• Merhaba, Kadınlar Kulübü'ne ÜCRETSİZ üye olarak yorumlar ile katkıda bulunabilir veya aklınıza takılan soruları sorabilirsiniz.

Sağlıklı beslenme için tüm gıda, meyve ve sebzeler.


Hindistancevizi yağının 21 kullanım şekli


1022272_620x413.jpg

1. “Oil Pulling” yapın.

Hindistancevizi yağının en garip kullanım şekli değil belki; ama oldukça yakın. ‘Oil pulling’, hindistancevizi yağını ağızda günde yaklaşık 20 dakika kadar çiğneyerek yapılan antik bir Ayurveda tekniğidir. Yağ, tükürük bezlerinde toplanan toksinleri emer ve kıvamlı, beyaz bir şekle dönüştürür. Birçok başka şeyin yanı sıra, ‘oil pulling’ in vücutta detoks etkisi yarattığına, dişleri beyazlattığına, uykusuzluğu önlediğine, eklem yangılarını ve migren ağrılarını azalttığına inanılmaktadır.



2. Makyajınızı temizleyin.

Pamuğun üzerine biraz hindistancevizi yağı sürün ve makyajınızı kolaylıkla silin. Suya dayanıklı maskara ve kırmızı rujda bile işe yarıyor. Makyajınızı sildikten sonra, yüzünüzü ılık suyla yıkayın.



3. Saç bakımı yapın.

Yıkamadan önce saçınıza hindistancevizi yağı uygulayın ve farkı görün. Saçınız daha yumuşak, parlak ve daha başa çıkılabilir olacak. Bir çay kaşığı kadar yağ kullanın ve saçınıza güzelce masaj yapın. En az 10 dakika kadar bu şekilde durmaya çalışın.



4. Cilt bakımı yapın.

Hindistancevizi yağını yüzünüz ve vücudunuz için maske olarak kullanın. Az miktarda yağ ile cildinize masaj yapın; özellikle de dizler, dirsekler, ellerinizin arka kısımları ve ense gibi ihtiyaç duyulan bölgelere odaklanın. Yıkanmadan önce en az 10 dakika bekleyin.



5. Buklelerinizi ehlileştirin.

Uçuşan saçlarınızı ve kıvrılan buklelerinizi biraz hindistancevizi yağı ile düzeltin. Yağ, bukleleri ehlileştirir ve güzel bir ışıltı sağlar.



6. Cildinizi güzelce ovun.

Bir yemek kaşığı hindistancevizi yağı ile bir yemek kaşığı esmer şekeri karıştırın ve cildinizi iyice ovuşturun. Cildiniz aynı anda hem pul pul dökülüp hem de nemlenerek daha pürüzsüz bir hale gelecek. Ayrıca karışıma biraz da tuz ekleyerek ayaklarınız için ekstra ovuş gücü elde edebilirsiniz.



7. Diş temizliğinde kullanın.

Hindistancevizi yağını, yoğun bir macun kıvamına getirebilmek için soda ile karıştırın. Diş fırçanıza bu karışımdan biraz sürün ve bırakın dişleriniz beyazlasın.



8. Ferah kokun.

Hindistancevizi yağını, koltukaltlarınıza ve ayaklarınıza doğal bir deodorant olarak sürün. Aynı zamanda ararot, shea yağı ve pong-busting güç için gerekli yağlarla da karıştırabilirsiniz.



9. Kütiküllerinizi yumuşatın.

Eğer amacınız yumuşatmaksa, aradığınız şey hindistancevizi yağı. Sinir bozan kütiküllere günde iki kez hindistancevizi yağı sürmek işin püf noktası.



10. Pürüzsüzce tıraş olun.

İnce bir hindistancevizi yağı tabakasını tıraş köpüğü olarak kullanın. Böylelikle pürüzsüz bacaklara sahip olmakla kalmayacak; yağ, jiletin daha uzun süre dayanmasını sağladığından aynı zamanda tasarruf yapmış olacaksınız.



11. Güneş yanıklarını dindirin.

Yanığın ilk harareti biraz hafifledikten sonra, hindistancevizi yağı ile yapacağınız nazik bir masaj, derinin iyileşmesini hızlandıracak ve soyulmanın önlenmesine yardımcı olacaktır.



12. Pişiklerde kullanın.

Hindistancevizi yağı, pişiği nazikçe rahatlatır. Pişikli bölgeye biraz sürün ve bebeğinizin altını her zaman yaptığınız gibi bezleyin. Hindistancevizi yağını her gün koruyucu olarak da kullanabilirsiniz; ancak öncelikle bebeğinizin cildinin yağ ile uyum göstereceğinden emin olun.


13. Bebeğinizin başındaki konakları yumuşatın.

Bebeğinizin hindistancevizi yağına tepki vermediğini ölçmek adına bir alerji testi yaptıktan sonra, başına bol miktarda yağ ile masaj yapın, birkaç dakika bekletin ve yıkayın.



14. Saç bitlerinden kurtulun.

Bunun için hindistancevizi yağına ve elma sirkesine ihtiyacınız olacak. Saçı elma sirkesi ile güzelce ıslatın, yıkamayarak kurumasına izin verin. Sirke kuruduktan sonra, saça bolca hindistancevizi yağı uygulayın ve bebeğinizin başının her yerine masaj yapın. Bu şekilde bırakabildiğiniz kadar bırakın (ne kadar uzun, o kadar iyi). Saçlarını, sirke tarağı kullanarak her zamanki gibi tarayın, şampuanlayın ve bakım yapın. Yağdan tamamen kurtulmak için iki kez şampuanlamak zorunda kalabilirsiniz; ancak bu uygulama sayesinde bebeğinizin saçları yumuşacık ve ışıltılı olacak.



15. Sağlıklı bir atıştırmalık yapın.

Bu sağlıklı ve lezzetli tariflerin hepsi sağlık faktörünü ve aromayı güçlendiren hindistancevizi yağı içeriyor:



  • Güne sağlıklı bir kahvaltı ile başlayın. ‘Hindistancevizi yağı Granola’
  • Bu tarif bolca lif ve protein içeriyor. ‘Hindistancevizi yağı ile siyah fasulyeli brownieler’
  • Beslenme çantalarına yüzlerini gülümsetecek bir şeyler koyun. ‘Sevimli havuçlar ve hindistancevizi yağı ile cupcake ler’
  • Hindistancevizi yağı içeren bu atıştırmalıklarla çocuğunuzun partisini canlandırın. ‘Hindistancevizi yağı ile yapılmış çikolatalı cipsler’


16. Saman nezlesi için kullanın.

Saman nezlesinin semptomlarını rahatlatması için çocuğunuzun burun deliklerinin kenarlarına az bir miktar hindistancevizi yağı sürün. Böylelikle tozlar ve polenler yağa tutunacak ve çocuğunuzun burnuna girmeyecekler.



17. Bebeğiniz diş çıkarırken duyduğu acıyı azaltın.

Az miktarda hindistancevizi yağı ile rahatlaması için bebeğinizin dişetlerini nazikçe ovun.



18. İyileşmeye yardımcı olur.

Hindistancevizi yağının kesikler ve sıyrıklar üzerinde uygulanması, yarayı bakterilerden korur ve iyileşmesine yardımcı olur. Ayrıca şişkinleri ve hasarı azaltması amacı ile çürükler üzerinde de kullanabilirsiniz.



19. Böcek ısırıklarına iyi gelir.

Yanma hissini azaltması ve kaşıntıları önlemesi için doğrudan böcek ısırıklarının üzerine uygulayın. Ayrıca kızarıkların ve şişliklerin azalmasına da yardımcı olur.



20. Ayak kokusu ile savaşın.

Kokan ayaklarla baş etmeye çalışıyorsanız eğer, ayaklarınızın sabah-akşam hindistancevizi yağı ile ovmak, kokusuz ve ferah kalmalarını sağlayacaktır.



21. Tıkanıklarınızı rahatlatın.

Yarım bardak hindistancevizi yağına biraz okaliptüs ya da mentol ekleyin ve bu karışımı sırtınıza sürerek iyice ovun. Bu uygulamayı yıkanırken küvetin içerisinde de yapabilirsiniz. Sıcak suya limonla birlikte bir çay kaşığı hindistancevizi eklemek soğuk algınlığı ile savaşmada da faydalıdır.

ht hayat
http://www.hthayat.com/saglik/organik/haber/1022272-hindistancevizi-yaginin-21-kullanim-sekli
 
Hindistancevizi yağının 21 kullanım şekli

1022272_620x413.jpg

1. “Oil Pulling” yapın.

Hindistancevizi yağının en garip kullanım şekli değil belki; ama oldukça yakın. ‘Oil pulling’, hindistancevizi yağını ağızda günde yaklaşık 20 dakika kadar çiğneyerek yapılan antik bir Ayurveda tekniğidir. Yağ, tükürük bezlerinde toplanan toksinleri emer ve kıvamlı, beyaz bir şekle dönüştürür. Birçok başka şeyin yanı sıra, ‘oil pulling’ in vücutta detoks etkisi yarattığına, dişleri beyazlattığına, uykusuzluğu önlediğine, eklem yangılarını ve migren ağrılarını azalttığına inanılmaktadır.



2. Makyajınızı temizleyin.

Pamuğun üzerine biraz hindistancevizi yağı sürün ve makyajınızı kolaylıkla silin. Suya dayanıklı maskara ve kırmızı rujda bile işe yarıyor. Makyajınızı sildikten sonra, yüzünüzü ılık suyla yıkayın.



3. Saç bakımı yapın.

Yıkamadan önce saçınıza hindistancevizi yağı uygulayın ve farkı görün. Saçınız daha yumuşak, parlak ve daha başa çıkılabilir olacak. Bir çay kaşığı kadar yağ kullanın ve saçınıza güzelce masaj yapın. En az 10 dakika kadar bu şekilde durmaya çalışın.



4. Cilt bakımı yapın.

Hindistancevizi yağını yüzünüz ve vücudunuz için maske olarak kullanın. Az miktarda yağ ile cildinize masaj yapın; özellikle de dizler, dirsekler, ellerinizin arka kısımları ve ense gibi ihtiyaç duyulan bölgelere odaklanın. Yıkanmadan önce en az 10 dakika bekleyin.



5. Buklelerinizi ehlileştirin.

Uçuşan saçlarınızı ve kıvrılan buklelerinizi biraz hindistancevizi yağı ile düzeltin. Yağ, bukleleri ehlileştirir ve güzel bir ışıltı sağlar.



6. Cildinizi güzelce ovun.

Bir yemek kaşığı hindistancevizi yağı ile bir yemek kaşığı esmer şekeri karıştırın ve cildinizi iyice ovuşturun. Cildiniz aynı anda hem pul pul dökülüp hem de nemlenerek daha pürüzsüz bir hale gelecek. Ayrıca karışıma biraz da tuz ekleyerek ayaklarınız için ekstra ovuş gücü elde edebilirsiniz.



7. Diş temizliğinde kullanın.

Hindistancevizi yağını, yoğun bir macun kıvamına getirebilmek için soda ile karıştırın. Diş fırçanıza bu karışımdan biraz sürün ve bırakın dişleriniz beyazlasın.



8. Ferah kokun.

Hindistancevizi yağını, koltukaltlarınıza ve ayaklarınıza doğal bir deodorant olarak sürün. Aynı zamanda ararot, shea yağı ve pong-busting güç için gerekli yağlarla da karıştırabilirsiniz.



9. Kütiküllerinizi yumuşatın.

Eğer amacınız yumuşatmaksa, aradığınız şey hindistancevizi yağı. Sinir bozan kütiküllere günde iki kez hindistancevizi yağı sürmek işin püf noktası.



10. Pürüzsüzce tıraş olun.

İnce bir hindistancevizi yağı tabakasını tıraş köpüğü olarak kullanın. Böylelikle pürüzsüz bacaklara sahip olmakla kalmayacak; yağ, jiletin daha uzun süre dayanmasını sağladığından aynı zamanda tasarruf yapmış olacaksınız.



11. Güneş yanıklarını dindirin.

Yanığın ilk harareti biraz hafifledikten sonra, hindistancevizi yağı ile yapacağınız nazik bir masaj, derinin iyileşmesini hızlandıracak ve soyulmanın önlenmesine yardımcı olacaktır.



12. Pişiklerde kullanın.

Hindistancevizi yağı, pişiği nazikçe rahatlatır. Pişikli bölgeye biraz sürün ve bebeğinizin altını her zaman yaptığınız gibi bezleyin. Hindistancevizi yağını her gün koruyucu olarak da kullanabilirsiniz; ancak öncelikle bebeğinizin cildinin yağ ile uyum göstereceğinden emin olun.


13. Bebeğinizin başındaki konakları yumuşatın.

Bebeğinizin hindistancevizi yağına tepki vermediğini ölçmek adına bir alerji testi yaptıktan sonra, başına bol miktarda yağ ile masaj yapın, birkaç dakika bekletin ve yıkayın.



14. Saç bitlerinden kurtulun.

Bunun için hindistancevizi yağına ve elma sirkesine ihtiyacınız olacak. Saçı elma sirkesi ile güzelce ıslatın, yıkamayarak kurumasına izin verin. Sirke kuruduktan sonra, saça bolca hindistancevizi yağı uygulayın ve bebeğinizin başının her yerine masaj yapın. Bu şekilde bırakabildiğiniz kadar bırakın (ne kadar uzun, o kadar iyi). Saçlarını, sirke tarağı kullanarak her zamanki gibi tarayın, şampuanlayın ve bakım yapın. Yağdan tamamen kurtulmak için iki kez şampuanlamak zorunda kalabilirsiniz; ancak bu uygulama sayesinde bebeğinizin saçları yumuşacık ve ışıltılı olacak.



