türü masum olmadığı gibi, insan tüketimi için uygun değil. Daha da ötesi, dünyada şekerin diğer adı: Yasal uyuşturucu!

Yapılan tartışmada, her şeyin sorumlusunun sadece NBŞ olarak gösterilmesi hiç kuşkusuz çok büyük bir hata. Ama kimin umurunda... Kendisi ile özellikle GDO ve tarım endüstrisi firmalar konusunda, gece ile gündüz gibi düş(ün)düğümüz Prof Selim Çetiner, son programda, “siz her sorunu nişasta bazlı şekere indirgeyerek, pancar şekerini masumlaştırıyorsunuz. Oysa 3 beyazdan (rafine şeker, rafine un ve rafine tuz) sakınılmasını herkes öğütlemiyor mu? Nişasta bazlı şeker ne kadar zararlı ise, pancar şekeri de aynıdır” mealinde bir cümle söyleyerek konuyu iyi bir şekilde özetledi.

Bu durumda acaba birileri bizi, ‘doludan korumak gibi bir gerekçeyle, sele mi teslim ediyor?’ diye düşünmeden edemiyor insan. ‘Tatlı bela’ demekte hiçbir beis olmayan şeker ve türevleri ile ilgili kısa notlar düşelim.
Beyaz şekerin kara talihi

İngilizlerin dünyaya armağanlarından biri olan rafine şeker, “modern tarihin en büyük bilmecelerinden biri ve en büyük ahlakî gizemlerinden biri olmayı sürdürmekte…” (Henry Hobhouse, Değişim Tohumları s. 65, Doğan Kitap.) Şekerin bilinen tarihi M.Ö. 3000’li yıllara kadar uzanır. Ancak o şeker, bugünkü şeker değil. Müslüman âlimler, İran’dan aldıkları şeker kamışını sadece ilaç yapımında kullanırlardı. Çünkü insan bedeninin, dışarıdan şeker almaya ihtiyacı yok.

Bütün yenilebilir bitkiler; çeşitli oranlarda lif, yağ, nişasta, protein ve şeker içerirler. Bu gıdaları tüketen bütün canlılar, lif ve nişastayı biyokimyasal yöntemlerle şekere dönüştürürler. Vücudun ürettiği bu şeker kana karışır ve enerji kaynağı olur. Bütün kaynaklar ve veriler gösteriyor ki; ‘şeker kamışı’ ve ‘şeker pancarı’ndan elde edilen ve ‘rafine şeker’ olarak da bilinen ‘endüstriyel şeker’, üretilmeye başlanmadan önce, insanoğlu daha sağlıklı bir hayat sürmekte idi.

Müptelasını kendine köle eden bu beyaz kristal, milyonlarca insanın köleleştirilmesine ve İngiliz asillerinin keyifleri için hayatlarından olmalarına neden oldu. Şeker bugün son derece ucuz olsa da, iki üç yüzyıl önce neredeyse altına eş değerdeydi.

Şekersiz bir yaşam mümkün değil!


Evet, bu başlık çok doğru fakat bu şeker; sanılanın aksine her gün çaya çorbaya eklediğimiz toz ve kesme şeker olarak bilinen rafine şeker, nişasta bazlı şeker ve diğer tatlandırıcı türleri değil. İhtiyacımız olan şeker, günlük tükettiğimiz birçok meyve ve sebzede, vücudun ihtiyacını görecek miktarda zaten yer alıyor. Üstelik soğan, sarımsak gibi bitkiler bile şeker ihtiva eder.

İlave olarak, kullandığımız tatlandırıcı şeker; tüketen herkesi kendisine bağımlı kılan, şişmanlatan, dişleri çürüten, sinir sistemini tahrip eden, bağırsak tembelliğine ve vitamin eksikliğine neden olan ve sonuçta kanser yapan gereksiz bir uyuşturucu.

Şeker, ilk olarak üreticisini öldürmeye başlar, sonraları ise tüketicisini. Eskiden İslam toplumlarında, alkollü içeceklerin haram olması nedeniyle, bal ve pekmezden yapılan hoşaf ve şerbet gibi alternatif sağlıklı içecekler vardı. Batılılarda ise, günümüzde de olduğu üzere, alkol yoğun olarak tüketiliyordu. Şekerin gündelik hayata girmesi, yine batılıların ayyaşlığa alternatif aramasından kaynaklanıyor.

