• Merhaba, Kadınlar Kulübü'ne ÜCRETSİZ üye olarak yorumlar ile katkıda bulunabilir veya aklınıza takılan soruları sorabilirsiniz.

Sağlıklı beslenme için tüm gıda, meyve ve sebzeler.

SAĞLIKLI olduğu iddia edilen ama öyle olmayan 11 gıda maddesi:

1) Meyve suları: Taze sıkılıp hemen içilse bile bile meyve suları hele bir de posasından süzülmüşse kan şekerinizi çolk hızlı yükselttiği için sağlıklı değildir. Meyveleri bütün olarak tüketmelisiniz ve sağlığınız ne kadar bozuksa o kadar az meyve yemelisiniz.

2) Tam buğday: Tam olsa da olmasa da buğday, genetiği ile oynandığı için sağlıklı değildir. a) Siyez buğdayı gibi genetiği ile oynanmamış sağlıklı buğdayı, ekşi maya ile işlenmek süretiyle, tarhana gibi probiyotik formda tüketebilirsiniz ama ne zaman b) sadece sizin sağlığınız yerindeyse... şişmansanız, herhangi bir kronik hastalığın pençesindeyseniz siyez
buğdayını dahi tüketmemelisiniz.

3) Agave

Kaynağı ne olursa olsun şeker zararlıdır. Sağlığınız ne kadar bozuksa şekerden o kadar uzak durmalısınız.

4) Sporcu içecekleri

Sporcu içecekleri çok az mineral, bol miktarda şeker içerir. Maden suyu, kaya tuzlu/naneli/fesleğenli ayran gibi içecekleri tercih edin.

5) Bitkisel yağlar

Ayçiçek, mısır, soya, pamuk yağı gibi yağplar sağlıklı değildir. Tereyağı ve zeytinyağından şaşmayın. Merada otlamış hayvanın kuyruk yağını bulursanız benimle de paylaşın.

6) Her türlü yağsız ya da yarım yağlı ürün.

Besinledeki doğal yağlar, mesela sütün kendi yağı, sağlıklıdır (hayvan sağlıklı ise) yağ yemeye ihtiyacımız var. Zaten aslında tam da bu yüzden yağsız ürünler bize lezzetsiz gelir. Yağdan kaçmayın, yağyemeden zayıflayamazsınız. Çünkü yağ yemezseniz çabuk acıkır ve daha çok yersiniz. Mesela Omega-3

7) Glutensiz ürünler

Glutensiz ekmek yapmak için kullanılan, soyalı, mısırlı, pirinçli, nişastalı ürünler daha çok şeker içerir ve sağlığınızı daha çok bozar. Glutensiz beslenmeniz gerekiyorsa gluten yemeyin ama beslenmenize glutensiz ekmek, galete gibi ürünler eklemeyin. Onun yerine daha çok yumurta, kuruyemiş, salata, peynir vb yiyin.

8) Margarinler, hatta "sözde" kalp dostu olanlar

Bütün margarinler sağlıksızdır. Transyağlardan arınmış olsalar bile.

9) Enerji gofretleri

Hem yüksek oranda tahıl, hem de yüksek oranda şeker içerirler. Enerji istiyorsanız kuruyemiş yiyin.

10) Düşük karbonhidratlı ürünler

Bu tür hazır gıdalar son derece rafine ve işlenmiş gıdalardır, her çeşidinden uzak durun. Yüksek proteinli beslenmek istiyorsanız, et ve yumurta ve bakliyat yiyin.

11) Kahvaltı gevrekleri

En büyük kandırmaca. Çok fazla tahıl yemek iyi değildir. Bu gevrekler çok yüksek oranda şeker içerir. Kutu süt içmek sağlıklı değildir. Günlük süt içmek bile her gün yapılmaması gereken bir şeydir. Gevreklerin düzenli tüketimi türlü çeşitli besin alerjilerine yol açar.

BURAK VARDAR
 

GIDA TAKVİYELERİNİN VÜCUDUMUZDAKİ 'FİZYOLOJİK TEPKİME' FAZLARI


Gıda takviyeleri, vücuda alındıklarından itibaren ilk 1 - 1 buçuk hafta adaptasyon dönemi olduğu için baş ağrısı, hafif baş dönmesi, kemik ve kaslarda sızı ve ağrı, belki terleme vb göstergeler olabilir. Bu, vücudun sağlıklı olan dönüşüme vermiş olduğu bir tepkidir. Yenilenme dönemi olduğu için bunu pozitif anlamda düşünmek lazım. Tepki/ cevap olarak nitelendirdiğimiz her durumun biyolojik olarak bir amacı vardır. Çünkü beden hata yapmaz. Bu amacı anlarsak bedenin neden böyle bir değişim yaşadığını da anlarız. Bedenin ne yapmaya çalıştığını anlamak onu tetikleyen şeyi de ortaya çıkarır. Hastalıkların bu ikili aşaması bize hücresel seviyede neler olduğunu anlatır. Hastalıkların iki evresi şunlardır:

1. Stres aşaması

2. Yenilenme aşaması


Vücut her durumda sorumluluğu taşıyabilmemiz için elinden gelenin en iyisini yapar. Biz aslında vücudun bu tepkilerini iyileşme aşamasında fark ederiz çünkü bu aşamada rahatsızlıklar daha da belirginleşir. Bunu tam olarak anladığımızda 'vücudun bu tepkilerin' nedenini de anlamaya başlarız. Bedenin böyle bir durumda ne yaparak yardım etmeye çalıştığını anlarız. İç organlar, kas-iskelet problemleri veya psikolojik sorunların arkasında her zaman bir neden vardır. Düzenlememiz, değiştirmemiz, adapte olmamız gereken bir durum. Büyük adaptasyonlar veya köklü değişimler...

Örneğin aç kalacağına dair güçlü bir inancımız olduğunda karaciğer yiyeceklerden daha fazla besin maddesi almak için hücre sayısını arttırır. Bu inanç devam ettiğinde ise hücreler çoğalmayı sürdürecek ve giderek bu organda bir soruna dönüşecektir.

Özellikle bu süreçteki 4. Aşamaya göz attığımızda, 'yenilenmeyi' tetikleyen birçok şey var. Mesela kullanmaya yeni başladığınız ürünler vücudunuzda değişik tepkimelere yol açabilir. Bunun doğal bir süreç olduğunu, vücudumuzun "yeni bir bilgiye" vermiş olduğu bir cevap olduğunu bilirsek, bu süreç kolay ve bilinçli bir şekilde atlatılır. Sonra zaten 6. Aşamada ŞİFALANMANIN en yüksek olduğu bölge. Burada enerjileriniz çok iyi olacak bundan eminim.

Burak Vardar - Sağlık Terapisti
META-Health Univ.
META-Health Practitioner
 

11424462_838733096204785_1546730889158853060_n.jpg
 
MAGNEZYUM EKSİKLİĞİ ÖLÜMCÜL OLABİLİR!

12987158_880717202038011_7498719951348039763_n.jpg


"Magnezyum eksikliği kalpte aritmi, anjin, yüksek kolesterol, yüksek kan basıncı (tansiyon) ve kalp krizinden ani ölümlerin temel nedenlerinden biri olabilir.

Magnezyum vücudun tüm önemli organlarının düzgün çalışması için gereklidir. Vücudun enzim reaksiyonlarını düzenler, ana iyonları hücre zarları arasında taşır ve hücre metabolizması için gerekli bir koenzim olan adenosin trifosfat (ATP) üretilmesine yardımcı olur.

Magnezyum eksikliği sinir sistemi, kalp ve böbrekler için tehlikelidir. Maalesef neredeyse herkeste magnezyum düşüktür. Ancak bazı haberciler düşük magnezyum seviyesine işaret eder:

- Kas krampları ve burkulma.

- Anormal kalp kasılmaları.

- Depresyon ve ruh hali düşüklükleri.

- Kulakta çınlama.

- Böbrek taşları.

Beslenmenin magnezyum yüklü olmasından korkulmamalı. Fazlalık zararsız olarak atılır. Magnezyum takviyesi almak ilk günlerde bazı kişilerde ishal yapabilir ama bu uzun sürmez.

Akut bronşiyal spazm durumlarında magnezyum inhaler (solunum yoluyla alınan ilaç) olarak kullanılabilir. Magnezyumlu sıvılar küçük çocukların cildine sürülerek ishal riski olmadan magnezyum almaları sağlanır."

Bob Livingston / Easy Health Options

Magnezyumla ilgili ayrıntılı bilgilere bu linkten ulaşabilirsiniz:http://woto.com/magnezyum1

Özet çeviri: Nurçin Çağlar , Sağlıklı Yaşıyoruz

Kaynak: https://easyhealthoptions.com/magnesium-deficiency-can-dea…/
 
Kan Şekeri 101

Bugünkü yazımda günümüzde çokça duyulan “Kan Şekeri”, “Glisemik İndeks” ve “Glisemik Yük” terimlerine açıklık getirerek, kan şekeri kontrolünü sağlayan başlıca iki hormon olan insülin ve glukagondan bahsedeceğim.

Sağlıklı bir insanda, kan şekeri seviyesi, belli sınırlar içinde oynamaktadır. Kan şekeri açlık halinde ölçüldüğünde, 70 ve 100 mg/dL (3.9 ve 5.5 mmol/L) arası olması beklenir.

Kan şekerini etkileyen başlıca besin grupları, karbonhidratlar ve proteinlerdir. Proteinlerin kan şekeri üzerindeki etkisi karbonhidratlar kadar güçlü değildir.

Karbonhidratların sindirimi ağızda başlar ve emilimi bağırsakta tamamlanır. Karbonhidratların lif dışındaki kısımları, sindirim sonucu monosakkaritlere (basit şekerlere) dönüşür. Monosakkaritler bağırsaklardan emildiğinde kan şekerimiz yükselir ve sonrasında insülin devreye girerek kan şekerimizi normal seviyelere çeker.



“Glisemik İndeks” yiyeceklerin yeme sonrası kan şekerini yükseltme hızını gösteren bir ölçüttür.

1981’de Kanada’da Dr. Jenkins tarafından diyabet hastalarına yardımcı olmak amacıyla yürütülen araştırma sonucunda “Glisemik İndeks” konsepti ortaya çıkmıştır. (1) Bu konsepte göre, karbonhidrat içeren besinlerin “en iyi”si, yenildikten sonra kan şekerini en yavaş ve az yükseltendir. Glisemik indeks konsepti, daha öncesinde karbonhidratların kimyasal yapısına göre yapılan “basit” ve “kompleks” sınıflandırmasından çok daha doğru bir sınıflandırma yapmayı mümkün kılmıştır.




Bir besinin glisemik indeksi nasıl hesaplanır?

Bir besinin 50 gram karbonhidrat içeren miktarının sağlıklı bir grup insan tarafından yenilmesi ve sonrasında bu grubun kan şekerindeki değişimlerin izlenmesi sonucunda, besinin glisemik indeksi deneysel olarak hesaplanır.

Örnek olarak, karpuz ve ekmeğin glisemik indeksini ölçmek istersek, ölçüm yapmak için gereken 50 gram karbonhidrat 1 kiloya yakın karpuzda bulunurken, aynı ölçüm ekmekle yapıldığında 50 gram karbonhidrat için 2 dilim ekmek yeterlidir.

Glisemik indeks konseptine göre, kan şekerini en hızlı yükselten besin glikozlu sudur ve değeri 100’dür (en yüksek). Diğer besinlerin glisemik indeks değeri glikozlu suyla karşılaştırılarak bir sayıya dönüştürülür.



Glisemik İndeks değeri 0-55 arası olan besinler düşük glisemik indeksli,

Glisemik İndeks değeri 56-69 arası olan besinler orta glisemik indeksli,

Glisemik İndeks değeri 70-100 arası olan besinler yüksek glisemik indeksli olarak sınıflandırılır.

Ayrıca glisemik indeksi olmayan besinler de vardır.

Bazı besinler içlerinde karbonhidrat bulunmasına rağmen, 50 gram karbonhidrat içeren miktarı yemek bir seferde olanaksız olduğu için bu besinleringlisemik indeks değeri yoktur denir. Bir örnek vermek gerekirse, 2.5 kilo brokolide 50 gram karbonhidrat bulunmaktadır, yani brokolinin glisemik indeksinin hesaplanması için bir insanın 2.5 kilo brokoliyi bir oturuşta yemesi gerekmektedir. Bu gerçek dünyada mümkün olmadığı için bu gibi besinleringlisemik indeksi yoktur denmektedir.



Yiyeceklerin glisemik indeksini etkileyen bazı faktörler mevcuttur.



1)Yiyecekteki protein ve yağ oranı

Bir yiyecekte karbonhidratın yanı sıra protein ve yağ da bulunuyorsa, protein ve yağ sindirimi yavaşlattığı için glisemik indeksi düşürmektedir. (1)

Simiti ayranla birlikte yeme tavsiyesinin sebebi budur.

2)Yiyeceğin hazırlanışı ve pişirilme biçimi

Genelde çok pişirilmiş yiyecekler, az pişirilmişlere göre daha yüksek glisemik indekse sahiptirler. (2)

Al dente makarna, çok haşlanmış makarnaya göre daha düşük bir glisemik indeks değerine sahiptir.

Ayrıca, yiyeceği ezmek, un haline getirmek sindirimi kolaylaştırdığından glisemik indeksi yükseltir. (2)

Örneğin, bütün halde haşlanmış patatesin glisemik indeksi püre haline getirilmiş patatesten daha düşüktür.





Glisemik indeksin 50 gram karbonhidrat içeren porsiyon üzerinden hesaplanması, gerçek hayattaki kullanılabilirliğini oldukça güçleştirmiştir.

Glisemik indeksin gerçek hayattaki kullanım zorluğu nedeniyle 1997’de Harvard Üniversitesi’ndeki araştırmacılar tarafından “Glisemik Yük” konsepti ortaya çıkmıştır. Glisemik yük, bir besinin glisemik indeksi ve bir porsiyonunda bulunan karbonhidrat miktarı kullanılarak elde edilen bir sayıdır. (3)Glisemik yükü yüksek bir yiyecek yenildiğinde kan şekeri hızla yükselir, glisemik yükü düşük bir yiyecek yenildiğinde ise kan şekerindeki yükseliş daha yavaş ve dengeli gerçekleşir.



Bilimsel olarak Glisemik Yük için, Glisemik İndeks gibi düşük, orta, yüksek diye bir sınıflandırma mevcut değildir.