15. Sağlıklı bir atıştırmalık yapın.

Bu sağlıklı ve lezzetli tariflerin hepsi sağlık faktörünü ve aromayı güçlendiren hindistancevizi yağı içeriyor:



  • Güne sağlıklı bir kahvaltı ile başlayın. ‘Hindistancevizi yağı Granola’
  • Bu tarif bolca lif ve protein içeriyor. ‘Hindistancevizi yağı ile siyah fasulyeli brownieler’
  • Beslenme çantalarına yüzlerini gülümsetecek bir şeyler koyun. ‘Sevimli havuçlar ve hindistancevizi yağı ile cupcake ler’
  • Hindistancevizi yağı içeren bu atıştırmalıklarla çocuğunuzun partisini canlandırın. ‘Hindistancevizi yağı ile yapılmış çikolatalı cipsler’

16. Saman nezlesi için kullanın.

Saman nezlesinin semptomlarını rahatlatması için çocuğunuzun burun deliklerinin kenarlarına az bir miktar hindistancevizi yağı sürün. Böylelikle tozlar ve polenler yağa tutunacak ve çocuğunuzun burnuna girmeyecekler.



17. Bebeğiniz diş çıkarırken duyduğu acıyı azaltın.

Az miktarda hindistancevizi yağı ile rahatlaması için bebeğinizin dişetlerini nazikçe ovun.



18. İyileşmeye yardımcı olur.

Hindistancevizi yağının kesikler ve sıyrıklar üzerinde uygulanması, yarayı bakterilerden korur ve iyileşmesine yardımcı olur. Ayrıca şişkinleri ve hasarı azaltması amacı ile çürükler üzerinde de kullanabilirsiniz.



19. Böcek ısırıklarına iyi gelir.

Yanma hissini azaltması ve kaşıntıları önlemesi için doğrudan böcek ısırıklarının üzerine uygulayın. Ayrıca kızarıkların ve şişliklerin azalmasına da yardımcı olur.



20. Ayak kokusu ile savaşın.

Kokan ayaklarla baş etmeye çalışıyorsanız eğer, ayaklarınızın sabah-akşam hindistancevizi yağı ile ovmak, kokusuz ve ferah kalmalarını sağlayacaktır.



21. Tıkanıklarınızı rahatlatın.

Yarım bardak hindistancevizi yağına biraz okaliptüs ya da mentol ekleyin ve bu karışımı sırtınıza sürerek iyice ovun. Bu uygulamayı yıkanırken küvetin içerisinde de yapabilirsiniz. Sıcak suya limonla birlikte bir çay kaşığı hindistancevizi eklemek soğuk algınlığı ile savaşmada da faydalıdır.

ht hayat
http://www.hthayat.com/saglik/organik/haber/1022272-hindistancevizi-yaginin-21-kullanim-sekli
Bu yagları kendımız yapalım.ben bır ara bazı yaglar yapmaya calıstım ama.tam ustune dusmedıgım ıcın bıraktım.pıyasadakılerın hepsu sahte.mesela gul yagı baya populerdı bı ara.ama uretıcı dıyor kı bır kac gram gul yagı elde etmek.ıcın kılolarca gul harcamak lazım.ama aktarlarda fıyatları uc bes lıra.o yuzden de faydasını goremıyor ınsanlar.bır de ucucu olsa gerek dıye dusunuyorum.
 
Bu yagları kendımız yapalım.ben bır ara bazı yaglar yapmaya calıstım ama.tam ustune dusmedıgım ıcın bıraktım.pıyasadakılerın hepsu sahte.mesela gul yagı baya populerdı bı ara.ama uretıcı dıyor kı bır kac gram gul yagı elde etmek.ıcın kılolarca gul harcamak lazım.ama aktarlarda fıyatları uc bes lıra.o yuzden de faydasını goremıyor ınsanlar.bır de ucucu olsa gerek dıye dusunuyorum.
Evde yapılış videoları var. İzleyebilirsin.
 

DİŞ MACUNLARI FAYDALI MI ZARARLI MI?

Ağız ve diş bakımı, sağlıklı yaşamanın hastalıklardan korunmanın olmazsa olmazlarından.

Bunun aksini iddia eden olabileceğini sanmıyorum ama iş bu bakımın nasıl ve hangi araçlarla yapılmasına geldiğinde görüşler çok farklılaşıyor.

Diş fırçası, ağız çalkalama, diş ipi, misvak, diş macunu, gargara sıvıları ile yapılan bakımlardan hangisinin en etkili ve en güvenilir yöntem olduğu tam olarak ortaya konmuş değil.

Diş macunlarının tamamen gereksiz ve hatta zararlı bile olması mümkün ticari ürünler olduğunu ileri sürenler de var, özellikle de florürlü olanlarını kullanmadan ağız ve diş sağlığının mükemmel olamayacağını iddia edenler de.

http://fluoridealert.org isimli internet sitesinde yayınlanan ve “florürlü diş macunlarının” sağlığa olan zararlarını bilimsel kaynaklarını da vererek anlatan bir yazıyı görüşlerinize sunuyorum.

Florürlü diş macunları

“USA’ da satılan diş macunlarının yüzde 95’ inden fazlası “florür” ihtiva ediyor; florürsüz markalar çok az markette bulunabilir.

Florürlü diş macunları özellikle küçük çocuklarda pek çok sağlık riski yaratır. Bunun için de FDA, USA’da satılan florürlü tüm diş macunlarının tüplerinde bir zehirlenme uyarısı bulunmasını şart koşmuştur.

Florürlü diş macunlarının yutulmasıyla kalıcı diş renk bozukluğu (dental florozis), mide rahatsızlıkları, akut zehirlenme, deri döküntüleri (perioral dermatit) ve glikoz metabolizması bozukluğu ortaya çıkar.

Erişkinler için etkili florürlü diş macunlarını çocukları da hedef almak için şekerle tatlandırma ve karton ambalajlar kullanma gibi pazarlama uygulamaları bu risklerin tümünü gereksiz yere artırmıştır.

Diş hekimliği camiasının diş macunlarının yutulmasıyla fazla miktarda florüre maruz kalmanın tehlikelerini halka anlatmaması da problemi daha fazla büyütmüştür.

USA’da satılan diş macunları genel olarak 1.100 ve 1.450 ppm florür ihtiva eder; bu, macunun her bir gramında 1 miligram florüre denk gelir.

Diş macunu tüplerinin arka tarafındaki bilgiler kısmında kullanıcıları “macunu yutmamaları” ve sadece “bezelye kadar” kullanmaları uyarısı varsa da reklâmlarda fırçanın üzerine “bir parmak macun” konmaya ve balonlu sakız, meyve ve şeker tadına florürlü macun üretilmeye devam ediliyor (Basch 2013).

Çocukları cezbeden tatların kullanılması özellikle tehlikeli çünkü küçük çocukların yutma refleksleri tam gelişmemiştir ve diş macununu her zaman büyük miktarlarda yutarlar.

Sayısız araştırmada birçok çocuğun sadece diş macunlarından önemli miktarda florür yuttuklarının gösterilmesi sürpriz değildir.

Journal of Public Health Dentistry isimli tıp dergisine göre “Neredeyse tüm yazarlar bazı çocuklar bir günde almaları gereken florürden daha fazlasını sadece diş macunundan alırlar” (Levy 1999).

Dental florozis için büyük risk faktörü

Çok fazla florür yutulmasının yan etkilerinden biri dental florozistir.

Dental florozis, dişlerin şekillendiği senelerde yani 0-8 yaş arasında fazla florür alınmasına bağlı olarak diş minesinde meydana gelen bozukluktur.

Dental florozis, en hafif şekillerinde dişlerde bulanık beyaz leke ve çizgiler şeklinde belirti verir; orta ve ağır şekillerinde ise diş minesinde oyuklaşma ve parçalanma ile beraber yoğun olarak kahverengi veya siyaha boyanır.

Yanlışlıkla veya bilerek fazla miktarda diş macunu yutan çocukların dişleri -hele bir de florürlü içme suyu kullanıyorlarsa- ilerlemiş florozisin göstergesi olarak çirkin kahverengi ve siyah renge boyanır.

Bilhassa da ön dişlerin florozisi çocuklarda hafif şekillerinde bile özellikle de buluğ çağında kendine güven problemleri yaratır.

Akut zehirlenme

FDA, 1997’ de diş macunu üreticilerinden USA’ da satılan tüm florürlü macunlara zehirlenme uyarısı koymalarını emretti.

6 yaşın altında olan çocukların erişemeyecekleri yerde saklayınız. Eğer kazara bir fırçalama için kullanılan miktardan fazlasını yutarsanız profesyonel yardım arayanız veya acilen zehir kontrol merkezleri ile irtibata geçiniz“.

FDA’ nın böyle bir uyarı konmasını şart koşmasının sebebi diş macunları yüzünden çok fazla florür alan çocuklarda akut zehirlenme ve hatta ölüm görülme riskidir.

Gerçekte, balonlu sakız tadındaki Colgate-for-Kids isimli diş macununun tek bir tüpünde 30 kilodan az bir çocuğu öldürecek miktarda (143 miligram) florür vardır (Whitford 1987a).

Florür yutulmasına bağlı ölümler az (en son ölüm 2002’ de bildirildi) ise de akut florür zehirlenmeleri hiç de nadir değildir.

Akut florür zehirlenmesi kilo başına 0.1-0.3 miligram gibi çok düşük miktarlarda bile mide ağrısı, bulantı, kusma, baş ağrısı, baş dönmesi ve grip benzeri belirtilerle görülür (Akiniwa 1997; Gessner 1994).

10 kilo ağırlığındaki bir çocuğun bu belirtilerin birini veya daha fazlasını yaşaması için macundan 1 ila 3 gram (Colgate-for-Kids’ in yüzde 3’ ünden daha azını) macun yutması kâfidir.

Diş macunundan kaynaklanan florür kazalarının çoğu teşhis edilmiyor ve bildirilmediğine inanılıyorsa da FDA’ nın zehirlenme uyarısından sonra Zehir Kontrol Merkezlerinin telefonla aranması hızla artmıştır.

Gerçekten de 1990’ larda FDA’ nın uyarısından önce diş macununa bağlı olarak 1000 kadar florür zehirlenmesi bildirilirdi (Shulman 1997).

Bugün ise yılda 23 bin bildiri yapılmakta ve yüzlerce çocuk acillerde tedavi edilmektedir.

Deri döküntüleri

Florürlü diş macunları bazı kişilerde perioral dermatite (ağız etrafında rozasea benzeri döküntüler) sebep olur veya bunu şiddetlendirir (McCaffery 2003; Mellette 1983, 1976).

Bu daha çok 20-50 yaş arası kadınlarda görülür.

Eğer bu durumun sebebi florürlü macunlar ise belirtiler florürsüz bir diş macununa geçilmesiyle birkaç hafta içinde belirgin şekilde düzelir.

Florürlü diş macunları dermatite ek olarak stomatit (ağız içinde yaralar) de yapabilirler (Brun 2004; Douglas 1957).

Şeker metabolizması bozukluğu

Florürlü macunların bugüne kadar ihmal edilen ama belki de en önemli riski kan glikoz ve ensülin seviyelerine olan etkileridir.

İndiana Üniversitesi araştırmacıları 1980’ lerde akut olarak kilo başına 0.5 miligram gibi çok az florür verilen farelerde kan glikoz seviyesinin arttığını ensülinin ise azaldığını bildirdiler (Shahed 1986; Whitford 1987b).

O zamandan beri hayvanlarda ve insanlarda yapılan birçok çalışmada çocukların florürlü bir diş macunlarından rutin olarak alabilecekleri dozların bu etkiyi gösterdiği tespit edildi.

Şimdi sadece 95 ppb gibi kan florür seviyelerinde glikozun arttığı ensülinin azaldığı tahmin ediliyor (Menoyo 2005).

Bu seviyenin florürlü diş macunu kullanan ve özellikle de florürlü çevrelerde yaşayan çocuklarda rutin olarak yüzde 5-10 daha yüksek olduğu da dikkat çekiyor.

Bu bulgular, yaygın olarak kullanılan florürlü macunların çocuklarda diyabet prevalansının yükselmesine sebep olabileceğini düşündürüyor.

Diyabet sürekli glikoz yüksekliği yüzünden meydana gelir. Hem glikozu yükselten hem ensülini azaltan bir kimyasal maddenin özellikle diyabeti olanlarda dikkatle kullanılması icap eder.

Bu yüzden de şimdi pek çok araştırmacı diyabetli çocukların düşük florürlü macun kullanmaları tavsiyesinde bulunuyor.

Journal of Fluoride Chemistry isimli derginin yazarları yeni araştırmalarında şunları bildiriyor:

“Kronik florür alımının ensülin direnci yarattığı bilgisi hesaba alındığında özellikle diyabetli çocukların düşük florürlü macun kullanmaları tavsiye edilmelidir” (Chiba 2012).”

Cevap bekleyen sorular

Bu yazıyı okuduktan sonra aklıma gelen ve cevabını bulamadığım sorular oldu:

BİR: Ülkemizde küçük çocukları olan anne babalardan kaçının florürlü diş macunlarının bu riskleri hakkında bilgisi var?

İKİ: Bizleri florürlü diş macunlarına karşı halkı uyaran bir diş hekimi gördünüz veya duydunuz mu?

ÜÇ: Diş macunlarının fırçanın üzerine boydan boya kaplayacak miktarda değil nohut büyüklüğünde olması gerektiğini biliyor muydunuz?

DÖRT: Bizdeki florürlü diş macunu reklâmlarında da fırça üzerine bir parmak macun sıkılması tüketiciyi aldatmak değil de nedir?