Batılılar çay, kahve ve kakao ile karşılaşınca, ilk kez alkole karşı yeni bir seçeneğe kavuşurlar. Birahanelerin kaba sabalığı ve çirkefliğinden kurtulmak isteyen mutedil batılılar için çay, bir lüks olmaktan çıkmaya başlar. Ancak pek alışık olmadıkları çay, kahve ve kakao acı gelir. Bunun için de, bu alternatif içeceklere şeker ilave edilmeye başlanır. 1680’lerde başlayan bu süreç şeker talebini artırınca, fiyatı da hızla düşmeye başlar. Bu üçlü sıcak içeceğin ayrılmaz bir parçası haline gelen şeker, 20. yüzyılda ise bir bakkal malzemesine dönüşecektir.

Batılı tüccarların hayallerini süsleyen şeker, bir yandan üretilmesi için Afrikalıların köleleştirilmesine neden olurken, diğer yandan da tüketenleri kendine bağımlı kılarak, iki tür köleliğe neden olmuştur. Şeker köleliği ilk olarak, 1443’de ‘ham’ın çocukları dedikleri siyah Afrikalıların yakalanıp, gemilerle Güney Avrupa’ya getirilmeleri ile başlar. Özgür beyaz adamın esir ettiği siyahlar, altın gibi gelir getiren şekerin üretilmesi için çalıştırılacaklardır. Çünkü bunlar insan sayılmıyor. Getirilen kölelerin, okuma yazması ve Hıristiyan olmaları da yasaklanır. Böylece siyah derililerin, beyaz insandan aşağı bir varlık olarak kalması öngörülür.

Afrika’dan köle olarak getirilen 20 milyon kişiden, 15 milyon kadarının şeker için kullanıldığı sanılıyor. Köleliğin ilk dönemlerinde, bir kölenin bedeli yarım ton şekerdir. İlerleyen dönemde ise şeker fiyatları düştüğü için bu rakam 1 köle = 1 ton şekere eşitlenecektir.

Üretimi, petrolü rafine etmeye benzeyen beyaz şekeri, ilk olarak Alman kimyacı Margraf rafine eder. Ticari şeker üretimi ise, Margraf’ın ölümünden 15 yıl sonra 1801’de başlar. Tek tür tarımın yani mono kültürün ilk örneği olan şeker pancarı ekimi, 1800’ün ilk çeyreğinde başlayarak yaygınlaştırılır

Osmanlı döneminde şeker, halen Osmanlı için bir endüstriyel ürün değildir. Çünkü Osmanlıda bal ve pekmez gibi tabiî ürünlerden yapılan şerbet ve tatlılar nedeniyle, endüstriyel şekere ihtiyaç duyulmamıştır. Ancak şeker ticaretinin hatırı sayılır bir gücü vardır. “Özellikle Adana ve Antalya çevresinde, önemli ölçüde şeker kamışı yetiştirilir.”(Evliya Çelebi, Seyehatnâme) “Fatih Sultan Mehmet döneminde inşa edildiği rivayet edilen İstanbul Fatih’teki ‘Şeker Han’ı, şeker ticaretinin merkezi konumundaydı.” (İstanbul Ansiklopedisi, ‘Şeker Han’ maddesi)

Hollandalı doktor gezgin Leonhart Rauwolff, 1573’de Trablusşam’ı ziyaret eder. Ziyaret anılarını kaleme alan gezgin, çok çarpıcı tespitlerde bulunur ve şunları not eder: “Türkler ve Araplar, yanlarına bol miktarda kamış alıp, sokakta soyarak utanmadan yiyorlar. Şeker düşkünlükleri, onları zevk ehli haline getirmiş. Böylece Türkler, kendilerini oburluğa bırakıyorlar. Bu nedenle eski zamanlarda olduğu kadar, düşmanlarına karşı savaşmaya hazır ve cesur değiller.”


Tüm şekerler GDO’lu

Sıkı durun… Sağlık Bakanlığı’nın verdiği son bilgiye göre; dünyanın en büyük şerri olan DDT, şeker pancarı tohumunda Türkiye’de halen yasal olarak kullanılıyor. Türk Şeker’in tarafıma 12.7.2010 tarihinde yazdığı resmi yazıda “2010 yılında kullanılan şeker pancarı tohumları -dünyanın en büyük 2. büyük GDO’cusu- Syngenta ile -yine hatırı sayılır GDO’cu Alman- KWS firmalarından alınmaktadır” deniliyor.