Glisemik İndeks - Glisemik Yük
Meyveler

Elma 38 -6
Muz 52-12
Portakal 42 5
Şeftali 42 5
Armut 38 4
Üzüm 46 8
Kivi 53 6
Çilek 40 1
Karpuz 72 4
Greyfurt 25 3
Kavun 65 4
Kiraz 22 3
Ananas 58 7
Portakal suyu 50 13
Elma suyu 44 13
Sebzeler
Pancar 64 5
Havuç 47 3
Bezelye 48 4
Patates 87 14
Bal kabağı 75 3
Mısır 54 9
Tatlı patates 61 17
Glisemik İndeks, Glisemik Yük
Ekmekler
Beyaz Türk ekmeği 87 - 15
Tam tahıllı ekmek 71 9
Çavdar ekmeği 58 8
Pumpernickel çavdar ekmeği 41 5
Süt ve Süt Ürünleri
Süt (tam yağlı) 27 3
Süt (yağsız) 32 4
Yoğurt 36 3
Soya sütü 44 8
Kahvaltılıklar
Yulaf ezmesi 55 15
Müsli (Alpen) 55 10
Cornflakes 81 21
Cheerios 74 15
Reçel ve bal
Bal 55 10
Çilek reçeli 51 10
Kuruyemişler
Yer fıstığı 14 1
Kaju 22 3
Patlamış mısır 72 8

Glisemik İndeks, Glisemik Yük
Kuru meyveler
Kuru kayısı 31 9
Kuru üzüm 64 28
Kuru incir 61 16
Kuru hurma 103 42
Tahıllar
Pirinç 87 37
Esmer pirinç 55 18
Basmati pirinç 58 22
Aşurelik buğday 25 11
Bulgur 48 12
Kuskus 65 23
Karabuğday 54 16
Kuru baklagiller
Nohut 28 8
Mercimek 30 5
Kırmızı mercimek 26 5
Kuru fasülye 29 9
Barbunya 39 10
Maş fasülyesi 31 5
Meksika fasülyesi 28 7
(Kaynak: Foster-Powell et al., 2002)



Glisemik Yük, Glisemik İndeks’i de günlük hayatta daha kullanılabilir hale getirmiştir. Glisemik İndeks konsepti yenilen miktara çok fazla önem vermezken Glisemik Yük sayesinde tüketilen miktar da önem kazanmıştır.

– Glisemik İndeksi düşük bir besinden çok miktarda yediğinizde Glisemik Yükü yüksek olabilmektedir.

– Glisemik İndeksi yüksek bir besinden kontrollü bir miktar yediğinizde ise Glisemik Yükü düşük olabilmektedir.

– Kısaca miktar oldukça önemlidir.


Glisemik İndeksi / Yükü Bulunmayan Besinler

  • Brokoli
  • Kabak
  • Karnıbahar
  • Marul
  • Salatalık
  • Fasülye
  • Domates
  • Soğan
  • Ispanak
  • Patlıcan
  • Maydanoz
  • Dereotu
  • Kuşkonmaz
  • Avokado
  • Limon
  • Yumurta
  • Peynir türleri
  • Kırmızı et
  • Tavuk eti
  • Hindi eti
  • Balık eti
  • Somon balığı
  • Deniz mahsülleri (karides, kalamar gibi)

Kan Şekerini Düzenleyen Hormonlar

Kan şekerinin sağlıklı sınırlarda kalmasını sağlayan başlıca iki hormon insülin ve glukagon’dur.

İnsülin kan şekeri yükseldiğinde, kan şekerini normal seviyelere indirmek için pankreas tarafından salgılanan hormondur. Kandaki şekeri normal seviyelere düşürmenin yolu ise kas dokusunu şeker kabulüne açmaktır. Yani yemek sonrası kandaki şeker düzeyi yükseldiğinde, pankreas bu uyarıyı alır, insülin hormonunu salgılar. Bu hormon da başta kas hücrelerinin kapılarını şekere açar. Böylece kan şekeri normal seviyelere düşerken kas hücreleri de yakıt olarak şekere kavuşmuş olur. İnsülin aynı zamanda kas dokusuna fazla gelen şekerin yağ dokusunda depolanmasını da sağlar.

Kanda insülin yüksek seviyelerde olduğu sürece, vücudun enerji olarak yağ yakma eğilimi düşer. Yakıt olarak kullanılabilecek yağlar ise yağ dokusunda depolanır. (4)

Glukagon yine pankreas tarafından salgılanan, insülinin tam tersi göreve sahip bir hormondur. Kan şekeri düştüğünde pankreas tarafından glukagon hormonu salgılanarak kan şekerinin yükselmesi ve sağlıklı bir aralıkta kalması sağlanır. Glukagon kan şekerini yükseltmek için karaciğerde depolanmış olan glikojenin glikoza (basit şekere) dönüşerek kana karışmasını sağlar. Böylece glukagon kan şekerini yükseltmiş olur.

Bu hormonlar sayesinde kan şekeri normal seviyelerde kalır.

Glukagon, kandaki insülin miktarı düşük olduğunda ise vücutta yağ depolarındaki yağların enerji olarak kullanılmasını başlatır. (4)



Yenilen besinin glisemik yükü ne kadar yüksekse vücutta bu besine karşılık o kadar çok insülin salgılır. (4)


kan-sekeri-11.png




Düşük glisemik yüklü besinler, yüksek glisemik yüklü besinlere göre kan şekerini daha dengeli seviyelerde tutar. Kan şekerinin dengeli seviyelerde tutulması ani açlık durumunu engeller.

Harvard Üniversitesi’nin yaptığı uzun süreli bilimsel çalışmalar, yüksek glisemik yüklü beslenmenin tip 2 diyabet ve kalp hastalığı riskini arttırdığını gösteriyor. (3,5)

Buna ek olarak düşük glisemik indeksli beslenmenin obezite, meme ve kolon gibi bazı kanser türlerine karşı koruyucu olabileceği bilimsel çalışmalarla gösterilmiştir. (6,7,8)

Düşük glisemik yüklü beslenme, daha az insülin salgılanmasına neden olduğu için kişinin kan şekeri seviyesini gün içinde daha dengeli tutmaktadır. Bu da ani acıkma gibi durumları engellediği için kilo vermek isteyenlere yardımcı olur.

Bu sayılan sebepler dolayısıyla hem kilo vermek, hem de sağlığını korumak isteyen kişiler düşük glisemik yüklü beslenme konusuna önem vermelidir.



Referanslar

1) Jenkins DJ, Wolever TM, Taylor RH, Barker H, Fielden H, Baldwin JM, Bowling AC, Newman HC, Jenkins AL, Goff DV. Glycemic index of foods: a physiological basis for carbohydrate exchange. The American Journal of Clinical Nutrition 1981;Mar:362-6.

2) P Snow and K O’Dea. Factors affecting the rate of hydrolysis of starch in food. The American Journal of Clinical Nutrition 1981;vol. 34 no. 12 2721-2727.

3) Salmeron J. Dietary fiber, glycemic load, and risk of non-insulin-dependent diabetes mellitus in women. JAMA: The Journal of the American Medical Association 1997;277:472-477.

4) Atkinson F, Foster-Powell K, Brand-Miller J. International Tables of Glycemic Index and Glycemic Load Values: 2008. Diabetes Care 2008;31:2281-2283.

5) Liu S, Willett W, S. Stampfer M, et al. A prospective study of dietary glycemic load, carbohydrate intake, and risk of coronary heart disease in US women. The American Journal of Clinical Nutrition 2000;71:1455–61.

6) Ludwig D. Dietary glycemic index and the regulation of body weight. Lipids 2003;38:117-121.

7) Augustin L. Dietary glycemic index, glycemic load and ovarian cancer risk: a case-control study in Italy. Annals of Oncology 2003;14:78-84.

8) Strayer L, Jacobs D, Schairer C, Schatzkin A, Flood A. Dietary carbohydrate, glycemic index, and glycemic load and the risk of colorectal cancer in the BCDDP cohort. Cancer Causes Control 2007;18:853-863.

Genel: Shils M, Shike M. Modern Nutrition in Health and Disease. 11th ed. Philadelphia: Lippincott Williams & Wilkins; 2012.

Kaynak: iyibesleniyihisset
 
Vücudunuz size neler anlatmak istiyor?

12647522_10153606513683551_6606794561512790887_n.jpg


Gelin inceleyelim:

Boyun, "adalet, hak" duygusuyla özdeşleşen bir organdır. Bu yüzden boyunla ilgili sorunlar yaşayan bir insan yaşamda "adaletsizlik" duygusuyla savaşıyor olabilir. Biyolojik olarak da düşündüğümüzde kafamızı dik tutmak için güçlü bir boyuna ihtiyacımız vardır. Haksızlığa, adaletsizliğe uğradığımıza inandığımız bir durumla yüzleşmek için kafamızı dik tutmak zorundayız. Boyun ve bel arasında kalan sırt bölümü yaşamda otoriteye karşı duruşumuzu simgeler. Bel ise vücudumuzu taşıyan güçlü bir parça olarak gerçekte kim olduğumuzu ifade eder. İnsanlar tarafından anlaşılamadığımızı düşündüğümüzde tam olarak kendimiz olamadığımıza inanırız. Hakkımızda hatalı yargılar verildiğinde ve haksızlıkla yüz yüze geldiğimizde gerçek, güçlü kendimiz olamayız, kendimizle iletişim kuramayız.

Büyük bir sorumluluk taşırken ve böyle bir durumda vücudumuza yeterince güçlü olmadığı mesajı verdiğimizde "dünyanın yükünü omuzlarımda taşıyorum" duygusuyla omuz bölgesinde sorunlar yaşarsınız. Stres aşaması başlar. Ne zaman içsel çelişkiyi çözmeye başlarsanız kaslar da yenilenme aşamasına girerler. Vücut her durumda sorumluluğu taşıyabilmemiz için elinden gelenin en iyisini yapar. Biz aslında hastalıkları iyileşme aşamasında fark ederiz çünkü bu aşamada rahatsızlıklar daha da belirginleşir. Bunu tam olarak anladığımızda hastalıkların nedenini de anlamaya başlarız. Bedenin böyle bir durumda ne yaparak yardım etmeye çalıştığını anlarız. İç organlar, kas-iskelet problemleri veya psikolojik sorunların arkasında her zaman bir neden vardır. Düzenlememiz, değiştirmemiz, adapte olmamız gereken bir durum. Büyük adaptasyonlar veya köklü değişimler...

Örneğin aç kalacağına dair güçlü bir inancımız olduğunda karaciğer yiyeceklerden daha fazla besin maddesi almak için hücre sayısını arttırır. Bu inanç devam ettiğinde ise hücreler çoğalmayı sürdürecek ve giderek bu organda bir soruna dönüşecektir.

Travmalarla karşı karşıya kaldığımızda bu duyguyu yeniden yaşayıp, rüyalarda görerek, yeniden canlandırarak bunu bir sonuca ulaştırmaya çalışırız. Bu sebeple de hayatımıza travmayla ilgili durumları çekeriz. Beden de bu konuda bize yardımcı olmaya çalışır. Bir travma içine sıkışıp kaldığımızda bedenin tekrar tekrar aynı sorunu yaşadığını görürüz. Böylece uzun dönemli kronik hastalıklar yaşamaya başlarız.

Burak Vardar
 

KOLİTİN İLACI SİRKE

Mutfaklarımızın vazgeçilmezlerinden olan sirkenin ülseratif kolit hastaları için çok faydalı olabileceği bildirildi.

Ülseratif kolit tüm dünyada milyonlarca insanda görülen bir hastalıktır.

Kesin sebebi belli olmamakla beraber bağırsak bakterilerinin önemli rolü olduğunu gösteren çok sayıda araştırma vardır.

Journal of Agricultural and Food Chemistry isimli dergide yayınlanan bir araştırmada, sirkenin ve sirkenin ana maddesi olan asetik asidin ülseratif kolitleri olan farelerdeki etkisi incelendi (1).

İçme sularına çok az miktarda sirke veya asetik asit konan farelerde bağırsaklardaki histopatolojik değişikliklerin baskılandığı, kolit belirtilerinin azaldığı görüldü.

Sirke ve asetik asit verilen farelerin dışkı örneklerinde Lactobacillus, Bifidobacteria ve Enterococcus faecalis türü bakterilerin arttığı, Escherichia coli bakterilerin ise azaldığı tespit edildi.

Ayrıca diyete sirke eklenmesinin Th1 ve Th17 cevaplarını baskıladığı, bağırsaklardaki iltihabı artıran protein seviyelerinin azaldığı da belirlendi.

Araştırmacılar, ülseratif kolitin önlenmesinde diyete sirke ilave edilmesinin yeni bir diyet stratejisi olabileceğini söylüyorlar.

Gelelim neticeye

Bilim dünyası hastalıkların önlenmesinde temel unsurun sağlıklı beslenme olduğunu daha yeni yeni anlıyor; bu araştırma da buna iyi bir örnek.

Bugün adeta bir salgın gibi artan tüm hastalıkların altında “beslenme hataları” yatıyor.

Sağlıklı beslenmenin en önemli ayaklarından biri de yeteri kadar fermente yani mayalanmış gıdalar yememektir.

Modern insanın diyetinde bu tür yiyecek ve içeceklerin giderek azaldığını, bunların yerini işlenmiş un, şeker ve trans yağlarla dolu hazır gıdaların aldığını görüyoruz.

Sofranızdan, turşu, sirke, yoğurt, ayran gibi fermente gıdaları eksik etmeyin!

Sirkenin önemini keşfeden bilim dünyasını da tebrik eder, başarılarının devamını diliyorum.

Kaynak:

http://pubs.acs.org/doi/abs/10.1021/acs.jafc.5b05415

Not: “Yoğurt, turşu gibi mayalı gıdalar ruh hastalıklarını da önlüyor” başlıklı makalemi okumanızı da tavsiye ederim.

http://ahmetrasimkucukusta.com/2015...-mayali-gidalar-ruhhastaliklarini-da-onluyor/

Kendi sirkenizi kendiniz evde de yapabilirsiniz:
 

Türk Dermatoloji Derneği uyardı: Güneşlenme keyfi kâbusunuz olmasın


13012821_882018731907858_8848094117309383171_n.jpg

Sağlık için vazgeçilmez bir vitamin olan D vitamininin en önemli kısmı güneşten karşılanabiliyor.