BEŞ: Diş macunlarında çocukların macunu yutma ihtimallerini artıran tatların kullanılması doğru mudur?

ALTI: Ülkemizde diş macunları etkinliği ve riskleri hakkında yapılmış doğru dürüst araştırmalar var mıdır?

Gelelim neticeye

Benim bu konudaki görüşlerim özetle şöyle:

BİR: Florürlü diş macunlarının, florürlü olmayanlara hatta hiç macun kullanmadan diş fırçası-diş ipi ve ağız yıkama ile yapılan temizliğe göre daha etkili olduğunu ispat eden bilimsel bir araştırmaya rastlamadım.

İKİ: Florürlü macunları savunanların, genel olarak macunlarla ve flüorürle ilgi iddialar hakkındaki görüşlerini de, bunların diş sağlığı için “şart olduğunu” ispatlayan yayınları kaynak göstererek kaleme alacakları yazıları da yayınlamaya hazır olduğumu belirtmek isterim.

REFERANSLAR

  • Akiniwa, K. (1997). Re-examination of acute toxicity of fluoride. Fluoride 30: 89-104.
  • Basch CH, et al. (2013). Advertising of toothpaste in Parenting Magazines. Journal of Community Health DOI 10.1007/s10900-013-9700-2.
  • Bronstein AC, et al. (2010). 2009 Annual Report of the American Association of Poison Control Centers’ National Poison Data System (NPDS): 27th Annual Report. Clinical Toxicology 48:979-1178.
  • Bronstein AC, et al. (2009). 2008 Annual Report of the American Association of Poison Control Centers’ National Poison Data System (NPDS): 26th Annual Report. Clinical Toxicology 47:911-1084.
  • Brun R. (2004). Recurrent Benign Aphthous Stomatitis and Fluoride Allergy. Dermatology 208: 181.
  • Chiba FY, et al. (2012). NaF treatment increases TNF-a and resistin concentrations and reduces insulin signal in rats. Journal of Fluorine Chemistry 136:3-7.
  • Gessner BD, et al. (1994). Acute fluoride poisoning from a public water system. New England Journal of Medicine 330:95-9.
  • Levy SM, Guha-Chowdhury N. (1999). Total fluoride intake and implications for dietary fluoride supplementation. Journal of Public Health Dentistry 59: 211-23.
  • McCaffery K. (2003). Fluoride and dermatitis. Journal of the American Dental Association 134: 1166.
  • Mellette JR, et al. (1983). Perioral dermatitis. Journal of the Association of Military Dermatologists 9: 3-8.
  • Mellette JR, et al. (1976). Fluoride tooth paste: A cause of perioral dermatitis. Archives of Dermatology 112: 730-731.
  • Menoyo I, Rigalli A, Puche RC. 2005. Effect of fluoride on the secretion of insulin in the rat. Drug Res 55(5):455-60.
  • Shahed AR, et al. (1986). Effect of F on rat serum insulin levels in vivo. Journal of Dental Research 65:756.
  • Shulman JD, Wells LM. (1997). Acute fluoride toxicity from ingesting home-use dental products in children, birth to 6 years of age. Journal of Public Health Dentistry 57: 150-8.
  • Watson WA, et al. (2003). 2002 Annual Report of the American Association of Poison Control Centers Toxic Exposure Surveillance System. American Journal of Emergency Medicine 21:353-421.
  • Whitford GM. (1987a). Fluoride in dental products: safety considerations. Journal of Dental Research 66: 1056-60.
  • Whitford GM, et al. (1987b). Topical fluorides: effects on physiologic and biochemical processes. Journal of Dental Research 66(5):1072-8.”
KAYNAK: http://fluoridealert.org/issues/dental-products/toothpastes/

Prof. Dr. Ahmet Rasim Küçükusta
 
Florürün 8 Zararı ve Florürden Korunma Yolları



Foto: Cheeseslave.com

Florür tartışmalı bir madde. Düşük dozlarda diş çürümelerini engellediği için önceleri serbestçe diş macunlarına, hatta bazı ülkelerde şebeke suyuna katılırken, son yıllarda zararları faydalarından daha çok tartışılıyor.

Çin, Avusturya, Belçika, Finlandiya, Danimarka, Norveç, İsveç, Hollanda, Macaristan ve Japonya gibi bazı ülkelerde suya florür katılması yasak. Türkiye’de suya florür katılmıyor, ama pek çok ilimizin şebeke suyunda doğal olarak florür bulunuyor. Üstelik şebeke suyu tek florür kaynağı değil. Hazır meyve suyu ve gazlı içeceklerden tutun, bebek mamalarına kadar pek çok üründe florür bulunuyor.

Florür Kaynakları

Çoğu kişi florürsüz diş macunu kullanarak bu kimyasalın zararlı etkilerinden korunabileceğini düşünüyor. Ancak bazı illerimizde şebeke suyunda yüksek sayılabilecek miktarlarda florür bulunuyor. Türkiye İçme Sularında Florürün Bölgesel Dağılımı (I) (PDF) başlıklı çalışmada, Marmara Bölgesi’nin suları incelenmiş ve bazı ilçelerde florür değerlerinin tehlikeli seviyelere çıktığını saptamış. Örneğin Kırklareli merkez ilçede sudaki florür değerlerinin, Dünya Sağlık Örgütü’nün güvenli bulduğu aralık olan 0,5 – 1.7 mg/lt.nin üzerinde olduğu saptanmış.

İşin kötüsü, oturduğunuz bölgedeki suların düşük florürlü olması da yetmiyor, çünkü tükettiğimiz pek çok hazır içecek, Türkiye’nin farklı bölgelerinde, şebeke suyundan üretiliyor. Eğer üretimin yapıldığı bölgedeki sular yüksek florür içeriyorsa, ürünü tükettiğinizde siz de florüre maruz kalıyorsunuz.

Florür kaynağı olabilecek bazı ürün ve gıdalar şöyle:

  • Florürlü diş macunu
  • Bebek maması
  • Hazır çorba
  • Tavuk bulyon
  • Teflon tava veya tencerede pişmiş gıdalar
  • Gazlı içecekler
  • Hazır meyve suları
  • Paketli ve/veya işlenmiş gıdalar
  • Anestezi kimyasalları
  • Florürlü tuz
  • Sigara
Florür neden zararlı?

1. Biyobirikim

Biyobirikim, belirli bir kimyasalın vücutta birikme eğilimine verilen teknik isim. Florür, biyobirikimli kimyasalların arasında. Sağlıklı bir kişi, her gün aldığı florürün %50 – 60’ını idrar yoluyla vücudundan atıyor. Geri kalanıysa kemiklerde ve beyinde birikiyor. Bebek ve çocuklarsa aldıkları florürün sadece %20’sini vücuttan atabiliyor. Kemiklerde biriken florür miktarı hayat boyu artış gösteriyor.

2. Üreme sistemi

Laboratuvar hayvanlarında yapılan deneylerde, yüksek dozlarda florürün erkek üreme organlarına hasar verdiği ve kısırlığa yol açtığı tespit edilmiş. ABD’de yapılan bir araştırma, şebeke suyunda 3 mg/lt. ve daha fazla florür bulunan yerlerde doğurganlık oranlarının düştüğünü belirlemiş. Bir başka araştırmaysa, yine yüksek florürlü bölgelerde yaşayan erkeklerde ortalamanın altında testosteron hormonu tespit etmiş.

3. Beyin (merkezi sinir sistemi)

Florürün merkezi sinir sistemi için zararlı olduğunu belgeleyen onlarca araştırma var. Florürün beyinde biriktiğine, davranış değişikliklerine yol açabildiğine ve uzun vadede Alzheimer hastalığına yol açabildiğine dair bulgular var.

İçme suyunun florürlenmesini destekleyenler, bu çalışmalarda çok yüksek dozda florür kullanıldığını savunsalar da, florürün biyobirikimli olduğunu unutmamak gerekli.

4. Düşük IQ

Çin, İran, Hindistan ve Meksika’da yapılan 24 ayrı çalışmada, vücuttaki florür miktarıyla IQ arasında ters bağıntı olduğu ortaya konmuş. İçme suyundaki 1 mg/lt. florür artışının, 0,59 IQ puanı kaybına yol açtığı bulunmuş.

5. Erken ergenlik

Florürün merkezi sinir sistemi dışında da olumsuz etkileri var. Florür aynı zamanda pineal bezini olumsuz etkiliyor. Bu bez, pek çok başka işlevin yanı sıra, büyüme ve ergenlik süreçlerinden sorumlu. Yapılan araştırmalar (PDF), içme suyuna florür katılan bölgelerde kız çocukların, florür kullanılmayan bölgelere kıyasla 5 ay önce âdet gördüğünü ortaya koymuş.

6. Tiroid hormonları

Florürün tiroid bezini de olumsuz etkilediği bildiriliyor. Ukrayna’da yapılan bir çalışmada, 2,3 ml/lt. düzeyinde florürün tiroit hormonunda azalmaya yol açtığı belirlenmiş. Hatta bu etki o kadar tutarlıymış ki, 20. yüzyıl ortalarında hipertiroidizmi (aşırı aktif tiroid bezi) olanlara florür tedavisi önerilmiş.

7. Romatizma belirtileri

Skeletal florozis, florürün kemiklerde birikmesiyle ortaya çıkan ve romatizma benzeri belirtilere yol açan bir rahatsızlık. İşin kötüsü, belirtileri romatizmayla karıştırılabildiğinden, erken safhada teşhis koyulması oldukça güç. Belirtiler ışığında doktorlar genellikle romatizmadan şüphelendikleri için, aslında son derece basit bir şekilde (florür alımını keserek) tedavi edilebilecek rahatsızlık, uzun yıllar tedavi edilmeyebiliyor.

8. Kemik erimesi

Florür, kemiklerde birikiyor. Florürün sağlık üzerindeki etkisini araştıran ilk çalışmalardan birine göre, içme suyuna florür katılan bölgelerdeki çocuk nüfusunda görülen kemik ve kemik bağlantılı rahatsızlıklarda iki kat artış kaydedilmiş. Benzer şekilde, Meksika’da yapılan bir araştırma (PDF), diş macunundaki florürle çocuk kemik kırılmaları arasında bağıntı olduğunu ortaya çıkarmış.

Kaynaklar:

Ann Marie Michaels, The Top 10 Dangers of Fluoride, Cheeseslave.com

Bachinskii PP, Gutsalenko OA, Naryzhniuk ND, Sidora VD, Shliakhta AI, Action of the Body Fluorine of Healthy Persons and Thyroidopathy Patients on the Function Of Hypophyseal-Thyroid System, Problemi Endokrinologii, Cilt: 31, Sayı: 6, Kasım-Aralık, 1985, Sayfa: 25-29.

Başak Pirtini, Toksik Diş Macunu – Florür tehlikesi, Dogalanneyim.blogspot.com

Bilge Hapçıoğlu, Rian Dişçi, Leman Demir, Ender Başak, Övat Güray, Nurten Özer, Türkiye İçme Sularında Florürün Bölgesel Dağılımı (I), İstanbul Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Dergisi, Cilt: 26, Sayı: 4, Aralık, 1992, Sayfa: 222-23.

David B. Ast ve Edward Schlesinger, The Conclusion of a Ten-Year Study on Water Fluoridation (PDF), American Journal of Public Health and the Nation’s Health, Cilt: 46, Sayı: 3, Mart 1956, Sayfa: 265-71.

M. Teresa Alarcón-Herrera, Ignacio R Martín-Domínguez, Rodolfo Trejo-Vázquez, Sandra Rodriguez-Dozal, Well Water Fluoride, Dental Fluorosis, and Bone Fractures in the Guadiana valley of Mexico (PDF), Fluoride, Quarterly Journal of the International Society for Fluoride Research, Cilt: 34, Sayı: 2, Mayıs 2001, Sayfa: 91-160.

Phyllis J. MullenixCorresponding author contact information, Pamela K. Denbesten, Ann Schunior, William J. Kernan, Neurotoxicity of Sodium Fluoride in Rats, Neurotoxicology and Teratology, Cilt: 17, Sayı: 2, Mart-Nisan 1995, Sayfa: 169-77.

Stan C. Freni, Exposure to High Fluoride Concentrations in Drinking Water is Associated With Decreased Birth Rates, Journal of Toxicology and Environmental Health, Cilt: 42, Sayı: 1, Ocak 1994, Sayfa: 109-121.

Yunpeng Ding, YanhuiGao, Huixin Sun, Hepeng Han, Wei Wang, Xiaohong Jia, Xuehui Liu, Dianjun Sun, The Relationships Between Low Levels of Urine Fluoride on Children’s İntelligence, Dental Fluorosis in Endemic Fluorosis Areas in Hulunbuir, Inner Mongolia, China, Journal of Hazardous Materials, Cilt: 186, Sayı: 2–3, Şubat 2011, Sayfa: 1942–46.

- See more at: http://www.zehirsizev.com/anne-cocu...orurden-korunma-yollari/#sthash.uTY5izGL.dpuf

zehirsizev
 
Hangi Plastik Türleri Sağlığa Zararlı?

Plastiklerin gıda sektöründe kullanımı oldukça yaygın. Herkes plastiklerin sağlığa zararlı olduğunu biliyor, çoğu zaman alternatifi olmadığı için mecburiyetten kulanmaya da devam ediyor. Ancak plastiğin de türleri var. Bazı tür plastiklerin gıda sektöründe kullanımının güvenli olduğu kabul ediliyor, bazılarınınsa kesinlikle kullanılmaması gerektiği söyleniyor.

Peki biz elimizdeki bir plastik malzemenin türünü ve güvenli olup olmadığını nasıl anlayabiliriz? Bunun için bu malzemenin üzerindeki, türünü gösteren işarete bakabiliriz. Çoğu plastik malzemenin üzerinde aşağıdaki işaretlerden biri vardır ve bu işaret hangi tür plastikten imal edildiğini gösterir.