Aynı yazı şöyle devam ediyor: “Pancar ekiminde kullanılan tohumların tamamı, hibrit tohumlardır” Şimdi birileri, hibrit nasıl GDO’lu olur diye bir gazel okuyabilir. Bu soruyu, müteakip bir yazımda detaylandıracağım inşallah. Yazının devamında “Şirketimizce pancar ekiminde kullanılmak üzere üreticilere verilen tohumların tamamı fabrikamızda işlenmekte, ilaçlanmakta ve paketlenmekte” deniliyor

Pancar tohumunda da tür içi modifikasyonun yanı sıra, hem üremek gibi bazı tabiî fonksiyonları ile zehirli tarım kimyasallarına bağımlı, ‘modifiye hibrit tohumlar’ kullanılmakta, hem de içilebilir su kaynaklarımız -diğer canlıların ve insanların içilebilir su kaynakları- bu şeker üretimleriyle heba edilmekte…

Şeker nasıl yapılır?

Günümüzde gösteriş tüketimi ve yiyecek köleliğinin bir parçası olan şeker, çok çeşitli bitkilerden elde edilmekte. Şeker, “üretimi sırasında pancardan çıkarılan tatlı özsuyu, önce kireçle sonra da karbonik asitle işlemden geçer ve içindeki değerli mineraller, bu işlem sırasında kaybolur.” (Mennan Aysan Kuzanlı, Nasıl Zehirleniyoruz, nasıl korunuruz?, s. 215, Dharma)

Elde edildiğinde koyu kahverengi olan şeker, bugüne kadar odun kömürü ile beyazlatılıyordu. Bugün ise genellikle sentetik reçine ile beyazlatılıyor. Kahverengi olanları ise sonradan kakao veya farklı gıda boyaları ile boyanabiliyor.
Kapitalizmin şekeri

Bitkilerdeki tabiî hali hariç, beyaz şeker başta olmak üzere hiçbir şeker ve tatlandırıcı türlerin, zararları bir yana vitamin ve madensel tuzlar bakımından fakir olması nedeniyle, vücuda hiçbir faydası yoktur. Bir karbonhidrat olan şekerin enerjisi yüksektir ve yakılması zordur. Yakılamaması nedeniyle, vücutta yağa dönüştürülerek depolanır. Kapitalizm’in en önemli öğretilerinden -bir başka deyişle, savaştığı alanlardan- biri de ‘zaman’ kavramıdır. İster ki, tüm tabiî süreçleri atlayarak en kısa zamanda üretsin ve de bu ürün mümkünse sonsuza dek bozulmadan rafta durabilsin.

Hem tarlada, hem de fabrikada zararlı kimyasallara maruz kalan pancar –ve şeker elde edilen diğer bitkiler- ve şeker, bu kimyasalların tümünün şekerin içine işlemesi nedeniyle, insan vücuduna aktarılmış olur. Farklı farklı ürünlerle, aynı anda midelere giren kimyasallar, şekerle birleşip âdeta zehir bombacığına dönüşerek, çok sayıda hastalığa neden olur.

İnsan yaşamı için hiçbir önemi olmadığı halde artık rafine şeker; çay, kahve gibi içecekleri tatlandırmasının yanı sıra, endüstrinin en vazgeçilmez maddesi hâline getirilmiştir. Sağlıklı ve kaliteli bir yaşam için büyük tehlike arz eden rafine şeker; şekerleme ürünleri, reçel, unlu mamuller, çikolata ve bisküviler, kola, gazlı ve alkollü içecekler, meyve suları, helva, baklava, süt tatlıları, hazır çorbalar, çerezler, dondurma gibi pek çok üründe bol miktarda kullanılıyor. Günümüzde şekerin yanı sıra, çok sayıda üründe ‘diyet’ iddiasıyla, sunî tatlandırıcılar kullanılmaktadır. Rafine şekerden daha ucuz olan bu yapay tatlandırıcılar, hem daha tehlikeli hem de şekerin pabucunu dama atmak üzere.

Bu tatlı belâlardan aspartam, dünyada 6 binden fazla üründe, diğer tatlandırıcılar ise 4 binden fazla üründe kullanılarak, kapitalizmin bir başka zehri olarak karşımıza çıkıyor.