Uzmanlar, D vitamini sentezi için ışınların yeryüzüne en direkt geldiği öğlen saatlerinde güneşlenilmesini tavsiye ediyorlar.

ZİYNETİ KOCABIYIK

... Sağlık için vazgeçilmez bir vitamin olan D vitaminin en önemli kaynağının güneş olduğunu hatırlatan Türk Dermatoloji Derneği Üyesi Prof. Dr. Emel Öztürk Durmaz, "yanmadan" D vitamini sentezlemenin ipuçlarını verdi.

GÜN ORTASINDA GÜNEŞLENİN

Kemik sağlığı için elzem bir vitamin olan D vitaminin, aynı zamanda bağışıklık sisteminin sağlıklı çalışması, kas sağlığı, deri sağlığı ve beyin gelişiminde de önemli rol oynadığını söyleyen Prof. Dr. Durmaz, D vitamini sentezinin en yüksek seviyede olduğu saatlerin UVB maruziyetinin yüksek olduğu gün ortası saatleri olduğunu belirterek, "Güneş yanığına, deri yaşlanmasına ve deri kanserlerine yol açan bu zararlı ultraviyole dalga boyu, aynı zamanda deride D vitamini sentezinin en yüksek seviyede yapılabildiği yararlı ultraviyole dalga boyudur" dedi. Prof. Dr. Durmaz, yaz aylarında eller, kollar ve yüzün haftada 3 gün öğle saatlerinde 15-30 dakika güneşlendirilmesinin günlük D vitamini ihtiyacını karşılayabildiğini söyledi...

Kaynak: http://www.turkiyegazetesi.com.tr/saglik/287947.aspx

Bulunduğunuz yerde en ideal hangi saatlerde güneşlenilir? www.woto.com/gunes

Prof. Dr. Nazan Uysal Harzadın diyor ki;

Yemekten sonra yeterli insülin salgılanabilmesi için, bu aylardan itibaren bilinçli güneşlenmek lazım. İnsülinin salgılanmasında vücutta yeterli potasyum, kalsiyum ve D vitamini bulunması gerekiyor. D vitamini eksikliği insülinin yetersiz salgılanması şeklinde diyabet benzeri tabloya neden oluyor. Aslında yeni bir bilgi değil, gözardı edilmiş yıllardır!

Kaynak: https://www.elsevier.com/books/berne-and-levy-physiology-updated-edition/koeppen/978-0-323-07362-2


Aslında bu kitap bizim (fizyolojinin) temel kitaplarından biridir. Hem İngilizcesi hem de Türkçesi kitaplığımda bulunur. Kitabın tümüne online da ulaşılabiliyor. Bu linki verme nedenim textbooklara geçmiş bir bilgi olduğuna da dikkat çekmek! Canan Karatay hocamızın ısrar ettiği, pek çok kişinin kabul etmediği bilgi, aslında kitaplara bile geçmiş!

Canan hocamız yıllardır söylüyor, ama ben pek çok endokrinoloğun bile bildiğinden emin değilim. Yoksa hastalarının muhakkak D vitamini seviyesine baktırırlar!

Prof. Dr. Nazan Uysal Harzadın


12991063_882203181889413_2733736968950132161_n.jpg
 
PROBİYOTİKLER KANSERİ ENGELLEYEBİLİR Mİ?

13007136_881241265318938_2084004261545798066_n.jpg

Özet:
Bağırsaklardaki ’iyi bakterilerin' artması hastalığı yavaşlatır ve durdurur. Bazı iyi bakteriler obezite ve diğer hastalıkları önleyebilir. Yeni bir çalışma anti-inflamatuar bakterilerin kanser riskini azalttığını gösterdi. UCLA'den (Kaliforniya Üniversitesi Los Angeles) uzmanlar yoğurt, kefir ve sauerkraut (bir çeşit lahana turşusu) yapan bakterilerin lenfomanın gelişimini durdurduğunu buldular. Doktorlar günün birinde hastalıkları önlemek için spesifik probiyotikler reçete edebilecekler.

Giderek artan sayıda bilimsel kanıt, bağırsak bakterilerinin, obeziteyi ve diğer kronik hastalıkları tetiklemede ve önlemedeki rolüne işaret ediyor. Şimdi yeni bir çalışma bağırsak bakterilerinin aynı zamanda bazı kanser türlerinin riskini azaltmaya yardımcı olduğunu gösteriyor. Bulgular, bazı bakterilerin anti-inflamatuar özellikleri olduğunu, bunun da hastalığı yavaşlattığını veya durdurduğunu gösteriyor. Bu, eninde sonunda doktorların bağırsak bakterilerinin çeşitlerini ve miktarlarını analiz ederek hastalarının kanser riskini azaltabilecekleri demek olacak.

Araştırma grubunun lideri UCLA'den Prof. Robert Schiestl anti-inflamatuar özellikteki bakterileri çoğaltacak probiyotikleri reçete edebileceklerini belirtiyor. Bunun invazif bir tedavi olmayıp uygulaması kolay bir tedavi olduğunu söylüyor.

Milyonlarca yıldır bağırsak bakterileri iyi ve kötü olmak üzere evrimleşti. İyi olanların anti-inflamatuar özellikleri varken kötü olanlar inflamasyonu körüklüyor. İnsan vücudunda 1 trilyon hücre varken yaklaşık 10 trilyon bakteri bulunuyor.

Profesör Schiestl ve arkadaşları Lactobasilus johnsonii 456 adlı bakteriyi ayrıştırmışlar, bu, yararlı bakterilerin en çok bulunanı ve tıbbın dışında da çeşitli uygulamalarda kullanılıyor. Prof. Schiestl "Bir Laktobasilus suşu olarak mükemmel şekilde yoğurt, kefir, kombuça ve sauerkraut yapar."

Araştırmacılar bu bakterinin gen hasarını azalttığına ve inflamasyonu önemli ölçüde düşürdüğüne dikkat çekiyorlar. İnflamasyonu azaltmak burada önemli nokta çünkü pek çok hastalıkta kritik bir rol oynuyor, bunların arasında kanser, nörodejeneratif hastalıklar, kalp hastalığı, artrit ve lupus olduğu gibi yaşlanma sürecini de hızlandırıyor.

Prof. Schiestl tarafından yürütülen önceki araştırma bağırsak mikrobiyotası ile bağışıklık sisteminden kaynaklanan bir kanser olan lenfoma gelişmesi arasındaki ilişkinin ilk kanıtlarını bulmuştu. Yeni araştırma ise mikrobiyotanın kanserin gelişmesini nasıl geciktirdiğini göstererek probiyotik desteklerinin hastalığın oluşmasını önleyebileceğine işaret ediyor.

Kaynak: http://www.dailymail.co.uk/health/a...ntestines-slows-stops-disease-developing.html

Özet çeviri: Nurçin Çağlar, Sağlıklı Yaşıyoruz.
 
D VİTAMİNİ İŞLEVLERİ

D VİTAMİNİ HER GÜN MÜ ALINMALI?

İSTENİLEN D VİTAMİNİ DÜZEYİNE ERİŞİLMESİ VE O DÜZEYİN KORUNMASININ HASTALIKLARI ÖNLEME VE TEDAVİ ETMEDEKİ ROLÜ


South Carolina Tıp Üniversitesi profesörlerinden Dr. Bruce W. Hollis'in bu videosunu birkaç kez dikkatle izledik. D vitamininin vücuttaki işlevleri hakkında çok güzel bilgilendiriyor. Anladıklarımızı özetleyerek sizlerle paylaşmaya karar verdik.

D Vitamini vücutta iki seviyede işlev görüyor:
ca460757-6882-4a63-8881-30a7a273af96


1- Endokrin düzeyde: Temel olarak kalsiyum dengesini düzenler ve böylelikle kas ve kemiklerin sağlıklı olmasını sağlar. Bu işlevi çok uzun yıllardır biliniyor.

2- Otokrin ve parakrin düzeyde: Basit olarak ifadesiyle D vitamini tüm hücrelerin içine girer ve böylece çok çeşitli hastalıkların önlenmesi ve tedavisinde etkili olur. Bu işlevi ise son yıllarda yapılan çalışmalarla gösterildi.

  • D Vitamini yiyeceklerle vücuda girdiğinden veya UVB ışınlarıyla ciltte sentezlendikten sonra yarılanma ömrü 24 saattir. Yarılanma ömrü denilen kavram bir maddenin yarısının yok olması için geçen zamandır. Yani D vitamini vücuda girdikten 24 saat sonra yarısı yok olmuş olur. Bir sonraki 24 saatte de kalan yarısının yarısı yok olur ve böyle hızla yok olur.
  • Vücuda giren D vitamininin büyük bölümü karaciğere gider ve burada metabolize olur. Bu süreç D vitaminine OH (hidroksi) eklenme sürecidir ve bunun sonunda 25(OH)D oluşur. D vitamininin bu şekline prohormon denir ve bu şekilde yarılanma ömrü 3 haftadır. Bu şekilde kan dolaşımında kalamayacağı için D Vitamini Bağlayıcı Proteini adlı bir proteine bağlanır.
  • Emziren annelerde vücuda giren D vitamininin bir kısmı anne sütüne gider. Anne sütündeki D vitamini düzeyinin korunması için emziren annelerin mutlaka günlük doz D vitamini almaları gerekir.
  • 25(OH)D megalin adlı protein tarafından böbreklere çekilir. Böbreklerde üretilen enzimler yardımıyla, bir hidroksi daha eklenerek 1,25(OH)2 D şekline dönüşür. İşte bu şekliyle aktif bir hormondur ve endokrin işlevlerini yerine getirir. Bu hormon böbreklerden dolaşıma geri gönderilir. Bağırsaklardan kalsiyum emilimini arttırarak kemiklerin güçlenmesini sağlar. Bu şeklinin yarılanma ömrü 2 saattir. Yani işini yapar ve hızla yok olur.
  • Proteine bağlanan 25(OH)D vitamininin bir kısmı da hamilelerde plasentaya gider ve aynı böbreklerdeki gibi plasentada da aktif hormona dönüştürülür.
  • D vitamininin otokrin ve parakrin işlevlerini sağlaması için her hücrenin içine girmesi gerekir. Proteine bağlanmış şekliyle hücrelere giremez çünkü hücrelerin böbrek gibi onu çekecek bir sistemi yoktur. Vücuda ilk girdiği şekliyle hücrelere girmesi daha kolaydır. Hücrelerde de aktif hormon şekli olan 1,25(OH)2 D'ye dönüşür, kullanılır ve hücre dışına çıkarılmaz, içinde kalır.
  • D vitamininin kanseri önleme ve kanserle mücadeleden depresyon vb beyin hastalıklarıyla mücadeleye pek çok konuda etkili olduğu araştırmalarla gösterildi. Bu videoda D vitamininin bu işlevleri üzerine yapılan bazı çalışmalar sıralanmış. Bu çalışmaların çoğunda olumlu sonuçlar elde edilmesine rağmen bazıları olumsuz sonuçlanmış. Bu çalışmalarda kullanılan D vitamini miktarları ve kullanım aralıkları değerlendiriliyor ve küçük dozlarda kullanmanın veya aralıklı kullanmanın etkili olmadığı, olumsuz sonuçlanan çalışmaların bu nedenle olumsuz sonuçlandığı açıklanıyor.
  • Bu videoda D vitamininin endokrin işlevini yerine getirmek üzere uzun süre vücutta kalabildiği (yarılanma ömrü 3 hafta) ancak bağışıklık sistemini güçlendirmek ve çeşitli hastalıklarla mücadele etme işlevlerini yerine getirebilmesi için yarılanma ömrü 24 saat olduğundan mutlaka günlük dozlarda kullanılması ve kanda sabit bir düzeyde tutulması gerektiği anlatılıyor. Dr. Hollis günlük dozun en iyisi olduğunu, gün aşırı almanın günlük kadar iyi olmadığı, haftalık dozun daha kötü olduğu, aylık dozun ise hiç etkili olmadığını söylüyor.
  • 20-30 ng/ml'nin üzerinde 25(OH)D düzeyi durumunda iskelet sisteminde, kemiklerde sorun yaşanmayacağı belirtiliyor. Kemikler için kullanılan şekli olan 25(OH)D şeklinin yarılanma ömrü 3 hafta olduğundan haftada 1 veya ayda 1 bile alınsa etkili olacağı söylenmiş.
Videonun sonuç bölümü:
  1. Günde 400-600 IU D vitamini almakla iskelet sisteminde sorun çıkmaması sağlanabilir.
  2. Günde 400-600 IU'luk dozlar otokrin ve paratokrin işlevlerini yerine getirebilmesini sağlayamaz.
  3. Günde 10.000 IU'ya kadar dozlar ve dolaşımda 100 ng/ml düzeyinde 25(OH) D olması insan fizyolojisi için normaldir, zehirli olarak nitelendirilmemelidir.
  4. D vitamini araştırmalarında insan fizyolojisine uygun dozlar ve doz aralıkları kullanılmalıdır.
Bu videoyu izledikten sonra ana akım tıp tarafından neden günlük 400 IU D vitamini dozu tavsiye edildiğini ve D vitamini tahlillerindeki referans aralıklarında 20 ng/ml üzerinin nasıl yeterli görüldüğünü çok iyi anladık. Bunlar son yıllara kadar, D vitamininin tek işlevinin kemik sağlığını korumak olduğu biliniyorken tavsiye edilen doz ve seviye. Oysa son yıllarda yapılan çalışmalar D vitamininin ne kadar önemli olduğunu, bağışıklık sistemini güçlendirmekten çok önemli hastalıkları önlemeye kadar pek çok işlevi olduğunu ortaya koydu. Bu işlevlerini yerine getirebilmesi için 100 ng/ml düzeyinde bulunması, bu düzeye gelebilmesi için ise günde 400 IU'dan çok daha yüksek dozlarda takviye edilmesi gerekiyor. Bu konuda yeni bilimsel bulgulara dikkat çeken ve ülkede adeta D vitamini devrimi yapılmasını sağlayan Prof. Dr. Canan Karatay ve rahmetli Prof. Dr. Ahmet Aydın'ın öncü ve ezber bozan çalışmaları için kendisine büyük hayranlık ve şükran duyduğumuzu da belirterek bitirelim.