Eğer plastik bir malzemenin üzerinde bu işaretlerden birini göremezseniz gıdalarınızdan uzak tutmanızı öneririm. Çünkü hangi plastikten imal edildiğini bilmiyorsunuz. Ben şahsen böyle bir malzeme gördüğümde, eğer güvenli bir malzeme olsaydı üzerine türünü yazarlardı diyorum.

Plastikte sağlık için en önemli tehlike Bisphenol A (diğer adıyla BPA) denen madde. Bu madde polikarbonatı çok sert ve cam gibi parlak hale getirmek için kullanılıyor. Okuduğum kaynaklarda, çalışmaların bu maddenin kanser riskini arttırdığını gösterdiği belirtilmiş. Eğer plastiğin üzerinde 7 işareti varsa ve hem sert hem de parlaksa, büyük ihtimalle BPA içeren bir polikarbonattır. Bu tür plastikleri mutfağınızdan uzak tutmanızı öneririm.

Şimdi, yukarıdaki işaretlerin her birinin ne anlama geldiğine ve güvenli olup olmadıklarına tek tek bakalım.

1. PETE veya PET
PETE veya PET Polyethylene Terephthalate'in kısaltmasıdır. Çok yumuşak, şeffaf ve gıdalarda TEK KULLANIM İÇİN güvenli olduğu kabul edilir. Çoğu su, meşrubat ve diğer içecek şişeleri bu malzemeden imal edilir. Dondurulmamalı, bulaşık makinesinde yıkanmamalı ve mikrodalga fırında kullanılmamalıdır. İçinde bulunan gıda maddesine herhangi bir zararlı madde sızdırmaz. Ancak tekrar kullanım için yeterince temizlenemez ve tekrar kullanıldığında zararlı bakteriler ürer. Bu yüzden PET şişeleri tekrar tekrar kullanma alışkanlığını bırakmamız yararımıza olur.

2. HDPE
HDPE High-Density Polyethylene (Yüksek Yoğunluklu Polietilen)'in kısaltmasıdır. Gıdalarla kullanımının güvenli olduğu kabul edilir. BPA içermez. Bulaşık makinesinde yıkanabilir, mikrodalga fırında kullanılabilir.

3. V veya PVC
PVC Polyvinyl Chloride'in kısaltmasıdır. Gıdalarla kullanılmamalıdır. İçindeki zararlı maddeleri gıdalara sızdırır.

4. LDPE
LDPE Low-Density Polyethylene (Düşük Yoğunluklu Polietilen)'in kısaltmasıdır. Bu malzeme de HDPE gibi gıdalarla birlikte kullanılabilir. Bulaşık makinesinde yıkanabilir, mikrodalga fırında kullanılabilir.

5. PP veya PE
PE Polietilen'in kısaltmasıdır. En güvenli plastik türü olarak kabul edilir. 2 ve 4 numara bu maddenin düğük ve yüksek yoğunluklu halidir. İçinde barındırdığı gıdalara sızdırdığı bilinen herhangi bir zararlı madde yoktur. Bulaşık makinesinde yıkanabilir, mikrodalga fırında kullanılabilir.

6. PS
PS Polystyrene'in kısaltmasıdır. Çay ve kahve gibi sıcak içecekler için kullanılan köpük bardakları (karton bardaklardan bahsetmiyorum) bilirsiniz. Ya da hazır satılan tavuklarda, tavuğun altındaki köpük tabağı bilirsiniz. Ya da kolilerin içindeki elektronik cihazları darbeden korumak için kenarlara koyulan birbirine yapışık o küçük yuvarlak köpükleri. Çoğumuz o köpüğün bir tür plastik olduğunu bile bilmeyiz. Bu malzeme, Benzen denen bir maddeden imal edilir. Benzen, insan için kanserojen bir madde olarak bilinir. Bu maddeyi mutfağınızdan kesinlikle uzak tutmanızı öneririm.

7. DİĞER
7 numara belirli bir plastik türüne ait değildir. İlk 6 tür haricindeki tüm plastiklere 7 numara verilir. Genellikle BPA denen o zararlı maddeyi içerirler. Ancak içermiyor da olabilir. Bu yüzden, yukarıda da söylediğim gibi, eğer bir malzemenin üzerinde 7 işareti varsa, cam gibi parlak ve sertse, büyük ihtimalle BPA içeriyordur ve güvenli değildir.

Kaynak: http://www.herbal-howto-guide.com/plastic.html (İngilizce)
 

BENİM PEYNİR HİKAYEM

FATMA AYTEN Hanım, herkesin evinde peynir yapabileceğini, hem çok kolay, hem eğlenceli, hem de doğal olduğunu, ailenize ve sevdiklerinize ikram edip aldığınız teşekküre değdiğini ve Nisan ayından beri hiç dışarıdan peynir almadığını söylüyor. Profesyonellere taş çıkartırcasına yaptığı peynirlerinin yapımını bizlerle paylaşıyor. Değerli paylaşımı ve emeği için FATMA AYTEN Hanım'a teşekkür ederiz.

_________________________________________________________________________________________________


PEYNİR YAPIMI
Evimize bir yerlerden peynir alıyorduk ama çoğu zaman alırken güzel deyip sonra beğenmediğimiz peynirlerdi. Abim bir merak sonucu evde peynir yapmak için adım atınca ben de çok heyecanlandım. Neden olmasın dedim.Oturdum internette bir sürü video izledim. Kaynak okudum ve yapabilirim güzel olur ya da boş durmamış en azından denemiş olurum diyerek kolları sıvadım.İlk yaptığım peyniri görünce heyecanlanmamak elde değildi. Daha önce yapımını görmüştüm ama evde kendin yapınca daha heyecan vericiydi.

Önce beyaz peynirle başladım. Bunun için önce sütü pastörize etmek gerekiyordu. Okuduğum kaynaklar pastörizasyonu 63 C'de 30 dakika ya da 72-73 C'de 5-15 sn arası yapabileceğimizi belirtiyordu.

Pastörizasyon için aşağıda da örnek yazıyı bulabilirsiniz.

Pastörize İçme Sütü Üretimi Pastörizasyon terimi, belirli ısıl işlemler için kullanılmaktadır. Bu terim, 1864’lü yıllarda şarabın dayanıklı olması için 50-60ºC’ye ısıtılması gerektiğini bulan Fransız bilim adamı Louis Pasteur’un adından gelmektedir. İlk güvenilir ticari pastörizasyon aygıtları 1922’de kullanılmaya başlanmıştır. İşlem daha sonraki yıllarda hızla gelişerek süt endüstirisinde önemli bir konuma gelmiştir.

Türk Gıda Kodeksi-Çiğ Süt ve Isıl İşlem Görmüş İçme Sütleri Tebliği’ne göre pastörizasyon; sütteki patojen mikroorganizmaların vejetatif formlarının tamamının, diğer mikroorganizmaların büyük bir kısmının sayısını indirmek amacıyla yapılan sütün raf ömrünü uzatan, en az seviyede fiziksel, kimyasal ve duyusal değişikliklerle sonuçlanan ve en az 72ºC’de 15 saniye veya 63ºC’de 30 dakika veya diğer eş değer şartlarda gerçekleştirilen ısıl işlemdir. Pastörize içme sütü ise aynı tebliğe göre çiğ sütün doğal ve biyolojik özelliklerine zarar vermeden pastörizasyon işlemi uygulanarak patojen mikroorganizmaların vejetatif formlarının tamamen, diğer mikroorganizmaların büyük bir kısmının yok edilmesi ile elde edilen ve pastörizasyondan hemen sonra kısa sürede 6ºC’yi geçmeyecek sıcaklığa soğutulan içme sütünü ifade etmektedir.

Beyaz Peynir Yapımı :

10 kg yeni sağılmış süt için

Gerekli malzemeler; Termometre, Şirden peynir mayası, Süzme bezi

  1. Önce sütü pastörize ediyoruz. Ben sütü ısıtırken benmari usulu ısıtmayı tercih ediyorum. Olası bir kazada dibine tutmaması açısından da faydalı oluyor . 73 C de 15 sn tutup, lavaboda soğuk su havuzu oluşturup içinde bekleterek hızlıca soğutma yapıyorum. Normal ortamda soğumaya bırakmıyorum.
  2. Verimi artırmak ortamın Ph dengesini sağlaması için 48 C civarında ½ su bardağı yoğurt eklenmesi tavsiye edenlerde var. Ben bu işlemi yapmıyorum .
  3. 37 C ye soğuyunca mayalayacağınız tezgaha alıp, kullanacağınız mayada tarif edilen ölçüye göre mayanızı kullanıyorsunuz. Ben Organik ve helal sertifikalı Şirden mayası kullanıyorum. Mayayı seri bir şekilde damla damla verip, çok nazik hareketlerle incitmeden, sütün içinde anafor oluşturmadan karıştırıyorum. Kapağını kapatıp ortam ısısında, üzerini yoğurt gibi örtmeden yaklaşık 40-45 belki 1 saat kadar bekletiyorum. Mayalanma tamamlanınca elinizle hafif bastırırsanız elinize bulaşma olmuyor.
  4. Mayası tamamsa ince şeritler halinde kesip sarı-yeşil suyunun çıkmasını biraz bekliyorum. Bu da ~10 dk kadar sürüyor. Çıkan su açık sarı ise tam tutmamıştır.
  5. Sonra bir kase yardımıyla süzmeye alıyorum. Bunu bir kevgir sepete tülbent bez sererek de yapabilirsiniz. Süzdüğünüz suyu sakın atmayın. Bu peynir üstü suyu dedikleri su. Salamura da kullanılıyor. Ya da B vitamini kaynağı olarak içilebilir. Yemeklerinizde su yerine bunu rahatlıkla kullanabilirsiniz. Ben denedim. Sporcuların kas yapmak için içtikleri su bu. Yurt dışında meyve suyu gibi şişelerle satılıyor .
  6. Süzdüğünüz bezdeki peyniri süzgüde de kalıplayabilirsiniz. Artık bu sizin evinizdeki malzemeye bağlı. Yalnız çok yayvan kalıp olmasın biraz dar bir süzgeciniz varsa kalıplar daha çok hazır peynire benziyor.Tülbent içindeki peynir üzerine baskılamak için, ben bir tahta onun üzerine de 5 lt lik 2 su bidonu ile ağırlık koyuyorum. 3-4 saat ağırlık altında bekiyor. Sonra bezden çıkarıp dilimliyorum.
  7. Rafine olmayan tuz ile (ki önemli rafine tuzla olmaz, ben kaya tuzu kullanıyorum) sagını solunu üstünü altını tuzlayıp borcamla buzdolabına koyuyorum. 1- 2 gün kadar orada, arada alt üst yaparak bekletiyorum.
  8. Bu hazır taze köy peyniri gibi oluyor.
  9. Bunu peynir üstü suyuna %10 kadar (yine rafine olmayan tuz ile) tuz kayup karıştırıp, cam kavanoz ile salamuraya da koyabilirsiniz. (Yani her 1 lt peynir üstü suyuna 100 gr tuz.) Sizin tüketme hızınıza bağlı olarak tuz miktarını azaltabilirsiniz. Yok geç biter derseniz artıradabilirsiniz.
  10. Tuz çok olursa ki genelde köylerde sütü pastörize etmedikleri için tuzu göz kararı çok bol kullanırlar, o zaman peynir sert olur. Tuz az olursa da peynir suda erir yenmez. Ve tabi köy peynirleri 3- 4 ay bu tuzlu suda bekler ki bu da peynir zehirlenmesine sebep olmasın diyedir. Bu sizin baskılamanıza, tuz alışkanlığınıza, kullandığınız mayaya göre, tecrübelerinize göre değişiyor.
  11. Ben bu yaptığım peyniri salamura da lezzetlensin diye bi 15 gün kadar bekletip öyle tüketiyorum.
f8c48123-8c32-46a4-9fa5-adeff4a42146


Foto1: Beyaz Peynir yapım aşamaları

Evde beyaz peynir yapabildiğimi görünce kaşar peyniri fikri de cazip geldi. Neden olmasın? Zaten gerekli olan maya da evde vardı.

Yazıya başlamadan mutfağım öyle aman aman büyük bir mutfak degil. 11-12 metrekarelik bir mutfak. Bu yapım setlerini de evde peynir yapımından hoşlandığımı görünce eşim doğum günü hediyesi olarak aldı Yani ilk başladığımda her evde olan malzemeleri kullandım. Bir termometrem bir de mayam farklıydı.

