Son kullanma tarihi geçmiş, bayatlamış bir tarayıcı kullanıyorsanız. Mercedes kullanmak yerine tosbaya binmek gibi... Websiteleri düzgün görüntüleyemiyorsanız eh, bi zahmet tarayıcınızı güncelleyiniz. Modern Web standartlarını karşılayan bir tarayıcı alternatifine göz atın.
Sağlıklı beslenme için tüm gıda, meyve ve sebzeler.
Canım çok fazla paylaşımım var biliyorsun tam yerini hatırlayamadım maalesef, geriye dönük tarama yapman gerekecek.
Maden Suyu ile Soda Arasındaki Fark Nedir?
Maden suyu, içerdiği tüm mineraller ve karbondioksit gazı ile birlikte yeraltındaki çatlaklardan yol bularak yeryüzüne çıkar ve tamamen “doğaldır”. Soda ise, içilebilir özellikteki suya yapay mineraller ve karbondioksit gazı eklenerek elde edilen ve tamamen “yapay” olan bir içecektir. Yapay minerallerin vücuda katkıları sınırlıdır. Her ikisi de mideyi rahatlatma özelliğine sahiptir, ancak sodanın bundan başka hiçbir işlevi yoktur. Oysa maden suyu aynı zamanda doğal bir mineral deposudur. Dolayısıyla aradaki fark şu şekilde yorumlanabilir: Maden suyu bir ihtiyaç, soda ise bir tercihtir!
Süt ile maden suyu karşılaştırıldığında her iki besinin de vücuda yararlı olan mineralleri benzer derecede içerdiği bilimsel olarak ortaya konmuştur. Alıntı:
Nisan ayındaki İzmir kitap fuarında Canan Karatay hoca madensuyu içiyordu bize de (Aytaç hanım ve bana) ikram etti sonra şişe etiketini inceledi şu anda markayı hatırlamıyorum. Bize sodaların gizli şeker içerdiğini ve en iyisininBeypazarı ve Özkaynak olduğunu söyledi .O günden sonra Beypazarı almaya çalışıyorum bulamazsam Sırma alıyoruz.
Cevher Meltem
DOĞAL MADEN SUYU ALIRKEN ÇOK DİKKAT EDİN!
Aşağıda Bakanlığın analiz sonuçlarını okuyunca çok şaşıracaksınız. Maalesef ülkemizde pek çok yanlış, yapanın yanına kar kalıyor. Belki bazı firmalar durumlarını düzeltti ama onlara yeterince verilmeyen cezayı biz o ürünleri satın almayarak veriyoruz ve vermeye de devam edeceğiz.
"İÇECEK ANALİZLERİNDEN ÇIKAN ÖLÜMCÜL TEHLİKE
BAKANLIĞIN ANALİZ SONUÇLARI
İşte Hıfzıssıhha Laboratuvarlarında yapılan maden sularının analiz sonuçları:
SIRMA: Hıfzıssıhha Laboratuvarlarında bu maden suyunun üç ayrı numunesi tahlil edildi. Üçünde de nitrite rastlanmadı.
SARIKIZ: Biri kaynağından olmak üzere Sarıkız maden suyunun üç ayrı analiz yapıldı. Üçünde de nitrite rastlanmadı.
EFE: Biri kaynağından, ikisi piyasadan olmak üzere Efe marka maden sularının üç ayrı analizi yapıldı. Analizlerin hiçbirinde nitrite rastlanmadı.
ÖZKAYNAK: Biri kaynağından olmak üzere iki ayrı analiz yapıldı. İkisinde de Özkaynak maden suları temiz çıktı.
BEYPAZARI: Bu maden suyunun kaynağından numune alınmadı, ancak piyasadan temin edilen iki ayrı numunesinin analiz sonuçları temiz çıktı.
ULUDAĞ: Biri kaynağından olmak üzere üç ayrı analiz yapıldı. Kaynaktan alınan numunenin sonuçları temiz çıkarken, piyasadan alınanlarda birinde 1.67 oranında amonyak, diğerinde ise 0.008 nitrit tespit edildi.
ASKOOP KIZILCAHAMAM: Biri kaynağından olmak üzere üç ayrı analiz yapıldı. Analizlerin sonucunda hepsinde nitrite rastlandı. Nitrit oranı 0.007 ile 0.057 arasında değişti.
KINIK: Biri kaynağından olmak üzere üç ayrı numunenin analizi yapıldı. Hepsinde nitrite rastlandı. Nitrit oranları, 0.004 ile 0.1 arasında değişirken, bir numunede de 1.56 oranında amonyak tespit edildi.
SALİHLİ: Biri kaynağından olmak üzere iki ayrı analiz yapıldı. İkisinde de 0.016 nitrit tespit edildi.
ŞİFA: Biri kaynağından olmak üzere iki ayrı analiz yapıldı. İkisinde de 0.017 ile 0.019 arasında Nitrit tespit edildi.
ÇINAR: İki ayrı numunenin analizi yapıldı. Kaynağından alınan numunede 0.06 nitrit bulunurken, piyasada satılanda 0.282 oranında amonyak tespit edildi.
KIZILAY: Biri kaynağından olmak üzere iki analizi yapıldı. İkisinde de aşırı oranda nitrit saptandı. Kaynağından alınan numunede 1.5, piyasadan alınan numunede ise 2.66 oranında nitrit tespit edildi.
KULA: Biri kaynağından diğeri piyasadan alınan numuneler analiz edildi. Her ikisinde de 0.198 nitrit tespit edildi.
YILDIZ: Sadece piyasadan anınan örneği analiz yapıldı. Bunda da 0.013 oranında nitrit tespit edildi.
ÇAMLIK: Sadece kaynağından alınan numunesi test edildi. Bunda da 0.5 nitrit bulundu.
KUZULUK: Sadece kaynağından numune alındı. Bu numunede yapılan analizde de 0.06 oranında nitrit tespit edildi."
Maden suyunun en çok çıktığı ülke Türkiye. Ama Avrupa'da 3 litrelik tüketimle en gerideyiz. Mineral deposu maden suyunda doğru bildiğimiz bir dizi yanlış var. Maden suyu, Türkiye’de kaynak olarak en bol bulunan ama kıymeti az bilinen doğal kaynaklarımızdan. O kadar farkında değiliz ki adını bile doğru söylemiyoruz. Çoğu kişi, maden suyu ile sodanın farklı şeyler olduğunu dahi bilmiyor. Maden suyu, şimdi de Avrupa Birliği süreci ile çerçevesinde yeni bir isimle anılmaya başlamak durumunda. Avrupa’daki genel adından hareketle “mineralli su” denilir oldu.
Maden suyu ile soda arasındaki fark nedir?
Maden suları asit içerir mi? Hamile kadınlar ve çocuklar içebilir mi? İşte A'dan A'ye maden suları hakkında merak ettikleriniz..
Maden suları dünyada ilk çağlardan bu yana sağlık amacıyla kullanılıyor. Ancak ülkemizde yeterince bilinmediği için hazmı kolaylaştırıcı bir ürün olarak biliniyor. Beslenme ve Diyet Uzmanı Turgay Köse, maden sularının tansiyonu artırıcı, mideyi tembelliğe alıştıran bir ürün gibi gösterilmiş, öncelikle kadınlar ve çocuklar tarafından hiç tercih edilmemesi gereken bir içecek gibi gösterildiğini belirterek, aslında içerdiği karbondioksit gazı sebebi ile hazmı kolaylaştırdığı gibi mide bulantısını da engellediğini kaydetti. Turgay Köse, cildi güzelleştirici etkisinin de bulunduğunu vurgulayarak, maden suyu ile ilgili soruları yanıtladı.
Maden Suyu ile Soda Arasındaki Fark Nedir?
Maden suyu, içerdiği tüm mineraller ve karbondioksit gazı ile birlikte yeraltındaki çatlaklardan yol bularak yeryüzüne çıkar ve tamamen “doğaldır”. Soda ise, içilebilir özellikteki suya yapay mineraller ve karbondioksit gazı eklenerek elde edilen ve tamamen “yapay” olan bir içecektir. Yapay minerallerin vücuda katkıları sınırlıdır. Her ikisi de mideyi rahatlatma özelliğine sahiptir, ancak sodanın bundan başka hiçbir işlevi yoktur. Oysa maden suyu aynı zamanda doğal bir mineral deposudur. Dolayısıyla aradaki fark şu şekilde yorumlanabilir: Maden suyu bir ihtiyaç, soda ise bir tercihtir!
Süt ile maden suyu karşılaştırıldığında her iki besinin de vücuda yararlı olan mineralleri benzer derecede içerdiği bilimsel olarak ortaya konmuştur.
Maden Suları Asit İçeriyor mu?
Gazlı içecek üretiminde çok özel proseslerle üretilen ve %99,9 saflıkta besin üretimi için özel karbondioksit gazı kullanılır. Halk arasında “asitli” denilen içeceklerde aslında karbondioksit gazı bulunmaktadır. Maden sularının yapısında doğal olarak bulunan bu gaz, dil ile temas ettiğinde geçici olarak tat algılayıcıları uyuşturduğu için içimi kolaylaştırmaktadır. O nedenle gazı kaçmış maden sularının kendine has karakteristik buruk, acımsı tadı ön plana çıkar.
Çocuklar veya Hamile Bayanlar Maden Suyu İçebilir mi?
Maden suyunun bilinen hiçbir zararı olmayıp, aksine vücuda sayısız yararları vardır. Büyüme çağındaki çocuklar kalsiyum, demir, çinko, florür gibi minerallere yetişkinlerden daha fazla ihtiyaç duyarlar. Bu ihtiyacı karşılamanın en iyi yolu, yeterli miktarda süt ve doğal suları tüketmekten geçmektedir. Maden suyunun içerdiği kalsiyum kemik yapısının, florür ise ağız ve diş sağlığının gelişmesi için son derece yararlıdır.
Hamilelik, beslenmenin daha da ön plana çıktığı fizyolojik bir dönemdir. İnsan vücudu bebeği besleyebilmek ve gelişmesini sağlamak için normalden daha fazla besin, sıvı, vitamin ve minerale ihtiyaç duyar. Bu katkıyı doğal yoldan sağlayabilmek için, hamilelikte düzenli olarak maden suyu tüketimi tavsiye edilmektedir. Peki, Diyet Yaparken Maden Suyu İçilebilir mi? Yukarıda da belirtildiği üzere maden suları içerdiği mineraller ve özellikle bikarbonat sayesinde sindirimi kolaylaştırıcı etki gösterir. Alkali yapılarından ötürü mide asitliğini nötralize eder ve dengeler. Böylelikle sindirim sistemine yararlı etkiler gösterir ve mideyi rahatlatır. Dolayısıyla zayıflama diyeti uygulayanlar için rahatlıkla önerilebilir. Sosyal aktivitelerde ve davetlerde hazır meyve suları, meşrubatlar veya alkollü içecekler yerine, enerji içermeyen en iyi seçenektir.
Burada bir konunun altını çizmek gerekmektedir: Meyve aromalı maden sularının büyük çoğunluğunda rafine şeker kullanılmaktadır. Bu nedenle gazlı soğuk meşrubatlar gibi lezzetlidir. Ancak zayıflama programlarında ve şeker hastalığı gibi durumlarda rafine şeker tüketiminden kaçınmak gerekir. Formuna dikkat eden bireylerin ve şeker hastalarının, meyve aromalı maden sularında yapay tatlandırıcı ile hazırlanan alternatifleri tercih etmeleri gerekmektedir. Halkımızda etiket okuma alışkanlığı yok denecek kadar azdır. Genelde son kullanım tarihine bakılmaktadır. Halbuki “içindekiler” kısmı dikkatlice okunmalıdır. Aspartam ve Asesülfam K gibi yapay tatlandırıcı içeren meyve aromalı maden sularının tercih edilmesi rafine şeker alımını ortadan kaldırmak adına daha sağlıklı olacaktır.
Ülkemizde Maden Suyu Tüketimi Ne Durumdadır?
Ülkemizde 15 yaş ve üzerindeki yetişkinler ile yapılan bir araştırmaya göre, insanların %60’ının henüz maden suyu ile tanışmamış olduğu saptanmıştır. İçenlerin de %51’inin maden suyunu haftada bir veya daha seyrek tercih ettiği düşünülürse tüketimin ne denli düşük olduğu görülmektedir. Halbuki Avrupa’da kişi başına yılda 150 litre maden suyu tüketilirken bu oran Türkiye’de 3 litre civarındadır. Oluşumu için binlerce yıl gereken maden suları açısından, dünyanın en zengin mineralli ve yüksek debili kaynaklarına sahip olmamıza rağmen kaynaklarımızın %1’i şişelenmekte, %99’u boşa akıp gitmektedir. Maden sularının sahip olduğu bu değerler ön plana çıkarılırsa ülke ekonomisine bile katkıda bulunulabilir.
Peki Maden Suları Hangi Mineralleri İçerir?
Sağlık için gerekli biyokimyasal görevleri ile önem taşıyan, sodyum, potasyum, kalsiyum, magnezyum, fosfor, kükürt ve klor başta olmak üzere demir, mangan, bakır, iyot, çinko, florür, krom, kadmiyum gibi mineralleri içeren maden suları daha çok tüketilirse çocukların boyları daha fazla uzayacak, dişleri ve kemik yapıları daha sağlam olacak, kadınların osteoporoz problemleri biraz olsun giderilecek, özellikle magnezyum eksikliğinin neden olduğu kardiyolojik birtakım rahatsızlıkların, genç yaşta ölümlerin önüne geçilebilecektir.
Öte yandan, halk arasında yüksek tansiyonu olan bireyler tarafından maden sularının içilmesinin sakıncalı olduğu düşünülmektedir. Sodyum içerdikleri için maden suyu tüketiminden çekinmek veya vazgeçmek yanlış bir tutumdur. Doğru olan, sodyum alımı kısıtlanan kişilerin içtikleri maden sularındaki sodyum düzeylerine dikkat etmeleridir. Avrupa Su Yönetmeliği’nde litresinde 20 mg’dan az sodyum içeren sular “düşük sodyumlu sular” hatta Almanya’da “sodyumsuz (sodyumdan fakir) su” sınıfına girer. Ülkemizde bulunan maden sularının pek çoğu düşük sodyumludur. O nedenle endişe etmeden içilebilirler.
Maden suyunu bardağa koymayın! Zengin mineral değerleri içermesi nedeniyle uzmanlar tarafından da önerilen maden suyunu bardakta tüketmekten kaçının! Şeker hastalığı, mide rahatsızlıkları, sindirim şikayetleri, böbrekteki taş oluşumunu da engelleyen maden suyu bardakta tüketilince tüm faydasını yitiriyor. Maden suyunu neden bardakta tüketmemeliyiz? İşte cevabı...
Zengin magnezyum içermesi nedeniyle kalp ve damar sağlığını koruyan, içerdiği bikarbonat nedeniyle mide hastalıklarına iyi gelen, sülfat nedeniyle bağırsakların ve safra kesesinin düzenli çalışmasına yardımcı olan, florür içeriği sayesinde diş çürüklerini önleyen maden suyu bardağa konulduğu anda tüm bu faydalarını kaybediyor. Şişesinde tüketilen maden suyu kapağı açıldığında herhangi bir kabarcıklaşma meydana gelmiyor ancak bardağa boşaltıldığında aşırı bir köpürme meydana gelip, maden suyundaki gaz (Co2) kaçıyor. Bunun nedeni ise bulaşık makinesinden çıkan bardakların dahi yeterince steril olmaması. Uzmanlar naden suyunun bardakla değil kendi cam şişesinden içilmesi gerektiğini çünkü bardağa koyarken aşırı köpüklenmesiyle maden suyundaki gaz kaçmasına neden oluyor.
Maden suyu içmek; tokluk hissi için hızlı ve sağlıklı bir yoldur. Öğünlerden (ana ve ara öğünler) önce içilen maden suyu; atıştırmaları azalt Hem vücudunuzun sağlığını, hem de cilt güzelliğinizi korumak için günlük önerilen maden suyu miktarı en az iki şişedir. Kalori içermeyen maden suyu, zayıflama programlarında yardımcı bir unsur vazifesi görür. Selülit oluşumunu engellemeye yardım eder. Sabahları güne maden suyu ile başlamak; kişiye canlılık verir. Maden suyu, güzellik iksiridir. Bu nedenle cildin genç ve taze kalmasına yardımcı olur.