Özet çeviri: Nurçin Çağlar, Sağlıklı Yaşıyoruz

Kaynak:
 
Daha az yeme alışkanlığı kazanmanıza yardım edecek 9 öneri

Az Yemek kilo vermek gibi bir hedef belirlemek ve bunu adımlar hâlinde uygulamaya koymak farklı şeylerdir.
Sağlıklı yemek konusuna gelince, bu her zaman kolay olmuyor. Neden? Çünkü neden ve ne kadar yediğimiz bir çok faktörden etkileniyor: yemek yediğimiz yer (ev veya bir davet), ne kadar yemeğin servis edildiği (evde kendi belirlediğiniz bir miktar veya restaurantta bol çeşitli bir yemek), ne kadar aç olduğumuz ya da duygusal durumumuz. Başka faktörlerin de dahil edilebileceği bu liste uzayıp, gidiyor.

İyi haberse bu faktörlerin çoğunu kontrol edebilirsiniz. Yapmanız gereken bunları zihninizde öncelikli yapıp, alışkanlığa dönüşmesini sağlamak. Aşağıda daha az yeme alışkanlığı kazanmanıza yardım edecek 9 öneri var. Bu öneriler hem sizi çok zorlamayacak, hem de zamanla kilo vermenize yardım edecek.

1. Her Isırıktan Tat Alın
Çiçekleri koklamak için zaman ayırıyor musunuz? Aynı şeyi yemekleriniz ve atıştırmalıklarınız için de denemeye ne dersiniz? Bazen yavaşlayıp, etrafınızdaki dünyanın tadını çıkarmanın birçok yararı vardır. Bu tavsiye yiyecekler için de geçerli. Her ısırığa odaklanıp, yenilenlerden tat almak daha az yemenizi sağlar. Böylece daha az kalori almış olursunuz. Daha rahat bir hızda, daha çok çiğneyerek yediğiniz yemek daha huzurlu bir yemek anlamına gelir. Ne zaman durmanız gerektiğinin de farkında olursunuz. Böylece mide veya bağırsak sorunları da en aza iner. Bunun için biraz pratiğe ihtiyaç var. Zorlayıcı ve meşgul hayatımız bazen bizi hazırlıksız yakalayabilir. Bu alışkanlığı kazanmak için bilinçli bir şekilde efor harcamaya ihtiyacımız var.

Bunun için zamanı hesaplayabilirsiniz. Şu anda yemeğinizi ne kadar hızlı yiyorsunuz ölçün. Bazen 5 dakika kadar kısa olduğunu göreceksiniz. Sonra bu süreyi en az 20 dakikaya çıkarmaya çalışın.

2. Daha Küçük Tabaklar, Kâseler Kullanın
Araştırmalar büyük tabaklar kullanıldığında daha fazla yemek yenildiğini ortaya koyuyor. American Journal of Preventive Medicine’de yayımlanan bir çalışmada, deneklere farklı boyutlarda kaşık ve kâseler verilmiş ve onlardan kendilerine dondurma koymaları istenmiş. Büyük kâselere sahip denekler kendilerine %31 daha fazla dondurma koyarken, büyük kaşıklara sahip olanlar %14.5 daha fazla dondurma koymuş. Büyük tabaklar şık görünse de, onları özel zamanlar için saklayın. Çünkü büyük tabakları ister istemez doldurmak isteyeceksiniz.

3. Yemeği Porsiyonlar Hâlinde Hazırlayın
Ne kadar sıklıkla atıştırıyorsunuz? Eğer ölçmezseniz, ne kadar yediğinizi nasıl bileceksiniz? Bu yüzden hiçbir zaman bir tabağa koymadan bir şeyler yemeyin. Bir kutu veya çantadan direkt yemeye başladığınızda, fazla kaçırmanız yüksek bir olasılık.

4. Zayıflıklarınızı Bilin
Hepimizin bazı zaafları var. Dayanamadığımız yiyecekler var. Başladığımızda kendimizi durduramadığımız yiyecekler var. Aç olmadığımızda bile tatmadan duramayacağımız yiyecekler var. Sizin için iyi olan, o yiyeceklere dokunmamak, ama bunu yapmamak için farkında olmanız gerekiyor. Bu yüzden hangi yiyeceklere karşı zaafınız olduğunu düşünün. Bunları bildiğinizde kendinizi durdurmayı da başarabilir, bilinçsizce yemekten kurtulabilirsiniz.

5. Yiyecek Günlüğü Tutun

Bir yiyecek günlüğü tutmak en iyi kilo verme aracı olabilir. Birçok araştıma bunu onaylamış durumda. American Journal of Preventive Medicine dergisinde yayımlanan bir araştırma yiyecek günlüğü tutan kişilerin 2 kat kilo verdiğini gösteriyor. Yazdığınız için yiyecek tercihleriniz konusunda daha bilinçli olacaksınız. Ne yiyip, ne yemeyeceğinize daha sağlıklı karar vereceksiniz.

Eğer yiyecek günlüğü tutmaya başlamadıysanız, şimdi tam zamanı. Gün boyunca yediklerinizi not alın. Yiyeceklerin kalorilerini de yazmaya çalışın. Emin olun, küçük bir liste bile büyük fark yaratacaktır.

6. Farklı Gıdaların Dağılımını Doğru Yapın
Evde veya restaurantta yediğimiz yemeklerin genelde oranlaması pek doğru olmuyor: Fazlaca et ve karbonhidrat, az miktarda sebze. Eğer sadece süs olsun diye sebzeleri tabağa koyuyorsanız, muhtemelen fazla kalori tüketiyorsunuz.

Bir tabağın yarısını sebzeyle, bir çeyreğini de proteinli yiyeceklerle doldurmaya çalışın. Kalanı da tam tahıllı gıdalara ayrılmış olsun. Böylece daha fazla lif, mineral ve vitamin alacaksınız.

7. Proteini İhmal Etmeyin
Araştırmalar proteinin yiyecek alımı ve iştah düzenlemeden önemli bir rolü olduğunu gösteriyor. Protein tokluk hissini artırıyor, çünkü sindirimi daha uzun sürüyor. Öğünlerde proteini atlarsanız açlık zili daha çabuk çalıyor. Daha fazla yeme ihtiyacı hissediyorsunuz. Fasulye, yumurta, beyaz et ve süt ürünlerini düzenli şekilde tüketmeye çalışın.

8. Kahvaltı Yapın
Anneniz kahvaltının en önemli öğün olduğunu söylerken haklıydı. Araştırmalar kahvaltı yapanların daha az kilo aldıklarını ve gün boyunca daha az kalori tükettiklerini gösteriyor. Bunun sebebi de, kahvaltının gün boyunca daha fazla tokluk hissi vermesi.
Alıntı:
Prof. Dr. Erkan Topuz
 
BUNLARI BİLİYOR MUSUNUZ?

-Vücudumuzda gerçekleşen sindirim işlevlerinin %70'den daha fazlası faydalı bakteriler tarafından gerçekleştirilir.

-Faydalı Bakterilere probiyotik denilir. (Örnek; Kefir mayası bir çeşit probiyotiktir. Yoğurt mayası başka bir çeşit probiyotiktir, Sirke mayası ayrı bir çeşit probiyotiktir.)

-Her besin maddesinin probiyotiği farklıdır. Bir sindirim işlevinin gerçekleşebilmesi için vücudumuzun onlarca çeşit faydalı bakteriye ihtiyacı vardır.

-Bir metabolizma faaliyetinin tamamlanabilmesi için yüzlerce, binlerce çeşit Faydalı Bakteriye gereksinim vardır.

-Faydalı Bakteriler; Saç kökleri, kaşlar, burun kanalı, göz çukuru, ağız, yutak, mide, bağırsaklar, mesane yolu, karaciğer, akciğer ve eklem aralarında bulunurlar.

-Tükettiğimiz bir besin maddesinin probiyotiği vücutta bulunmuyorsa besin maddesi ön işlemden geçmezse dışkı yoluyla atılır, bir ön işlemden geçerse vücutta biriktirilir KİLO sorununa neden olur.

-Ön işlemden geçmiş metabolizmaya katılamamış besinler karaciğerde basit bir ön işlemden geçirilip vücutta biriktirilir. Birikme OBEZİTE, ALERJİ gibi sorunların ortaya çıkmasına neden olur.

-Besinlerin raf ömürlerini uzatmak için besin maddelerine katılan kimyasallar besin üzerinde bakteri oluşumunu engellediği gibi besinlerle birlikte vücuda alındığında sindirim sisteminde bulunan faydalı bakterileri (probiyotikleri) de yok eder.

-Sodyum Benzoat, Mono Sodyumglukomat, Aspartam, Fruktoz mısır şurubu, Trans yağlar, Gıda Boyaları, Sodyum Sülfit, Sodyum Nitrat, Sodyum Nitrit, BHA; BHT, Sülfür Dioksit, Potasyum Beromat en bilinen kimyasal koruyuculardır.

-Endüstri, zararlı kimyasalları gözden kaçırmak için E kodları kullanmaktadır. E101, E102, E104, ...... E211 gibi yüzlerce kimyasal madde vücudumuzdaki probiyotikleri öldürür ya da MUTASYONA uğratır.

-Ortak yaşamın bir parçası olan probiyotikler olmazsa metabolizma faaliyetleri tamamlanamaz. Metabolizma tamamlanamadığında OBEZİTE, ALLERJİK RAHATSIZLIKLAR, SALGI SİSTEMİ RAHATSIZLIKLARI ortaya çıkar

-700C ve üzeri ısı işlemini uygulanması durumunda besinlerin yapısında bulunan enzimler ve vitaminlerin yapısı bozulur. 700C ve üzerinde işlem görmüş bir besinden yalnızca mineral ve enerji yönünden fayda sağlanabilir.

-İnsan vücudunda ortalama 3.200 civarı ensim bulunması gerekirken bu sayı bizlerde 600 civarında bulunmaktadır.

-İnsanlar enzim ve vitamin ihtiyaçlarını ancak çiğ olarak tükettikleri besinlerden sağlayabilirler.

-Kilo vermek için diyet yapmak intihardır.

-Diyet yapıldığında bazı bakterilerin beslenmesi engellenmiş olur. Aç kalan bakteriler ya ölürler, ya diğer bakterilere ya da vücut hücrelerine saldırırlar.

-Salgı sistemini aktifleştirecek enzimler o organlara sağlanmazsa salgı sistemlerine bağlı rahatsızlıklar ortaya çıkar. Eğer salgı sistemlerinden bir tanesi çökerse çöken sistemin etkileşimde bulunduğu diğer sistemler de çöker.

- Antibiyotikler, besinlerin raf ömrünü uzatan kimyasallar, sebze ve meyveler üzerinde bulunan ilaç kalıntıları sindirim sisteminde bulunan bakterileri öldürmezlerse MUTASYONA uğratırlar.

-Mutasyona uğramış bakteriler vücudun tanımlayamadığı bakteriler olduğundan onlara karşı mücadele vermek zorlaşır. Bağışıklık sistemi aciz kalır, bu durum vücudun zayıflamasına, hastalıklara açık hale gelmesine neden olur.

-Vücuda yabancı olan kimyasallar vücut hücrelerini mutasyona uğratırsa, kendi hücremiz vücudumuza yabancılaşır KANSER'e neden olur. Kanser hücresi de bir vücut hücresidir. Mutasyona uğradığı için metabolizma faaliyetleri farklılaşıp vücuda zarar verir. Diğer hücreler o hücreyi çembere aldıkları için kist oluşur.

-Kanser Hastalığının çözümü kanserli hücreyi çepeçevre sarmış olan hücrelerin iyi beslenmesiyle mümkündür. İmmünoterapi ile bu yapılmaktadır. Geçtiğimiz yıl İngiliz Bilim İnsanları immünoterapinin kanser tedavisinde %58 başarıyla %3'lük başarısı olan kemoterapiye alternatif olacağını ortaya koymuşlardır.

-İmmünoterapi bağışıklık sisteminin güçlendirilmesi ile sağlanan bir tedavi yöntemi.

-İmmün sistem ( Bağışıklık sistemi)ni güçlendirmek için bağırsak florasını (faydalı bakteriler) zenginleştirmek gerekir.

-İmmün sistemi güçlendirmek için salatalarda tüketilen besin çeşidinin arttırılması gerekir. Fermante gıdaların tüketilmesi gerekir, şeker ve şeker ürünlerinden uzak durulmalıdır.

-Bal ve şeker farklı besinlerdir.

-Besinler bütün olarak tüketilmelidir.

-Organik ürünler tüketilmelidir.

Bağırsak florasını zenginleştirecek, metabolizmayı verimli hale getirecek, bağışıklık sistemini güçlendirecek, vücut direncini arttıracak tek ürün SİMBİYOTİKTİR.

-SİMBİYOTİK probiyotikler ve prebiyotiklerden oluşan bir gıda takviyesidir.

-Probiyotikler; Faydalı bakteriler

-Prebiyotikler; besin içerisinde bulunan cansız kısım, vitamin, mineral ve enzimlerdir.

Mustafa KOCA

Kimdir?

1955 Yılında Mersin, Musalı Köyü'nde doğdum. ODTÜ Kimya Mühendisliği Fakültesinden mezunum. Tarımda ve Gıdada kullanılan Kansere neden olan Kimyasallara şiddetle karşıyım... Çocuklarda Zihinsel Gelişimin yapılandırılmasını anlatan KELEBEK TERBİYECİSİ ve tarım uygulamaları ile kanser arasındaki ilişkiyi anlatan TOPRAĞIN ÖLÜM ÇIĞLIĞI isimli yayınlanmış iki tane kitabım var... Yerel Gazetelerde KANSERLE ilgili çok sayıda makalem yayınlandı...
Email:
 
'BUNDAN DAHA İYİ AĞRI KESİCİ YOK'

Prof. Dr. Canan Karatay, şeker hastalığının bilindiğinin ötesinde genetik olmadığını ve sebebinin çevresel faktörler olduğunu ifade etti. Karatay, Ereğli Belediyesi’nin organizasyonu ile Ereğli Belediyesi Kültür Merkezinde ‘Sağlıklı Beslenme ve Hareketli Yaşam Programı’ kapsamında bir konferans verdi.