7cd56ad8-b1c5-4525-b7df-4fd9de5291c0


Foto 2: Kaşar Peyniri yapım aşamalarının bir kısmı


Kaşar Peyniri Yapımı :

Tarif 10 kg yeni sağılmış süt için

Gerekli malzemeler; Termometre, şirden peynir mayası, el çırpıcısı, Süzgeç

Yapımı:

  1. Önce sütü 37 C ye ısıtıyoruz. Patörize veya kaynatma işlemi yapmıyoruz. Bu ısıtma işlemini ben yine benmari usulu yapıyorum. Mayalanma ısısı 35-37 C arası. Yine bunda da verimi artırmak için 32-33 C arası 2-3 yemek kaşığı sulandırılmış yoğurt ilave ediyorlar ben denemedim.
  2. Mayalanma sıcaklığında, yine mayanızda verilen ölçeğe göre, mayayı damla damla hafif hareketlerle karıştırarak veriyoruz.( Ben organik ve helal sertifikalı Şirden mayası kullanıyorum.) Sütte anafor oluşturmamaya dikkat etmek gerekir.
  3. 45 dakika 1 saat kadar mayalanması için ortam sıcaklığında ağzı kapalı bekletiyorum. Mayalanınca yine bıçağı değdirdiğinizde bıçağa bulaşmaması gerek. Sarı yeşil su oluşumu mayalanmanın tamam olduğunu gösterir.
  4. Bir el çırpıcısı ile karıştırıyoruz. İyice parçalara ayrılınca yine benmari usulu 45-50 C ye ısıtılıyor. Bu ısıtma aşamasında topaklaşıp birleşiyor.
  5. Bir süzgeç yardımı ile bu blok peynirleri bir süzgüye alıyorum. Kalan su sulu süt rengindedir. Lor miktarı fazladır. Bu su önemli atmıyoruz yine.
  6. Süzgüye aldığım peynir topağını bir temiz beze sarıp ortam sıcaklığında bekletiyorum (Foto 2 de Sol üstteki 1. resim ). Sabah yaptıysam akşama kadar, akşamsa sabaha kadar örneğin. Ortam ısısında fermentasyon devam ettiği için peynir göz göz delik delik oluyor.
  7. Gözenekleşme de tamamsa, bir bıçak yardımı ile iri parçalara ayırıp sonra rondoluyorum (Foto 2 de Üstteki 2. 3. 4. resimler)
  8. Artık son işlemlere geliyor sıra. Lor miktarı fazla diye ayırdığımız peynir üstü suyu yine benmari usulu 80-85 C ye ısıtıyorum. Bu aşamalarda yanmamak için dikkatli olunulmalı
  9. Rondolanmış peyniri 80-85 C deki peynir suyuna kevgirli olarak koyup tahta kaşıkla alttan üste doğru karıştırarak eritmeye başlıyorum. Eriyen peynir bir süre sonra tekrar topaklaşıp hamur kıvamına gelir.
  10. Bu aşamada bir süzgü yada tahta üzerine alıp aynı hamur gibi yoğuruyorum. (Foto 2 sağ alttaki resim – Bu aşamada seri hareket önemli tek olduğum için fotoğraf çekemedim. Bu ilk hamur kıvamını alan hali birkaç kez daha sıcak suya batırınca daha homojen olur.) (Tuzlama işlemide bu aşamada yapılabilir. Ben kaşar da tuzu çok tercih etmiyorum az kullanıyorum. Tabi yine kaya tuzu olmalı.) Tekrar sıcak suya alıp yine biraz ısıtıp hamur kıvamına getirip homojen bir hal almasını sağlıyorum. Bunu 2-3 kez tekrarlıyorum.
  11. Sıcak hamur halinde iken, kaşar peynir şeklini alması için kalıbıma alıyorum. Siz evde dar sepetlere koyarak şekil verebilirsiniz. Tuzlama işlemini bu aşamada da yapabilirsiniz.
  12. Kalıbınızda soğuduktan sonra alt üst yapabileceğiniz tahta bir zemine alın serin ve kuru bir ortamda alt üst yan çevirerek eskitmeye bırakın( Foto 3 alttaki resim).
  13. Peyniri pişirmek için kullandığımız bu peynir üstü suyuna 1-2 lt kadar süt ekleyip yarım limon kadar limon suyu ile beraber kaynatarak kestirir isek lor elde ederiz.
  14. Yok lor yapmayacağım derseniz yine yemeklerinizde kullanabilirsiniz. Bu suyu atmadan tüketmenizi tavsiye ederim.
57e4877e-7fe8-4aa2-a229-05bb70e8d0f7


Foto 3 : Üstte salamura yaptığım beyaz peynirim, ortada basma peynir ve altta eskitmeye bıraktığım kaşar

Gönül rahatlığı ile yiyebileceğiniz ikram edebileceğiniz enfes kaşarınız hazır. Taze olarak tüketebileceğiniz gibi eskiterek daha faydalı halde kullanabilirsiniz.

Yine daha önce dediğim gibi şundan emin olabilirsiniz ki bu peynir daha önce aldığınız hiçbir kaşar peynire benzemeyecek. Zira içinde sizin emeğiniz olacak. Ağız tadıyla tüketmeniz dileğiyle....Afiyet olsun

Fatma AYTEN, Polatlı/ANKARA

SAĞLIKLI YAŞIYORUZ - HANDAN GÖÇENGİL GÜVEN

Kaynak: Meb.Gov.Tt
 
BALIK YİYELİM Mİ?

Geçen hafta bir hastam ünlü bir alışveriş merkezindeki pazardan balık almış. Enfes görünümlü barbunları kesekağıdına koyan balıkçı “Siz yiyin ama çocuğunuza yedirmeyin” demiş. “Vicdanlı adammış” diye geçirdim içimden, en azından balığın zehirli olduğunu saklamıyor. Hastam uyanık ya balıkçı öyle deyince barbundan vaz geçip somon balığı istemiş, pembe olanlarını seçtiğini, buzluktan çıkarılmasına dikkat ettiğini söyledi. Kocası somon balığına bayılıyormuş ve ailece haftada iki kez balık yemeye özen gösteriyorlarmış.
Peki somon balığı veya herhangi bir çiftlik balığı veya olta balığı yemek doğru mu?
İsterseniz “Bundan sonra yiyeceğiniz balıkların hep çiftlik balığı olacağı, halen yediğiniz somonların hepsinin de çiftlik somonu olduğu” gerçeğinden başlayalım. Aldığınız balığın Norveç’ten veya başka bir kuzey Avrupa ülkesinden geliyor olması çiftlikte yetiştirildiği gerçeğini değiştirmiyor, orada da kafeslerin içinde büyütülüyorlar.
Balıkların çiftlikte yetiştiriliyor olması neden önemli?
1. Çiftlik balıkları deniz dibindeki yosunlarla beslenmedikleri için omega-3 den çok sağlığımız için zararlı olan omega-6 ihtiva ederler.
2. 12-20 metrekarelik kafeslerin içinde binlerce balık bulunur. Kafesler denizin içinde yüzer haldedir ama balıklar aslında kendi dışkıları, kimyasallar, boyalar, tarım ilaçları ve yem topaklarından ibaret doğal olmayan bir karışımın içinde yüzerler.
3. Çiftlik somonları özgür yaşayanlara göre çok daha fazla bakteri ve virüslere maruz kaldıkları için hepsine koruyucu olarak antibiyotik verilir (1).
4. Tezgahta çıplak gözle görmeniz mümkün değil ama çiftlik somonunda zehirli kimyasallar ve doğal balıklardan on misli fazla kanserojen PCB (Poliklorlu Bifenil) vardır (2).
5. Yediğiniz çiftlik balığının hasta olma ihtimali oldukça yüksektir. Doğal ortamda yetişmeyen kafes balıkları kanamalı katarak, deniz biti, böbrek-pankreas hastalığı, bulaşıcı somon anemisi gibi pek çok hastalıktan muzdariptirler ve kafeslerde ölüm oranları yaklaşık % 30'dur. (Bu arada her hastalık için bir ilaç verildiğini de unutmayın.)
6. Biraz da somon balığının o hoşunuza giden, tazelik ve sıhhat çağrıştıran pembe renginden bahsedelim. Çiftlik somon balıkları normalde gri renkte olur. Balığa boya veya karotenoid (petrol kökenli kimyasallardan sentetik biçimde elde edilen astaksantin ve kantaksantin) verilerek rengi pembeye çevrilir. Siz pembe renkli taze/sıhhatli bir balık yediğinizi sanırken aslında bir kimyasal katkı yersiniz.
Sonuç olarak sağlıklı beslenmek adına haftada iki porsiyon “balık” yiyorum derken aslında iki porsiyon “zehir” yiyor olabilirsiniz.
Bu yazının arkasından, geçen yıl olduğu gibi bazı hastalarımın telefonla arayıp olta balığı-deniz balığı yemelerinde bir mahsur olup olmadığını soracaklarını biliyorum. Onlar sormadan cevap vereyim “Dünyamızdaki balıkların % 90'ını yedik bitirdik, yüzlerce türün neslini tükettik. Balıkçılar size satmak için yüksek teknolojili sonarlarla, ağlarla, trollerle deniz dibini tarayıp bulabildikleri tüm canlıları öldürüyorlar. Balık restoranına her gittiğinizde, balıkçıya her sipariş verdiğinizde siz de bu şuursuz katliama kendi çapınızda katkıda bulunuyorsunuz.
AÇ GÖZLÜLÜĞE VE BU GÜZELİM DÜNYANIN İÇİNE YAPMAYA BİR SON VERMEYE NE DERSİNİZ?

(1) R. Goldburg ve ark. “Marine Aquaculture in the United States; Enviromental Impacts and Policiy Options” Pew Ocean Comission, 2001, s. 16-17
(2) Salmon Aquaculture Feed, and Fish Oil Components of the Feed. Enviromental Science and Technology. Cilt 36, no:13, 2002. s. 2797-805.

Dr. Murat Kinikoglu
 
Cem Seymen ve Toprak Devrimi

Cem Seymen’in biliyorum ki benim gibi takip edeni ve seveni oldukça çok. Ve biliyorum ki hoşa giden gitmeyen üslup ve konu başlıkları ile Türkiye’nin en sorumlu ve ender fertlerinden yalnızca bir tanesi. Bir mücadelenin adamı Cem Seymen. Tüm Türkiye tanımalı ve seyretmeli bu adamı.


“Toprakla, tarımla sorununu çözmeyen ülkeler gelişmeyi hayal dahi etmesinler.” (Cem Seymen)
Henüz tanımamışlar için Cem Seymen kimdir?

Ankara Bilkent Üniversitesinde Turizm İşletmeciliği eğitimi almış, City University of New York’ta Siyasal Ekonomi eğitiminin ardından da New York Üniversitesinde Televizyon Yayıncılığı eğitimi almış ve CBS, ABC ve NBC televizyonlarında profesyonel meslek seminerlerine katılmış. Öğrencilik yıllarında da New York Başkonsolosluğu’nda 6 yıl boyunca görev yapmıştır. Türkiye’ye döndükten sonra pek çok yerel ve ulusal televizyon kanalında oldukça yararlı programlar yapmış ve ödüller almıştır. Aynı zamanda bunca başarısına, tutkusu olduğu edebiyatı eklemeyi de unutmuyor ve sınavlara girip Beykent Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümünden de mezun oluyor.

Cem Seymen, akademik geçmişinin yanı sıra kendine son zamanlarda çok daha önemli bir misyon edinmiş durumda: Toprak Devrimi…
Türk tarımına vurulan darbeyi tüm acımasızlığı ile ortaya koyuyor ve sürecin getirdiği acı gerçekleri ekrana yansıtıyor. Uygulanan tarım politikasının neden olduğu sonucu, nokta atışı ile ıskalamadan hedefe ulaştırıyor.

Tepkiler de alıyor, destekler de… Hatta günah keçisi ilan edildiği de oluyor. Ama o hiç vazgeçmiyor.

Vazgeçmiyor ve en gerçekçi soruları kendi soruyor ve en çıplak cevapları yine kendi veriyor. Bunu yaparken o kadar sade bir dil kullanıyor ki on yaşında bir çocuk dahi izlese bir fikir edinebilir. Maalesef eğitim seviyemiz artık o kadar diplerdeki, değil on yaşındaki çocuk!..

Benim Cem Seymen ile tanışma hikayemde CNN Türk‘de yapmış olduğu Para Dedektifi adlı programı ile oldu. Onu tanıdıktan sonra bu açığı kapatacak kadar geriye yönelik izledim ve okudum.

Cem Seymen programlarında, eğitim, ekonomi, tarım politikaları, teknoloji, tarih ve bilim olmak üzere birçok konuyu aynı program içerisinde harmanlayarak sunuyor bizlere ve bir taşla birçok konunun altını çiziyor.

Israrla ve ısrarla tarıma hak ettiği önemin verilmesi gerektiğini vurguluyor Cem Seymen. Bunu yaparken de Köy Enstitüleri modelini örnek alıyor; daha geç olmadan temennisi ile mücadelesini veriyor.


Toprağa oynanan oyunlar!

Cem Seymen’den öğrendiğim birkaç istatistikle ve birebir cümleleriyle devam etmek istiyorum yazıya sebep ve sonuç ilişkilendirmesi yaparak.

Sonuç 1: Son 2 buçuk yılda 1.7 milyon, son 10 yılda ise 6 milyon insanın tarımsal faaliyeti bırakarak büyük şehirlere göç ettiğini öğreniyorum.

Sebep 1: Avrupa Birliğine söz vermişiz çünkü tarım nüfusu önce %10 sonra %5 olacak. AB bastırıyor, ‘Türkiye’de tarım bitiyor’ diyerek, sebebi ortaya çıkarıyor.

Sonuç 2: Bu süreçte topraklar büyük şirketler tarafından çiftçilerden alınıyor ve toprağı olmayan insanlar büyük şehirlere göç ediyor. Sonrasında umduğu hayatı bulamadıklarında ve tekrar köylerine döndüklerinde Topraksız Köylü unvanıyla büyük şirketlerde günlük 40 TL karşılığında ırgatlık yaptıklarını belirtiyor.

Sonuç 3: Yani onlar için değişen bir şey yine olmuyor. Ve üstelik tehlikeli bir terim daha kazanmış oluyor Türkiye. Endüstriyel Tarım.

Sonuç 4: “3500 yıldır tarım yapılan bir coğrafyada, çeşitliliğin, zenginliğin, bereketin olduğu bu topraklarda 93 ayrı ürünü 108 ayrı ülkeden ithal eder durumdayız” diyor Cem Seymen.

Sonuç 6: “Türkiye’nin tarım ve hayvancılığa önem vermeyen devlet politikaları sonucunda tohum ve gıda ihtiyacı bakımından dışa bağımlı bir ülke haline geldik” diyor bir başka sonuçla.