Maden suyu, sağlık için gerekli biyokimyasal görevleri ile sodyum, potasyum, kalsiyum, magnezyum ve fosfor başta olmak üzere; demir, iyot, çinko gibi önemli mineraller içerir. Maden suyunu fazla içen çocukların boyları daha fazla uzar, dişleri ve kemik yapıları daha sağlam olur. Özellikle magnezyum eksikliğinin neden olduğu kalp hastalıklarından kaynaklanan genç yaşta ölümlerin önüne geçilebilir. Büyüme çağındaki çocuklar için önemli
Maden suyu içmenin yeri, yaşı ve zamanı yoktur. Özellikle okul çağındaki çocukların; sağlıklı vücut gelişimleri için her gün düzenli olarak maden suyu tüketmesi gerekir. Maden suyu, içeriğindeki kalsiyum ile güçlü kemik yapısının oluşmasına yardımcı olur. Maden suyu, içeriğindeki zengin mineral değerleri ile vücudunuzun zinde kalmasına ve gün içinde kaybettiğiniz su kaybını en aza indirerek daha dinç kalmanıza yardımcı olur. Yararları bakımından süte çok benziyor
"Maden suyu" ile "soda" arasında ne fark vardır? Maden Suyu, içerdiği tüm mineraller ve karbondioksit gazı ile birlikte yeraltındaki çatlaklardan yol bularak yeryüzüne çıkar ve tamamen "doğaldır". Soda ise su ve sudan yapılan içeceklere üretim esnasında karbondioksit gazı basılmasıyla elde edilen ve tamamen "yapay" olan bir içecektir.
Maden suyu "asitli" midir? Halk arasında "asitli" denilen içeceklerde aslında kastedilen, içeceğin içindeki "karbondioksit" gazıdır. Karbondioksit gazı dilimiz ile temas ettiğinde geçici olarak tat algılayıcılarını uyuşturduğu için içimi kolaylaştırmaktadır. Gazlı içecek üretiminde çok özel proseslerle üretilen ve % 99,99 saflıkta gıda üretimi için özel karbondioksit gazı kullanılır.
Çocukların maden suyu içmesi zararlı mıdır? Maden suyunun bilinen hiçbir zararı olmayıp, aksine vücudumuza sayısız yararları vardır. Büyüme çağındaki çocuklar kalsiyum, demir, çinko, florür gibi minerallere yetişkinlerden daha fazla ihtiyaç duyarlar. Bu ihtiyacı karşılamanın en iyi yolu bolca süt ve doğal suları tüketmeleridir. Maden suyunun içerdiği kalsiyum kemik yapısının, florür ise ağız ve diş sağlığının gelişmesi için son derece yararlıdır.
Hamilelikte maden suyu içilir mi? Hamilelik, beslenmeye özellikle dikkat edilmesi gereken bir dönem. İnsan vücudu bebeği besleyebilmek ve gelişmesini sağlamak için normalden daha fazla gıda, sıvı, mineraller ve vitaminlere ihtiyaç duyar. Bu katkıyı doğal yoldan sağlayabilmek için, hamilelikte düzenli olarak maden suyu tüketimi tavsiye edilir.
Maden suyu böbrek taşı yapar mı? Böbrek taşlarının oluşumunda ana neden, yetersiz miktarda sıvı tüketimidir. Başka bir deyişle, yaşamı boyunca yeterli ve düzenli miktarlarda su ve maden suyu tüketmeyen insanlarda böbrek taşı oluşumu hızla meydana gelir. Bu duruma gelmiş ve böbreklerinde taş oluşmuş insanların maden suyu tüketmeleri tavsiye edilmez ancak esas olan, düzenli ve yeterli miktarlarda su ve maden suyu tüketerek vücudumuzu bu gibi etkenlerden korumaktır.
Avrupa'da ve Türkiye'de kişi başına yıllık maden suyu tüketimi ne kadar? Avrupa'da kişi başına yılda 150 litre maden suyu tüketirken bu oran Türkiye'de 3 litrenin altında. Ülkemiz aslında Avrupa'nın doğal mineralli sular açısından en zengin coğrafyasına sahip ancak, yıllık 65 milyon litre olan bu kaynağın sadece yüzde biri şişeleniyor, yüzde doksandokuzu boşa akıyor. Süt ve süt ürünleri tüketiminde de Avrupa ile aramızda benzer oranlar olduğu için, neticede ulusal beslenme kültürü ile bağlantılı ilginç tablolar ortaya çıkıyor. Örneğin bu beslenme kültürü sayesinde Avrupalı kemik erimesi gibi hastalıkları nadiren duyarken Türkiye'de belirli yaş ve cinsiyet gruplarında kemik erimesi oranları % 30'larda yaşanıyor. Bunun en önemli nedeni, yaşam boyunca düzenli olarak tüketilen süt ve doğal suların miktarlarındaki, bu yol ile alınan doğal kalsiyum takviyesindeki büyük farklılık.
Maden suyu son kullanma tarihinden sonra bozulur mu? Maden suyu kapağı açılmaz ise kesinlikle bozulmaz. Ürünlere son kullanma tarihi konulmasının tek nedeni, dolumdan sonra belirli bir süre geçtiği zaman sadece kapak ve ambalajdan dışarıya karbondioksit gazı kaçması ve azalmasıdır.
Düzenli maden suyu tüketimi ile bazı hastalıklar arasında bağlantı var mıdır? Maden suyunda zengin olarak bulunan minerallerden magnezyum, hücre içerisinde potasyumdan sonra en yoğun olarak bulunan katyondur. Hücre zarı, hücre içi ve hücre çekirdeğindeki birçok biyolojik olaylarda etkilidir ve kas ile sinirlerdeki elektrik uyarılarının iletilmesini sağlar. Kalp ve damar hastalıkları ile çok ilgisi vardır. Enfarktüs geçiren insanlarda magnezyum düşüklüğü saptanmıştır. Damar sertliğine yol açan damarlardaki yağ ve kalsiyum birikmesi de magnezyum eksikliğinden oluşur. Sodyum vücut sıvılarında en fazla bulunan elementtir ve sıvı dağılımı ile sıvı dengesinin düzenlenmesini sağlar. Ayrıca asit-baz dengesi ve sinir uyarılarının taşınması en önemli görevlerindendir. Kalsiyum vücudumuzda en fazla bulunan elementtir. Kemik yapısının yanı sıra kas kasılmalarının düzenlenmesine, sinir uyarılarının taşınmasına, hücre zarlarında iyon değişimine, hormonların, sindirim enzimlerinin ve nörotransmitterlerin salgılanmasına yardımcı olur. Yaşla ilgili kemik kayıplarını ve kırılmalarını önler. Kalsiyum sadece süt ve doğal sularda bulunur. İçerisinde kalori ve kolesterol olmadığı için maden suyu, kalsiyum açısından süte en iyi alternatif olmaktadır. Bikarbonatlar, magnezyum, sitratlar, sodyum, flor ve kalsiyum maden suyunda bulunan doğal dengeleri ile, ürolojik hastalıkların seyri ve özellikle ameliyat sonrasında çok etkendir. Böbrek taşlarının tekrarlamasını önlemenin en kolay, en pratik ve doğal yolu bu sıvıları bolca tüketmektir. Bikarbonatlı sular alkali yapıları sayesinde mide asiditesini nötralize eder ve bu özelliği nedeni ile peptik ülser hastalığının tedavisinde önemli rol oynarlar. Yine fonksiyonel mide ve bağırsak hastalıklarında semptomları azaltıcı etkileri vardır. Kalsiyum ve magnezyum içeren sular bağırsak molaritesini azaltarak stress sonucu gelişen ishal gibi şikayetleri önlemede etkili olurlar. Sülfatlı sular safra salgılarını ve akımlarını arttırır. Kalsiyum zengini doğal mineralli sular, menapoz döneminde kadınlarda ve ileri yaşlarda erkeklerde kemik erimesinin önlenmesi ve tedavisinde yeterli kalsiyum desteği sağlanmasında önemli bir seçenektir.
Yüksek doz C vitamini ve kanser Tarih: 20 Ağu 2015
Son yıllarda çok tartışılan ve büyük ilgi gören konulardan biri yüksek doz C vitamini tedavisidir. Yüksek dozdan kastedilen günlük 7-10 gram ve üstüdür. C vitamini keşfedildiği ilk yıllardan beri sağlıklı yaşam için en sık teşvik edilen, en ön planda tutulan gıda içeriklerinden biri olmuştur. Öyle ki; sebze, meyve gibi bol C vitamini içeren gıdaların sık tüketilmesi, hepimizin belki de en sık duyduğu sağlık önerisidir. Hal böyle olunca, sağlıklı yaşamla bu denli yan yana getirilen bir bileşiğin, olduğundan fazla yararlarının öne sürülmesi de o denli kolay olmaktadır. Elbette C vitamininin sağlığımız için birçok yararı olduğu doğrudur. Ancak şu ana dek yapılan çalışmalardan elde edilen sonuçlara göre, kanser tedavisi bunlardan biri değildir. Yapılan bazı laboratuvar ve hayvan deneylerinde olumlu sonuçlar elde edilse de, insanlar üzerinde yapılan klinik çalışmalar bu bulguları doğrulamamış ve yüksek doz C vitamininin kanserde net bir faydası gösterilememiştir.
C vitamininin suda çözünen vitaminler grubunda yer alması ve vücutta depolanmaması nedeniyle, yüksek dozlarda alımının bir zararı olmadığı iddia edilse de literatürde bildirilen birçok yan etki ve ilaç etkileşimi mevcuttur. Ancak buna rağmen birçok alternatif tıp uygulayıcısı, bu yöntemi bir mucize gibi sunmakta ve kanser hastalarına uygulamaktadır. Bu noktada, olası yan etki ve etkileşimler de göz önünde bulundurularak bu kişilere itibar edilmemeli ve etkileri net olarak ortaya konulana dek, şu an için bu tedaviden uzak durulmalıdır.
C vitamini nedir, görevleri nelerdir?
Askorbik asit ve askorbat olarak da bilinen C vitamini, suda çözünen vitaminler grubundan temel bir bileşiktir. C vitamini, çoğu hayvan ve bitki tarafından üretilebilirken; insanlarda üretilemez ve dışarıdan alınması gerekir. C vitamini, vücutta çeşitli enzimlerin işlev görmesi için gereklidir. Dokularda hasara neden olan serbest oksijen ürünlerini etkisiz hale getirmesi nedeniyle, antioksidan olarak kullanılır. C vitamini ayrıca kollajen sentezinde önemli rol oynayan bir bileşiktir. Kolllajen; deri, kıkırdak, kemik, tendon ve ligament gibi bağ ve destek dokunun esas yapısını oluşturan bir proteindir. Bu yüzden C vitamininin şiddetli eksikliğinde diş eti çekilmeleri, halsizlik, uyuşukluk, kolay kanama ve morarmayla karakterize Skorbüt Hastalığı meydana gelir. Skorbüt belirtileri, vücutta kollajen doku zayıflamaları sonucunda gelişir ve bu hastalara C vitamini verilerek kollajen dokuları sağlamlaştırılır.
C vitamini kaynakları nelerdir?
Dünya Sağlık Örgütü (WHO), sağlıklı yetişkinler için günlük 45 mg. C vitamini alımını önermektedir. Doğada yaygın olarak bulunan C vitaminin en zengin kaynaklarını taze meyve ve sebzeler oluşturur. Meyveler arasında en çok C vitamini içerenler; limon, portakal, greyfurt,çilek, ananas, kivi, kavun, karpuz, frenk üzümüdür. Bu meyvelerden özellikle narenciye grubu (limon, portakal, greyfurt), C vitamini bakımından çok zengindir. Sebzelerden ise; kuşburnu, karnabahar, lahana, brokoli, biber, kuru soğan, ıspanak, patates, domates en zengin kaynaklardır. Hayvansal olarak da karaciğerde bol miktarda bulunur. Vitamin takviyeleri de bir diğer C vitamini kaynağıdır. Sebze ve meyveler pişirildiğinde veya uzun süre saklandığında C vitamini içeriği azalır. Pişirme yöntemi olarak mikrodalga ve buğulama kullanmak, C vitamini kaybını azaltır. Ancak C vitamini içeriğini korumak için ideal olanı bu gıdaları taze ve çiğ tüketmektir.
C vitamini tarihi ve kanserde etkili olduğu iddiaları nereye dayanmaktadır?
İlk olarak 1753’te, trunçgillerin skorbüt hastalığını önlediğinin belirlenmesiyle, C vitamini keşfinin yolu açılmış ve 1912’de Casimir Funk isimli bilim adamı, sebze ve meyvelerde bulunan bu bileşiğe antiskorbütik vitamin adını vermiştir. 1920’de de İngiliz biyokimyacı Jack Drummond, bu bileşik için C vitamini ismini kullanmıştır. İlk olarak 1959’da yapılan bir çalışmada, kanserin bağ doku değişiklikleriyle ilişkili olabileceği ve bunun da C vitamini eksikliğine bağlı olabileceğinin iddia edilmesiyle C vitamininin kanser tedavisinde kullanılması gündeme gelmiştir. Yüksek doz C vitamini, ilk kez 1970’lerde İskoçyalı cerrah Ewan Cameron tarafında yapılan çalışmalarda kanser hastalarında denenmeye başlanmıştır. Daha sonra Dr. Cameron’ın çalışmalarına Nobel ödüllü kimyager Linus Pauling’in de katılmasıyla, çalışmalar büyük ilgi çekmiştir. Cameron ve Pauling, ileri evre kanser hastaları üzerinde yaptıkları çalışmalar sonucu yüksek doz C vitamininin kanserde potansiyel bir tedavi ajanı olabileceğini iddia etse de sonraları bu çalışmaların hatalı olduğu belirlenmiştir.
Yüksek doz C vitamininin olası yan etki ve riskleri nelerdir?
C vitamininin suda çözünen bir vitamin olması ve vücutta depolanmaması nedeniyle yüksek dozlarda alımının sakıncası olmadığı iddia edilse de literatürde birçok yan etki ve ilaç etkileşimi bildirilmiştir. Yüksek doz C vitamininin, Glukoz-6-fosfat dehidrogenaz enzimi eksikliği olanlarda hemolitik anemi; böbrek problemleri olanlarda böbrek yetmezliği riskini artırabileceği raporlanmıştır. C vitamini, vücutta demirin yararlanımını artırabileceğinden hemokromatozis hastalarında (demir depolama hastalığı) kullanımı da önerilmemiştir. Ayrıca B12 vitamini ve bakır emilimini de azaltabilmektedir. C vitamini idrarı asitleştirdiğinden böbrek taşlarının oluşumuna neden olabilmekte, C vitamini metabolizması sonucu oluşan oksalik asit nedeniyle de hiperoksalüri durumu ortaya çıkabilmektedir. Hiperoksalüri, idrarda aşırı miktarda oksalat bulunmasıdır ve taş oluşumuna neden olabilmektedir. 2000 yılında yayımlanan bir çalışmada, ilk kez C vitamininin tolere edilebilir üst limiti 2 gram olarak belirlenmiş ve bu sınırdan sonra ishal yapıcı etkisinin olduğu bildirilmiştir. Zaten yüksek doz C vitaminine bağlı en sık yan etki de ishaldir.
Literatürde ayrıca yüksek doz C vitamininin, bazı kemoterapi ilaçlarıyla birlikte kullanımının yan etkileri artırdığını gösteren çalışmalar da mevcuttur. Bazı çalışmalarda ise, araştırmacılar beklenmeyen etkiler nedeniyle çalışmayı yarıda kesmek zorunda kalmıştır.
Yüksek doz C vitamininin kanserdeki etkileri üzerine yapılan laboratuvar çalışmalarının sonuçları nelerdir?
Yapılan bazı laboratuvar çalışmalarında, yüksek doz C vitamininin çeşitli kanser türlerindeki hücre serilerinde çoğalmayı azalttığı gösterilmiştir. Laboratuvar çalışmalarında C vitamininin bu etkisinin olası mekanizması da araştırılmış ve yüksek doz C vitamininin, hidrojen peroksit üreten kimyasal reaksiyonlar aracılığıyla kanser hücreleri için öldürücü etki yarattığı gösterilmiştir. Yine yapılan laboratuvar çalışmalarında yüksek dozda C vitamini, yumurtalık kanseri hücrelerinde arsenik trioksid; pankreas kanseri hücrelerinde gemsitabin; mezotelyoma (akciğer zarı kanseri) hücrelerinde gemsitabin ve epigallokatekin-3-gallat (EGCG) kombinasyonunun etkisini artırmıştır. 2012 yılında yapılan bir çalışmada da yüksek doz C vitamininin, glioblastoma multiforme (beyin kanseri) hücrelerinin radyoterapiye duyarlılığını artırdığı raporlanmıştır. Buna karşın bazı çalışmalarda ise doksorubisin, metotreksat, sisplatin gibi bazı kemoterapi ilaçlarıyla birlikte kullanıldığında ilacın etkinliğini azalttığı bildirilmiştir.