Ereğli’nin kara havuç, koyun yoğurdu gibi son derece önemli yerel tatları olduğunu ve bunların doğal birer hastalık savaşçısı olduğunu ifade eden Prof. Dr. Canan Karatay, insanların hastalanmadan önce önlem almaları gerektiğinin altını çizdi. Ereğli halkına önemli mesajlar veren Karatay, konferansında Mısır şurubu şekerinin kullanılan çay şekerinden 7 kat daha büyük toksit içerdiğini ifade ederek, “Yani bütün tatlandırıcılar, çocuklarımızın içtiği gazlı şekerli içecekler, insulin olan meyve şekerini yani fruktozu hemen karaciğere gönderiyor. Çünkü insan vücudu meyve şekeri dediğimiz fruktoz şekerini enerji olarak kullanamaz. Çok toksit olduğu için derhal yağ olarak karaciğere gider ve karaciğeri yağlandırır” şeklinde konuştu.


TAM BUĞDAY EKMEK DE ŞEKER...
Tam buğday ekmeğinin de şeker olduğunu aktaran Prof. Dr. Karatay, “Tam buğday ekmeğinin de hakikaten kan şekerini çok fazla yükselttiği Kardiyolog William Davis tarafından söylenmiştir. Kepekli de olsa tam buğday ekmeğinin gliserin endeksi çok yüksektir. Bir patatesin gliserin indeksi kadar kan şekerini çok fazla yükseltir. Genç ve ortaya çıkan hastalıkların temelinde aşırı şeker, ekmek tüketimi ve hareketsizlik yatmaktadır. Bu olay bu kadar basit. Herkes bisiklete ulaşamaz ama yol yürüyün. Asansöre binmeyeceğiz ve yol yürüyeceğiz. Şeker hastalığı genetik değildir. Tamamen yanlış beslenme ve yanlış yaşam biçiminden kaynaklanan çevresel bir faktördür. İleri yaşlarda çıkan bu hastalık genetik olmamakla beraber önlenebilir. Bunu önlemek ve önünü alabilmek bizim elimizdedir” diye konuştu.


KAN ŞEKERİNİZE BAKIN...
1980’lerde ve 1990’larda birdenbire tüm dünyada aynı zamanda obezitenin mantar gibi patladığını belirten Karatay, “Aşırı kilo, Ereğli nüfusunun üçte biri obez gibi şeyle ortaya çıktı. Aşırı kilo, obez o kadar önemli değil. Önemli olan bel çevresinin genişlemesi, sizin rahatsız ve hasta olduğunuzu gösteriyor. Bu yeterlidir. Gidip vücut kitle endeksi ölçme gibi yöntemlere gerek yok. Bunlara artık tıpta insulin yüksekliği hastalıkları deniliyor. Açlık kan şekeri sizi aldatmasın. Bir şey yedikten sonra kan şekerinize bakın ve çok yükseliyorsa artık onu yemeyin, hiçbir şeyiniz kalmaz” ifadelerini kullandı.

EN İYİ AĞRI KESİCİ...
Karatay ayrıca Zeytinyağında aktif olarak bulunan 'olecanthal' maddesinin de ağrı giderici olduğuna vurgu yaparak, " Ağrı ve sızı başlatan enzimleri inhibe eder, inflamasyonu önler. Ağrı kesici ilaçlar kullanmak yerine zeytinyağı ile ağrıları önleyebilirsiniz" dedi.

Kaynak: yuzdeyuzhaber
 
Prof.Dr.ERKAN TOPUZ, NASIL KANSER OLUNUR?

"Gerçekleri açıklarsam Türkiye sarsılır" diyen Prof. Topuz, öyle şeyler söyledi ki; göz göre kanser oluyoruz...
'Gerçekleri anlatırsam Türkiye sarsılır'

Prof. Dr. Erkan Topuz, yine herkesi ekran başına kilitleyen açıklamalar yaptı...

Esra Ceyhan'ın Kanal D'deki programına konuk olan İ.Ü. Onkoloji Enstitüsü Direktörü Prof. Dr. Erkan Topuz, yine herkesi ekran başına kilitleyen açıklamalar yaptı.

Topuz, kanserle mücadelenin anne karnında başladığına dikkat çekerek hamile kadınların ve bebek sahibi insanların evde dikkat etmeleri gereken noktaları anlattı.

Erkan Topuz, bulaşık deterjanlarından, halıların temizliğine kadar çok önemli ayrıntılardan bahsetti. "Benim mücadelem bu yaştan sonra halkımızı kanserden korumaktır. Kanser tedavisi sonra geliyor. Bir korunma bin tedaviden evladır. Bunları ilk defa duyuyorsunuz ama gerçek bunlar. Ben bunları kendimi bu işe adadığım için anlatıyorum. Bu anlattıklarımı Türkiye ilk defa duyuyor. Belki dünyada da çok az duyan vardır" diyen Prof. Dr. Erkan Topuz, herkesi şaşırtan açıklamalar yaptı.

"Ben gerçekleri anlatıyorum. Ama çok fazla anlatmıyorum çünkü her şey sarsılabilir Türkiye'de" diyen Topuz'un sarsıcı açıklamaları şöyle:

-Evde sokakta giydiğimiz ayakkabılarla dolaşmamalılar. Eğer evde ayakkabı ile geziyorsak dışarıdan geldiğimiz ayakkabıları çıkartıp başka bir ayakkabı giymeliler. Çünkü dışarıdan giydiğimiz ayakkabı ile eve soktuğumuz pestisitler kanserin en önemli sebeplerinden bir tanesidir. (Pestisit: Tarım ürünleri, kimyasallar, egzozdan çıkan gazlar vs)

-Kanserle mücadele anne karnında başlıyor. Anne adayları aşırı miktarda vitamin almaktan kaçınsınlar. Çünkü bilinçsizce alınınca vitaminin içindeki kobalt, bazı aşırı miktarda minareller... Doktor bir tane yut diyordur ama çocuk gelişsin diye bir kaç tane yutuyorlar. Bu çocukta birikime sebep olabilir ve kansere neden olabilir.

-Gökkuşağının 7 rengini, ne buluyorlarsa, hepsinden günde en azından 3-5 tane yesinler. Her bir renkte bir şeyler var.

-Kırmızı et alsınlar gebeler haftada 2 kere. Özellikle balıkla beslensinler. Sağlıklı bir insanın kansere yakalanmaması için, bebeğin daha anne rahmindeyken vücudunun direncinin artması ve zehirleri alarak bağışıklık sisteminin bozulmaması lazım.

-En tehlikeli yer halıdır. Halı bütün pestisitleri tutar. Bu nedenle halıların temizliğine dikkat ediniz. Kesinlikle deterjanla temizlemeyin. Sirkeli su ile silin.

-Deterjan kullanınca muhakkak eldiven kullanın. Plastik eldiven kullanmayın, içine izci eldiveni giyin. Çünkü deterjanlar alerjiktir ve ufak dozlarda alındığı takdirde kronik olarak kanserojendir. (İzci eldiveni: Pamuk eldiven)

-Bulaşık makinasında kullandığınız deterjan da petrol ürünüdür, kanserojendir. Ne kadar yıkarsa yıkansın kalıntılar kalabilir. Eğer sağlığınızı düşünüyorsanız çıkardığınız bulaşıkları sirkeli suyla ya da limonlu suyla silin.

-Her türlü deterjandan kaçınız. Devamlı olarak zeytinyağı ve defne sabununu seçiniz. Ellerinizi, vücudunuzu hakiki zeytinyağ, defne veya fıstık yağından yapılan hakiki sabunlar da seçilebilir. Bunları örnek olarak söylüyorum. Deterjandan kaçıyoruz ve çok aşırı miktarda suyla duruluyoruz.

-Beyaz olan her türlü iç çamaşırınızı muhakkak yeni aldığınızda en az 2 kere kaynatınız. Çünkü bunlar beyazlatılmak için kanserojen maddelerle yıkanıyor.

-Oda spreyleri doğrudan doğruya petrol menşeli. Zehiri soluyorsunuz. Akciğerinize geçiyor ve dolaylı olarak bağışıklık sisteminizi bozuyor.

-Sebzeleri mevsiminde dondurup saklamakta fayda var. Yalnız bir kez çözülünce onu muhakkak pişirin. Mikro dalgada bir kere ısıtın. Ateşte ısıttıklarımızda ise bir kere ısıtınız. Çünkü bir dahaki sefere değeri ölür. DNA'yı bozar. DNA kırılması da kanserojene yol açar.

-Radyasyon kronik olarak kansere en çok yaklaştıran faktörlerden biridir. Televizyondan çok uzak duralım.

-Çocuklarınıza haftada 2 kez balık çorbası içirin ama içine zerdeçal koymak suretiyle. Soğan, sarımsak ve o mevsimin sebzesiyle yapmalısız. Çocuk anne karnındayken bu terbiyeyi almaya başlamalı.

-Gebeler haftada 1 kilo balık tüketmeli. Bu miktarın üzerinde balık tüketilmesine karşıyız. Çünkü en steril balıkta bile az civarda civa vardır. Bu balıklar dip balıkları olmamalı. Somon veya yüzey balığı, Akdeniz, Ege balığı olmalı. Marmara'nın dip balıklarını lütfen tüketmeyiniz.

-Kanola yağı kızartma için en uygun yağdır. Onun dışında birinci seçeneğimiz zeytinyağdır. Memleketimizin iftihar edebileceği yağdır. Fındıkyağı da tercih edilebilir.

-Çocuklarımız fastfood türü yiyecekleri 15 günde bir yiyebilirler. Ama haftada 3 kez yedikleri takdirde beyin tümörlerinde, lenfomalarda ve lösemilerde 3 kat artış gözükecektir. Çocuklarımıza arada bir verebiliriz. Ama dışarıdaki yiyeceklerin nasıl kızartıldığını bilmiyorsunuz. Ona göre hareket edin.

-Çocuklara meyve ve yoğurdu bol yedirelim. Ancak yoğurdu prebiyotik ve ev yoğurdu olarak kullanalım. Yoğurdunuzu evde yapın. Peynir ve çökelek fazla miktarda yiyin. Keçi peyniri çok faydalıdır.

-Çocuklarımızı beyaz un, beyaz şeker ve tuzdan koruyalım.

-Belki tuzcular üzülecekler ama Konya'ya akan kanalizasyonlar ve kirletici sularla, Türkiye'nin en büyük tuzunu karşılayan Tuz Gölü'müz maalesef torbaların içinde çok iyi steril edilmedikleri takdirde bize kanseri ufak ufak taşıyorlar. Bu nedenle kaya tuzunu tercih edin. Yani turşu kurduğunuz tuzu çekin ve çok az miktarda kullanın. Çünkü tuz da kanserojendir.

-Amerika'daki çocukların tombul olmasının sebebi her şeye şeker katmalarıdır. Ucuz beslenmedir.

-En faydalı gıdalardan birisi cevizdir. Daha sonra fındık ve bademdir. Ayçiçeği açık alın. İşlemden geçmemiş olacak, kavurup yiyebilirsiniz. Ama fındık, ceviz gibi yiyecekleri kabuklu alın. Çünkü içine böceklenmesin diye ilaç sıkılmaktadır. Sonsuz faydaları olan yiyeceklerdir. Günde bir avuç muhakkak tüketiniz.

-Elma dünyanın en faydalı gıdalarından birisidir.

-Plastik, bakır, alüminyum kap kullanılmamalı. Porselen, cam ve çelik kullanın. Meyveleri de bu tür kaplarda yıkayın. Bunların içine litresine göre 9-10 çorba kaşığı elma sirkesi atın. Aşağı yukarı yarım saat bekletin. Sonra tekrar yıkamayın. Tekrar mikrop alır.

-Meyvelerin üzerine parlak görünmesi için mum sürülüyor. Bunları hakiki zeytinyağlı sabundan geçirdikten sonra elma sirkeli sudan geçirin. Ya da elma sirkesi ile ovun. Meyveyi kabuğuyla tüketin eğer sterilse.

-Lahana, marul gibi yiyeceklerin ilk dört kabuğunu çöpe atın. İstediğiniz kadar yıkayın bunların üzerindeki pestisitleri temizleyemezsiniz. Çaresi yok.

-3 ayda bir suyunuzu değiştirin. Çok muhteşem sularımız var ama ne olursa olsun tabiatı rezil ediyoruz. Satın aldığımız sularda az miktarda da olsa kanserojen dozlar karışabilir. Bunlar kontrollü sular ama 3 ayda bir değiştirmek gerekiyor.

-Plastik her yerde zehir. Plastik bardaklar, kaplar, plastik herhangi bir şey... Ben ona girmiyorum bu lafı söylersem yer yerinden oynar. Bu plastikler ev yapımına girdiler. Doğrudan doğruya inşaat malzemesi olarak kullanıyorlar. Çok bilinçli olun, çok iyi markalar kullanın. Bunları söylemem demek Türk ekonomisiyle oynamam demek. Ben insanlara kendimi adadım, onun için kimseden korkmuyorum açık açık söylüyorum.

-Meyva suyu yerine posasıyla tüketin. Biz kanserli hastalara suyunu veriyoruz. Meyve suyuna geçmeyen çok madde posada kalıyor. Bu şekilde kolon ve miğde kanserinden korunmuş oluyorsunuz.

-Bakır, özellikle beyin tümörlerinde ön plana çıkıyor. Çok iyi kalaylı olursa bu etki azalıyor. Ama kulağınıza bakır küpe bile takmayın.

-Çocuklarımızı yeşil plastik sahalarda oynatmayınız. Plastik çimenler sentetiktir ve kanserojen madde alabilirler.

-Havuzların iyi temizlenmesine dikkat ediniz. Ozonla temizlemek en fazladır. Aşırı klorluysa yine kansere hazırlık yapıyorsunuz spor yerine.

-Bütün beyazlatıcılardan kaçınız. Çocuklarımızın kullandığı o pırıl pırıl bembeyaz defterler klorla temizleniyorlar. Bunlarla temizlenmemiş defter kullansınlar. Kullandıkları boyalarda da kanserojen etkisi vardır.

KANSER DALGA DALGA GELİYOR

Prof. Dr. Erkan Topuz, verdiği şu çarpıcı bilgi ise kanserin boyutlarını açıkça ortaya koymaktaydı: "Kanser dalga dalga geliyor. 2020 yılında 20 milyon insan kansere yakalanacak. Ama eğer bunları yaparsak belki bunu 15 milyona indirebiliriz. O yüzden gözümüzü açalım. Bu iş çocukluktan başlıyor. Çocuklarımıza bu terbiyeyi vermek zorundayız. Ailedeki çocuk annesini taklit eder. Anne ne yiyorsa çocuk da onu yer."