“Eskiden ‘tip 2 diyabet’ sadece erişkinleri etkilerken, artık çocuklarda bundan nasibini alıyor. 2000 yılından sonra doğan her üç Amerikalı çocuktan birinde, erken diyabet başlangıcı görülecek. Azınlıklarında ise bu oran ‘iki çocukta bir’ olacak. Modern endüstriyel tarım sisteminde, her şey daha hızlı, daha verimli, daha büyük ve daha ucuz olmalıdır. Bu devirde kimse e-koliyi, tip2 diyabeti ya da ekolojik sistemin sağlığını düşünmez.” (Gazeteci yazar Eric Schlosser ve Michael Pollan’ın birlikte hazırladıkları ve Robert Kenner’in yönettiği Food Inc./Gıda A.Ş. belgeseli)

Damarlarımızda dolaşan ‘asil’ kanda mevcutlar

Ticari isimlendirilmelerinin yanı sıra, tüketicinin aklını karıştırmak için sakaroz, früktoz, glikoz, sükraloz, aspartam, sakarin, asesulfam K, taumatin, neohesperidin DC, sorbitol, mannitol, izomalt, maltitol, laktitol, ksilitol, eritritol gibi adlarla sunulan şeker ve tatlandırıcıların hiçbirinden, üreticileri hariç hiçbir tüketiciye fayda yok. Diyet, şekersiz, sıfır şeker, zero ve sair gibi adlarla sunulan her şey, şeker veya tatlandırıcı türevlerinden birini mutlaka içerir.

Ölümünüz arpanızdan olacaksa, bunları tüketmeye devam edebilirsiniz. Yok, bedeninizin size emanet olduğunu düşünüyor ve bundan da hesaba çekileceğinize inanıyorsanız karar sizin!

Şeker ve türevlerinin neden olduğu 70’den fazla hastalığın adları, belgeleri ve alternatifleri ile kurtulma yollarını da yeni kitapta göreceksiniz.

Şekersiz tatlı bir hayat dileğiyle…
Kemal Özer
 
Son düzenleme:
Ahhh bu topiği bulunca altın bulmuşş kadar sevindimm bende :KK64:
Akşamları yenen cipsler.tatlılar kekler.... .iki ay önce öylesine yaptırdığım doktorumun açlık kan şekerimn sınırda olduğunu söylemesi ile suratıma tokat gibi yapıştıı.:13:
Hemen bu tarz tatlı gıdaları hayatımdan çıkardım ..oturmaklarda .günlerde tatlı olan yiyeceklere dalan ben bir anda tüm tatlılardan uzaklaştımm :KK58:
Ama gelin görünki o günden beride enerjimi düşük hissediyorumm..ve mutlu olamıyorum sankii.. böyle olduğunu görüncede yeniden tatlı şeyler yiyesim geliyorr :KK50:
Ne yapmalıyımm
 
Son düzenleme:
Ahhh bu topiği bulunca altın bulmuşş kadar sevindimm bende :KK64:
Akşamları yenen cipsler.tatlılar kekler.... .iki ay önce öylesine yaptırdığım testte açlık kan şekerimn sınırda olduğunu söylemesi ile suratıma tokat gibi yapıştıı.:13:
Hemen bu tarz tatlı gıdaları hayatımdan çıkardım ..oturmaklarda .günlerde tatlı olan yiyeceklere dalan ben bir anda tüm tatlılardan uzaklaştımm :KK58:
Ama gelin görünki o günden beride enerjimi düşük hissediyorumm..ve mutlu olamıyorum sankii.. böyle olduğunu görüncede yeniden tatlı şeyler yiyesim geliyorr :KK50:
Ne yapmalıyımm

canım kuru kayısı kuru üzüm tarzı ürünlere yönelebilirsin, hatta çikolata düşünlüğün varsa bence kendini mahrum etme %70 i kakao olan bitterlerden yiyebilirsin
:KK34:
bence şeker tamamen bi alışkanlık, her alışkanlığın yerini başka bi alışkanlık doldurabilir
 