Yüksek doz C vitaminin kanserde etkileri üzerine yapılan klinik çalışmaların sonuçları nelerdir?
Kanserde yüksek doz C vitamininin etkilerine ilişkin ilk klinik çalışmalar, 1970’lerde Ewan Cameron ve Linus Pauling tarafından yapılmıştır. Dr. Cameron ve kimyager Pauling, yaptıkları çalışmalar sonucu damar yoluyla verilen (intravenöz) yüksek doz C vitamininin ileri evre kanser hastalarında yaşam sürelerini anlamlı derecede uzattığını iddia etmiştir. Ancak sonraları çalışmalar Ulusal Kanser Enstitüsü (National Cancer İnstitute) tarafından değerlendirildiğinde, çalışmaların kötü tasarlandığı ve hatalı olduğu sonucuna varılmıştır. Ayrıca Dünya çapında en prestijli tıp kurumlarından “Mayo Klinik” tarafından yapılan 3 çalışmada da bu sonuçlar doğrulanmamıştır.
Ağız yolla alınan yüksek doz C vitamini etkisinin değerlendirildiği iki klinik çalışmada; hastalar 2 gruba ayrılarak bir gruba günlük 10 gr Vitamin C verilip, diğer gruba verilmediğinde çalışma sonunda gruplar arasında yaşam süreleri ve yaşam kalitesi açısından anlamlı fark görülmemiştir. Sonraları yapılan çalışmalarda, kanda ulaşılabilen maksimum C vitamini düzeyinin uygulama yoluna göre değişiklik gösterdiği belirlenmiştir: C vitamini, ağız yoluyla alındığında kandaki düzeyi sıkı kontrol edilmektedir, ancak damar yoluyla uygulandığında bu sıkı kontrolden kaçılarak, kanda daha yüksek seviyelere ulaşılabilmektedir. Bundan hareketle bazı çalışmalarda; damar yoluyla elde edilecek daha yüksek C vitamini seviyelerinin, ağız yoluyla sağlanamayan etkiyi sağlayabileceği ve kanser hücrelerini öldürebileceği iddia edilmiştir. Ancak sonraları yapılan iyi tasarlanmış, klinik çalışmalarda; damar yoluyla alınan yüksek doz C vitamininin de kanser tedavisinde böyle bir faydası görülmemiştir.
Yüksek doz C vitamininin, diğer kanser tedavileriyle birlikte kullanımının değerlendirildiği çalışmalarda da tutarsız sonuçlar elde edilmiştir. 2014 yılında yapılan bir çalışmada; evre 3-4 yumurtalık kanserli 27 hasta, bir gruba yalnızca kemoterapi (karboplatin+paclitaxel) diğer gruba kemoterapiyle birlikte yüksek doz C vitamini verilmek üzere 2 gruba ayrılmış ve sonuçta yüksek doz C vitamini verilen grupta sağkalım ve progresyonsuz sağkalım (hastalıkta ilerleme olmaksızın geçirilen süre) yönünden bir fark görülmemiştir. Yalnızca kemoterapiye bağlı 1-2. derece yan etkilerin görülme sıklığı anlamlı derecede azalmıştır. Bununla birlikte, esas problemi oluşturan, tedavide aksamalara sebep olan 3-4. derece yan etkilerde ise azalma görülmemiştir. Yüksek doz vitamin C’nin Arsenik trioksit ile birlikte kullanımının değerlendirildiği çalışmaların sonuçları ise çelişkilidir. Lösemi, ileri evre kalın bağırsak kanseri ve melanom cilt kanserinde de benzer kombinasyonların ciddi yan etkilere ve hastalığın ilerleme göstermesine neden olduğu görülmüştür.
2010 yılında yayımlanan, 33 yıldır yapılan araştırmaların derlendiği bir çalışmada; “Yüksek doz C vitamininin kansere karşı etkili olup olmadığı, eğer varsa hangi dozlarda ve hangi kanser tiplerinde etkili olduğu bilinmemektedir.” sonucuna varılmıştır. Amerikan Kanser Derneği de; mevcut klinik kanıtların, yüksek doz C vitamininin herhangi bir faydasını göstermediğini belirtmektedir. Ancak tüm bunlara rağmen yüksek doz C vitamini, tamamlayıcı ve alternatif tıp uygulayıcıları tarafından yaygın olarak kullanılmaktadır. 2006 ve 2008 yıllarında Amerika’da yapılan tamamlayıcı ve alternatif tıp konferanslarında yapılan anketlerde, 199 katılımcının 172’si hastalara yüksek doz C vitamini uyguladığını söylemiştir.
Sonuç olarak; şu an için yüksek doz C vitamininin kanseri tedavi ettiğine dair net bir kanıt yoktur. Bazı laboratuvar ve hayvan çalışmalarında olumlu sonuçlar elde edilse de, klinik çalışmalar bu sonuçları doğrulamamaktadır. Yapılan çalışmalarla damar yoluyla uygulanan C vitamininin, kanda daha yüksek konsantrasyonlara ulaşmayı sağladığı gösterilmiştir. Bundan hareketle damardan uygulanan C vitamininin, ağızdan alınana kıyasla etkili olması daha olasıdır. Ancak henüz bu etki de kanıtlanmış değildir. Devam eden çalışmalarda; damar yoluyla uygulanan C vitamininin kemoterapi, radyoterapi gibi diğer kanser tedavi rejimlerinin etkinliğini artırıp artırmayacağının üzerinde durulmaktadır. Bu noktada belki bir miktar yararın elde edilmesi mümkündür. Ancak çalışmalar tamamlanana kadar ve eğer gerçekten yararı varsa da net olarak ortaya konulana kadar, olası yan etkiler de göz önünde bulundurularak şu an için bu tedaviden uzak durmakta yarar vardır. Sağlıklı ve mutlu kalın.. Prof. Dr. Mustafa Özdoğan Kaynaklar:
1) Aboul-Enein HY, Al-Duraibi IA, Stefan RI, Radoi C, Avramescu A. Analysis of L- and D-ascorbic acid in fruits and fruit drinks by HPLC. Seminars in Food Analysis. 1999;4:31–37.
2) Naidu KA. Vitamin C in human health and disease is still a mystery? An overview. Nutr J. 2003;2:7.
3) World Health Organization.Vitamin and mineral requirements in human nutrition (2nd ed.). 2004;138.
4) Gropper SS, Smith JL, Grodd JL. Advanced nutrition and human metabolism. Belmont, CA: Thomson Wadsworth. 2005;260–275.
5) Preedy VR, Watson RR, Sherma Z. Dietary Components and Immune Function (Nutrition and Health). Totowa, NJ: Humana Press. 2010:36;52.
6)Padayatty S, Espey MG, Levine M: Vitamin C. eds: Encyclopedia of Dietary Supplements. 2nd ed. New York, NY: Informa Healthcare. 2010;821-31.
7) Abou-Jawde RM, Reed J, Kelly M, Walker E, Andresen S, Baz R, Karam MA, Hussein M. Efficacy and safety results with the combination therapy of arsenic trioxide, dexamethasone, and ascorbic acid in multiple myeloma patients: a phase 2 trial. Med Oncol. 2006;23:263-72.
8) Berenson JR, Matous J, Swift RA, Mapes R, Morrison B, Yeh HS. A phase I/II study of arsenic trioxide/bortezomib/ascorbic acid combination therapy for the treatment of relapsed or refractory multiple myeloma. Clin Cancer Res. 2007;13:1762-8.
9) Welch JS, Klco JM, Gao F, Procknow E, Uy GL, Stockerl-Goldstein KE, Abboud CN, Westervelt P, DiPersio JF, Hassan A, Cashen AF, Vij R. Combination decitabine, arsenic trioxide, and ascorbic acid for the treatment of myelodysplastic syndrome and acute myeloid leukemia: a phase I study. Am J Hematol. 2011;86:796-800.
10)Subbarayan PR, Lima M, Ardalan B. Arsenic trioxide/ascorbic acid therapy in patients with refractory metastatic colorectal carcinoma: a clinical experience. Acta Oncol. 2007;46:557-61.
11)Lind J. A Treatise of the Scurvy. London: A. Millar. 1753:149.
12)Rosenfeld L. Vitamine--vitamin. The early years of discovery. Clin. Chem. 1997;43:680–5.
13)Drummond JC. The nomenclature of the so-called accessory food factors (vitamins). Biochem J 1920;14:660.
14) McCORMICK WJ. Cancer: a collagen disease, secondary to a nutritional deficiency. Arch Pediatr. 1959;76:166-71.
15)Cameron E, Pauling L. Supplemental ascorbate in the supportive treatment of cancer: Prolongation of survival times in terminal human cancer. Proc Natl Acad Sci U S A 73 (10): 3685-9, 1976.
16)Cameron E, Pauling L: Supplemental ascorbate in the supportive treatment of cancer: reevaluation of prolongation of survival times in terminal human cancer. Proc Natl Acad Sci U S A.1976;73:3685-9.
17)Cameron E, Campbell A: The orthomolecular treatment of cancer. II. Clinical trial of high-dose ascorbic acid supplements in advanced human cancer. Chem Biol Interact. 1974;9:285-315.
18) Vitamin C. American Cancer Society.
19)Cabanillas F. Vitamin C and cancer: what can we conclude--1,609 patients and 33 years later? Puerto Rico health sciences journal. 2010;29:215–7.
20)Cameron E, Pauling L: The orthomolecular treatment of cancer. I. The role of ascorbic acid in host resistance. Chem Biol Interact. 1974;9:273-83.
21) Padayatty SJ, Sun AY, Chen Q, Espey MG, Drisko J, Levine M. Vitamin C: intravenous use by complementary and alternative medicine practitioners and adverse effects. PLoS One. 2010;5:e11414.
22)Rees DC, Kelsey H, Richards JD. Acute haemolysis induced by high dose ascorbic acid in glucose-6-phosphate dehydrogenase deficiency. BMJ. 1993; 306:841-2.
23) Barton JC, McDonnell SM, Adams PC, Brissot P, Powell LW, Edwards CQ, Cook JD, Kowdley KV. Management of hemochromatosis. Hemochromatosis Management Working Group. Ann Intern Med. 1998;129:932-9.
24)Dietary reference intakes for vitamin C, vitamin E, selenium, and carotenoids: a report of the Panel on Dietary Antioxidants and Related Compounds, Subcommittees on Upper Reference Levels of Nutrients and of Interpretation and Use of Dietary Reference Intakes, and the Standing Committee on the Scientific Evaluation of Dietary Reference Intakes, Food and Nutrition Board, Institute of Medicine. Washington, D.C: National Academy Press. 2000:156–161.
25) Verrax J, Calderon PB. The controversial place of vitamin C in cancer treatment. Biochem. Pharmacol. 2008;76:1644–52.
26)Institute of Medicine. Dietary Reference Intakes for Vitamin C, Vitamin E, Selenium, and Carotenoids. Washington, DC: The National Academies Press, 2000.
27)Bael TE, Peterson BL, Gollob JA. Phase II trial of arsenic trioxide and ascorbic acid with temozolomide in patients with metastatic melanoma with or without central nervous system metastases. Melanoma Res. 2008;18:147-51.
28) Joseph J. Cullen. Clinical Trial of High-dose Vitamin C for Advanced Pancreatic Cancer (PACMAN-II). U.S. National Institutes of Health, Clinicaltrials.gov. NCT01515046.
29) Daniel A Monti. Research Study of IV Vitamin C in Combination With Irinotecan vs Irinotecan Alone for Advanced Colorectal CA. U.S. National Institutes of Health, Clinicaltrials.gov. NCT01550510.
30)Frömberg A, Gutsch D, Schulze D, et al.: Ascorbate exerts anti-proliferative effects through cell cycle inhibition and sensitizes tumor cells towards cytostatic drugs. Cancer Chemother Pharmacol 67 (5): 1157-66, 2011.
31) Chen P, Stone J, Sullivan G, Drisko JA, Chen Q. Anti-cancer effect of pharmacologic ascorbate and its interaction with supplementary parenteral glutathione in preclinical cancer models. Free Radic Biol Med. 2011;51:681-7.
32) Chen Q, Espey MG, Krishna MC, Mitchell JB, Corpe CP, Buettner GR, Shacter E, Levine M. Pharmacologic ascorbic acid concentrations selectively kill cancer cells: action as a pro-drug to deliver hydrogen peroxide to tissues. Proc Natl Acad Sci U S A. 2005;102:13604-9.
33)Verrax J, Calderon PB. Pharmacologic concentrations of ascorbate are achieved by parenteral administration and exhibit antitumoral effects. Free Radic Biol Med. 2009;47:32-40.
34)Ong PS, Chan SY, Ho PC. Differential augmentative effects of buthionine sulfoximine and ascorbic acid in As2O3-induced ovarian cancer cell death: oxidative stress-independent and -dependent cytotoxic potentiation. Int J Oncol. 2011;38:1731-9.
35)Martinotti S, Ranzato E, Burlando B. In vitro screening of synergistic ascorbate-drug combinations for the treatment of malignant mesothelioma. Toxicol In Vitro. 2011;25:1568-74.
36) Espey MG, Chen P, Chalmers B, Drisko J, Sun AY, Levine M, Chen Q. Pharmacologic ascorbate synergizes with gemcitabine in preclinical models of pancreatic cancer. Free Radic Biol Med. 2011;50:1610-9.
37) Herst PM, Broadley KW, Harper JL, McConnell MJ.Pharmacological concentrations of ascorbate radiosensitize glioblastoma multiforme primary cells by increasing oxidative DNA damage and inhibiting G2/M arrest. Free Radic Biol Med. 2012;52:1486-93.
38) Heaney ML, Gardner JR, Karasavvas N, Golde DW, Scheinberg DA, Smith EA, O'Connor OA. Vitamin C antagonizes the cytotoxic effects of antineoplastic drugs. Cancer Res. 2008;68:8031-8.
39) Creagan ET, Moertel CG, O'Fallon JR, Schutt AJ, O'Connell MJ, Rubin J, Frytak S. Failure of high-dose vitamin C (ascorbic acid) therapy to benefit patients with advanced cancer. A controlled trial. N Engl J Med. 1979;301:687-90.
40) Moertel CG, Fleming TR, Creagan ET, Rubin J, O'Connell MJ, Ames MM. High-dose vitamin C versus placebo in the treatment of patients with advanced cancer who have had no prior chemotherapy. A randomized double-blind comparison. N Engl J Med. 1985;312:137-41.
41) Padayatty SJ, Sun H, Wang Y, Riordan HD, Hewitt SM, Katz A, Wesley RA, Levine M. Vitamin C pharmacokinetics: implications for oral and intravenous use. Ann Intern Med. 2004;140:533-7.
42) Hoffer LJ, Levine M, Assouline S, Melnychuk D, Padayatty SJ, Rosadiuk K, Rousseau C, Robitaille L, Miller WH Jr. Phase I clinical trial of i.v. ascorbic acid in advanced malignancy. Ann Oncol. 2008;19:1969-74.
43) Ma Y, Chapman J, Levine M, Polireddy K, Drisko J, Chen Q. High-dose parenteral ascorbate enhanced chemosensitivity of ovarian cancer and reduced toxicity of chemotherapy. Sci Transl Med. 2014;6:222ra18.
44) Vitamin C: MedlinePlus Medical Encyclopedia. U.S National Library of Medicine.
45) Natural food-Fruit Vitamin C Content. The Natural Food Hub. Retrieved March 7, 2007.
Kimyasalları hayatımızdan çıkarttık ya, saçımızı nasıl boyayacağız şimdi?
Zaten oldum olası cildim o kimyasal saç boyalarına reaksiyon gösterir, kuaförde saç derim kaşınır kıpkırmızı olurdu. Önce organik saç boyalarını denedim. Sanırım iki kutu organik saç boyası denememden sonra evde bitkilerden saç boyası yapma fikri aklıma geldi ve biraz neti kurcalayınca gördüm ki bu fikir sadece benim aklıma gelmemiş. Denenmiş tarifler buldum. Ben de kendime göre biraz uyarladım, ekledim, çıkarttım ve benim bitkisel saç boyası tarifim ortaya çıktı Tarife geçmeden önce belirteceğim önemli bir kaç nokta var.
Bu karışım saçınızda ne kadar uzun süre kalırsa o kadar etkili oluyor. 4-6 saat.
Saçınızın rengine göre ortaya çıkacak renk değişir. Benim saçım sarıydı açık kızıl oldu.
Ben fazla yaptım küçük poşetlerde dondurucuya kaldırdım, ihtiyaç duydukça çıkartıp eriyince kullanıyorum.