Bu konuya sadece bir örnek vererek yeterli vurguyu yapabiliriz. İhtiyaçlar, nasıl mecburiyete ve çaresizliğe dönüşüyor, dönüştürülüyor.


Dünyanın en kaliteli domatesi

• 1980’lerden beri Avustralya’ya bile ihraç yaparmışız domatesi. Soma’da kömür havzaları, damarları bulununca karar verilmiş. Tarım o kadar da iyi getirisi olan bir sektör değil denmiş. Ve yavaş yavaş tarım bitirilmiş. İnsanların bu koşullarda madene inmelerinin sebebi şu: Garantileri yok, sosyal güvence altında değiller, sigortaları yok. Tarımda çalışıp parasını kazananı, ekonomiye katkı yapanı biz ekonomik eleman olarak görmüyoruz. Emeklilik şansını vermiyoruz. Bunu bir meslek olarak bile sınıflandırmamışız.

• Sosyal güvenceleri olmadığı için hiçbiri zaten Soma’da domates yetiştirmek istemezdi. Çünkü madene girenler ‘en azından sigortam var’ diyorlar; 60 yaşına geldiğinde eline 3 kuruş para geçmesini istiyorlar. Kim ister ki kömür madenine girmek? Ailesinden 5 tane erkek evladını kaybetmiş bir babayla konuştum. 6’ncısı yanındaydı, 14 yaşında. ‘Bak o da girecek’ dedi. ‘Engellemeyecek misin?’ dedim, ‘Nasıl engelleyebilirim?’ dedi, ’18 yaşına gelsin burada çalışacak’. Başka bir alternatifi yok. Orada tarım bitirilirken bir alternatif bırakılmazken domates yetiştirmesin de mutlaka burada çalışsın diye o hayata mahkum edilmiş insanlar.

Ve bu örnekle bir zamanlar dünyanın en kaliteli domatesinden de bahsetmiş oluyor Cem Seymen.

Sonuç 7: Yerli tohum ekiminin yasaklandığını, kullananlara ise 1 yıl hapis cezası ve 10 bin TL para cezası öngören yasalarla çiftçinin hibrit tohumlar kullanmaya mecbur bırakılmasının ciddi bir yanlış olduğunu söyleyen Cem Seymen, Birleşmiş Milletler raporlarını referans göstererek 2020 yılında dünyayı ciddi bir kıtlığın beklediğini vurguluyor.

Ve bakın bu konu ile ilgili yetkili kişinin (bakanın) ağzından alınan cevabın, çok kısa vadedeki ve Cem Seymen’in bu cevabı değerlendirmesi ve bilimsel bir gerçekliğe yer vermesi ile trajikomik sonucu:

Cem Seymen: Bakana diyorum ki kıtlık geldiğinde hibrit tohum satmadı bize bu ülkeler ne olacak?

Bakan: Avrupa’nın en büyük tohum bankasını kurduk. Satmasınlar, tohum bankasından bütün tohumlarımı çıkarırım bütün halkımı da beslerim!

Bilim insanları: Eğer toprakla buluşan tohum, iklim şartlarına uyum sağlamazsa kısırlaşır.

“Tohum sadece toprakta olur bankada olmaz. Değil Avrupa’nın, bütün Samanyolu’nun en büyük tohum bankasını kursanız, hiçbir faydası yok. Çünkü zaman geçiyor. Bütün bunlara uyum sağlaması gereken tohumumuzun toprakta olması gerekir” diyor.

Bakın konuyla ilgili araştırma yaptıkça neler öğrendim.

15 – 20 yıl öncesine kadar dünyadaki kıtlık tehlikesini en son yaşayacak ülkelerin başında geldiğimizi öğrendim.

Önemli Bir Not: Göbeklitepe’yi bu kadar eşsiz ve özel yapan nedir? başlıklı yazımda değinmemiştim ama şu anda tam zamanı konuya değinmek için. Şanlıurfa bölgesinde yapılan araştırmalarda elde edilen bulgular, yüzlerce genetik versiyonu olan buğdayın atasının ilk olarak Göbekli Tepe eteklerinde yetiştiğini ortaya çıkarmış. Yani biz neyi başarmışız tahmin edebiliyor musunuz? Ürünün atasını topraklarımızdan kazımayı başarmışız.

Nasıl mı?

Çok önceki yıllarda buğday üretimimizin Toprak Mahsulleri Ofisi’nin ambarlarının almadığını ve tepeler oluşturacak şekilde brandalarla depolandığını, fakat lüks yatlara sağlanan yakıt indirimleri gibi avantajların, Türk üreticisinden esirgenmesi ile meydana gelen pahalı tohum ve gübre ile ürün maliyetlerinin artırıldığını ve doğal sonuç olarak üreticinin belinin büküldüğünü ve daha ucuz diye buğday ithal edilerek ucuz fiyatla piyasaya verildiğini…

Dünyadaki en kaliteli şeker pancarının ve üretiminin bizde olduğunu ama yıllar önce kendi üreticimizden desteği çekip, üretim alanlarının kısıtlandığını ve bir Amerikan şirketine gerekli destek ve onay verilerek ülkemizde şeker kamışından şeker üretilmeye başlandığını öğrendim.

Dünyanın en meşhur tütününün bizde olduğunu da öğrendim. Öyle ki; Dünya Sigara Tekelleri kendi üretimlerine bizim tütünlerimizden karıştırarak piyasaya ürün sürüyorlarmış kaliteyi artırmak için. Ama yıllar önce yurt dışından ithal edilen bir başka tütün cinsinin daha verimli olduğunun söylenmesi ile bizim kaliteli tütünümüzün yok olduğunu ve dünya piyasasında da unutulmuş durumda olduğunu ve daha birçok örneğin de var olduğunu ne acı ki öğrendim.

“Verimli toprakları olan hiçbir ülke tarımı dışlayamaz. Bu, ülkesinin geleceğine darbe vurmak demektir. Tarım gerçeğini yok sayarak sanayileşme ve kalkınma olmaz kuralını unutmamak, bizi yönetenlerin görevi olmalıdır” diyor ve ekliyor:

“Türkiye’nin Sanayileşme yolunda ilerlerken son 15 senede 16 bin insan iş cinayetlerinde hayatlarını kaybetti. Korkunç bir tablo. İş güvenliği yok ve bunun maliyeti sizin aldığınız kömüre bile yansımıyor. Yani önceliklerimizi belirlememiz ve acilen karar vermemiz lazım. Hangi sektörün kime ne kadar zenginlik getireceğine karar vermemiz lazım. Ben yanlış bir karar verdiğimizi, tarım ve hayvancılığı çok fazla önemsemediğimizi düşünüyorum. Bu insanların tekrardan tarıma kazandırılarak Anadolu’da ciddi bir zenginlik yakalayabileceğimizi düşünüyorum.”

Cem Seymen, acilen yapmamız gereken şeyin tarım ve hayvancılığı desteklemek, köylüyü kalkındırmak olduğuna dikkat çekiyor. Şehirlere gitmiş köylünün tekrar köyüne dönüp meralarında hayvan beslemesi ve toprağında her türlü ürünü yetiştirmesi gerektiğini belirtiyor. “Bunları da o kadar kaliteli yetiştireceksin ki sıkı denetim olacak. Ziraat mühendisleri, veterinerler Anadolu’ya yayılacak, memleket seferberliği bu, tek – tek kontrol edecekler üretilen ürünleri. Dünya standartlarının üstünde değerler üreteceğiz ve ‘Made in Turkey’ yazısıyla dünyaya ihraç edilecek” cümlesi ile çözüm önerisi sunuyor Seymen.

Ona hak vermemek imkansız.

Dünya ülkelerinin bizden hemen önce düşmüş oldukları bir çıkmazdı tarımın ikinci plana atılması ve anladılar ki tarım ayağa kalkmadıkça ülke ayağa kalkamayacak. Bir avuç topraklarıyla dünyaya açıldılar. Tarımın stratejik önem kazandığı bir dönemde Türkiye’nin tarımdan dışlanması inanılır gibi değil.

Göz göre göre aynı çukura düşmek mi gerek?
Üstelik bu kadar şanslıyken; coğrafi konum süper, toprak ana bereketli, mevsimler çeşit çeşit, sular coşkun akarken…

Aynı zamanda gelecekle ilgili kaygısını da dile getirmekte ve bir örnek vermekte geri durmuyor Seymen.

“Cumhuriyet tarihinin en yüksek dolar değeri ile karşı karşıyayız. Korkunç bir fakirleşmedir bu. Genç nüfusu bu kadar yoğun olan bir ülkenin dolar bazında borçlanması sizin geleceğinizin çalınmasıdır” diyor.

Türkiye’nin 2023 yılındaki ihracat hedeflerinin 500 milyar dolar olduğunu hatırlatan Seymen, bu hedeflerin tutmasının mümkün olmadığını dile getiriyor. Konu ile ilgili değerlendirmelerine devam eden Seymen, “Kendi kendimizi kandırıyoruz aslında. Bütün Cumhuriyet tarihi toplam büyüme oranlarına baktım, ortalama %5. Savaş, kıtlık, yoksulluk içinde yaratılan bir büyümeden bahsediyorum. Son 12 yılda (politik bir şeyden bahsetmiyorum) ortalama büyümemiz ise %4,9. Cumhuriyet tarihinin büyümesinin altında yani. Bizim dışımızda bir dünya var ve bizden daha çok büyüyor. Çünkü bilime, teknolojiye yatırım yapıyorlar” diyerek gidişatı özetlemiş oluyor.

Söylediği anlattığı her şey hayata dair güzel, çirkin, ilginç ve gerçek vb konular var ki benim geç kalmış pişmanlığımı yaşamadan tanıyın onu derim.

Çünkü her kapanış konuşması umut aşılıyor, her kapanış konuşması çözüm sunuyor, her kapanış konuşması bir ders içeriyor ve içinizde bir yerlerde kaybolan şeyleri çıkartıyor ortaya. Bir anda netleşiyorsunuz. Ekranın karşısındaki adam tüm kariyerine rağmen televizyoncu, ekonomist, turizmci falan filan değil, şefkatini ve sevgisini görünür kılan bir insan, en doğal en yavan haliyle.

Hedef kitlesi ise gençler. Her meslek grubundan, iş kolundan gençler. Eğitim düzeyi aşağıya çekilmesine karşı umutlu ve bir adım da olsa şevk vermek için sürekli onlarla söyleşilerde konferanslarda.

Biliyor ki onlara emanetiz ve önce onlar aydınlanmalı geleceğin mühendisi, eğitimli çiftçisi, politikacısı, bakanı, televizyoncusu, bilim adamı vb. olarak.

Cem Seymen’in hiç mi kötü bir yönü yok derseniz var elbet. Benim için yalnızca bir tane, o da henüz tanışmamış olmamız, sıkı bir takipçisi ve büyük bir hayranı olarak. İyi ki varsınız sizi seviyorum.

indigodergisi.com
 
Kemik suyunun yararlari ve yapilisi

Kemik suyu biz Türklerin kültüründe her zaman yeri olan, ‘ölüyü bile diriltir’ seklinde bir atasozune dahi konu olmus bir icecek… bazi gidalari zamanla unuttugumuz bir gercek, kemik suyu da eskiden belki de her evde kaynayan, corbaya, pilava hep eklenen ama bulyonlar cikinca, evde yemek yapma azalinca unutulan lezzetlerden biri olmus durumda… ancak dunyada kemik suyu hakettigi onemini geri kazanmaya coktan basladi. paleo beslenmenin dogdugu amerika’da ayni starbucks’in kahve sattigi gibi kemik suyu satan kafeler var, marketler hazir paketlenmis kemik suyu dolu, evlere kemik suyu servisi yapan firmalar, kemik suyunu beslenmenin bas kosesine oturtan beslenme uzmanlari, botox uygulamasi sonrasinda kemik suyu takviyesi tavsiye eden plastik cerrahlar, ellerinde kemik suyu ile fotografi cekilen hollywood yildizlari… kisaca kemik suyu modasini da diger herseyi oldugu gibi gec takip ediyoruz (dunyada 1990larda, bizde ise 2000li yillarda moda olan UGGlar gibi)… ancak bu moda gecmeyecek gibi gorunuyor cunku kemik suyu coook eskiden beri sagligin anahtari…

Peki kemik suyunun yararları kısaca neler?