Erkan Topuz, yaptığı açıklamalar nedeniyle bir takım sektörleri zor duruma soktuğu eleştirileri için ise, "Benim için insan sağlığı birinci plandadır. Ekonomi ikinci plandadır. Bir insanın kanser olması durumunda devlete ve millete verdiği zarar milyarlarca dolardır. O yüzden dikkatli olduğunuz takdirde ekonomiye de katkınız olur. Aslında ben bunları anlatarak Türkiye'nin ekonomisini de kurtarıyorum farkında değiller" diye konuştu.

Kaynak,Kanal"D"yayınından.
-------------
KANSER ÇIĞ GİBİ GELİYOR!
İstanbul Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü Direktörü Prof. Dr. Erkan Topuz'dan şok açıklamalar...
Kanser ilk sırada yer alacak!
Hergün kanser ile ilgili yeni birşey okuyoruz, yeni birşey duyuyoruz. Bir gazete domatesin bilmemne kanserine iyi geldiğini yazıyor, bir başka gazete ise fındığın bilmemne kanserini tedavi edici özelliğinden bahsediyor. Kafamız karışıyor, neye inanacağımızı şaşırıyoruz.

Sürekli ünlülerin, başarılı isimlerin kanser ile mücadelesini okuyor, onlar bile bu kadar refaha, kontrole, dikkate rağmen yakalandıysa bizim hiç şansımız yok diye dertleniyoruz. Etrafımızda sürekli birilerinin kansere yakalandığını öğreniyor ve korkuyoruz!

Peki ne yapmalıyız? Ne yapmamalıyız? Nasıl korunmalıyız?
Türkiye'de kanserle mücadele denilince akla ilk gelen isimlerden İstanbul Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü Direktörü Prof. Dr. Erkan Topuz'a sordum. Anlattıkları, öğrettikleri nedeniyle kaç gündür kendime gelemedim. Ve inanın onunla konuştuktan sonra herşeyi değilse de, hayatımdaki birçok şeyi değiştirdim!

Etrafımızda, yakın çevremizde, ünlüler arasında sürekli yeni birilerinin kanser olduğu haberini alıyoruz. Hem de çok erken yaşlarda da kansere yakalanıldığını görüyoruz artık. Bu artış devam edecek mi, nereye kadar edecek, kanser gerçekten de o çok klişe deyimle çağın vebası mı olacak?

2020 yılında 20 milyon kişi kansere yakalanacak. Kardiyovasküler hastalıklardan sonra kanser ikinci sıradaydı, ama önümüzdeki yıllarda kanser birinci sıraya geçecek. Geçiyor! Belki üç beş sene sonra birinci sırada olacak.

Peki artış nedeni ne?
Kanserin artış sebeplerinin en önemlisi, çevre kirliliği, aldığımız gıdalar, çevre kirliliği ile beraber ozon tabakasının delinmesi. Yalnız çevre kirliliği dediğimiz zaman herşey giriyor içine… Kanser esasında anne karnında başlıyor.

Nasıl yani?
Hatta anne karnından da önce. Endüstri yakıtlarıyla ve alkol ile çalışan fabrikalarda çalışan babaların spermlerinde bozukluk meydana geliyor. Ve onların çocuklarında kanser riski 6 kat artmış oluyor. Çocuk anne karnına düştükten sonra annenin kendisi sigara içmese bile çevreden aldığı duman bile, egzosdan çıkan duman bile anne karnındaki bebeği etkiliyor. Yapılan çalışmalar göstermiş ki doğmamış çocukların amniyo sıvısında, bebek anne karnında o sıvının içinde yüzer ya, bol miktarda pestisit bulunmuş.

Pestisit ne demek?
Deterjan artıkları, fabrika artıkları, etrafa sıkılan böcek ilaçları artıkları, inorganik gübreler, plastik artıkları, bunların hepsi pestisit. Yani insanlar tarafından üretilmiş zehirlere pestisit deniliyor. Yani kanser yapan maddeler!

İşte bu pestisitler amniyo sıvısında bulunmuş ve dahası bu pestisitler çocuk doğduktan sonra anne sütünde de bulunmuş. Normalde plasenta korur ama korumasına rağmen plasenta üzerinde de aşağı yukarı 280 üzerinde toksik maddenin geçtiği gözlenmiş anneden bebeğe.

Yeni doğan çocuğun kanında ise 230 tane endüstriyel kimyasal madde bulunmuş, bunun da yüzde 80'i kanserojen çıkmış.

Anne sigara dumanından bile etkileniyor yani, bırak içmeyi! Hamileyken alkol alması, inorganik beslenmesi, deterjanların toksitesi, mesela çamaşır makinasında kullandığı deterjanlar, bulaşık makinasında kullandığı deterjanlar, kullandığı plastik kaplar hep bebeği etkileyen faktörler.

Annelerin bir kere bile basit bir akciğer filmi çektirmesi çocuğun lösemi riskini 2 katına çıkarıyor.

Anneler eğer 8 hafta boyunca çok sıkı bir şekilde organik beslenirlerse çocuğun kanser olması konusunda bunun tamamen önleyici olduğu iddia ediliyor.

Hangi 8 hafta?
Hamilelikteki herhangi bir 8 hafta. Çocuk çünkü gelişmeye devam ediyor.

Şimdi bir de bu organik yiyecek modası çıktı. Neden organik yiyecekler? Marketten aldığımızdan farkı ne organik yiyeceklerin?

Pikeatanol denilen kansere saldıran maddeler var organik yiyeceklerde. Organik yiyecekler ilaçlanmadıkları için mantarlar ve bitki haşerelerine karşı kendileri bir madde üretip öyle yenmeye çalışıyorlar. İşte bu maddeyi aldığımız zaman vücudun kanserle savaşmasını sağlamış oluyoruz. Çok önemli! Ötekilerde zaten böcek ilacı verdiğimiz için o mekanizma gelişmiyor. Zaten biz ona saldıran mantarı ve diğer bitki haşerelerini öldürüyoruz. O yüzden de o savaş maddesi olmuyor.

Peki çocuk doğduktan sonra onu kanserden korumak için nelere dikkat etmeli?
Çocuklarımız her an zehirin içinde yürüyorlar. Mesela o yeşil, yemyeşil çayırlarda, imrenerek baktığımız çayırlarda, tabii olmayan bizim yetiştirdiğimiz çayırlarda kimyasal ürünler vardır. Daha uzun süre yeşil kalsınlar ve içlerinde ayrık otları olmasın diye. O yüzden o çayırlar da kanserojen. Çocuk orada yuvarlanıyor, oynuyor, zıplıyor, eve geldiği zaman o kanserojen maddeleri de beraber getiriyor. Bunlara da dikkat etmeli. Yani çayır bile kanserojen.

O yüzden eski adetleri destekliyoruz. Eve gelindiğinde dışarıda giyilen ayakkabı mutlaka çıkarılmalı. Çünkü bu dışarıdan gelen kanserojen maddelerin bütün eve dağılmasına neden oluyor. Zaten o maddeleri en çok tutan da halılar!

Peki çocukların beslenmesi?
Çocuk annenin aldığı gıdayı alır. Yani annenin çok akıllıca beslenmesi lazım. Çocuklarımızı fast fuddan korumalıyız. Özellikle yoğurt kültürü vermeliyiz. Gökkuşağının bütün renklerindeki yiyeceklerden faydalandırmalıyız çocukları. Balık yemelililer, civasız balık ama. Fast fud haftada üç kereden fazla verildiğinde lenfoma, beyin tümörü 3 kat fazla oluyor. O yüzden tavsiyem haftada bir, hatta 15 günde bir fast food yemesi çocukların. Kırmızı etten büyüme çağında haftada iki kere yiyebilirler. Asıl balık yemeliler. Beyaz et terbiyesi vermek lazım çocuklara.

Hormonlu gıdalardan uzak durmalı, aksi takdirde biliyorsunuz kızlar çok erken adet görüyor, 8 - 9 yaşında adet gören kızlar var. Bu çok tehlikeli bir olay! Meme kanserine yol açabilen bir olay! Erken adet görmek, geç menapoz kadınlar için meme kanserinin en önemli nedenlerinden biri.

Bire beş yeşil yemek lazım, bol spor yaptırmak lazım çocuklarımıza. Çünkü gelecek nesilde o kadar çok kanser olacak ki belki böylelikle riski biraz azaltabiliriz. 20 sene sonra çok daha erken kanserlere rastlayacağız.

Epigonom denilen bir madde var vücutta. Bu madde kanser geldiği zaman gene kapatma emri veriyor, gene 'Korun' diyor. Pestisitler anne babadaki epigenon maddesini yok ediyor. Epigenon olmadığı için de çocuklar kansere çok açık oluyorlar.

Annelerin özellikle petrol ürünlerinden kaçması gerekiyor. Herşey petrol ürününe giriyor, plastik, deterjan…O yüzden bazı ülkelerde petrole şeytanın dışkısı derler.

Yani o kadar zararlı…Şeytanın dışkısı denecek kadar zararlı…

Bir de radyasyon var. Kullandığımız teknolojik ürünlerin hemen hepsinde hem de…Ondan nasıl korunmalı?

Genellikle cep telefonları ile 30 saniyeden fazla konuşmayın diyoruz. En fazla bir dakika. Ya da kulaklık takın. 10 sene sonra beyin tümörleri iki katına çıkacak. Her ne kadar büyük telefon üreticileri tehlikeyi en aza indirdiklerini söylüyorsa da araştırmalar telefonların büyük radyasyon yaydığını ve beyin tümörlerinin iki katına çıkacağını gösteriyor. Televizyon en azından 5 metre ve ya 7 metre mesafeden seyretmemiz gereikor. Baz istasyonlarından 1 kilometre mesafede olmamız lazım.

Sadece insanlar mı etkileniyor bu radyasyondan, pestisitlerden? Tabii ki sadece insanları değil diğer memelileri de etkiliyor. Beyaz balinaların nesli tükenmek üzere, sebebi de dörtte birinin kolon kanserine yakalanmaları. Nedeni körfezağızlarındaki zehirli artıklardan etkilenmeleri. Örneğin Kaliforniya'da deniz aslanları iki sene önce ölü olarak sahile vurdular. Bunların yüzde 20 sinde genital kanser bulundu. Washington'daki bir nehirdeki balıklarda 16 cins kanser tespit edildi. Köpeklerde mesane kanseri son zamanlarda 6 kat arttı.

Yani durmadan dünyayı zehirliyoruz.
Ama kanser tedavisinde çok büyük ilerlemeler var, çok büyük paralar harcanıyor. 2025 yılında 300 milyar dolarlık kazanç sağlayacak ilaç firmaları. Bu kazancın yüzde 10'unu yüzde 20'sini çevre sağlığına harcamış olsalar kansere yakalanma oranı çok daha azalacak. Zaten 1990'a kadar hep kanseri yeneceğiz, ilaçları yok edeceğiz diye uğraşıyorduk. Fakat yok etmek bir yana kanser geliyor çığ gibi. Kansere tutulmak iş değil. En önemli laf şu 'Bir korunma bin tedaviden evladır'. Korunmak çok önemli. 1990'dan sonra korunmaya önem verme başladık. Kanserden korunmak çok önemli. Kanser milyonlarca dolar da devlete ekonomik yük getiriyor, hastaya yük getiriyor, aileye yük getiriyor.

Peki ne yapacağız. Büyükşehirlerde yaşıyoruz organik yiyecek bulma, egzosdan kaçma, radyasyondan korunma gibi şanslarımız yok. Ne kadar korunabiliriz ki?

Bu kansere yol açan faktörleri devlet yavaş yavaş kaldıracak kanunlarla…

Devleti bekleyene kadar…Biz kişisel olarak ne yapabiliriz, madem bir korunma bin tedaviden evla?

Balkonda kendine bir yer yapacak biberini yetiştireceksin, domatesini yetiştireceksin. Kendine ufak bir tarım bahçesi yapacaksın, çok güvendiğin tescilli olduğunu bildiğin organik gıdalardan yemeye çalışacaksın. Bol yeşil tüketeceksin, bol meyva yiyeceksin. Hiç değilse haftada bir iki gün yeşil bir yerde 5 - 6 saat yürüyeceksin. Kozmetiklerden kaçacaksın, bütün kullandığınız kozmetik şampuanlar, saç boyaları, cilt kremleri kanserojendir. Özellikle cilt kremlerine cildi gergin tutsun diye bakır konulur, o da kanserojendir ayrıca kanserin damarlanmasını da artırır.

Evdeki çamaşır makinasında doğal deterjan kullanacaksın, bulaşık makinasında bulaşığını yıkadıktan sonra muhakkak sirkeli veya limonlu suyla çalkalayıp öyle sofraya koyacaksın.

Eve ayakkabı ile girmeyeceksin. Halıları çok kuvvetli süpürgelerle temizleyeceksin. Evi devamlı havalandıracaksın. Evde plastik kap, alümünyüm kap kullanmayacaksın. Onun yerine porselen, çelik ya da cam kullanacaksın.

Genellikle zeytinyağı tüketeceksin. Zeytinyağı koruyucudur.Gökkuşağının tüm renklerindeki meyve ve sebzelerden hergün ufak parçalarda olsa muhakkak tüketeceksin.Yemeğe ete karşı bire oranında beş sebze atacaksın.

Temizlik yaparken fısfıslı ürünleri değil de kendin evde ürettiğin sirkeli ürünleri tercih edeceksin. Gümüş parlatırken, ocak silerken filan…Oda spreyi sıkınca odadan dışarı kaçacaksın. Koltuk altı spreyi kullanmayacaksın. Zeytinyağlı sabunlar veya defne sabunu kullanacaksın. Kafanı ya o sabunlarla ya da bebe şampuanıyla yıkayacaksın.

Çin mallarından kaçacaksın. Çin mallarında kanserojen madde, çok fazla! Gıdalarında, bütün plastik maddelerinde, oyuncaklarında, hatta üzerimize giydiğimiz ketenlerinde bile. Boyaları zehirli, kalitesiz ve kanserojen! O yüzden isim değiştirdiler şimdi, made in PRC yazıyor üzerinde artık. Made in China yazmıyor artık.

Sigara çok önemli, sigarada 4000'in üzerinde kanserojen madde var. Bir de kanseri iyice artıran bazı maddeler de var. Amonyak gibi, siyanür gibi, arsenik gibi örneğin…

Yani mücadeleni biraz da kendin yapacaksın. Devlet de kanunlarla kanserojen maddelerin kullanımını kontrol altına almalı, ama sen de yapacaksın!