Evde bitkisel saç boyası malzemeleri 1 patlıcan kabuğu, 1 kırmızı pancar, 1 mor havuç, 1 kırmızı soğan kabuğu, 3 ceviz, (sadece kabuğu da olur), 2 çubuk tarçın, 2 tutam ada çayı, 1 su bardağı çay demi, 2 tutam habiskus, Yarım mor lahana, 1 avuç karanfil, 2 yemek kaşığı zeytinyağı, 2 yemek kaşığı sirke, 2 tutam kaya tuzu, 1-2 yemek kaşığı kına, su. Yapılışı Bir tencereye zeytinyağı, tuz, sirke ve kına hariç çay demini ve tüm malzemeyi ve malzemenin üzerini biraz örtecek kadar da su koyup sebzeler yumuşayıncaya kadar pişirin. Pişirme işlemi bitince içinden ceviz, karanfil ve çubuk tarçın gibi sert malzemeleri alıp hepsini blenderden geçirin ince süzgeçten süzün. Süzdüğünüz karışım ılık hale gelince sirke, zeytinyağı ve tuzu ekleyip karıştırın. Hatta içine bu aşamada probiyotik bakteri de eklenebilir. Bir daha ki sefere onu da ekleyeceğim. En son kına da ilave edin ve karışımdan saçınıza saç boyası sürer gibi sürün. Saçınıza karışımı sürme işi bitince streç film ile saçınızı iyice sarın. 10 dk kadar fön makinesi tutun saçınıza. Artık bekleyebildiğiniz kadar bekleyin. Malzemelerin içindeki tuz, ada çayı boya sabitleyicidir. Boyayı saçta sabitlemek için eklendi. Kınayı ben ekledim isteyen eklemeden de deneyebilir.
Saçınızı durulayıp doğal bitkisel sabunla yıkayın, son durulama suyuna bir fincan ev yapımı doğal fermente elma sirkesi ekleyip son olarak da bu suyla durulayın. Saçınızı boyamakla kalmayan müthiş besleyen ve beyazları da kapatan bir karışım. Denemek isteyenlere şimdiden kolay gelsin.
Modern çağın korkulu rüyası kanser günümüzde hızla yaygınlaşırken yeni tedavi yöntemleriyle başarı oranı da artıyor.
Ancak şüphesiz asıl önemli olan kanserden korunmak. Pembe İzler Derneği’nin, Kanser Haftası’nda konunun uzmanları ve cesur savaşçılarıyla gerçekleştirdiği “Bu Kadın Beni Kanser Ediyor” etkinliğinde ezber bozan, yüksek sesle konuşmaktan çekinilen konular cesurca ele alındı; kanserden korunmanın reçetesi yazıldı! 2 yıl önce kanser tedavisi gören ünlü senarist Sema Ergenekon zorlu süreçten nasıl yenilenerek ve hayatına yeni yön çizerek çıktığını anlatırken, Plastik, Rekonstrüktif
ve Estetik Cerrahi Uzmanı Dr. Serdar Eren ve Acıbadem Maslak Hastanesi Radyasyon Onkolojisi Uzmanı Prof. Dr. Nuran Beşe, ezber bozan önerilerde bulundu…
Meme kanseri başta olmak üzere tüm kadın kanserleri konusunda farkındalık çalışmalarıyla, toplumda sağlık bilincini artırmak için çalışan Pembe İzler Derneği, etkinliklerine son sürat devam ediyor. 1-7 Nisan Dünya Kanser Haftası kapsamında iki cesur etkinlikten ilki 4 Nisan 2016, Pazartesi günü The House Residence’da gerçekleştirildi. Konunun önde gelen uzmanları ve ünlü simaların katılımıyla gerçekleştirilen “Bu Kadın Beni Kanser Ediyor” söyleşisinde kanserden yola çıkarak kadınların hastalıklarıyla ilişkileri, hayatlarını sorgulamaları, kimlik algılarının değişimi ve yüksek sesle konuşmaktan çekinilen konular cesurca tartışıldı, görüş alışverişinde bulunuldu. Kanser tedavisi gören, Gümüş’ten Karadayı’ya televizyonun ünlü dizilerinin senaristlerinden Sema Ergenekon, hayatındaki zorlu dönemi ve ‘yenilenmiş’ yeni rotasını anlatırken, bu zorlu süreçte en büyük destekçisi olan sanatçı eşi Uğur Arslan da birlikte zoru nasıl başardıklarını paylaştı. Ünlü oyuncu Bergüzar Korel’in de katıldığı etkinlikte ünlü estetik cerrahi uzmanı Dr. Serdar Eren ile Acıbadem Maslak Hastanesi Radyasyon Onkolojisi Uzmanı Prof. Dr. Nuran Beşe hem kansere karşı korunma hem kanser dönemi hem de ‘yeni hayat’ yolculuğuna dair çok önemli öneriler ve uyarılarda bulundu.
SEMA ERGENEKON: “İYİ Kİ KANSER OLMUŞUM DİYORUM!”
Son 10 yıldır seyirciyi ekrana bağlayan Gümüş, Sıla, Yer Gök Aşk, Karadayı, Kara Para Aşk dizilerinin senaristlerinden biri olan ve 2014 yılında kanser tedavisi gören Sema Ergenekon, hem
iş hem eş hem anne kimliğiyle çıktı katılımcıların karşısına. 3 çocuk annesi ünlü senarist, bu kez senaryolarını değil, kendi hikayesini paylaştı; mutlu bir aile hayatı ve çok sevdiği bir işi varken 2014 yılında meme kanseri ile tanıştıktan sonra hayatının nasıl değiştiğini ve kadın kimliğinden mesleki kimliğine kadar neleri sorguladığını aktardı. Kanser deneyiminin kendisine bakışını değiştirdiğini ve yeni hayat yolculuğuna çıkması için onun bir hediye olduğuna inandığını anlatan ünlü senarist şöyle konuştu: “Kemoterapi ve radyoterapi bittikten sonra Nuran hocamızla vedalaşırken bana ‘Bu hastalığa neden yakalandığını biliyor musun? Bunun nedenini bulamazsan seni 5 sene sonra yine tedavi etmek durumunda kalırım’ deyince hastalığı öğrendiğim andan daha büyük bir şok yaşadım; gerçekten de neden bu hastalığa yakalanmıştım? Bu soruyu hiç düşünmediğimi fark ettim. Yüzleşmem gerekiyordu kendimle. Yüzleştim de! Kendimi sorgulamaya başlayınca önem verdiklerimin listesini çıkardım ama gördüm ki bu listede ben yoktum!
Aşırı fedakar olduğumu, kendim için aslında hiçbir şey yapmadığımı gördüm. Bu durumu fark etmem değişim noktam oldu; şimdi en azından ismimi listeye yazdım ve amacım da kendimi o listede yükseltmek. Bu hastalığı yaşamasaydım bunları sormazdım ve bu yola girmezdim, çünkü hiç öyle bir farkındalığım yoktu; bu hastalık farkındalık oluşturmamı sağladı. O yüzden belki inandırıcı gelmeyebilir ama ben bu hastalığı yaşadığım için kahrolmuyorum; aksine tuhaf bir tebessüm ve gülümseme ile hatırlıyorum ve bana rahatlık ve güven veriyor. Çünkü kendi adıma bir değişim geçirdim ve şu anki halimi iki yıl önceki Sema’dan daha çok seviyorum.” Sanatçı eşi Uğur Aslan da zorlu süreçten daha kuvvetlenmiş ve yenilenmiş olarak çıktıklarını anlattı.
"SİZİN İÇİN VARIM" ANLAYIŞINDAN "BEN DE VARIM!"A...
Estetik cerrahinin ünlü doktorlarından Dr. Serdar Eren, kadının bilinçaltında saklananların, kişi farkına varmasa bile hastalıklara davetiye çıkarabileceğini vurguladığı konuşmasında cesur önerileriyle dikkat çekti. Kanserin çoğunlukla hep iyi olmaya çalışan, kuralcı ve kontrolcü kadınlarda görüldüğünü, oysa duygularını doğru yaşamanın son derece önemli olduğunu 'sizin için varım' anlayışından 'ben de varım' anlayışına geçilmesi gerektiğini belirten Dr. Serdar Eren, "Hayattan kopmadan kimse kanser olmaz, insan yaşamdan koptuğu zaman kansere davetiye çıkarır bilinçaltında. Onun için buna müsaade etmemek gerekir" dedi. Sağlıklı olma halini "organların sessiz olması durumu" olarak açıklayan Dr. Serdar Eren sözlerine şöyle devam etti: "Sağlıklıyken bütün organlar sessizce ve uyum içinde çalışır. Ancak sağlığın bozulması halinde organlarımız konuşmaya başlar ve önemli olan hastalanan organın lisanını anlayabilmektir. Hastalıklı vücut kişiye şöyle seslenir; “Sana haykırıyorum neden beni duymuyorsun?" Kadınların bilinçaltı ile vücutları arasındaki çatışmanın kadın kanserlerine yakalanmada da önemli bir etken olduğunu söyleyen Dr. Eren, "Kadının dişilik algısı ergenlik sürecinde başlar ve bu süreçte oluşan travmalar gelecek yıllarda hastalık olarak karşısına çıkabilir. Kadınlara sesleniyorum;toplumun ya da ailenizin istediği rolü değil, doğanızdan gelen kadınlık içgüdülerinizi dinleyin! Zamanı geldiğinde çocuksu sevilmeyi kadınsı sevilmeye tercih etmekten ya da ‘babaların aslan kızları’ olmaktan vazgeçin, her duygunun doğru zamanda doğru şekilde yaşanması ancak organlara huzur getirir. Kendi bedeninize yabancılaşmayın" dedi.
Kadınların kanser ile tanıştıklarında kendi bedenleri ve hayatlarıyla yüzleşme sürecinin de başlamasının çok önemli olduğunu vurgulayan Dr. Serdar Eren, "Bu süreç, aslında bir muhasebe sürecidir de. Önce kendiyle mücadele etmeli kadınlar. ‘Neden ben?’ sorusuna ‘Çünkü ben’ cevabını bulduklarında büyük yol kat etmiş olurlar ki, bu yolu almada da mutlaka profesyonel desteğe ihtiyaç vardır. Cesurca kendiyle yüzleşen, kendi bedenini tanıyan, önemseyen ve hayata tutunan kadınlar, sağlık yolculuğunda da avantajlı olurlar" diye konuştu.
DOĞA İLE İÇ İÇE OLUN, 5 DUYUNUZU KULLANIN!
Radyasyon onkoloğu olan ve uzun yıllardır meme kanseri tedavisi üzerine çalışan Acıbadem Maslak Hastanesi Radyasyon Onkolojisi Uzmanı Prof. Dr. Nuran Beşe de meme kanserinin ülkemizde çoğunlukla 30 ila 55 yaş arasındaki fedakar kadınlarda görüldüğünü belirterek,kadının hem anne-babasının hem çocuklarının hem de eşlerinin sorumluluğunu üstlendiklerini, iş hayatında başarılı olmaya çalışarak kendilerini unuttuklarını, böylece riske çok daha açık hale geldiklerini vurguladı. ‘Hep benim’ yaklaşımının bencillik olduğunu ancak ‘önce ben’ demenin bencillik olmadığının altını çizen Prof. Dr. Nuran Beşe hastalarına da önerdiği kansere meydan okumanın reçetesini şöyle yazdı:
Sizi mutsuz eden şeylere ‘dur’ deyin,
Başkası için bir şey yapmak zorundaysanız mutlaka sizi de mutlu edecek bir şey yapın,
Beş duyu organınızı hakkıyla kullanın; çiçekleri, yeni kesilen çimleri koklayın; sevdiğiniz müziği dinleyin, resim yapın, resimlere bakın, film seyredin; dokunun, kedi-köpek edinin, onları sevin.
Kaliteli beslenin; lüks restorana gitmek zorunda değilsiniz ama acıktığınızda hazır ve güvenilir olmayan yiyecekler yerine ufacık sevdiğiniz sağlıklı bir şey yiyin.
Spor yapın; spor son derece önemli, çünkü endorfinleri, serotoninleri artırıyor. Bizim antidepresanla sağlamaya çalıştığımız şeyleri doğal yollarla yapmış olursunuz.
Nelerden hoşlanıyorsanız hayatınıza katın.
Tutkularınızın peşinden gidin.
Lüks ve konfor saplantısı yerine doğa ile iç içe yaşayın.
Dikkat! Dr. Mercola: Laminat parkeler kanser tuzağı!
Dünya Sağlık Örgütü (WHO) ölümlerin 4'ünden 1'inin toksik bir çevrede yaşamak ve çalışmaktan kaynaklandığını tahmin ediyor. Hava kirliliği başta olmak üzere beslenme, kişisel bakım ve sık kullanılan ev gereçleri sizin ve ailenizin sağlığını risk altına alıyor olabilir.
Araştırmalar genelde organik yiyeceklerle beslenenlerin sistemlerinde daha az toksin barındırdıklarını gösteriyor. Ev gereçleri, inşaat malzemeleri ve mobilya seçimleri de önemli çünkü bunların çoğu alev iticiler ve formaldehit gibi toksik kimyasallar içerebiliyor.
Evinizde zehirli yer döşemesi var mı? ABD Hastalık Önleme ve Kontrol Merkezleri'ne (CDC) bağlı Ulusal Çevre Sağlığı Merkezi'nin son raporuna göre, laminat yer döşemelerindeki formaldehit daha önce düşünülenden daha büyük sağlık risklerine neden oluyor. Rapor, maruz kalan herkesin çeşitli yan etkiler yaşayabileceği gibi yaşam boyu kanser riskinin daha önce tahmin edilenden çok fazla olduğunu söylüyor. Bu sorunlar özellikle Çin'de üretilen laminat parkelerde görülmüş. Bu ürünleri satan Lumber Liquidators şirketi bir kamu kurumuna çevre sağlığını bozmak nedeniyle ceza ödemiş ve bu ürünlerin satışını durdurmuş.
CNN'in haberine göre "Evlerinde bu tip döşeme bulunanlar, her gün evi havalandırmak, diğer kaynaklardan, örneğin tütünden formaldehide maruziyeti azaltmak gibi bazı önlemler almalılar. Evinde laminat yer döşemesi olanlar göz rahatsızlığı ve/veya nefes darlığı yaşarlarsa mutlaka tıbbi yardım almalılar." Dr. Joseph Mercola
Kanseri yok eden mucizevi diyet Karbonhidrat bakımından fakir diyetlerden olan ketojenik diyet, zayıflatmakla kalmayıp aynı zamanda kanseri de önlüyor.
Haberler / Sağlık Ketojenik diyet, son dönem oldukça gündemde. Hemen hemen herkes bu özel diyetten bahsediyor. Bu diyeti bu kadar özel kılan ise zayıflatmasının yanında, yapılan bilimsel araştırmalarda kanseri de iyileştirmeye yardımcı olduğunun kanıtlanması.
Araştırmalar, özellikle kanser hastalarının bu diyete uymaları halinde birçok olumlu sonuçla karşılaşıldığını ortaya koyuyor. Doç. Dr. Mutlu Demiray, Ketojenik diyete uyan kanser hastalarının kanserli hücrelerin büyümesinin yavaşladığını söylüyor. Diyetin ayrıca kemoterapi ve radyasyon tedavisinin daha etkili olmasın da yardımcı olduğunu vurguluyor.
Peki, bu nasıl bir diyet ve neleri içeriyor? AjansHaber sizler için ketonejik diyeti araştırdı. İşte uymanız gereken o kurallar;
YEMEKLERİNİZİ EKMEKSİZ TÜKETİN
Yemeklerinizi ekmek olmadan tüketmeye başladığınızda çok daha lezzetli olduğunu fark edeceksiniz. Bir süre sonra yemeklerin gerçek tatlarını almaya başlayacaksınız.
İYİ YAĞLAR KULLANIN
Yüksek kalitede soğuk sıkılmış bitkisel yağlar, ketojenik diyette çok önemli yer tutar. Bu yağlar; özellikle omega-3 ve yağda eriyen vitaminleri sağlar. Kenevir yağı, keten yağı, kolza tohumu yağı ve balık yağı en nitelikli olanlarıdır. Bu yağlar hava almamalı ve ısıtılmamalı. Salatalarda, özellikle lor peyniriyle, günlük besinlerinizi tatlandırmak için tüketebilirsiniz. Diyetinizde günde 4-6 gram omega-3 bulunmalı.