Öncelikle bir besin size yararliysa hucre bazinda sizi iyilestirdigi icindir, bu sebeple birsey bir yerinize iyi geliyorsa her yerinize de iyi geliyor demek… fakat bazi besinler vucudunuzda bazi yerlerinize daha spesifik olarak yariyor, kefirin bagirsak sagliginda one cikmasi gibi, ancak bagirsaginizin en buyuk ve beyinle beraber en onemli organiniz oldugunu, butun organ ve sistemlerinizin bagirsaginizla birebir baglantili oldugunu dusunurseniz her yeriniz kefirden faydalaniyor. kemik suyunu da ayni mantikla dusunun, asagida sayili yarari var, kesfedilmemis ya da bahsedilmeyen neler oldugunu dusunmek heyecan verici…
1. ilginizi cekmek icin hemen belki de diger yararlari yaninda en anlamsiz ama kadinlar icin cok onemli bir yarari kemik suyunun kolajen yapisinin selulitlere cok iyi gelmesi!
2. gecirgen bagirsak sendromunuzu iyilestirmek icin cok yararli. bagirsak duvarinizdaki delikleri kemik suyu icerigindeki kolajen ile onarabilir, boylece onlarca otoimmun rahatsizlik, depresyon, kanser, diyabet gibi sayisiz hastaligi hem tedavi edip hem de kendinizi bu hastaliklardan koruyabilirsiniz.
3. icerigindeki glycine, proline, and arginine isimli aminoasitler antienflamatuar ozelliktedir ki enflamasyon neredeyse butun hastaliklarin ana sebeplerinden kabul ediliyor. ozellikle arginin’in sepsis tedavisinde yararli oldugu kanitlandi.
4. cildi genclestirmeyi vadeden butun kremlerin icerisinde bulunan kolajen kemik suyunun etken maddelerinden. yani yuzunuze surdugunuz yuzlerce liralik kremin faydasininin daha fazlasini iceriden cildinize, tirnaklariniza, saclariniza gonderebilirsiniz, gecliginizi iceriden besleyebilirsiniz.
5. icerigindeki mineraller sayesinde bagisikliginizi guclendirebilirsiniz. hasta oldugunuzda akla ilk kemik ya da tavuk suyuna corba gelmesi bosuna degil, kemik suyu hastaliklari iyilestirme ve onlemede birebir. harvard universitesi’nde yapilan bir calisma kemik suyu icen otoimmun rahatsizliga sahip kisilerin semptomlarinda rahatlama yasadigi, bazilarinin hastaliklarinin tamamen geriledigini gosteriyor.
6. icerigindeki arginine bagisikligi ve yara iyilesmesini, buyume hormonu salgilanmasini, karaciger hucre yenilenmesini ve erkeklerde sperm olusumunu destekliyor.
7. icerigindeki glycine kas yikimini engelliyor, safra tuzu ve glutatyon uretimini destekliyor, detoksifikasyona kati saglayan bir antioksidan gorevi goruyor ve uykuyu iyilestiren bir nörotransmitter olarak calisiyor, hafizayi guclendiriyor.
8. icerigindeki proline cildi dolduruyor, selulitleri azaltiyor, bagirsak deliklerini kapatiyor.
9. icerigindeki glutamin bagirsagi koruyor, ince bagirsak hucrelerine metabolik yakit sagliyor, metabolizma ve kas yapimina yariyor.
10. icerigindeki gelatin bagirsaklardaki probiyotik sagligini destekliyor.
11. midedeki asit refluyu tedavi ediyor.
12. vucudun asit tamponlamasinda kullandigi kalsiyum ve magnezyumu bol miktarda iceriyor.
13. kemik suyu icerisindeki glucosamine eklem sagliginiz icin son derece faydalidir. ayrica icerigindeki chondroitin sulfate maddesinin osteoartrit’i engelledigi kanitlandi.
14. kaynattiginiz kemiklerden suya sizan fosfor, kalsiyum ve magnezyum sizin kemiklerinizi guclendirmek icin en gerekli mineraller arasnda yer aliyor…
15. kemik suyunu duzenli icen herkesin hemfikir oldugu iki sey enerji verdigi ve uzun sure tok tuttugu ki kilo vermek ya da enerji seviyesini yukseltmek isteyen herkesin kullanmasi icin mukemmel bir icecek…

Defalarca soruldugu icin kemik suyunu nasil yaptigimi birkez de burada anlatmak istedim:
oncelikle kasaptan koyun ve danadan ilikli kemik ve eklem uclari satin aliyorum. eve gelip kemikleri yikayip yavas pisiriciye (isteyen buyuk bir celik tencere kullanabilir) koyuyorum. icine istedigim kadar sogan, sarimsak, havuc ve zencefil dilimliyor ve toz karabiber ve zerdecal ekliyorum, aci istersem kurutulmus biber koyuyorum. kemiklerdeki minerallerin suya gecmesini saglamak icin iki kasik sirke ekliyorum. en son icme suyu ekleyip tencerenin agzini kapatip makinenin altini yuksek ayarda aciyorum (tencere kullananlar icin yuksek isi) su isinip da kaynamaya baslayacakken (ancak kaynamasina izin vermiyorum) kisik ayara dusuruyorum (tencere kullananlar icin en kisik ates) ve bu sekilde 10-12 saat arasi pisiriyorum. onemli nokta kemik suyundaki kolajen yapinin bozulmamasi icin asla fokur fokur kaynama olmamali, sadece kenarlardan minik baloncuklar cikmasi yeterli… ayrica ne kadar uzun piserse o kadar yararli bir kemik suyunuz olur, asla erkenden pisti sanip altini kapatmayin. pistikten sonra suzup, sogutup cam kapta buzdolabina kaldiriyorum. ertesi gun dolaptan cikarip uzerinde olusmus yagi alip atiyorum (ya da omlet gibi cok yuksek ateste pismeyen seylerde kullanmak icin ayiriyorum) ve altta kalan jellesmis kemik suyu sifasini sunmaya hazir. buzdolabinda 4 gun, buzlukta 3 ay bekliypr (ben hic gormuyorum o kadar zaman gectigini tabi, bizde cok tuketiliyor)… ben hergun sabahlari isitip 200-250 ml bardakta iciyorum, yararli olmasi icin sık tuketilmesi lazim. isteyen corba ya da pilav da yapabilir ama ben kiyamam, direkt icmeye bayiliyorum.

ALINTI: pinoeatshealthy, ketogenic beslenmeye dair hersey...
 
PROF. DR. KENAN DEMİRKOL, AKILLI BESLENMENİN MATEMATİĞİNİ ANLATT


“Damar tıkayan kolesterol değil, şeker!”

Gazetelerden kesip buzdolabına astığınız bütün “kibrit kutusu kadar” reçetelerini çöpe atın! Prof.Dr. Kenan Demirkol, A’dan Z’ye akıllı beslenmenin matematiğini anlatıyor... Şeker, vücudumuzu, demir paslanır gibi paslandırıyor, eskitiyor; çocuklarımızın hücrelerini 12 yaşında yaşlandırıyor. Şekeri, gıda sanayiinden söküp atmak zor ama, işe evlerimizin kapısından başlayabiliriz!


Prof. Dr. Kenan Demirkol genel cerrah. Muayenehanesinin kapısında “prof.” yazmıyor. “Ben üniversitede hocayım, burada hekim” diyor. Söz bir ara “kronometreli doktorlara” geldiğinde, yani 15 dakika muayene süresini aşınca ikinci vizite ücretini alanlara çok şaşırdı. Çünkü kendisi saat takmıyor, “dalgınlıkla saatime bakar da hastayı tedirgin ederim” diye. Uzmanlık alanı, beslenmeyle yakından ilgili olan sindirim sistemi organları. Ancak Demirkol bir “akıllı beslenme” uzmanı. Bunu bir insanın tüm bedenine ilişkin olduğu kadar, siyasi ve toplumsal boyutlarıyla da ele alıyor. Peki beslenme nedir? İlk aklımıza gelen, şişmanlık-zayıflık. Özellikle kadınlarda modasına göre sıfır bedenle, 90-60-90 arasında değişen ölçülerde olmak ya da olmamak. Doğru mudur? “Kibrit kutusu kadar” reçetelerini bir yana bırakıp, Demirkol’a: “Neden düşmandır şu ünlü üç beyaz?” diye sorduk. O, şekerle başladı.

“ŞEKER TÜKETİMİYLE HASTALIK ARTIŞ EĞRİSİ PARALEL”

DEMİRKOL- Kısmen ya da tümüyle beslenme alışkanlıkları sonucu oluşan kronik, aslında önlenebilir hastalıklar, çok büyük bir toplum sağlığı sorunu haline gelmiştir. ABD’de 20 yaş üstü erişkinlerin yüzde 65’i ya şişman ya daha da ileri aşamada. 64 milyon insanın koroner kalp hastalığı, 11 milyon insanın şeker hastalığı, 37 milyonun kolesterol yüksekliği vardır. Ülkemizde kalp hastalığı sıklığı bu boyuta henüz gelmemiş gözükse bile, şeker hastası sayısının dört milyon olduğu göz önünde bulundurulursa, yakın zamanda vahim bir tablo ile karşı karşıya kalacağımız açıktır.

Ne zaman ki şeker pancarından şeker üretilmesi Avrupa’da ortaya çıktı, soğuk iklimlerde de şekere dönüşebilecek bir besin maddesi keşfedildi, toplumların şeker tüketimi arttı. Toplumların şeker tüketiminin artış eğrisiyle, hastalıkların artış eğrisi bire bir örtüşüyor. Çünkü; şeker sadece kalorisiyle, şişmanlatıcı etkisiyle zarar vermiyor, doğrudan kimyasal yapısıyla da çok tehlikeli. “Şeker yiyeyim oradan aldığım kaloriyi başka yerden kısarım” demek çok yanlış. İnsan vücudunun şeker almasına gereksinim yoktur.

“ŞEKER 12 YAŞINDA YAŞLANDIRIYOR”

- Çocukların enerjiye ihtiyacı var diye belli miktarlarda şeker yemeleri doğru değil mi?

- Asla doğru değil.

- Peki enerji ihtiyacımızı nasıl karşılayacağız?

- Taş devri döneminde insanlar hayvan avlar ve bitki toplar. Şeker sadece meyvede var. Meyve esas olarak bir kültür bitkisi. Doğal ortam sebze ağırlıklıdır. İnsan eli ne kadar fazla değmişse bir gıda maddesine, o oranda olumsuzlaşıyor. O dönemde, insanların kan şekeri 60 dolayındaymış. Bu devirlere geldikçe şekerle tanışıyor ve alışkanlıkları değişiyor. Dolayısıyla ortalama kan şekeri de değişiyor. Şimdi 100’lerdeyiz, 120’de şeker hastalığı. Biliyorsunuz şimdi şeker hastalığı iki türlü. Bir doğumsal genetik özelliklerle alakalı tip 1 diabet. Bir de edimsel tip 2 diabet. Pankreas organının artık yeterince insülin üretememesiyle ortaya çıkar. Yaşlanma süreci olarak kabul edilir. 60’lı yaşlarda görülmesi beklenir. Ama şu anda 12 yaşındaki çocuklarda tip 2 diabet var. Sağlıklı beslenmede şekerin hiç yeri yok.Tamamen bir damak alışkanlığıdır.

“KANSER HÜCRESİ DE ŞEKERLE BESLENİYOR”

- Ama, beyin sadece glikozla beslenmiyor mu?
- Doğru. Ancak, bu glikozu her türlü karbonhidrat içeren bitkiden vücut elde ediyor. Kanser hücresi de şekerle besleniyor. Özellikle kemoterapi gören asla şeker yememeli.

Şeker pancarından veya şeker kamışından elde ettiğimiz şeker ‘sakaroz’, iki ayrı molekülden oluşan bir birleşik moleküldür. Sakarozu biz yer yemez vücudumuzda glikoz ve fruktoza ayrışır. Glikoz kan şekerimizin de adıdır. Hemen kana karışır ve kan şekerini yükseltir. Vücudumuz şekerin zararlı olduğunu bildiği için korkudan hemen insülin salgılar. Çok fazla miktarda şeker yemişsek, gereğinden fazla insülin salgılanır. İnsülin o şekeri hemen alır vücudun bir enerji açığı varsa kısmen enerjiye dönüştürür. Ama insan vücudu çok tasarruflu bir biyolojik bünye. Çok az enerjiyle çok işler yapabilir. Mutlaka yediğiniz şekerde bir fazlalık olacaktır. Bu fazla şeker, insülin aracılığı ile ya kas ve karaciğerdeki şeker depolarına götürülecek ki, vücudumuzun şeker deposu 120 gram kadardır. Orası da sürekli doludur, hiç boş kalmıyoruz çünkü. İnsülin bu şekeri alacak ve yağa dönüştürecek. Dolayısıyla sizin yediğiniz şeker vücudun değişik bölgelerinde yağlanmalara sebep olacak. İnsülin salgılandığı için bir de tokluk hormonu salgılanır. Hiç olmazsa şekerin glikoz bölümü bir derecede tokluk yarattığı için daha fazla şeker yemenizin de önüne geçmiş olur.

Şekerin ikinci bölümü olan fruktoz; çok az oranda insülin salgılatır. Dolayısıyla sınırsızca yiyebiliriz. Fruktoz günde 15 gram kadar vücudumuzda metabolize edilebiliyor. Değişik kimyasal süreçlerin içine katılabiliyor. Bu da 30 gram şekerdir. Günde bundan fazla yenirse karaciğerde trigliserite dönüşür. Trigliserit kan yağıdır. Bu hem karaciğer yağlanmasına, hem damar sertliğine, hem de vücudumuzun yağlanmasına yol açar. Bugün Amerika’da alkole bağlı sirozdan daha çok, karaciğer yağlanmasına dayalı sirozdan karaciğer nakli gereksinimi duyuluyor.

“MEYVE YİYORSAN, ŞEKER YEME”

- Yiyeceklere ve içeceklere bunu tercüme edersek.

- Bir kutu meşrubatta 35 gram; 200 gram meyvede 30 gram şeker vardır. İnsanoğlunun 200 gram meyve dışında hiç şeker yememesi gerekir. Diyelim ki çok aşerdiniz, 2 parça çikolata yediniz, o gün meyve yemeyin. Bir matematik yapmak zorundayız. Elbette, meyveden elde etmiş olduğumuz bir takım vitamin ve antioksidanları da feda etmiş oluyoruz.

- Meyvelerin şeker oranları farklı değil mi?

- İncir ve muz en çok şeker içerenler. Ama onun dışındaki meyveler aşağı yukarı aynı.

- Okuyucularımız söyleşimizden sonra bir reçete çıkartabilirler mi? Bunu yemeyeceğim, şunu yemeliyim diyebilir mi? Bu sistemin içindeyken, nasıl başaracaklar bunu?

“HAYVANLARA YAPTIĞIMIZ…”

- Ben kendim yapmadığım şeyleri topluma anlatamam. Ben böyle ve de çok keyifli yaşıyorum. Sunulanlar içinde sağlıklı beslenmeyi bir şekilde yapmak mümkün.