Evet şimdilerde bu alışkanlığı kırmaya çalışıyorumm..
cips yerine çerez yiyiyorumm ceviz fındık falan
meyve yemeye alışmaya çalışıyorum
çikolata çok yemezdim zaten ama bitter yiyom bazen azcık
kek pasta yapmıyorum bisküvi almıyorum .
ama akşamları atıştırmalıklar konusunda yaratıcı olmam lazım.
önce kendim başarılı olmalıyım ki çocuklarımıda alıştırayımm
bunlara alışınca sıraya yemek alışkanlıklarımız gelcek..sebze yemeyen kocam
ve çocuklarıma çözümler bulmalıyımmm
 
yazının orjinaline google "Nişasta bazlı şeker hastalık ve ölüm saçıyor" yazıp ulaşabilirsiniz ve nbş kullanan ve şuan marketlerde hep tükettiğimiz markalarıda veriyor. Ama bu markaların adını buraya yazmayalım kk nın başı derde girmesin
:13:

Obama’nın Eşi Halkını Uyarmıştı

ABD Başkanı Barack Obama’nın eşi Michelle Obama’nın, ‘İçerisinde mısır şurubu ihtiva eden ürünleri tüketmeyeceği ve çocuklarına vermeyeceği’ yönündeki açıklamasını hatırlatan Gök, “Türkiye’de NBŞ lobisi çok iyi çalışıyor. ABD’nin NBŞ fiyatları bizden yüzde 40 daha ucuz. Neden AB’ye satmıyorlar veya niye bizden almıyorlar? Früktoz, şeker muadili olduğu için ve de insan sağlığı üzerindeki etkisi nedeniyle karşı çıkıyorum. Sendika olarak kotanın düşürülmesi için her yıl dava açıyoruz, mahkeme bizi haklı buluyor ama Bakanlar Kurulu kararı uygulamıyor” dedi.

“Avrupa ve ABD, NBŞ bazlı şeker tüketilmemesi için halkı bilinçlendiriyor” diyen Gök, Türkiye’de NBŞ ile üretilen gıda maddeleri üzerindeki etiketlerde uyarı bulunmuyor. Hangi gıdada ne kadar NBŞ kullanıldığı belirtilmiyor. ‘Sigara sağlığa zararlıdır’ gibi etiket bulunmalı. Etiket üzerinde bir insanın günde en fazla tüketeceği miktarın belirtilip uyarının da bulunması gerekiyor. Tedbir alınmayınca ‘Çocuklarınızı NBŞ’den uzak tutun’ kampanyası başlattık” diye konuştu.
 
Son düzenleme:
Dr. Ahmet Aydın’la yaptığımız bu söyleşiyi ilgi ile izleyeceğinizden eminiz.

Siz aşırı şeker tüketimini son yıllarda müthiş artış gösteren birçok kronik hastalığın ana nedeni olarak görüyorsunuz. Eskiden fazla şeker tüketilmez miydi?

En az 5 milyon yıl olduğu tahmin edilen insan ve insansıların tarihinde şeker oldukça yeni. İnsanlar eski çağlarda ancak nadiren buldukları baldan ve yazın yedikleri meyvelerden biraz şeker alabiliyorlarmış

Siz aşırı şeker tüketimini son yıllarda müthiş artış gösteren birçok kronik hastalığın ana nedeni olarak görüyorsunuz. Eskiden fazla şeker tüketilmez miydi?

En az 5 milyon yıl olduğu tahmin edilen insan ve insansıların tarihinde şeker oldukça yeni. İnsanlar eski çağlarda ancak nadiren buldukları baldan ve yazın yedikleri meyvelerden biraz şeker alabiliyorlarmış. Zaten tarım öncesi çağlardaki yabani meyvelerin şekeri günümüzdekilerle kıyaslanmayacak kadar daha azdı. Yaklaşık 10.000 yıl kadar önce Tarım Devrimi başladı ve insanlar yabani meyveleri de ehlileştirdiler ve bu meyveler daha tatlı oldu. İnsanlar asırlar boyunca, hurma, üzüm, elma ve armut gibi yoğun şekerli meyvelerin suyunu sıkarak "şeker" niyetine kullandılar. Zaman içinde bu meyvelerin sularını kaynatıp, pekmez yapmayı da öğrendiler (1).