SÜT ŞEKERİ DÜŞÜK OLAN İÇECEKLER TÜKETİN
Günlük besinlerinizi seçerken süt şekerinin düşük olmasına dikkat ediniz. Özellikle yoğurt, lor peyniri ve türevlerinde, düşük kalorili yani yağı azaltılmış olan popüler adıyla “light” ürünlerde daha fazla süt şekeri ve şeker ilavesi vardır. Bu nedenle diyet ürünleri değil, normal yağ içerikli ürünleri tercih ediniz.
KAHVALTI SANDIĞINIZDAN DAHA ÖNEMLİ
Peynir seçiminde tam yağlı olanları, eski kaşar ve alp peynirlerini tercih edin. Bunlarda karbonhidrat miktarı düşüktür. Özellikle meralarda beslenmiş hayvanların sütlerinden yapılmış olanlar, omega-3 ve vitamin-D açısından zengindir. Keçi peyniri, koyun peyniri ve tam yağlı krem peynirler diyet için isabetli seçimlerdir. Düşük karbonhidratlı peynirlerden istediğiniz kadar yiyebilirsiniz. Soya ürünleri de iyi bir protein kaynağıdır. Soyalı ürünlerdeki karbonhidrat miktarına dikkat etmenizde yarar var.
DOĞAL YERLERDE YETİŞMİŞ HAYVANLARIN ETLERİNİ TÜKETİN
Et alışverişlerinizde özellikle meralarda, serbest olarak beslenmiş hayvanların etlerini tercih etmeye çalışın. Bu hayvanların etleri hem lezzet, hem de pişme süresi yönünden çok farklı olması yanında, omega-3 açısından da oldukça zengindir. Hazır aldığınız salam, sosis gibi şarküteri ürünlerinde lezzetini arttırmak için şeker ilavesi kullanılır. Ürünlerin uzun raf ömrüne sahip olmaları adına kullanılan koruma maddeleri, sağlık yönünden zararlıdır. Mümkün oldukça bu tip ürünlerden kaçınınız.
DENİZ ÜRÜNLERİNİ BOL BOL TÜKETİN
Yağlı, soğuk su balıkları; ringa, sardalye, uskumru, somon özellikle de çiftlik olmayanları, omega-3 açısından oldukça zengindir. Ketojenik diyet esnasında tüm et ve balık çeşitlerinden, ekmek katkısına ihtiyaç duymadan tüketebilirsiniz. Bu etleri lezzetlendirmek ve besin değerini arttırmak için üzerlerine kolza tohumu yağı, zeytinyağı, palmiye yağı veya Hindistan cevizi yağı gezdirebilirsiniz.
GÜN İÇİNDE MİNİK SAĞLIKLI ATIŞTIRMALAR YAPIN
Kabuklu kuru yemişler (ceviz, brezilya fındığı, macadamia cevizi gibi) ve yağlı tohumları (çekirdek, keten tohumu, kenevir tohumu, susam gibi) diyetinize ekleyebilirisiniz. Bunlar hem lezzet olarak farklılık sağlarken, kaliteli yağ asitleri açısından zengin oldukları için çok yararlıdırlar. Ancak tüm kuru yemişleri aynı kategoride değerlendirmeyiniz. Özellikle Kaju bu gruba girmez ve yüksek oranda karbonhidrat içerir. Keten ve kenevir tohumları özellikle omega-3 açısından zengindirler.
PAZARLARI GEZİP YENİ SEBZELER KEŞFEDİN
Yeşil sebzeler (brokoli, ıspanak, kuşkonmaz, kabak, salatalık, lahana ve yeşil fasulye) domates, çiğ havuç, tatlı olmayan biber ve tüm marul çeşitleri, etlerin yanında enfes ve son derece sağlıklı garnitürlere dönüşür. Nişastalı sebzeler mesela pişmiş havuç, bezelye, kuru fasulye, mercimek ve mısır kan şekerinizi çok yükseltir. Bu nedenle bu grup gıdalardan kaçınmalısınız.
RENKLİ RENKLİ MEYVELER TÜKETİN
Meyveler, çok lezzetli ve vitamin deposu olmalarına rağmen dikkatli seçim yapmalısınız. Çünkü yüksek oranda glikoz ve früktoz ihtiva ederler. Ancak çilekgiller yani, çilek, böğürtlen gibi meyveler, hem düşük karbonhidrat içeriği hem de kanserle savaşan özellikleri nedeniyle çok önemlidir. Her gün az miktarda çilek ve benzerleri ile birlikte meyve tüketebilirsiniz. Ancak her porsiyon 6 gramı geçmeyecek şekilde olmalıdır. Konserve meyvelerden de kaçınmakta yarar var. Çünkü hem vitamin değerleri azalmıştır, hem de tatlandırılmışlardır. Ancak dondurulmuş meyveler tatlandırılmadığı için iyi bir tercihtir. Kuru üzüm, her türlü kuru yemiş ve meyve sularından kaçınmalısınız. Çünkü bunlarda yoğunlaştırılmış şeker bulunur.
ÇİKOLATADAN UZAKLAŞMAYIN
Tamamen uzaklaşmanız gerekmez. Bitter çikolatalardan küçük parçalar halinde, haftada bir gün 3-4 gramı geçmeyecek şekilde yiyebilirsiniz. Çikolatanızı seçerken kakao oranı en az %80 olanlarını tercih ediniz.
BOL BOL SU İÇMEDEN OLMAZ
Günlük içtiğimiz su miktarı çok önemli. Böbreklerin sağlıklı olması, böbrek taşlarından korunmak ve oluşan ketonları uzaklaştırmak için günde 2-3 litre sıvı tüketilmeli… Sıvı tercihi özellikle su olmalı. Bitki çayları ve yeşil çay da olabilir. Fakat suyun yerine hiçbir şey konulamaz. Bitki çayları ile birlikte şeker kullanılmamalı.
ALKOLLÜ ASİTLİ İÇECEKLERDEN UZAK DURUN
Hazır satılan meyve sularını tüketmemelisiniz. Her türlü alkolsüz içecek, soğuk şekerli çaylar, limonataya izin yok. Alkol tüketmek istediğinizde ki mümkünse alkol kullanmayınız, özellikle yüksek karbonhidrat içeriği nedeniyle biradan uzak durunuz.
Kanseri yok eden mucizevi diyet Karbonhidrat bakımından fakir diyetlerden olan ketojenik diyet, zayıflatmakla kalmayıp aynı zamanda kanseri de önlüyor.
Haberler / Sağlık Ketojenik diyet, son dönem oldukça gündemde. Hemen hemen herkes bu özel diyetten bahsediyor. Bu diyeti bu kadar özel kılan ise zayıflatmasının yanında, yapılan bilimsel araştırmalarda kanseri de iyileştirmeye yardımcı olduğunun kanıtlanması.
Araştırmalar, özellikle kanser hastalarının bu diyete uymaları halinde birçok olumlu sonuçla karşılaşıldığını ortaya koyuyor. Doç. Dr. Mutlu Demiray, Ketojenik diyete uyan kanser hastalarının kanserli hücrelerin büyümesinin yavaşladığını söylüyor. Diyetin ayrıca kemoterapi ve radyasyon tedavisinin daha etkili olmasın da yardımcı olduğunu vurguluyor.
Peki, bu nasıl bir diyet ve neleri içeriyor? AjansHaber sizler için ketonejik diyeti araştırdı. İşte uymanız gereken o kurallar;
YEMEKLERİNİZİ EKMEKSİZ TÜKETİN
Yemeklerinizi ekmek olmadan tüketmeye başladığınızda çok daha lezzetli olduğunu fark edeceksiniz. Bir süre sonra yemeklerin gerçek tatlarını almaya başlayacaksınız.
İYİ YAĞLAR KULLANIN
Yüksek kalitede soğuk sıkılmış bitkisel yağlar, ketojenik diyette çok önemli yer tutar. Bu yağlar; özellikle omega-3 ve yağda eriyen vitaminleri sağlar. Kenevir yağı, keten yağı, kolza tohumu yağı ve balık yağı en nitelikli olanlarıdır. Bu yağlar hava almamalı ve ısıtılmamalı. Salatalarda, özellikle lor peyniriyle, günlük besinlerinizi tatlandırmak için tüketebilirsiniz. Diyetinizde günde 4-6 gram omega-3 bulunmalı.
SÜT ŞEKERİ DÜŞÜK OLAN İÇECEKLER TÜKETİN
Günlük besinlerinizi seçerken süt şekerinin düşük olmasına dikkat ediniz. Özellikle yoğurt, lor peyniri ve türevlerinde, düşük kalorili yani yağı azaltılmış olan popüler adıyla “light” ürünlerde daha fazla süt şekeri ve şeker ilavesi vardır. Bu nedenle diyet ürünleri değil, normal yağ içerikli ürünleri tercih ediniz.
KAHVALTI SANDIĞINIZDAN DAHA ÖNEMLİ
Peynir seçiminde tam yağlı olanları, eski kaşar ve alp peynirlerini tercih edin. Bunlarda karbonhidrat miktarı düşüktür. Özellikle meralarda beslenmiş hayvanların sütlerinden yapılmış olanlar, omega-3 ve vitamin-D açısından zengindir. Keçi peyniri, koyun peyniri ve tam yağlı krem peynirler diyet için isabetli seçimlerdir. Düşük karbonhidratlı peynirlerden istediğiniz kadar yiyebilirsiniz. Soya ürünleri de iyi bir protein kaynağıdır. Soyalı ürünlerdeki karbonhidrat miktarına dikkat etmenizde yarar var.
DOĞAL YERLERDE YETİŞMİŞ HAYVANLARIN ETLERİNİ TÜKETİN
Et alışverişlerinizde özellikle meralarda, serbest olarak beslenmiş hayvanların etlerini tercih etmeye çalışın. Bu hayvanların etleri hem lezzet, hem de pişme süresi yönünden çok farklı olması yanında, omega-3 açısından da oldukça zengindir. Hazır aldığınız salam, sosis gibi şarküteri ürünlerinde lezzetini arttırmak için şeker ilavesi kullanılır. Ürünlerin uzun raf ömrüne sahip olmaları adına kullanılan koruma maddeleri, sağlık yönünden zararlıdır. Mümkün oldukça bu tip ürünlerden kaçınınız.
DENİZ ÜRÜNLERİNİ BOL BOL TÜKETİN
Yağlı, soğuk su balıkları; ringa, sardalye, uskumru, somon özellikle de çiftlik olmayanları, omega-3 açısından oldukça zengindir. Ketojenik diyet esnasında tüm et ve balık çeşitlerinden, ekmek katkısına ihtiyaç duymadan tüketebilirsiniz. Bu etleri lezzetlendirmek ve besin değerini arttırmak için üzerlerine kolza tohumu yağı, zeytinyağı, palmiye yağı veya Hindistan cevizi yağı gezdirebilirsiniz.
GÜN İÇİNDE MİNİK SAĞLIKLI ATIŞTIRMALAR YAPIN
Kabuklu kuru yemişler (ceviz, brezilya fındığı, macadamia cevizi gibi) ve yağlı tohumları (çekirdek, keten tohumu, kenevir tohumu, susam gibi) diyetinize ekleyebilirisiniz. Bunlar hem lezzet olarak farklılık sağlarken, kaliteli yağ asitleri açısından zengin oldukları için çok yararlıdırlar. Ancak tüm kuru yemişleri aynı kategoride değerlendirmeyiniz. Özellikle Kaju bu gruba girmez ve yüksek oranda karbonhidrat içerir. Keten ve kenevir tohumları özellikle omega-3 açısından zengindirler.
PAZARLARI GEZİP YENİ SEBZELER KEŞFEDİN
Yeşil sebzeler (brokoli, ıspanak, kuşkonmaz, kabak, salatalık, lahana ve yeşil fasulye) domates, çiğ havuç, tatlı olmayan biber ve tüm marul çeşitleri, etlerin yanında enfes ve son derece sağlıklı garnitürlere dönüşür. Nişastalı sebzeler mesela pişmiş havuç, bezelye, kuru fasulye, mercimek ve mısır kan şekerinizi çok yükseltir. Bu nedenle bu grup gıdalardan kaçınmalısınız.
RENKLİ RENKLİ MEYVELER TÜKETİN
Meyveler, çok lezzetli ve vitamin deposu olmalarına rağmen dikkatli seçim yapmalısınız. Çünkü yüksek oranda glikoz ve früktoz ihtiva ederler. Ancak çilekgiller yani, çilek, böğürtlen gibi meyveler, hem düşük karbonhidrat içeriği hem de kanserle savaşan özellikleri nedeniyle çok önemlidir. Her gün az miktarda çilek ve benzerleri ile birlikte meyve tüketebilirsiniz. Ancak her porsiyon 6 gramı geçmeyecek şekilde olmalıdır. Konserve meyvelerden de kaçınmakta yarar var. Çünkü hem vitamin değerleri azalmıştır, hem de tatlandırılmışlardır. Ancak dondurulmuş meyveler tatlandırılmadığı için iyi bir tercihtir. Kuru üzüm, her türlü kuru yemiş ve meyve sularından kaçınmalısınız. Çünkü bunlarda yoğunlaştırılmış şeker bulunur.
ÇİKOLATADAN UZAKLAŞMAYIN
Tamamen uzaklaşmanız gerekmez. Bitter çikolatalardan küçük parçalar halinde, haftada bir gün 3-4 gramı geçmeyecek şekilde yiyebilirsiniz. Çikolatanızı seçerken kakao oranı en az %80 olanlarını tercih ediniz.
BOL BOL SU İÇMEDEN OLMAZ
Günlük içtiğimiz su miktarı çok önemli. Böbreklerin sağlıklı olması, böbrek taşlarından korunmak ve oluşan ketonları uzaklaştırmak için günde 2-3 litre sıvı tüketilmeli… Sıvı tercihi özellikle su olmalı. Bitki çayları ve yeşil çay da olabilir. Fakat suyun yerine hiçbir şey konulamaz. Bitki çayları ile birlikte şeker kullanılmamalı.
ALKOLLÜ ASİTLİ İÇECEKLERDEN UZAK DURUN
Hazır satılan meyve sularını tüketmemelisiniz. Her türlü alkolsüz içecek, soğuk şekerli çaylar, limonataya izin yok. Alkol tüketmek istediğinizde ki mümkünse alkol kullanmayınız, özellikle yüksek karbonhidrat içeriği nedeniyle biradan uzak durunuz.
Harikaaaaaa tek kelimeyle burası en başa dönüp sindire sindire okuyacağım emeğine sağlık canım iznin olursa bazılarını da tedavi gören yakınlarıma göndermek isterim...
Harikaaaaaa tek kelimeyle burası en başa dönüp sindire sindire okuyacağım emeğine sağlık canım iznin olursa bazılarını da tedavi gören yakınlarıma göndermek isterim...
Çekim yasası nedir ve nasıl doğru kullanabiliriz ?
İnsanoğlu; ağzından çıkan cümlelerin, beyninde çıkan düşüncelerin bütün evreni dolaşıp, tekrar onlara geri döndüğünü bilse, çok daha dikkatli olurdu.
Albert Einstein
Derindenizlerden: Üstelik bunu fizik bilimi söylüyor. Olumsuz düşüncelerle olumsuz durumları çağırmayın...
Her düşüncemiz bir enerjidir. Bizler her an evrene enerji yayıyoruz.
An be an yaydığımız bu enerji, tüm arzularımızı veya korkularımızı tezahür ettirme kabiliyetine sahiptir.
Enerjiler düşüncelerimizi gerçeğe dönüştürür.
Evrene gönderilen enerjiler, kendisiyle aynı frekanstaki enerjiyi arar B.izim düşüncelerimizle aynı rezonansta olan düşünceyi bulur.
Düşüncelerin gücüyle, yaşantımızda kendimiz ve başkası için ne düşünüyorsak onu kendimize çekeriz.
Düşüncelerimiz ve düşüncelerimizin yaydığı enerji ile evrene emirler yağdırırız. Bunun bizim isteyip istememizle ilgisi yoktur. Yasa, yaşadığımız sürece işler.
Çekim yasasına göre düşünceleriniz gerçekleşmek zorundadır.
Genellikle enerjilerin kendi istekleri ya da bilinçleri olmadığı için, nereye gönderilirse oraya giderler.
Evrene gönderilen enerji, arzumuzun bizim için ne kadar önemli olduğuyla ya da ne kadar küçük bir istek oluşuyla, ya da ne kadar büyük bir istek olduğu ile ilgilenmeksizin sadece aynı frekansta olan enerjiyi arar.
Yani özetle, neyi düşünür ya da neye odaklanırsanız, onu elde edersiniz.
Eğer bir durumdan, bir insandan, başınıza gelen bir olaydan hoşlanmıyor, sürekli yakınıyor veya yargılıyorsanız bu durumları hızla kendinize çekersiniz. Ya da olaylara pozitif yaklaşıyor, her durum karşısında pozitif bakış açınızı koruyabiliyorsanız, pozitif ve bizi mutlu eden durumları daha çok kendinize çekersiniz.