Kansere neden olan endüstriyel kimyasal maddeler

Alüminyum ürünleri: Akciğer, idrar kesesi, yemek borusu, mide kanserleri

Ayakkabı sanayisinde kullanılan maddeler: Lösemi, sinüs tümörleri, idrar kesesi ve sindirim yolları kanserleri.

Kömür dumanları: Deri, Akciğer ve idrar kesesi kanserleri.

Kok kömürü ürünleri: Deri, akciğer ve böbrek

Demir tozları: Solunum yolları, lösemi, sindirim, cinsel organlar ve boşaltım organları

Boyalar: Akciğer, yemek borusu, mide, idrar kesesi.

Lastik endüstrisi: İdrar kesesi, lösemi, lenfoma, akciğer, böbrek yolları, sindirim yolları, deri, karaciğer, gırtlak, beyin.

Mobilyacılıkta kullanılan maddeler: Gırtlak ve sinüs kanserleri. İlaçlar:

Ağrı kesiciler: Böbrek ve idrar yolları

Östrojen: Meme, döl yatağı ve testis.

Doğum kontrol hapları: Karaciğer, döl yatağı

Bazı kanser tedavisinde kullanılan ilaçlar: Lösemi, idrar kesesi.

GAZETEPORT
 
HAVUÇ
Mart ayında çıkan Handbook of Functional Beverages and Human Health kitabında havuç suyu ile ilgili yayınlanan son bir çalışmada, tahmin edilebileceği gibi vitamin A çok bol miktarda bulunmaktadır. Resimdeki miktaralar 100 gramdaki değerlerdir.
Çalışmada 236 gram havuç suyu RDA'ya göre (Recommended Dietary Allowances);

pro-vitamin A karotenidlerin %250'sini
✔%33 vitamin C
✔%40 vitamin K
✔%20.7 vitamin E
✔%14.14 fosfor
✔%14.65 potasyum
✔%10'dan az protein, lif, kalsiyum, demir, çinko, tiamin (B1 vit.) ve riboflavin (B2 vit.) ihtiyacını sağlamaktadır.

✳Bağışıklık sisteminin gelişiminde çok etkili olduğu iddia edilen "beta karoten" karotenoidler ailesinde %60-80 oranında havuç suyunda mevcuttur.
✳Alfa karoten ise %10-%40 oranlarındadır. ✳Önemli bir karotenoid olan "lutein" ise %1-5 arasında bulunmaktadır.

✔Turuncu havuçlar çok yüksek oranda hydroxycinnamic asit (özellikle chlorogenic asit) içerirken mor havuçlar antosiyanin fitokimyasalı içermektedir. Bunlar, toplam kolestrol ve kötü kolestrol olan LDL'nin azaltılmasında önemli rol oynamaktadır.

✔Kardiyovasküler rahatsızlıklar, kanser ve özellikle yineleyen göğüs kanserinden korunmak için havuç suyunun çok etkili olduğu üzerine son çalışmalar bulunmaktadır.

Havuç suyunuzu içerken içerine sızma zeytinyağ damlatmayı unutmayın (vit A yağda çözünmektedir). Sezonu bitmekte olan ve bundan sonra buzhane havucu bulabileceğimiz bu faydalı ürünü akşam hariç arada yemeli, içmeli.

not: bu post havucun kendi ile ilgili değil havuç suyuyla ilgili olduğundan şeker içeriğinden dolayı akşam içmeyelim gün içinde olsun olacaksa da...eğer akşam salatamıza ekleyeceksek rendelenmiş 1-2 havuçtan bişeycik olmaz.

Gıda Müh. Erdem Öner
 
Magnezyum Eksikliğine Bağlı Oluşan 37 Sağlık Problemi

Sene, 1936…
Yer, 74. Amerikan Senatosu …

2. Oturumda senato kayıtlarına geçen bildirim şöyle:


Bugün nüfusun büyük çoğunluğunun, içi boşaltılmış topraklarımız yeniden optimum mineral dengesine kavuşturulmadan giderilemeyecek, tehlikeli boyuta ulaşmış besin ögesi eksikliklerinden muzdarip olduğunu biliyor muydunuz? Ürkütücü gerçek şu ki, belirli bazı minerallerden yoksun bırakılmış milyonlarca dönümlük tarım arazisinde yetiştirilmiş gıdalarla (meyve, sebze, tahıllarla) beslendiğimiz müddetçe, istediğimiz kadar fazla yiyelim yine de açlıktan kıvranıyoruz demektir. Şurası gerçek ki yediğimiz gıdalar değer bakımından hayli büyük farklılıklar gösteriyor ve hatta bazılarını yiyecekten bile saymamak gerekiyor.

Fiziksel esenliğimiz sistemimize giren kalori, vitamin veya nişasta, protein veya karbonhidratın gramı gramına miktarından çok aldığımız minerallere bağlıdır.

Laboratuvar testleri yediğimiz meyve, sebze, hububat, yumurta ve hatta süt ve etin bile bundan birkaç nesil öncesiyle kıyaslanamayacak denli fakirleştiğini gösteriyor. Bugünün şartlarında mükemmel sağlık için şart olan mineral tuzlarından yeterli miktarı alabilecek kadar fazla meyve sebzeyi yiyebilecek genişlikte midesi olanımız yok bakın. Giderek bir koca mideliler ülkesine dönüşüyor olmamız da bundandır işte!

Tanıdık geliyor mu?
Neredeyse 100 sene önce toprakların modern tarım pratikleriyle nasıl fakirleştiğinden dem vuruluyor. Peki ya bugün durum nedir dersiniz?

Yiyoruz ama bes-len-mi-yo-ruz. Bedenimiz ihtiyacı olan hammaddeyi alamadığı için de doy-mu-yo-ruz ve yine acıkıyoruz. Aşırı kiloluyuz ancak açız, zafiyet derecesinde eksiğiz. Neden eksiğiz? Başta minerallerden…

İşin üzücü yanı eksikliğin farkında bile değiliz ve hayati fonksiyonlarımız için gerekli mineral eksiklikleri kendini gösterdikçe tıp tarafından yeni birtakım “sendrom” veya “hastalık” olarak etiketini alıp farmasötik ilaç reçetesi için sıradaki yerini almakla kalıyor; ne iyileşebiliyoruz ne de alınan ilaçların etkisiyle içine girilen korkunç kısır döngüden bir daha başımızı alabiliyor, kurtulabiliyoruz. Artık bizler de birer kronik hasta olarak haftalık, aylık ilaçlarımız için eczanenin müdavimiyiz.

Sorunun basit bir mineral takviyesiyle ortadan kaldırılabilme ihtimali çok mu inanılmaz geliyor kulağa? En karmaşık sorunun çözümü aslında en basit gözükeni olabilir mi?

Dr. Caroline Dean’in klinik çalışmalarında doğrudan korelasyon gördüğü ve magnezyum üzerine son yıllarda yoğunlaşan bilimsel araştırmalarla da desteklenen 37 tıbbi sorun, altkategorileriyle birlikte toplam 56’ya ulaşıyor.

Düşünün…

“Basit” [fakat en az 300 farklı biyolojik işlemden sorumlu] bir magnezyum eksikliği yüzünden ortaya çıkmış 37 farklı hastalık tablosu ve bu basit gerçeğin farkında olunmadığı için tedavi amaçlı kullanılan farmasötik ilaçlar ve bunların “yan” etkileri…

Gelin birlikte bakalım, magnezyum eksikliğine bağlı oluşan ve mineral takviyesine yanıt veren bu sorunlar neler:

1. Adrenal Yetmezlik — Bir süre devam eden kronik stres, aksiyete ve panik atakları takiben adrenal yetmezlik başgösterir ki günümüzde salgın boyutuna ulaştığı görülüyor. Adrenalin, noradrenalin ve (kronik stres durumunda yükselen) kortizol, bu üçü magnezyum tüketiyor. Stres yüzünden bir yandan idrardan magnezyum atımı da artınca eksiklik daha da vahim hale geliyor. Günümüzde ağızlardan düşmeyen ve bu yüzden anlamını yitirmiş gibi gözüken “stres” kelimesini yabana atmayalım; hepimiz hergün fiziksel, zihinsel ve duygusal stres altındayız ve bunun her bir gıdımı magnezyum çalmakla meşgul bizden.

2. Alzheimer Hastalığı — Magnezyum beyin hücrelerinde birikme yapan uygunsuz kalsiyum ve ağır metaller yüzünden oluşan sinir sistemi iltihabı(nöroinflamasyon)’u bloke eder. Magnezyum daha iltihap belirmeden görev başındadır zaten; hücre iyon kanallarını bekler, ağır metallerin girişini engeller.

3. Anjin — Anjin ağrısı kalp kaslarındaki şiddetli spazmdan kaynaklanır ki bu da aslında magnezyum eksikliğinden kaynaklı bir durumdur. Kalp karıncıkları vücudumuzda en yüksek magnezyum miktarına sahip yerimiz, ki bu da magnezyumun kalbin pompalama fonksiyonu için neden bu denli önemli olduğunu açıklıyor.

4. Anksiyete ve Panik Ataklar
– Normal koşullarda adrenal stres hormonlarını kontrol altında tutuyor magnezyum (Mg). Adrenaller gereğinden az magnezyum yüzünden korumasız kaldığında, vücudun “vur ya da kaç” yanıtı vermesini sağlayan hormonlar olan adrenalin ve noradrenalin çok daha kolay tetiklenir oluyor ve gerçekleşen düzensiz ve ani yükselişler yüzünden de nabzımız yükseliyor, tansiyon çıkıyor ve kalp çarpıntılarıoluşuyor. Hatta, magnezyumdan ne kadar eksiksek adrenalin salgısı da o denli abartılı oluyor. Adrenalin deyince, vücutta bir düzinenin üstünde ana metabolik işlemde doğrudan payı var bu hormonun ki bunlardan bazıları kalbin atım hızı, tansiyon, damar büzülmesi ve kas kasılması örneğin. Bunların herbirinin işlevi için magnezyum gerekiyor. Strese bağlı olarak bu belirtiler devam ettikçe vücut magnezyum depolarını boşaltıyor. Magnezyumsinir sistemini yatıştırıyor, kasları gevşeterek gerginliği alıyor,anksiyete/kaygı ve panik atakların azalmasına yardımcı oluyor.

5. Artrit — Ağrı ve enflamasyon (iltihap), artritin magnezyuma yanıt veren iki ana belirtisi.

6. Astım – Mg eksikliği durumunda hem histamin üretimi hem de bronşiyal spazmlar artıyor.

7. Ateroskleroz – Kalsiyum birikintisiyle oluşan damar sertliği — Kalsiyumun çözülmesini sağlamak ve kanda çözülebilir halde tutmak için magnezyum gerekli.Birlikte çalışıp kalsiyumu ait olduğu yere, yani kemiklere yönlendirernler Magnezyum ve K2 vitamini.

8. Bağırsak Hastalıkları – Mg eksikliği durumunda bağırsak hareketleri de yavaşlayarak kabızlığa götürebiliyor, ki bu da toksisite, besleyici ögelerin emiliminin yapılamaması gibi sorunların yanısıra kalınbağırsakta kolit, divertikül iltihabı ve Crohn hastalığı belirtilerinin oluşumunu tetikleyebiliyor.

9. Başağrıları — Boyun ve baştaki kaslarda oluşan gerginlik ve spazm gerek lokal uygulama gerekse ağızdan alma yoluyla magnezyum terapisiyle ortadan kaldırılabilir.

10.. Beyinde İşlev Bozukluğu — Magnezyumun beyne faydalı etkilerinin geniş özeti için Magnesium in the Central Nervous System kitabında sayfa xxxii’ye bakınız.

11. Böbrek Hastalığı – Mg eksikliğinin aterosklerotik böbrek yetmezliğioluşumunda payı var. Mg eksikliği lipid (yağ) seviyelerinde anomaliye ve böbrek nakli yapılmış hastalarda kan şekeri kontrolünün bozulmasına sebep oluyor. Böbrek hastalarının doğrudan hücrelere geçecek şekilde pikometrik birim ölçüsüyle magnezyum almaları son derece önemli.

12. Böbrek Taşları — Özellikle de ortağı B6 vitaminiyle beraber alındığında magnezyumun böbrek taşı oluşumunu önleyici ve tedavi edici etkisine kitabının 11. bölümünde geniş yer veriyor Dr. Dean.

13. Depresyon – Ruh halimizin iyileşmesine, kendimizi iyi hissetmemize yarayan serotoninin oluşumu magnezyuma bağlı. Magnezyum açlığı çeken bir beyin alerjenlere, akıl hastalığına benzer belirtilere yol açabilecek yabancı maddelere de açık hale geliyor.

14. Detoksifikasyon – Magnezyum; cıva, alüminyum ve kurşun gibi ağır metal ve toksik maddelerin vücuttan atılımı için elzem. Kendisi glutatyonüretimi ve karaciğerdeki P450 detoksifikasyon sistemlerinin çalışmasında rol alan bir eşfaktör. MgATP, önemli GSH ve tiyol detoks yollarına enerji sağlıyor.

15. Diyabet – Magnezyum, insülin sekresyonunu destekliyor, karbonhidrat metabolizmasını sağlıyor ve insülinin glükozu hücre içine taşımasına olanak sağlıyor. Bu olmadığı takdirde glükoz ve insülin kanda birikme yaparak çeşitli şekillerde doku hasarı oluşturuyor. Tirozin kinaz, insülinin hücreye girişi için gerekli bu enzim magnezyuma bağımlı çalışıyor. Glükoz metabolizması için gerekli on enzimin yedisi yine magnezyuma bağımlı çalışıyor. Magnezyum olmadan ne insülin yapmak ne de sekresyonunu sağlamak mümkün.

16. Diş çürüğü – Mg eksikliği tükrükte sağlıksız bir fosfor-kalsiyum dengesi yaratır ki bu da dişlere zarar verir.

17. Enflamasyon (Yangı, İltihap)Time dergisinin meşhur 2004 sayısı halkı şöyle uyarıyordu: “Gizli Katil: Enflamasyon ve Kalp Krizi, Kanser, Alzheimer’s ve Diğer Hastalıklar Arasındaki Şaşırtıcı İlişki”. Çoğu ilaç firması artık kolesterol yerine kalp hastalığına yol açan faktör olarak enflamasyonu benimsemiş durumda. Enflamasyona gerçekteneyin yol açtığını bilmedikleri iddiasındalar, ancak tabii bu onları yine de enflamasyonu baskılayıcı ilaçlar üretmekten alıkoymuyor. Açıkça kabul etmeye yanaşmadıkları şey ise şu: Kalsiyum felaket derecede enflamasyon yapıcı, magnezyum ise tam tersi, son derece anti-enflamatuvar, yangı alıcı, iltihap önleyici mineraller.