Şeker kamışı şekerinin anavatanı olarak Hindistan, Doğu ve Güneydoğu Asya kabul ediliyor. Buradaki insanlar 5.000 yılı aşkın süredir şeker kamışından şeker elde etmişler. İlk önceleri insanlar sadece kamışı çiğnemişler. Daha sonra Hintliler şeker kamışını sıkmışlar, kaynatarak konsantre etmişler ve daha uzun dayanmasını sağlamışlar. Zamanla pekmez kıvamındaki şeker kamışının bir müddet sonra kristalleştiğini keşfetmişler. Sonra da dibe çöken bu kristalleri alıp suyunu buharlaştırıp kristal şeker elde etmişler. Bunu keşfettiklerinde tarih yaklaşık MS 350. Kristalleştirmelerinin amacı şekerin çabuk bozulmaması, dayanıklı olması.

Doğal kristal şeker dünyaya nasıl yayılmış?

Şeker konusundaki net belgeler MÖ 510 yılına dayanıyor. O tarihlerde Hindistan’a sefer yapan Pers İmparatoru Darius, İndus Nehri boyunca şeker kamışı yetiştirildiğini ve halkın bunu gıdaları tatlandırmak için kullandıklarını görmüş. O zamana dek gıdalarını tatlandırmada bal kullanan Pers halkı şeker kamışına “arı olmadan bal üreten kamış” adını vermiş.

MS 7. yüzyılda İran’ı işgal eden Araplar şeker kamışı ile tanışmış. Araplar girişimciler 8. ve 13. yüzyıllar arasında şeker üretim tekniklerini büyük ölçekli sanayiye dönüştürmüşler; ilk büyük ölçekli şeker imalathanelerini, rafinerilerini, fabrikalarını ve üretim alanlarını oluşturmuşlar. Buradan da şekeri Kuzey Afrika ve Avrupa’ya yaymışlar. Ama o dönemde şeker pahalı imiş, nerdeyse altın kadar kıymetliymiş. O nedenle şekeri ancak zengin bir azınlık tüketebiliyormuş. Avrupa ticareti, İpek yolu ticaretini elinde tutan Araplar, Selçuklular, Osmanlılar ve Venediklerin elinde imiş.

Şeker kamışı Avrupa’da niye ekilmemiş?

Avrupa ikilimi şeker kamışı üretimine uygun değil de onun için. Geliri yüksek bir bitki olması dolayısıyla Portekiz ve İspanya gibi büyük keşifçi ülkeler şeker kamışı yetiştirebilecekleri yeni yerler aramaya koyulmuşlar. Amerika’nın keşfinden sonra, 1493 yılında Kristof Kolomb deneme dikimleri yapmak üzere Karayip Adaları’na şeker kamışı götürmüş. Şeker kamışı buradaki bol güneş ışığı, yoğun yağmur ve verimli toprak şartlarına son derece güzel uyum sağlamış, hatta dünyanın diğer kısımlarında ekilenlerden daha hızlı büyüyormuş.

Bunun üzerine Amerika’da çılgınca şeker kamışı ekilmeye başlanmış. Öyle ki Amerika’nın keşfinden sonraki 50 yıl içinde Antilerde en az 4-5bin şeker fabrikası kurulmuş. Şeker üretimi tamamıyla ihracata yönelik olarak yapılıyormuş ve yerli halkın tamamı kamış tarımı amacıyla istihdam edilmiş. Sanayi gelişip daha fazla işçiye ihtiyaç duyulunca tarlalarda çalıştırılmak üzere Afrika’dan köleler getirilmiş.

Aslında şeker aynı zamanda kölelik sisteminin tekrar canlanmasına neden oldu. Köle işçiliği üretim maliyetlerinin düşmesini ve fiyatların Doğu’dan ithal edilen kamış şekeri fiyatlarının çok daha altında oluşmasını sağladı (2). Bu durum Osmanlı ve Venediklilerin ekonomisinin çökmesine de neden oldu. Dikkat ederseniz bu dönem Osmanlı İmparatorluğu’nun duraklama ve gerileme dönemlerine denk düşüyor.

Demek ki Osmanlı’nın çökmesi tamamen ekonomik. Hiç böyle düşünmemiştim. Aslında Dünyanın tarihi bir yerde şekerin de tarihi değil mi hocam?

Evet, hem de kölelik ve sömürgeciliğin de tarihi. Bu arada sömürgeciler bu köleleri ve yerli halkı boğaz tokluğuna çalıştırmakla kalmamışlar, yiyecekleri gıdalarını ektikleri tarlaları da şeker kamışı tarlalarına dönüştürerek açlık ve beslenme yetersizliğine neden olmuşlar. Sonuçta Aztek’ler ve Maya’lar gibi büyük kızılderili medeniyetleri yok olmuş.