Kısacası düşünce tarlanıza ne ekerseniz, onu biçersiniz.
Düşüncelerinizi değiştirirseniz, hayatınızın kalitesi de değişir.
Bu zor değil mi ? Sürekli pozitif düşünce halinde nasıl olacağız? diye bir soru gelebilir.
Yıllarca negatif düşüncenin ve egonun esiri olmuş bir insan için birden bire pozitif bakış açısı kazanmak kolay olmayabilir ama bazı uygulamalarla mümkün.
İşe günlük konuşmalarımızı değiştirmekle başlamalıyız.
NLP Destekli Kuantum eğitimlerinde kursiyerlere uygulamalarla öğretiriz konuşma dilimizi nasıl değiştireceğimizi.
Günlük konuşma dilimizi değiştirmek bile çekim yasasını en yüksek hayrımıza kullanmamızı sağlar.
Özetlersek, bilinçaltımız –me ve –ma eklerini tanımaz. Bu yüzden mesela;
Hastalanmak istemiyorum yerine,
Ben her zaman çok sağlıklıyım.
Mutsuz olmak istemiyorum yerine,
Ben her zaman çok huzurlu ve mutluyum.
Başarısız olmaktan korkuyorum yerine,
Ben her zaman çalışkan ve başarılıyım.
Parasız kalmaktan korkuyorum yerine,
Ben her zaman bolluk bereket için yaşıyorum.
Demek ve bunları alışkanlık haline getirmek çok önemlidir.
En az günlük konuşma dilimizi değiştirmemiz kadar önemli başka bir şey daha var ki, yaşam enerjimizi yükseltmek. Her güne ayrı bir heyecan, mutluluk ve coşkuyla başlamak, içimizin kıpır kıpır olmasını sağlayabilmemiz gerekir.
Bunun için hayatımızda sevgi ve şükran duygularına bolca yer vermeliyiz.
Yaşadıklarımıza bolca şükretmeliyiz. Şükür mutlu olabilmek için en güçlü sihirlerden biridir.
Bilinçaltı düzeydeki korkularımız da çekim yasasını doğru kullanamamızı engeller.
Bu yüzden eğer bilinçaltımızda korkularımız varsa bunları da Kuantum teknikleri, NLP, EFT veya hipnoz teknikleri ile mutlaka nötrlememiz gerekir. Aksi takdirde pozitif bakış açısına sahip olmamız mümkün olmayabilir.
Kendinizi olumlu düşüncelerle destekleyeceğiniz güzel ve çok mutlu günler diliyorum.
Modern çağın korkulu rüyası kanser günümüzde hızla yaygınlaşırken yeni tedavi yöntemleriyle başarı oranı da artıyor.
Ancak şüphesiz asıl önemli olan kanserden korunmak. Pembe İzler Derneği’nin, Kanser Haftası’nda konunun uzmanları ve cesur savaşçılarıyla gerçekleştirdiği “Bu Kadın Beni Kanser Ediyor” etkinliğinde ezber bozan, yüksek sesle konuşmaktan çekinilen konular cesurca ele alındı; kanserden korunmanın reçetesi yazıldı! 2 yıl önce kanser tedavisi gören ünlü senarist Sema Ergenekon zorlu süreçten nasıl yenilenerek ve hayatına yeni yön çizerek çıktığını anlatırken, Plastik, Rekonstrüktif
ve Estetik Cerrahi Uzmanı Dr. Serdar Eren ve Acıbadem Maslak Hastanesi Radyasyon Onkolojisi Uzmanı Prof. Dr. Nuran Beşe, ezber bozan önerilerde bulundu…
Meme kanseri başta olmak üzere tüm kadın kanserleri konusunda farkındalık çalışmalarıyla, toplumda sağlık bilincini artırmak için çalışan Pembe İzler Derneği, etkinliklerine son sürat devam ediyor. 1-7 Nisan Dünya Kanser Haftası kapsamında iki cesur etkinlikten ilki 4 Nisan 2016, Pazartesi günü The House Residence’da gerçekleştirildi. Konunun önde gelen uzmanları ve ünlü simaların katılımıyla gerçekleştirilen “Bu Kadın Beni Kanser Ediyor” söyleşisinde kanserden yola çıkarak kadınların hastalıklarıyla ilişkileri, hayatlarını sorgulamaları, kimlik algılarının değişimi ve yüksek sesle konuşmaktan çekinilen konular cesurca tartışıldı, görüş alışverişinde bulunuldu. Kanser tedavisi gören, Gümüş’ten Karadayı’ya televizyonun ünlü dizilerinin senaristlerinden Sema Ergenekon, hayatındaki zorlu dönemi ve ‘yenilenmiş’ yeni rotasını anlatırken, bu zorlu süreçte en büyük destekçisi olan sanatçı eşi Uğur Arslan da birlikte zoru nasıl başardıklarını paylaştı. Ünlü oyuncu Bergüzar Korel’in de katıldığı etkinlikte ünlü estetik cerrahi uzmanı Dr. Serdar Eren ile Acıbadem Maslak Hastanesi Radyasyon Onkolojisi Uzmanı Prof. Dr. Nuran Beşe hem kansere karşı korunma hem kanser dönemi hem de ‘yeni hayat’ yolculuğuna dair çok önemli öneriler ve uyarılarda bulundu.
SEMA ERGENEKON: “İYİ Kİ KANSER OLMUŞUM DİYORUM!”
Son 10 yıldır seyirciyi ekrana bağlayan Gümüş, Sıla, Yer Gök Aşk, Karadayı, Kara Para Aşk dizilerinin senaristlerinden biri olan ve 2014 yılında kanser tedavisi gören Sema Ergenekon, hem
iş hem eş hem anne kimliğiyle çıktı katılımcıların karşısına. 3 çocuk annesi ünlü senarist, bu kez senaryolarını değil, kendi hikayesini paylaştı; mutlu bir aile hayatı ve çok sevdiği bir işi varken 2014 yılında meme kanseri ile tanıştıktan sonra hayatının nasıl değiştiğini ve kadın kimliğinden mesleki kimliğine kadar neleri sorguladığını aktardı. Kanser deneyiminin kendisine bakışını değiştirdiğini ve yeni hayat yolculuğuna çıkması için onun bir hediye olduğuna inandığını anlatan ünlü senarist şöyle konuştu: “Kemoterapi ve radyoterapi bittikten sonra Nuran hocamızla vedalaşırken bana ‘Bu hastalığa neden yakalandığını biliyor musun? Bunun nedenini bulamazsan seni 5 sene sonra yine tedavi etmek durumunda kalırım’ deyince hastalığı öğrendiğim andan daha büyük bir şok yaşadım; gerçekten de neden bu hastalığa yakalanmıştım? Bu soruyu hiç düşünmediğimi fark ettim. Yüzleşmem gerekiyordu kendimle. Yüzleştim de! Kendimi sorgulamaya başlayınca önem verdiklerimin listesini çıkardım ama gördüm ki bu listede ben yoktum!
Aşırı fedakar olduğumu, kendim için aslında hiçbir şey yapmadığımı gördüm. Bu durumu fark etmem değişim noktam oldu; şimdi en azından ismimi listeye yazdım ve amacım da kendimi o listede yükseltmek. Bu hastalığı yaşamasaydım bunları sormazdım ve bu yola girmezdim, çünkü hiç öyle bir farkındalığım yoktu; bu hastalık farkındalık oluşturmamı sağladı. O yüzden belki inandırıcı gelmeyebilir ama ben bu hastalığı yaşadığım için kahrolmuyorum; aksine tuhaf bir tebessüm ve gülümseme ile hatırlıyorum ve bana rahatlık ve güven veriyor. Çünkü kendi adıma bir değişim geçirdim ve şu anki halimi iki yıl önceki Sema’dan daha çok seviyorum.” Sanatçı eşi Uğur Aslan da zorlu süreçten daha kuvvetlenmiş ve yenilenmiş olarak çıktıklarını anlattı.
"SİZİN İÇİN VARIM" ANLAYIŞINDAN "BEN DE VARIM!"A...
Estetik cerrahinin ünlü doktorlarından Dr. Serdar Eren, kadının bilinçaltında saklananların, kişi farkına varmasa bile hastalıklara davetiye çıkarabileceğini vurguladığı konuşmasında cesur önerileriyle dikkat çekti. Kanserin çoğunlukla hep iyi olmaya çalışan, kuralcı ve kontrolcü kadınlarda görüldüğünü, oysa duygularını doğru yaşamanın son derece önemli olduğunu 'sizin için varım' anlayışından 'ben de varım' anlayışına geçilmesi gerektiğini belirten Dr. Serdar Eren, "Hayattan kopmadan kimse kanser olmaz, insan yaşamdan koptuğu zaman kansere davetiye çıkarır bilinçaltında. Onun için buna müsaade etmemek gerekir" dedi. Sağlıklı olma halini "organların sessiz olması durumu" olarak açıklayan Dr. Serdar Eren sözlerine şöyle devam etti: "Sağlıklıyken bütün organlar sessizce ve uyum içinde çalışır. Ancak sağlığın bozulması halinde organlarımız konuşmaya başlar ve önemli olan hastalanan organın lisanını anlayabilmektir. Hastalıklı vücut kişiye şöyle seslenir; “Sana haykırıyorum neden beni duymuyorsun?" Kadınların bilinçaltı ile vücutları arasındaki çatışmanın kadın kanserlerine yakalanmada da önemli bir etken olduğunu söyleyen Dr. Eren, "Kadının dişilik algısı ergenlik sürecinde başlar ve bu süreçte oluşan travmalar gelecek yıllarda hastalık olarak karşısına çıkabilir. Kadınlara sesleniyorum;toplumun ya da ailenizin istediği rolü değil, doğanızdan gelen kadınlık içgüdülerinizi dinleyin! Zamanı geldiğinde çocuksu sevilmeyi kadınsı sevilmeye tercih etmekten ya da ‘babaların aslan kızları’ olmaktan vazgeçin, her duygunun doğru zamanda doğru şekilde yaşanması ancak organlara huzur getirir. Kendi bedeninize yabancılaşmayın" dedi.
Kadınların kanser ile tanıştıklarında kendi bedenleri ve hayatlarıyla yüzleşme sürecinin de başlamasının çok önemli olduğunu vurgulayan Dr. Serdar Eren, "Bu süreç, aslında bir muhasebe sürecidir de. Önce kendiyle mücadele etmeli kadınlar. ‘Neden ben?’ sorusuna ‘Çünkü ben’ cevabını bulduklarında büyük yol kat etmiş olurlar ki, bu yolu almada da mutlaka profesyonel desteğe ihtiyaç vardır. Cesurca kendiyle yüzleşen, kendi bedenini tanıyan, önemseyen ve hayata tutunan kadınlar, sağlık yolculuğunda da avantajlı olurlar" diye konuştu.
DOĞA İLE İÇ İÇE OLUN, 5 DUYUNUZU KULLANIN!
Radyasyon onkoloğu olan ve uzun yıllardır meme kanseri tedavisi üzerine çalışan Acıbadem Maslak Hastanesi Radyasyon Onkolojisi Uzmanı Prof. Dr. Nuran Beşe de meme kanserinin ülkemizde çoğunlukla 30 ila 55 yaş arasındaki fedakar kadınlarda görüldüğünü belirterek,kadının hem anne-babasının hem çocuklarının hem de eşlerinin sorumluluğunu üstlendiklerini, iş hayatında başarılı olmaya çalışarak kendilerini unuttuklarını, böylece riske çok daha açık hale geldiklerini vurguladı. ‘Hep benim’ yaklaşımının bencillik olduğunu ancak ‘önce ben’ demenin bencillik olmadığının altını çizen Prof. Dr. Nuran Beşe hastalarına da önerdiği kansere meydan okumanın reçetesini şöyle yazdı:
Sizi mutsuz eden şeylere ‘dur’ deyin,
Başkası için bir şey yapmak zorundaysanız mutlaka sizi de mutlu edecek bir şey yapın,
Beş duyu organınızı hakkıyla kullanın; çiçekleri, yeni kesilen çimleri koklayın; sevdiğiniz müziği dinleyin, resim yapın, resimlere bakın, film seyredin; dokunun, kedi-köpek edinin, onları sevin.
Kaliteli beslenin; lüks restorana gitmek zorunda değilsiniz ama acıktığınızda hazır ve güvenilir olmayan yiyecekler yerine ufacık sevdiğiniz sağlıklı bir şey yiyin.
Spor yapın; spor son derece önemli, çünkü endorfinleri, serotoninleri artırıyor. Bizim antidepresanla sağlamaya çalıştığımız şeyleri doğal yollarla yapmış olursunuz.
Nelerden hoşlanıyorsanız hayatınıza katın.
Tutkularınızın peşinden gidin.
Lüks ve konfor saplantısı yerine doğa ile iç içe yaşayın.
Bu yazılanları tüylerim diken diken okudum tam da beni anlatmış...bende dilerim ve umarım artık "SEN" den "BEN" e geçiş yapabilirim...bu yazıyı bilgisayarıma indireceğim ve sinirlerim bozulduğu an okuyacağım...hastalığımı öğrendiğimde bile aman ailem üzülmesin diye ağlayamadım :) ama ben KANSER'le gücümün farkın vardım...emeğinize sağlık tekrar tekrar...
Bu yazılanları tüylerim diken diken okudum tam da beni anlatmış...bende dilerim ve umarım artık "SEN" den "BEN" e geçiş yapabilirim...bu yazıyı bilgisayarıma indireceğim ve sinirlerim bozulduğu an okuyacağım...hastalığımı öğrendiğimde bile aman ailem üzülmesin diye ağlayamadım :) ama ben KANSER'le gücümün farkın vardım...emeğinize sağlık tekrar tekrar...
Rica ederim canım, bu farkındalıklara ulaşabilmene yardımım olduysa ne mutlu bana, Allah razı olsun deyip, dua etmen yeterli. Ben de dua ederim ki, hastalığın bir daha nüksetmesin, şifa bul tam olarak. Allah bizi öyle özel ve güzel yaratmış ki, tüm güç ve şifa içimizde aslında. Bunun ayırdına varıp dışarı çıkarabilmek esas olan. Bazen de "Hayır" demeyi bilmeyip, hep sen dediğimizde yaptığımızın kıymeti de bilinmiyor çoğu zaman, bizimde değerimiz olmuyor. Kerameti kendilerinde sanıyor karşımızdakiler, bizim lütfettiğmizi görmüyorlar, hatta aile bireylerimiz bile böyle yapabiliyor. Bu dengeyi iyi kurabilmek lazım.
Kansere Karşı Doğru Beslenme Bu konudaki en kapsamlı alan çalışmasının olduğu kitap. Kısaca bitkisel beslenmenin kanseri önlediğini tümör gelişimini durdurduğu veya tersine çevirdiği ile ilgili 20 senelik bir araştırmanın sonuçları. Okunabilir.
Bu da başka bir yaklaşım;
Ben ketojenik beslenme ve kanserle ilgili ufak bir websitesi yazıyorum.
*Avustralya'da eski patronuma 3 sene önce stage 4 glioblastoma teshisi konmus ve 3 ay sure verilmişti. Kendisi hala yasiyor. Yaptigi sey ketojenik beslenme, doktor boyle bir oneri yapmadı ancak ben birkac mail attiktan sonra kendisi arastirdi ve hala uyguluyor. Seker sifir, karbonhidrat cok dusuk. China Study tam tersini savunuyor.
*Benim annem kanser hastasıydı son evreydi 5 sene oldu turp gibi şimdi vücudun her tarafına yayılmıştı.hastalık yoktur.hasta vardır unutmayın .bagışıklık güçlü olucak.her gün bütün sebzelerin suyunu sıkıyorduk.maydonaz nane aklınıza ne gelirse ,sogan suyu haftada bir kere içirin.içini temizler.nar büyümesini engeller siyah üzüm şimdi kuru üzüm tazesi çıkarsa onu yedirsin.şeker yemesin asla ama asla moral bir de...
Enginar Suyu İle İlgili Makale ve yazıları sizin için derleyip aşağıda paylaşıyorum.
Enginar Yaprağı Çayı Zayıflatırmı-Enginar Yaprağı Çayının Faydaları Zararları
Enginar yaprağının çağlar boyunca detoks etkisi olduğu bilinmektedir. Enginar yaprağından elde edilen enginar çayının sağlığa faydaları ise en az enginarın kendisi kadar fazladır. Şimdi öncelikle enginar neye iyi gelir sorusuna yanıt bulmaya çalışalım.
enginar çayı neye iyi gelir?