Dr. Dean’in derin endişesi ise araştırmacıların enflamasyon reseptörlerini bloke etmeye çalışırken bizzat kendileri enflamasyona yol açan ilaçlar kullanıyor olmaları. Yapmaları gereken William Weglicki ve Terry Phillips’in, enflamasyon silsilesinin birbirini takip eden bütün aşamalarının (P maddesi, interlökinler, tümör nekroz faktörü, kemokinler ve sitokinler) magnezyum eksikliği durumunda ağırlaştığını kanıtladıkları araştırmaları dikkate almak.

Bilinmesi gereken nokta şu: Enflamasyonu tetikleyen magnezyum eksiliği ve rölatif kalsiyum fazlalığıdır.

18. Halsizlik – Mg eksikliği olan hastalarda sıklıkla karşılaşılan bir şikayet halsizlik, çünkü vücutlarındaki düzinelerce enzim sistemi bu eksiklik yüzünden randımanlı çalışamıyor. Vücutta enerji üretimi için en önemli faktör ATP ve bir magnezyum iyonuna bağlı olmadığı takdirde ATP biyoloijk olarak aktif hale geçemiyor.

19. Hazımsızlık — Mideye girenleri asidifiye eden gastrik proton pompasımagnezyumsuz çalışamıyor.

20. Hipertansiyon – Vücutta magnezyum eksik kalsiyum da gereğinden fazlaysa, kan damarlarımızdaki kaslar spazm geliştirip kan basıncının artmasına neden olabilir. Bu arada kolesterol de yükselirse, magnezyum yetmezliğine bağlı olarak gidip kan damarlarındaki kalsiyuma bağlanabilir ki bu da tansiyonun daha da yükselmesini sağlar.

21. Hipoglisemi — Magnezyumun dengeleyici etkisi sayesinde kana birden gereğinden fazla insülin salınması ve buna bağlı olarak kan şekeri düşüklüğü ile bağlantılı belirtilerin ortaya çıkması engellenir.

22. İnsomni – Kaslarda rahat bir uyku uyuyamızın önüne geçebilecek gerginliği alıyor magnezyum. Ayrıca, Mg düzeyi yetersizse, uyku regülasyonundan sorumlu melatoninin üretim aşamalarında aksaklıklar meydana geliyor.

23. İritabl Bağırsak Sendromu — Dr. Dean,IBS for Dummies adlı kitabında IBS’de görülen ağrı ve sancıyı almak için neden magnezyuma ihtiyaç olduğunu anlatıyor. Biraz daha laksatif formları kullanıldığı takdirde magnezyum ayrıca IBS ile ilintili kabızlığı da ortadan kaldırabiliyor.

24. Kadın Hastalıkları ve Doğum Alanındaki Problemler – Magnezyum şu sorunların önlenmesi ve tedavisinde etkilidir:

a. ‘Adet Öncesi Sendromu’

b. Dismonere (adet esnasında kasıklarda şiddetli ağrı/sancı hissedilmesi)

c. Gebelikte erken sancılanma (bu durum magnezyum eksikliğine bağlı kas spazmlarından kaynaklanıyor olabilir)

d. Kadın İnfertilitesi (fallop borusundaki spazmları ortadan kaldırmak yoluyla)

e.Preeklampsi ve eklampsi (derialtı dokularında -ödeme uzanmak üzere- su tutulmasını, yüksek tansiyon ve eklampsi nöbetini geçirir)

f. Serebral Palsi (beyin nöronlarındaki harabiyet nedeniyle ilk yaşlardaki çocuklarda görülen, her iki bacakta spastik sertlik, zaman zaman gelen konvülsiyon nöbetleri, istemli hareketlerde düzensizlik ve zeka geriliği ile belirgin konjenital defekt)

g. Ani Bebek Ölümü Sendromu

h. Erkek İnfertilitesi (sağlıklı meni önemli miktarda magnezyum ve çinko ihtiva eder)

25. Kalp hastalığı – Kalp, özellikle de sol karıncık vücutta magnezyumun en yüksek oranda bulunduğu yer. Kalp hastası olanlarda magnezyum eksikliği sık rastlanılan bir durum ve magnezyum desteği alındığı takdirde kalp hastalığı riski azaltılabiliyor. IV magnezyum, yani damardan magnezyum kalp krizinin başında verildiği takdirde miyokart enfarktüsü hasarını ve kardiyak aritmiyi önlenebiliyor.

Dr. Dean, başından beri sorun magnezyum eksikliği iken çok sayıda insana kalp hastalığı teşhisi konarak çoğu kez en aşağı altı farklı ilaç tedavisine başlatılmadığını ve elbette çok geçmeden bu hastaların kalp yetmezliğine gittiğini, bunun da kendisini son derece endişelendirdiğini söylüyor. Üstelik, kalp hastalarına önerilen ilaçların çoğu da vücuttan magnezyum çalan ilaçlar.Statinler bilhassa hasar oluşturan ilaçlar, zira bunlar çokça magnezyuma bağlanıp vücutça kullanımını engelleyen flor bileşikleri.

26. Kan pıhtıları – Magnezyum kanda pıhtılaşmayı kan inceltici ilaçlardan farklı bir mekanizmayla, kalsiyum fazlasının pıhtı oluşumunu tetiklemesini engellemek suretiyle önlüyor ve gerek olduğunda kandaki pıhtılaştırıcı faktörlerin doğal yoldan dengelenmesini sağlıyor.

27. Kas-iskelet sistemi sorunları – Yetersiz magnezyum diğer yandan kalsiyumda rölatif fazlalıkla birleştiğinde vücudun herhangi bir kasında uzun süreli kasılmaya yol açacaktır. Aşağıda verilen kas-iskelet sistemi sorunlarının hepsi magnezyum terapisine yanıt vermektedir:

a. Kas krampları

b. Fibrozit (bağ dokusunun iltihabı)

c. Fibromiyalji (inatçı adale ağrıları, yorgunluk ve vücutta bazı hassas ağrılı noktalarla karakterize bir hastalık)

d. Gastroentestenal spazmlar, safrakesesi spazmları — bunlar cerrahi müdahale gerektirebilecek durumlardır

e. Ruhsal gerilime bağlı olarak saçlı deri, boyun ve yüz kaslarındaki devamlı kasılma veya gerilme sonucu gelişen baş ağrıları.

f. Kas spazmları, vücudun herhangi bir kasında oluşabilecek çekilmeler.

g. Kronik boyun ve sırt/bel ağrısı.

28. Kolesterol Yükselmesi — Dr. Dean 1970’lerin ortalarında tıp eğitimi alırken normal kolesterol seviyelerinin 245 mg/dL civarında olduğunu söylüyor. Kitabının ilk baskılarında (ilki 2003’te çıkıyor) normal seviye 180-220 mg/dL olarak geçiyor. Şimdi ise tıp kurumları kolesterolün 200 mg/dL’in (5.2 mmol/L) altında olması gerektiğini söylüyor.

Yeterli miktarda kolesterol varken HMG-CoA redüktazının (herhangi bir kimyasal maddenin indirgenmesini kolaylaştıncı enzimin) aktivitesini yavaşlatmaktan sorumlu mineral Magnezyum. Statin ilaçlarının bir yandan magnezyum eksikliği oluştururken diğer yandan hedefe alıp ortadan kaldırmaya çalıştığı enzim de bu.

29. Migren — Serotonin dengesi Mg’ye bağlı. Serotonin eksikliği migren ağrıları ve depresyona yol açabiliyor. Migreni oluşturanın beynin incecik kılcal damarlarını tıkayan kan pıhtıcıkları olduğu söylenir. Magnezyum, kalsiyumun kanı gereğinden fazla pıhtılaştırmasına engel olur. Damardan ve ağızdan alındığı takdirde magnezyum migreni önleyebilir ve geçirebilir.

30. Osteroporoz – İster D vitamini ile birlikte ister D vitaminsiz alınmış olsun, yüksek doz kalsiyum takviyesi yanında dengeleyici miktarda magnezyum alınmadığı takdirde kemik kaybına giden bir dizi biyolojik olay başlatır.

31. Parkinson Hastalığı — Magnezyum, beyinde kalsiyum kalıntılarının yarattığı nöroenflamasyonu (sinir sistemi iltihabını) bloke eder.

32. Raynaud Sendromu – Mg el parmaklarında ağrı ve uyuşmaya yol açanspastik kan damarlarının gevşemesine yardımcı olur.

33. Reflü — Yemek borusunun mideye giriş yerindeki kapakçıkta oluşacak spazm reflüye neden olabilir. Magnezyum yemek borusu spazmlarını ortadan kaldırır.

34. Sinir Sistemi Problemleri — Magnezyum yetersiz, kalsiyum da göreceli olarak fazla yüksekse vücudun herhangi bir yerindeki sinir hücreleri uzun süreyle aşırı uyarılacak demektir. Magnezyum vücuttaki şu sinir rahatsızlıklarını ortadan kaldırır:

a. Yanma

b. Kas güçsüzlüğü

c. Uyuşma, hissizlik

d. Paralizi ve hassasiyet

e. Karıncalanma, iğnelenme

f. Seğirme

g. Vertigo ve kafa karışıklığı, oryantasyon bozukluğu

35. Sistit — Magnezyum eksikliği varsa enfeksiyon halinde idrar kesesi spazmları oluşur. Spastik mesane sık idrar çıkma durumu oluşturabilir.

36. Spor İncinmeleri — Ağrı, enflamasyon, kas spazmı, kas gerginliği ve yırtık gibi incinmelerin tümü magnezyumla geçirebilir.

37. Spor Sonrası Toparlanma — Magnezyum laktik asit birikimini azaltarak, antrenman sonrası vücutta ağrı-sızıyı engeller.



Bu 37 sağlık sorununun magnezyum eksikliğine bağlı olarak gelişmiş olabileceğini ve takviyeyle düzelebileceğini siz veya doktorunuz fark etmediğiniz takdirde cebinizde ilaçla eve döneceksiniz demektir. Ne yazık ki birçoğu yukarıda verilen tıbbi durumlar için uygunsuz şekilde reçete edilmekte olan ağrıkesiciler, diüretikler, antibiyotikler ve kortizon salt magnezyum değil, diğer mineralleri de vücuttan çaldığından bir süre sonra belirtiler tamamen kontrolden çıkacak demektir. Bugün gelişmiş Batı toplumlarında reçeteli ilaç kullanım istatistiklerine baktığımızda bu tespitin geçerliliğini ve durumun vahametini daha iyi anlayabiliyoruz. Umuyoruz Dr. Dean’in bu müthiş çalışması sağlık sorunlarınızın asıl kaynağının ‘reçeteli ilaç eksikliğine bağlı yaşam’dan ziyade, ‘vitamin ve mineralden yoksun gıda bolluğu’ olduğu yönünde ikna edici açıklamalar sunabilmiştir sizlere.

Bu bilgiler Dr. Carolyn Dean’in 2014 basımı The Magnesium Miracle kitabından alınmıştır.

https://vitamingiller.com/magnezyum-eksikligine-bagli-olusan-56-saglik-problemi/

HANDAN GÖÇENGİL GÜVEN -SAĞLIKLI YAŞIYORUZ
 
KALP HASTALIKLARINDAN KURTULMANIN YOLLARI!

"Eat Fat Get Thin" (Yağ Ye Zayıfla) kitabının yazarı Dr. Mark Hyman bugünkü yazısında kalp hastalıklarından korunmanın ve kalp hastalıklarının tedavi edilmesinin ilaçla değil önleyici tıpla olabileceğini belirterek yapılması gerekenleri 10 madde olarak sıralamış. Bunlara geçmeden bir noktayı hatırlatmak isteriz Prof. Dr. Canan Karatay da bir iç hastalıkları ve kardiyoloji uzmanı olarak her zaman koruyucu ve önleyici tıbbın önemine değinir. Kendisi bir zamanlar Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Prevantif (Koruyucu) Kardiyoloji Bölüm Başkanlığı yapmış ancak bu bölüm artık yok.

Şimdi gelelim Dr. Mark Hyman'ın kalp hastalıklarından korunmak veya kurtulmak için önerilerine:

1- Sağlıklı beslenin. Gerçek, doğal ve sağlıklı yiyeceklerle beslenin. Bol miktarda renkli sebze ve meyve tüketin.

2- Kan şekerinizi dengede tutun. Araştırmalar kan şekerindeki dalgalanmaların kalp hastalığına yol açtığını gösteriyor. Her yemekte sağlıklı yağlar, sağlıklı protein ve sağlıklı karbonhidrat tüketin, hiçbir zaman karbonhidratları tek başına tüketmeyin.

3- Lif tüketiminizi arttırın. Lif içeriği yüksek gıdalar sebzeler, kuruyemişler, tohumlar ve glisemik indeksi düşük meyvelerdir.

4- İşlenmiş gıdalardan ve abur cuburlardan uzak durun.

5- Omega 3 yağlarını arttırın. Bitkisel ve hayvansal omega 3 içeren yiyecekleri tüketin.

6- Bütün hidrojenize olmuş yağlardan uzak durun. Bunlar margarin ve bitkisel yağlardır. Etiketinde "trans yağ içermez" yazsa bile "hidrojenize" yazıyorsa bilin ki trans yağ içeriyordur.

7- Alkolden uzak durun veya azaltın. Alkol inflamasyona neden olur, inflamasyon da kalp hastalıklarına.

8- Kaliteli besin destekleri kullanın. Örneğin, günde 1-2 gram EPA/DHA içeren omega 3 takviyesi kullanın.

9- Dışarı çıkın ve hareket edin. Yeterince hareketli olmazsanız sağlıklı yaşlanamazsınız.

10-Stres düzeyinizi iyi yönetin. Stresle başa çıkmak için kendinize uygun yollar seçin. Doğa yürüyüşleri, yoga vb gibi seçeneklerden birini seçebilirsiniz.

Özet çeviri: Nurçin Çağlar, Sağlıklı Yaşıyoruz
Kaynak: http://drhyman.com/blog/2016/04/21/...e-or-prevent-heart-disease-isnt-a-medication/
 
Back