Başkaları tatlı yiyebilsinler diye bazı insanlar acı çekmiş yani.

Evet, maalesef öyle

Ancak, 17. yüzyıl başlarında Almanlar şeker pancarından şeker üretilebileceğini fark ettikten sonra Avrupa’da şeker tüketimi artmaya başlamış. 19. yüzyıl başlarında endüstri devrimi ile birlikte daha çok ve daha çabuk para kazanmak amacı ile fabrikasyon şeker üretimine geçilmiş. Daha önce sadece şeker kamışından elde edilen ve ancak zenginlerin sofrasında olan şeker, böylece gelir düzeyi çok yüksek olmayanların da kolay satın alabileceği bir ürün haline gelmiş ve şeker tüketimi çılgıncasına artmaya başlamış. Mesela İngiltere’de 1750'lerde 2,5-3kg/yıl olan kişi başı şeker tüketimi, 1850'lerde 11kg/yıl, 1950'lerde 54 kg/yıl, günümüzde ise 75 kg/yıl’a yükselmiş(3). ABD'de 19. yüzyılın sonlarına doğru yıllık kişi başı şeker tüketimi 2,3kg düzeyinde iken bugün 75kg'a yükselmiş.

1970-2000 yılları arasında ABD vatandaşları önceki yıllara oranla yılda 100 litre daha fazla şekerli meşrubat, 15 kg daha fazla tatlandırıcı madde ve 30 kg daha fazla unlu mamul tüketmişler. ABD'de son 35 yılda früktozdan zengin mısır şurubu tüketimi kişi başına yılda 200gr’dan 34kg'a yükselmiş (4).

Osmanlı döneminde ve Cumhuriyet’in ilk yıllarında ithal edilen az miktardaki şeker tüketilirmiş ve haliyle bu şekeri de ancak zenginler alabilirmiş. Hatta Cumhuriyet’in ilk yıllarında ilk şeker fabrikalarının açılması ekonomideki en önemli olaylardı. Çocukluğumun geçtiği 50’li-60’lı yıllarda bile şeker o kadar kıymetliydi ki İstanbul’da bile misafirliğe gidildiğinde ziyaret edilen eve hediye olarak 1-2 kg toz şeker götürülürdü.

Şekerin esas zararlarına geçmeden önce şunu da vurgulamak gerekiyor. Daha çok şeker pancarı elde etmek için, çok miktarda suni gübre kullanılmış, eskiden küçük boyda olan pancarlar şimdilerde eskinin 5-10 katı büyüklüğe erişmiş. Tabii bu arada topraktaki tüm zararlı kimyasallar pancar aracılığı ile şekere işliyor, şeker rafine edilip beyazlatılırken ayrıca kimyasallar alıyor ve tüm bu zararlı kimyasallar şeker aracılığı ile insan vücuduna giriyor.
 
Karatay, meyve suları ve ekmeğin her türünün kilo vermenin önündeki en büyük engel olan insülin direncine neden olduğunu anlatıyor. Meyve ve meyve sularının barındırdığı früktozun (meyve şekeri) çok tehlikeli olduğuna da değinen Karatay her türlü hazır gıdanın früktoz içerdiğini söylüyor. Karatay pekmez, bal gibi sağlıklı sanılan gıdaların da insülin direncini başlatıp sürdürdüğünü hatırlatıyor: “İnsülin direncini başlatan şey hareketsizlik. Üstüne meyve yemek, üstüne ekmek, simit, baklava, börek yemek. Herkes akşam yemeğinden sonra televizyonun karşısında iki tane portakal, iki tane elma, bir tane muz yiyip yatağa giriyor. Eğer kilo vermek istiyorsanız vücudunuzun leptin salgılamasına izin vermelisiniz. Çünkü insülin hormonu yağları biriktirir, leptin de eritir. ‘Sık sık yiyin’ diyor, ara öğün öneriyorlar. Oysa ağzınıza bir şey attığınızda insülin salgılanıyor. Evet metabolizmanız çalışıyor, hızlanıyor ama yağları eritmek için değil depo etmek için! İnsülin yüksek kaldığı sürece kilo vermenize ihtimal yok. Canan Efendigil Karatay
 
X