Enginarın bir çok hastalığa bitkisel çözüm sunduğu bilinmektedir. Karaciğer hastalıkları olanların bolca enginar tüketmeleri önerilir. Özellikle sarılık, siroz ve hepatit hastalıkları gibi karaciğerden kaynaklı rahatsızlıkların bitkisel çözümünde enginardan faydalanılmaktadır. Zayıflamak için enginar yaprağı oldukça işe yaramakta ve metabolizmayı hızlandıran bitkisel etkisiyle doğal zayıflama amacıyla kullanılmaktadır. Damar açıcı özelliğiyle de özellikle kolesterol ve trigliserid fazlalığı olan kişilerin damar sertliğine bitkisel şifa olmaktadır. Kalp ağrısı (angina pektoris)şikayetlerinde ve kalp ritm bozuklukluklarında kalbi rahatlatan bir özelliği de olan enginar yaprağı, kalp krizi, enfarktus, kalbin pıhtı oluşturması gibi çeşitli koroner hastalıklara da iyi gelmektedir. Doğal kan sulandırıcı olarak bilinen enginar yaprağı kanı toksinlerden arındırmak ve kanı temizlemek için de faydalanılması gereken bir şifalı bitkidir. Mideyi temizleyen, hazmı sağlayan ve sindirimi kolaylaştıran enginar bitkisi günümüzde bitkisel tıp alanında yaygın bir şekilde kullanılan bir sebze olarak yaygın bir kullanıma sahiptir.
Enginar Yaprağı Çayının Faydaları Nelerdir?
Romatizma ve gut hastalıklarının tedavisinde toksin atıcı özelliği nedeniyle,
* Eklem romatizmaları ve eklem ağrısı şikayetlerini dindirmede, * İştahsızlık durumlarında iştahı açan bitkisel etkisi nedeniyle, * Yüksek tansiyon düşürücü ve tansiyonu düzenleyici özelliğiyle tansiyon tedavisi için, * Mide mikrobu ve ülser ile ishal ve dizanteri gibi sindirim sistemi enfeksiyonlarına karşı, * Hepatit, karaciğer büyümesi, siroz gibi karaciğer hastalıkları ile safra taşı düşürmede, * Vücuttan ödem ve safra söktürmek için bitkisel tedavi aracı olarak, * Sigara ve alkolün beyne olan zararlarını ve toksinleri temizlemede, * Şeker hastalığı tedavisinde,
Enginar Yaprağı Çayı Nasıl Yapılır ve Tüketilir?
Enginar çayı yapımında kullanılacak olan enginar yapraklarının öğütülerek ufalanmış olması gerekmektedir. Bu enginar yapraklarından 1 tatlı kaşığı bir kaseye konulur ve üzerine bir bardak kaynar su dökülür. Bu kasenin üzeri bir tabak, kap kacak vb bir şeyle kapatılır ve 10 dakika kadar kaynar suyun buharının dışarı çıkmasına izin verilmeyerek enginar yapraklarının kendi buharında dem vermesi sağlanır. Elde edilen enginar yaprağı çayı süzülür ve içerisine şeker ilave edilmeden olarak aç karnına yemeklerden yarım saat önce içilir. Enginar yaprağı çayını tatlandırmak için yarım tatlı kaşığı bal kullanılabilir.
Enginar Çayı Kürü Nasıl Uygulanır ve Enginar Çayı Nasıl Yapılır?
Enginar Yaprağı Çayından değişik bir takım hastalıklara bitkisel çözüm kürü olarak faydalanılacak ise bu durumda enginar çayı kürünün sabah öğle ve akşam yemeklerinden sonra olacak şekilde en az 30 gün, tercihen 60 gün devam etmesi gerekecektir.
Emziren annelerin enginar yaprağı çayını aşırıya kaçmadan tüketmelerinde bir sakınca yoktur. Günde bir iki bardaktan fazla tüketilecek ise doktora danışılmasında fayda vardır.
Enginar çayının zararları konusunda herhangi bir bilimsel bulguya rastlanmamıştır. Ancak yine de böbrek rahatsızlıkları olanlar ile emziren annelerin ihtiyatlı olmalarında fayda vardır.
BİTKİLERLE MODERN TEDAVİ ENGİNAR YAPRAĞI( Cynarae folium )
Enginar yaprağı Alman resmi gazetesinde 6.7.1988 tarihinde (Heftnummer:122, ATC-Code:A05AX ) yayınlanarak modern bitkisel ilaç olarak yürürlüğe girmiştir. Çok sayıda firma tarafından modern bitkisel ilaç olarak üretilmektedir( Cefazynar, Cholagogum, Cynacur, Cynafor, Hepar-POS, Lipei vb.). İlaç etkili (Ecza, drog ) kısmı: Enginar bitkisinin ( Cynare scolymus L.) taze veya kurutulmuş dip yaprakları ( 80 cm uzunluk ve 40 cm eninde) kullanılır. Bileşiminde: Cynarin, acı madde (cynaropikrin), flavonoid ve lutaolin bulunur.
Etkisi: Safra salgısını artırır. ( Ayrıca; Karaciğeri koruduğu ve yenilediği, pankreas çalışmasını artırdığı, kanda kolesterolü ve yağı düşürdüğü, iltihaplanmayı önlediği ve antioksidan olduğu yönünde bilimsel çalışmalar bulunmaktadır.)
Kullanıldığı yerler: Karaciğer ve safra kesesinden kaynaklanan hazımsızlık şikayetlerinde ( Gaz, şişkinlik, mide yanması, ağrı vb.) kullanılır.
( Ayrıca; İştahsızlık, yüksek kolesterol, damar sertliği ve safra kesesi taşlarının önlenmesinde faydalı olduğunu gösteren bilimsel çalışmalar da bulunmaktadır.)
Kullanılmaması gereken haller: Bilinen alerjisi olanlarda, safra yollarının tıkalı olması durumunda kullanılmaz. Safra kesesinde taş olanlar kullanmadan önce doktora danışmalıdır (Safra yolu tıkanabilir).
Kullanım miktarı: Günlük ortalama kullanım miktarı 6 gr kurutulmuş yaprak.
Kullanım şekli: Çayı şöyle hazırlanır: 1 çay kaşığı ince kıyılmış veya öğütülmüş kuru yaprak fincana konur, üzerine 150 ml kaynar su ilave edilir, 10 dakika demlenir, süzülerek içilir. Yemeklerden 30 dakika önce bir fincan çayı tatlandırmadan içilebilir. Çayı içilirken ağızda biraz tutularak acılığı hissedilmelidir.
Çayı soğuk hazırlanırsa daha acı ve daha etkilidir ve şöyle hazırlanır: İnce kıyılmış veya öğütülmüş 1 çay kaşığı yaprağı 150 ml soğuk suda ara sıra karıştırılarak 2-3 saat bekletilir, süzülerek içilir. Kullanım süresi: 6 haftalık kullanım süresi önerilebilir. Uyarı: Yeterli bilgi olmadığı için hamilelik ve emzirme dönemlerinde, 12 yaşından küçük çocuklarda kullanılmamalıdır. Enginar yaprağı kullanılırken aynı zamanda taş anasonu kökü ve ısırgan kullanılmamalıdır.
Kaynak: Dr. Ahmet Toptaş, Alman kanunlarına göre düzenlenip izin verilen BİTKİLERLE MODERN TEDAVİ, Gonca Yayınevi İstanbul, 2009
Karaciğer detoksu için enginar kürü: Karaciğerde, çeşitli sebeplerle meydana gelmiş olan harabiyetleri ve yağlanmaları iyileştiren kürümüzün tarifi;
KULLANILAN MALZEMELER : * 4-5 adet engirarın çanak yapraklarından, * 2 adet sap yapraklarından * 1/2 Lt su * 4/1 kahve kaşığı zedeçal, * 5-6 damla limon, * 2 tatlı kaşığı hindiba * 1 tatlı kaşığı bal
HAZIRLANIŞI ve KULLANIM ŞEKLİ : Karaciğeri temizlemek için mükemmel bir formül olan kürümüze, öncelikle enginar yapraklarını haşlayarak başlıyoruz. 1/2 litre su ile kaynattığımız yaprakları 5-10 dakika dinlendirdikten sonra, yaprakları sıkıp suyunu bırakıyoruz. Elde ettiğimiz enginar yaprağı suyumuzu ılıttıktan sonra, iki parça bölüp içine diğer malzemelerimizi katıyoruz. Sabah ve akşam 1 bardak olmak üzere günde 2 defa içiyoruz. Kürümüze 40 gün süreyle devam ediyoruz.
NOT : İsterseniz bu kürü, 5 günlük hazırlayıp dolapta saklayarak kullanabilirsiniz. Ama mutlaka ılık olarak tüketilmesi gerektiğini unutmayın.
* Karaciğer dostudur * Dış yapraklarını kurutun 6-7 tanesini 1 bardak suyu kaynatın ve içine atın 7-8 dakika kısık ateşte kaynatın haftada 3 kereden fazla uygulamayın ve alışkanlık halıne getirmeyin bu kür safra kesesine,sindirim sorunlarına ve bağısak gazlarının giderilmesine iyi gelir * Enginarı çiğ olarak ta tüketmenin zararı yoktur * Yemek yaparken haşladığınız enginar suyunuda atmayın bu suda karaciğer yorgunluğunu giderir
Enginar Suyu Şifa Olarak Kullanılacağı Rahatsızlığa göre değişmektedir Standar kullanımı ikinci olarak verdiğimizdir.Enginar yaprakları tanen, inülin, cynarin (acı madde) ve flovan türevleri taşımaktadır.
Etki ve Kullanımı:
Karaciğer ve safra kesesi rahatsızlıklarının tedavisinde kullanılır. Yapılan bilimsel araştırmaların sonuçlarına göre enginar yaprağı suyunun, karaciğer hücrelerinin yenilenmesinde ve güçlendirilmesinde, safra salgısının düzenlenmesinde, kolesterolün düşürülmesinde son derece etkili olduğu tespit edilmiştir. Zehirli bileşikler taşımayan, iyi bir iştah açıcı ve idrar sökücü olan enginar yaprağı suyunun afrodizyak etkisi de eskiden beri bilinmektedir. Anne sütünü arttırıcı, vücuda kuvvet verici, ateş düşürücü, mide ve bağırsak düzenleyici, kalbi güçlendirici, hazmı kolaylaştırıcı etkileriyle beraber sarılık, sivilce, egzama rahatsızlıklarında da kullanılmaktadır.
Egzama İçin Enginar Suyu Kullanımı:
Kaşıntıların en büyük kaynağı Karaciğer olduğu için enginarlı karaciğerinizi temizleme de yardımcı olur. Ayrıca böbrek hastalıklarında, gut ve sarılık hastalığında destek olarak kullanılır.
Kullanım şekli: Sabah – Akşam 1 Adet alınır.
Enginar Suyunun Karaciğer Desteği Olarak Kullanımı
Enginar Yaprağı Suyu ile doldurulmuş çay bardağını su ile tamamlayıp içiniz .Bu İşlemi günde aç karnına günde 3 defa yapınız.Kür halinde 45-60 gün devam edilmesi önderilir.Bilinen yan etkisi bulunmamaktadır.
Bileşimi: Enginar yaprakları tanen, inülin, cynarin ve flovan türevleri taşımaktadır.
Etki ve Kullanımı: Karaciğer ve Safra Kesesi rahatsızlıklarının tedavisinde kullanılır, Yapılan bilimsel araştırmaların sonuçlarına göre enginar yaprağı suyunun karaciğer hücrelerinin yenilenmesinde ve güçlendirilmesinde safra salgısının düzenlenmesinde kolesterolün düşürülmesinde son derece etkili olduğu tespit edilmiştir. Zehirli bileşikler taşımayan iyi bir iştah açıcı ve idrar sökücü olan enginar yaprağı suyunun afrodizyak etkisi de eskiden beri bilinmektedir. Anne sütünü arttırıcı, vücuda kuvvet verici, mide ve bağırsak düzenleyici, kalbi güçlendirici, hazmı kolaylaştırıcı, etkileriyle beraber sarılık, sivilce, egzama rahatsızlıklarında da kullanılmaktadır.
Kullanım Talimatı: 1/4 ü Enginar suyuyla doldurulmuş çay bardağını suyla tamamlayıp içiniz. Günde 3 çay bardağı içilir.
Enginar Suyu Makale 2
Besin değeri oldukça faydalı olan bir sebze olup,Akdeniz ülkerinde yetişir. Ülkemiz de,Antalya Bursa yörelerinde daha çok yetişir. Yumru şekli çiçeklerinin boyu 2 metreyi bulan bir sebze çiçekleri sebze olarak tüketilir. Yaprakları ve kökleri ilaç yapımında kullanılır. Bol miktarda potasyum ,kalsiyum,magnezyum başka A, B, ve C vitaminleri içeren enginarın en büyük özelliği karaciğeri temizlemesi safranın kolay akışını sağlamasıdır. 100 gr yalnız 53 kalori içerir. Diyet yapanlar için mucizevi bir besindir. Eskiden enginar suyu birçok hastalığın tedavisinde kullanılırdı. Güçlü bir idrar söktürücü özelliğe sahip olan enginar kandaki yağ ve kolestrolü düşürür. İçerdiği insülin adlı maddeyle kandaki şeker düzeyini düşürdüğü için doktorlar tarafından sıkça hastalara tavsiye edilir. Ayrıca enginarın suyunun kalp çarpıntısına çok iyi geldiği söylenebilir.
Enginar Suyu Makale 3
Enginarları dörde bölerek yarım limonun suyu eklenmiş suda haşlayın, suyunu süzün ve bir kaseye alın. Kiraz domatesleri ortadan ikiye keserek ekleyin. Roka yapraklarını yıkayıp süzdükten sonra ilave edin.Sarı biberin çekirdeklerini temizleyin ve kare doğrayın. Tuz, zeytinyağı ve limon suyu ekleyip harmanlayın. Servis tabağına alarak servis yapın.Enginar Genellikle Ege ve Akdeniz bölgesinde yetiştirilen enginar, cynarin içerdiği için karaciğer ve safra kesesinde biriken nikotin, alkol ve yağın vücuttan atılmasını sağlar. Vücuttaki amonyak ve kolesterolü de azaltan enginarın zeytinyağlısı, dolması. Etlisi en çok yapılanıdır. Bol miktarda A ve ve B vitamini içeren enginarsinirlere iyi geldiği gibi romatizmal hastalıklarda da etkili bir sebze. Güneşin gülen yüzünü gösterdiği bahar aylarında sağlıklı bir yemek yemek istiyorsanız şimdi tam zamanı. Genellikle Ege ve Akdeniz’de yetişen, zeytinyağlısından salatasına, tavuklusundan dip sosuna çeşitli yemekleri yapılan enginarla nefis lezzetler hazırlayın. Sağlıkla lezzeti buluşturun.
**** Enginar Suyu Yararları Enginar Suyu Yararları ve Etkisi Bakımında En Fazla Özelliğe Sahip Bitkisel Sular Arasında Yer Almaktadır.Karbonhidratların yanmasına büyük katkı sağlayan enginar, zeytinyağlı yemeğinin yanı sıra zayıflama maksatlı, çiğ olarak suyla kaynatılıp, suyu içilerek de kullanılıyor. Bir kafa enginar kabukları kesildikten sonra 4’e bölünerek 3 kilogram suda kaynatılıyor. Su fokurdamaya başladıktan sonra kısık ateşe alınarak, 10 dakika kaynamasına devam ediyor.
Su süzülerek, sabah akşam aç karnına 1 su bardağı içiliyor. Su buzdolabında saklanırken, haşlanan enginar da salata olarak tüketilebiliyor. Kaynamayla enginardaki amilaz enziminin suya geçmesi sağlanıyor, bu enzim karbonhidratların yakılmasını, dolayısıyla da yağların çözülmesini sağlıyor.
Uzmanlar, A ve C vitaminlerinin yanında kalsiyum, potasyum, demir, manganez, fosfor gibi mineraller ihtiva eden enginarın, önemli bir besin kaynağı olduğunu belirterek, faydalarını hakkında aşağıdaki bilgileri vermişlerdir.
“Safrayı uyarıcı (kloretik), idrar söktürücü (diüretik), kolesterol düşürücü (hipokolesterolemik) ve kan yağı seviyesini düşürücü (antilipidemik) etkisi bulunuyor. Enginarda bulunan ana kimyasallar çeşitli olmakla beraber, karaciğer üzerindeki olumlu etkilerinde bitkinin yapraklarında yoğun olarak bulunan sinarin (cynarin) adlı madde rol oynuyor. Sinarin karaciğer, safra kesesi, böbrek ve bağırsakların düzenli çalışmasına yardım ediyor. Araştırmalar, enginarın toksinlerin etkilerine karşı karaciğeri koruduğunu gösteriyor. Karaciğerdeki kan dolaşımını artırdığı ve hücre bölünmesini teşvik ettiği bilinen enginar, böylece gıdaların enerjiye dönüşmesinde büyük rolü bulunan karaciğerin kendini yenilemesine yardımcı oluyor. Enginarın en önemli etkisi ise kan yağı seviyesini düşürmesi. Karaciğerdeki yağ depolarını harekete geçiren enginar, kolesterol sentezi oranının düşürülmesine yardımcı oluyor. Yapılan çalışmalarda enginarın kandaki toplam kolesterolün, LDL ve trigliserit miktarının düşürülmesine yardımcı olduğu gözlemlendi.”
Zerdeçal son dönemde en çok konuşulan bitkilerden. Yemeklerde baharat olarak kullanılan bu bitki pek çok hastalığın da tedavisinde kullanılıyor. Özellikle kanser hastalarının tedavisinde kemoterapiyle birlikte, tamamlayıcı tedavi yöntemi olarak damar yoluyla verilen zerdeçalın kemoterapinin etkilerini artırdığı bilimsel araştırmalarla da kanıtlanmış. Zerdeçal kemoterapinin etkinliğini artırırken aynı zamanda yan etkilerini de azalttığını söyleyen Medicana Hastanaler Grubu Onkoloji Koordinatörü Doç. Dr. Mutlu Demiray, kendi hastalarında bu bitkiyi nasıl kullandığını ise şöyle anlatıyor: “Zerdeçalın etken maddesicurcumindeki en önemli sorun ağızdan aldığınızda kana geçişinin çok az olması. Bu nedenle özel curcuminler geliştirildi. Bunlar standart curcuminlere oranla yaklaşık 30–50 kat daha fazla kana geçebilmekte. Bu ürünlerin kullanımı tedavi başarısını arttırmakta.
Dünya genelinde 4 bin yıldır kullanıldığı bilinen zerdeçal son dönemde pek çok habere konu oldu. Yapılan araştırmaların zerdeçalın etken maddesi curcuminin pek çok hastalığın şifa kaynağı olduğunu gösteriyor. Yemeklerde kullanılan bu bitkinin bazı hastalıkların tedavisinde damar yoluyla da kullanıldığını biliyor muydunuz?
Türkiye’de özellikle kanser hastalarının tedavisinde kemoterapiyle birlikte, tamamlayıcı tedavi yöntemi olarak zerdeçal kullanılıyor. Zerdeçal’ın kanserin oluşumunu engellediğini, hem yayılmasının hem de büyümesinin önüne geçtiğinin söyleyen Medicana Hastaneler Grubu Onkoloji Koordinatörü Doç.Dr. Mutlu Demiray, “En önemlisi de kanserde kemoterapi ilaçlarının etkilerini kat be kat artırıyor” diye konuşuyor. Zerdeçal yani Curcumin’in kullanımıyla kanser arasında direkt ilişki tarif edildikten sonra bilim dünyasının dikkatini çektiğini söyleyen Mutlu Demiray, şu anda bu bitkiyle ilgili literatürde 7 bine yakın yayın olduğunu bunların 3 bin kadarının da kanserle alakalı olduğunu anlatıyor.
Nasıl kullanılmalı?
Zerdeçalın kemoterapinin etkinliğini artırırken aynı zamanda yan etkilerini de azalttığını söyleyen Demiray, kendi hastalarında bu bitkiyi nasıl kullandığını ise şöyle anlatıyor: “Curcumindeki en önemli sorun ağızdan aldığınızda kana geçişinin çok az olması. Bu nedenle özel curcuminler geliştirildi. Bunlar standart curcuminlere oranla yaklaşık 30–50 kat daha fazla kana geçebilmekte. Bu ürünlerin kullanımı tedavi başarısını arttırmakta. Her yemeğinize her salataya da atabilirsiniz. Özellikle yemek yaparken yağın pişmesi esnasında zerdeçalı karabiberle birlikte kullanırsanız daha iyi kana geçmesini sağlarsınız. Yani Hintliler gibi kullanın. Tabi ki en güzel yöntem damardan uygulamak.”
Safra kesesinde taş olanlar dikkat!
Alzheimerdan, sedefe kadar pek çok hastalıkta yararı görülen zerdeçalın özellikle eklem ağrılarında, göz iltihaplarında çok önemli yararları olduğunu söyleyen Demiray bir de uyarı yapıyor; “Safra kesesinde taş olan hastaların bu baharatı kullanırken dikkatli olmalı.”
Hatırlamakta fayda var, böbrekleriniz bütün gün boyunca, kanınızı atıklardan ve toksinlerden arındırmakla uğraşır. Bu önemli fonksiyonu bir imtiyaz olarak algılamayın; zira sağlığınız ve yaşam kaliteniz buna bağlıdır. Öyleyse, neden böbreklerimizi sağlıklı kılmak ve üstün performansla çalışmalarını teşvik etmek için bu beş basit yöntemi öğrenmeyelim ki?
Böbreklerinizi Temizlemenin Önemi
Böbrekleriniz, bir an için bile olsun durmaz, sürekli çalışır. Kanı filtreler, arındırır, fazla tuz ve toksinleri giderir, hormon salınımını tetikler ve tüm bunların sonucu olarak da, kan basıncınız daha iyi şekilde düzenlenmiş olur ve vücudunuz elektrolit dengesine sahip olur. Birçok insan, bu organların görevlerinin önemini küçümsemektedir ve farkında olmadan, sağlıksız bir yaşam tarzı güderek, böbreklerine zarar vermektedir. Ancak, sonunda, sorunlar ortaya çıkacaktır. Kreatinin seviyeleri yükselecek, böbrek fonksiyonlarını kaybedecekler ve kanın düzgün filtrasyonu yavaşlayacaktır. Artık yavaş yavaş kendinizi yorgun ve hasta hissetmeye başlarsınız. Ve eğer, şu an hayatınızın karmaşık olduğunu düşünüyorsanız, bir de diyalize bağlı olmak zorunda olduğunuzu hayal edin. Belki de halihazırda bu şekilde yaşamak zorunda olan birini tanıyorsunuz ve böbreklerinize iyi bakmanın önemini öğrendiniz. Peki onları korumaya, neden bugünden başlamayasınız?
Böbreklerinizde Problem Olabileceğinin Belirtileri
Birazdan açıklayacağımız belirtilerden bir veya birkaç tanesini mutlaka yaşamışızdır. Örneğin bazı günler kendinizi daha yorgun hissedebilirsiniz veya bacaklarınızda şişkinlik olabilir. Bu durum tamamen normaldir; ancak eğer bu düzelmeyen bir durum haline gelirse veya bu duruma idrara çıkarken zorlanma veya acil idrara çıkma ihtiyacı da eşlik ederse, mutlaka bir doktora görünmelisiniz.
Sürekli yorgunluk,
Bacaklarda, özellikle de ayak bileklerinde şişkinlik,
Vücut genelinde kaşıntı, gerginlik,
Normalden daha fazla, sık sık idrara çıkma,
İştahsızlık, kusma ve baş dönmesi,
Ellerde ve ayaklarda boşalma,
Ani uyuma isteği,
Vücudun bazı kısımlarında koyu lekelerin oluşması.
Böbreklerinize Detoks Yapmanın Beş Yolu
Karbonat
Eminiz ki, siz bu tavsiyeyi daha önce duydunuz. Karbonat, doğal elektrolittir ve kandaki asiditeyi (pH seviyesini) düzenleyicidir. Böbrek rahatsızlığınız varsa, renal asidoz olarak bilinen, asiditenin artarak böbrek fonksiyonlarının bozulmasına neden olduğu rahatsızlıktan yakınıyor olmanız çok mümkündür. Karbonat, asiditeyi engelleyerek, pH dengesinin sağlanmasına yardımcı olur ve ayrıca böbrek taşı oluşumunu engelleyicidir, varolan böbrek taşlarının ise ilerleyerek böbrek fonksiyonlarını bozmasını önlemeye yardımcıdır. Bu sebeple, bir su bardağı suya bir çay kaşığı karbonat ilave ederek bu içeceği haftada en az üç defa tüketmek iyi bir fikirdir.
2. Elma Sirkesinin Faydaları
Bu konu ile ilgili, elma sirkesi böbreklere faydalı olan bir asit içermesi ile konuya dahil omaktadır. İlk bakışta biraz çelişkili görünebilir, çünkü sirkeyi kandaki asidite seviyesini yükseltmek için kullanmıyoruz; elma sirkesinin bu konudaki işlevi sindirimi teşvik etmesi ve böbreklere olan detoks etkisidir. Ana öğünlerden sonra, bir bardak suya bir çay kaşığı elma sirkesi ekleyerek tüketmeyi deneyin. Neden hemen denemeyesiniz ki?
3. Böbrekleriniz İçin En Faydalı Bitkiler
Fitoterapi, kan akışınızı filtreleyerek, iltihaplanmayı azaltarak ve böbrek taşı oluşumunu önleyerek; böbreklerinizi temizlemek için en ideal yollardan biridir. Akşam çayı yapabilmek için en faydalı bitkiler aşağıdaki gibidir
Fesleğen: Acı verici böbrek taşlarından korunmak için çok etkili bir bitkidir. Bunun için, beş yaprak fesleğen ve bir çorba kaşığı bal kullanarak, bir çay yapabilirsiniz.
Karahindiba: Sindirim, karaciğer ve böbrekleriniz için en etkili bitkilerden biridir. Detoks için mükemmeldir. Çay yapmak için, sadece iki çay kaşığı kurutulmuş karahindiba çiçeğini on beş dakika kadar kaynatın. Bu çayı günde bir defa tüketin.
Zencefil: Halihazırda zencefili seviyorsanız, çok şanslısınız. Çünkü zencefil, enfeksiyon, ağrı, iltihaplanma gibi problemlerin çözümü için kullanılabilecek en ideal köklerdendir. Zencefil ayrıca, karaciğer ve böbrekleri arındırır ve güçlendirir.
4. En İyi Meyveler ve Meyve Suları
Karpuz: Bu meyve, böbrekler için iyileştiricidir ve adeta doğal bir ilaçtır. Neden? Çünkü her şeyden önce, bu meyve yüksek oranda su içerir, vücuttaki dokuları ve kan akışını arındırıcıdır. Unutmayın, karpuzu, taze iken yemeye özen göstermelisiniz.
Nar : Sıkıştırıcı özellikleri sayesinde bu asidik meyve , sağlıklı bir beslenme diyetinin olmazsa olmazıdır.
5. Sabahları Bir Çorba Kaşığı Zentinyağı ve Limon
Bildiğiniz üzere, zeytinyağı, oleik asit açısından zengindir ki bu asit de vücuda anti-enflamatuar etki yaparak fayda sağlamaktadır. Zeytinyağı ayrıca, mono doymamış yağlarla doludur, ki bu yağlar böbrekler için çok iyidir. Sabahları, bir çorba kaşığı zeytinyağı ile birkaç damla limon suyunu karıştırın ve tüketin. Bu karışım, sizi böbrek taşı oluşumundan koruyacaktır. Neden hemen başlamayasınız ki?
Her türlü tarım ürününün sadece kendi mevsiminde yetişenini yiyiniz, diğer zamanlarda tüketmek için sadece yine mevsiminde toplanarak kurutulmuş, salça ya da turşu yapılarak saklanmış halini yiyiniz. Asla kendi doğal zamanında büyümeyen sera ürünü bir meyve sebze yemeyiniz.
1980’li yıllarda değiştirdiği ekonomi politikasıyla milyarlık nüfusuna orantılı dünya devi haline gelen Hindistan, 2011 yılının aralık ayında bir toplu intihar olayıyla sarsıldı. Şatisgarh eyaletinde çiftçilik yapan 1500 Hintli, ortak kararla yaşamlarına son vermişti. Bu haberden sonra anlaşıldı ki 1997 ile 2003 arasında 100 binden fazla çiftçi kendini öldürmüş ve aslında salt Şatisgarh’da değil, ülke çapında intihar dalgası her ay ortalama 1000 çiftçinin ölümüyle devam ediyordu; hem de resmi istatistiklere göre... Hintli çiftçilerin intihar nedeni, GDO’lu tohum “mucize”sine bağlı olarak aşırı borçlanmalarıydı. Hindistan, yeni ekonomi politikasıyla yerel tarımını koruyan yasaları kaldırmış, hatta köylüsünü “sihirli tohum” tüccarlarının arsız iştahasına terk bile değil, yönlendirmek amacıyla devlet tohum bankalarına pek çok geleneksel tohum türünün satışını yasaklamıştı! GDO’lu tohum simsarlarının güzellemesine bakılırsa, çiftçiler bu tohumlarla inanılmaz hasatlar yapacak, ürüne zarar veren böcek ve parazitler tarihe karışacaktı. Oysa tam tersi gerçekleşti. Örneğin, Hindistan’ın en büyük dünya üreticisi olduğu pamukta...
Elbette ki dünya biyokimya devi Monsanto’nun sattığı GDO’lu pamuk tohumu Bt ekili tüm tarlalar, pamuk kozasını yiyen kurtçuk istilasına uğradı. Çünkü Monsanto, güya böcek ilacı gerektirmeyen GDO’lu tohumların, “yerel” yani Hindistan’a özgü haşerelere dayanıksız olduğunu söylemeyi unutmuştu!.. Çiftçilerin, hasta ürünü kurtarmak için tonlarca pestisit almaları, daha da çok borçlanmaları gerekti.
Üstelik Monsanto, “sihirli tohum” GDO’lu pamuğun, yerel pamuk türünden 2 kat fazla sulama istediğini ve toprağı yoksullaştırdığını da belirtmemişti. Hindistan’ın suyu sınırlı pamuk bölgeleri hızla çölleşti, hasat randımanı çöktü ve gırtlağına kadar borçlanan çiftçiler, bir sonraki ekim için tohum satın alamaz hale geldiler. Hasat zayıf bile olsa neden bir bölümünü tohumluk saklayamamışlardı? Çünkü ektikleri GDO’lu pamuk, “Terminatör” adı verilen bir teknolojiyle donatılmış olup kendi kendini imha ediyor, tohumluk olarak saklanamıyor, Monsanto’dan her yıl yeni tohum satın almak gerekiyordu!
Kimi çiftçiler, koza kurtçuğu istilasına uğrayan pamuk tarlalarını 50 kez ilaçlamalarına rağmen kurtaramadılar. İntiharlar böyle başladı. GDO’lu pamuk tohumunun bir başka etkisi ise ekilmediği arazilerde susuzluğa ve bazı parazitlere dayanıklı Hindistan coğrafyasına özel yerel bitkilere bile bulaşarak pek çok türü yok etmesi oldu.
Dünyanın her yanında, GDO’lu tohumların her türüne ilişkin benzer felaketler yaşanıyor. Bunları size aktarmayı sürdüreceğim.
Bilmenizi isterim ki Türkiye tarımı 9 yıldan beri Hindistan’da çiftçileri intihara sürükleyen aynı kumpasa feda ediliyor ve inanılmaz boyuttaki bu gerçeği bugüne değin kamuoyundan gizlemeyi başardılar: Ekim 2006’da yürürlüğe giren 5553 sayılı Tohumculuk Yasası, Monsanto ve yan kuruluşu Cargill gibi GDO’lu tohum üretici ve ithalatçılarına, devlet eliyle pazar yaratmak amacına hizmet etmektedir.
Türkiye çiftçisi, patent almak zorunda bırakıldığı yerli tohumları ekemez hale getirilmiş, patentsiz yerli tohum ekerse satış yasağı getirilmiş, uğursuz GDO’lu tohumlara bağımlı kılınmıştır. Bu ülkede yediğiniz her şey GDO’lu ve beşikten itibaren korkunç oranlarda artan başta kanser, pek çok hastalıktan; yerli tohumculuğu öldürüp Monsanto, Cargill gibi şirket devletlerin önünde eğilenler sorumludur. Mersin limanında ele geçen GDO’lu pirinçlere yapılan analizlerin geri çekilmesi, laboratuvarların sindirilmesi, hep bu çıkar zincirinin “yevmiye” işçiliğidir!
Bir ülkenin yaşamı demek olan tarımı zehirlenir ve toplum hastalıklı kuşaklar yetiştirmeye mahkûm edilirken; muhalefet milletvekillerinin sağlığı herkes kadar tehlikedeki çocukları için ömür boyu diplomatik pasaport ve lüks ayrıcalıklar edinme arsızlığını anlayamıyorum!