- Aslında hayvanlar yapabildiklerine göre.

- Hayvanlar yapamıyor bu işi, Çünkü; hayvanları biz besliyoruz. Tıkıyoruz ahırlara “şunu yiyeceksin” diye hayvanlara hayvanlık yapıyoruz.

- Oysa tavuklar bütün gün eşelenir durur, ihtiyacı olanı seçer yerdi. Filler örneğin hastalandığı zaman belli ağacın yapraklarını gider yermiş ilaç niyetine.

- Evet bu tüm hayvan aleminde var. Kaliforniya Valisi bütün o rambo görüntüsüyle Amerika’da en aklı başında valilerden biri oldu. İki büyük atılımı oldu. Bir tanesi; okullarda meşrubat satışını yasakladı. İki; patates cipsinin üzerinde, “öldürücüdür” yazısı konuyor.

AMERİKA’NIN MISIRINI TÜKETECEĞİZ DİYE…

- Cips deyince öteki düşmana mı geçiyoruz?

- Yok, bir konu daha var. Son yıllarda yeni akım mısırdan şeker elde etmek. 1920’li yıllarda Amerikan başkanı “benim köylüm mısırdan kalkınacak” fetvasında bulundu. Gerçekten de çok büyük teşvikler verildi. Göz alabildiğince mısır ekildi. Dünya mısır ekiminin yüzde 40’ı Amerika’dadır. Bunu sadece hayvan yemi yaparak ya da başka yollarda tüketemeyince değerlendirme yolları arandı. Japonlar mısırdan şeker elde etmeyi keşfetti. Amerika hemen balıklama atladı bu yöntemin üzerine. Artık şeker endüstriyel. Sıvı olduğu için paketlenip satılamaz.Ama her türlü dondurma, meşrubat, şerbette kullanılıyor. Bakıyorsunuz şimdi baklavacı artık şerbetini kendisi yapıp dökmüyor. Kartal’dan fabrikadan hazır fruktoz şerbeti geliyor.

KOLESTEROL DÜŞMANLIĞI

-Ama bunun daha sağlıklı olduğu yazılıp çiziliyor.

- Maalesef. Şimdi bilgi çağındayız ya! Bence bilgiye ulaşmanın en zor olduğu çağdayız. Çünkü, ekonomik kazanç kaygısı her türlü bilginin üzerinebinmiş durumda. O kadar büyük bir rant var ki, gerçeğe ulaşmanın en zor olduğu dönemi yaşıyoruz.

Biraz önce dediğimiz gibi 15 gramdan fazla fruktoz yağa dönüşüyor ve bizi hasta ediyor. Nasıl demir paslanınca eskir, bu paslanmanın bilimsel adı oksitlenmedir. Vücudumuzdaki hücreler de oksitlenir ve yaşlanır. Birtakım gıdalarla oksitleyici, bir de bunu engelleyici maddeler alırız. Örneğin, üzüm çekirdeği. Gerçekten bu sistem bizim organizmamızın yaşlanmasını belirleyen, hastalanmasını, kanser gelişimini belirleyen ana faktör. Bakın bir kolesterol furyası aldı gidiyor. Kolesterol anne sütünde, yeni bir hayatın doğması için ana nesne olan yumurtada bolca var. Demek ki insan hayatının gelişme döneminde inanılmaz gereksinim var. Bakıyorsunuz kolesterol düşmanlığı sarmış ortalığı.

“KOLESTEROL MASUM, BİZ SUÇLUYUZ”

- Kolesterolün ölçüsü de zaman zaman değişiyor. Bunun modası olur mu?

- Bakıyorsunuz LDL 130’a kadar normalde. Üç sene sonra 100, şimdi de 60 olsun diyorlar. Yakında sıfıra indirecekler. Aslında, kolesterol masum. Bizler suçluyuz. Fruktozu yani tatlı şekeri yiyerek oluşturduğumuz trigliseritler, kolesterolün oksitlenmesine sebep oluyor. Yağsız kuzu şiş yediğinizi varsayalım, yanında da meyve suyu içiyorsunuz. Sadece kuzu şişi yeseniz bir zararı yok, ama kırmızı etten aldığınız kolesterolü, meşrubattan aldığınız şeker trigliserite dönerek oksitlediğiniz için damar sertliği oluşuyor. Biz insanlara “kardeşim kolesterol zararlı değil. Ama oksitlenmesine izin verme” diyeceğimize, ilaç firmaları kolesterolü düşürecek ilaç keşfediyor. Biz masum olanı indiriyoruz. Eğer oksitleyici maddeleri düşüremiyorsak, oksitlenen maddeleri azaltalım. Ama esas insan mantığı ne diyor? Oksitleyen maddeleri azalt.

Yine oksitleyici bir madde, damar sertliği yapan doymuş yağ asidi. Bu madde yapay beslenen hayvanların sütünde var, depo yağlarında var. Ama bizim ineğimiz merada otlasa, doğru beslense doymuş yağ asidi sütte ve hayvansal yağda sıfır olacak. Dolayısıyla kolesterol oksitlenmemiş olacak.

ANTEP YUVALAMASININ FAYDALARI

- Peki bu mümkün mü? Merada otlayan inek, otlayacak da, süt yapacak da kaç kişiyi besleyecek? Fiyatı yükseltmez mi tüm bunlar?

- Çok güzel bir noktaya değindiniz. Yıllardır hep böyle aldatılıyoruz. “Dünya nüfusu aç. Dünyayı besleyebilmemiz için yapay gübreye, yapay yeme ihtiyacımız var.” Hayvansal proteini, tek kaynak olarak görürseniz haklısınız. Ama insan ekmek yerken bile protein almış oluyor. Hububat, baklagillerde bile protein var. Şimdi doktorlar bunu okur okumaz itiraz ederler. Derler ki “Esansiyel amino asitler vardır”. Yani hayvansal gıdada var olan, vücudun üretemediği mutlaka dışardan alınması gereken bazı protein yapı taşları, amino asitler vardır. Örneğin; mercimekli bulgur pilavı yaptığınızda bulgurda eksik olanı mercimekten, mercimekte eksik olanı bulgurdan alıyorsunuz. Anakız diye bir yemek varmış, ben de yeni gördüm, bulgurdan yapılan küçük köftecikler nohutla birlikte pişiriliyor.

- Antep yöresinin yuvalaması gibi..

- Bir baklagil ve bir hububat. Birbirinin eksiklerini tamamlıyorlar. Tam ete eşdeğer protein almış oluyorsunuz. Makro nutrientler yağ, protein ve karbonhidrattır. Mikro nutrientler ise vitaminler, mineraller, enzimlerdir. Bizim süte kalsiyum açısından ihtiyacımız var. Eğer merada otlayan bir hayvanın sütüyse içinde bulunan omega-3’e ihtiyacımız var. Türkiye’de biliyorsunuz gençlerde inanılmaz bir demir eksikliği var. Kırmızı et doğadaki en önemli demir kaynağıdır. Bitkiden demir çok daha az özümsenebilmektedir. Dana eti bir demir kaynağıdır, protein kaynağı değildir. Ben proteinimi bulgurdan, baklagilden alıyorum zaten. Ama yapay yem üreticileri “biz dünyayı nasıl doyuracağız” yalanıyla kandırarak hayvancılığı katlettiler. Hayvanları meralardan ahırlara çektiler ve bugün her ahır hayvanı şeker hastası. Çünkü neyle besleniyor, pancar küspesiyle, yapay protein yemleriyle, patatesle ve mısırla besleniyor. Hızla kan şekerini yükselten, hayvanın yağlanmasına yol açan ve hayvanın şeker hastası olmasına yol açan bir beslenme şekli.

İNEK NE YEMELİ

Doğal beslenen ineğin sütünde omega-3 vardır, yapay beslenende hiç yoktur. Doğal beslenen ineğin sütünde damar sertliği yapıcı doymuş yağ asidi yoktur, yapayda vardır. Bu asitler fruktoz gibi kolesterolün oksitlenmesine yol açar. Doğal beslenen ineğin sütünde dünyanın bugüne kadar bildiği en büyük antioksidan olan alfaminolimik asit vardır. Bu maddeyi tüketen kadınlarda meme kanseri yüzde 40 daha az görülmektedir. Yapay beslenen ineğin sütünde bu hiç yoktur. Yine merada beslenen ineğin sütünde insüline benzer büyüme hormonu vardır. Bu gençlik aşısıdır, bütün hücrelerin kendisini yenilemesini sağlayan maddedir. Duymuşsunuzdur kırsal alanda 100 yaşını aşmış bazı insanlarda ikinci kalıcı dişler düşer ve onun yerine üçüncü dişler çıkar. İşte bu doğal sütün eseridir. Doğal sütün maliyetinin çok pahalı olduğu söylenir ama batıda ekolojik hayvancılığın sonucu elde edilen süt ile konvansiyonel üretilen sütün maliyeti arasındaki fark yüzde 10-15’i geçmiyor.

Ne Türkiye yasalarında ekolojik hayvancılıkla barışığım, ne de AB’dekiyle. Ekolojik hayvancılık denince akla “ekolojik tarım sonucu elde edilmiş ürünlerle hayvanın beslenmesi” geliyor.Affedersiniz ama 2000 yıl önce hayvan nerden patatesi buldu da yedi, ya da pancarı. İneğin normal beslenmesinde pancarın, mısırın ve patatesin yeri var mı? Yok.

- Demek Amerika’dakilerin varmış.

Orada da yok. İster ekolojik tarımla, ister normal tarımla elde edilmiş olsun hayvana pancar verilmesi yanlış. Zaten hayvanın sütünün kötü olmasının sebebi hayvanın, karbonhidratı zengin, onu yağlandıran tarzda, mısırla beslenmiş olması. O yüzden ekolojik hayvancılık dediğimizde yasalarımızın buna göre organize olması gerekiyor. Tanımlamamız gereken, türe özgü beslenme. Bir inek nasıl beslenir doğada? Öyle beslersek ineğin sağlıklı olmasını sağlarız. Dolayısıyla verdiği ürünün de insanlara sağlıklı olmasını sağlarız. Bütün doğada kendiliğinden yetişen yeşillikler omega-3 ağırlıklı yağ içerir. İnsanların eliyle ekilenler omega-6 içerir.

HAMSİYİ HANGİ YAĞDA KIZARTACAĞIZ

- Ne fark var arasında?

-. İnsan vücudunun her hücresinde hücre zarı vardır. Bu hücre zarı lipo protein katmanla sarılı. Yani bir yağ bir de protein. Bu hücre zarındaki yağ ana madde olarak omega-3’tür. Tek tük omega-6 da içerir. Biz yeşillikten uzaklaştıkça ve hayvanımızı da yeşillikten uzaklaştırdıkça elimizde tek bir omega-3 kaynağı kaldı. O da doğal deniz balığı; kültür balığı değil. Halbuki insanın her gün 1 gram omega-3 alması gerekiyor. Omega-6 yağ asitleri ile omega-3 yağ asitleri vücudumuzda aynı enzimlerle metabolize edilir. Biz ayçiçeği yağı, soya yağı gibi yağlarla beslenip çok omega-6 aldığımız için artık omega-3’e enzim kalmıyor. Diyelim ki hamsiyi ayçiçeği yağında kızarttık, o hamsiden artık bize fayda gelmiyor.

Bütün yağlar, yağ asitlerinin karışımıdır. Onlar da 3’e ayrılır. Doymuş yağ asitleri, tekli doymamış yağ asitleri, çoklu doymamış yağ asitleri. Çoklu doymamış yağ asitleri ikiye bölünür, onlar da omega-3 ve omega-6’dır. Bundan 40-45 yıl öncesi omega-6 kolesterolü düşürüyor diye tüm topluma söyledik. Ayçiçeği ve mısırözü yağlarını tükettirdik. Fakat sonra anladık ki bu yağlar iyi kolesterolü de, kötü kolesterolü düşürdüğü oranda düşürüyor. Bizim kolesterol açısından sağlıklı olmamızdaki unsur iyi ve kötü arasındaki dengedir. İkisini birden düşürürse denge bozulmamış olduğundan herhangi bir iyilik elde etmiş olmuyoruz.

DEPRESYONUN ÇARESİ

- İkisi arasında denge mi, fark mı önemli?

- Oran önemli. Omega-6’yı o kadar fazla alıyoruz ki, almış olduğumuz azıcık omega-3’ü de değerlendirmeden vücuttan hemen atıyoruz. Omega-3 olmayınca hücre duvarına veremiyorsunuz. Hücre duvarı da omega-3’ten oluşuyor. Vücut da asıl malzemeyi bulamadığı zaman gecekondu yapar gibi ne bulursa onla hücreyi onarıyor.Omega-3 yerine, omega-6 yağ asidi olan araşidonik asidi kullanıyor. Ama bu asit bütün stres komalarının hammaddesi. Gecekondunuzu el bombasıyla örmüş oldunuz. Dışardan biri taş atsa havaya uçacak.

- Ama o zaman da ben size stres ilaçları satacağım.

- Tabii. Omega-3’ten zengin beslenen toplumlarda depresyon çok az oranda görülüyor. Zihinsel performans artıyor. Beynimizdeki toplam yağ asidinin yarısı omega-3 olmak zorunda. Ama biz vücudumuza bunu sunamıyoruz.

ÇAY VE ZEKA

- Beslenmeyle doğrudan ilişkili öyle mi?

- Aynı şey mesela demir için de geçerli. Zamanında Türkiye’nin yarısı aptaldır lafı çok tepki yarattı. Bunu bu şekilde ifade etmek hoş olmadı, ama Türkiye’nin yarısında demir eksikliği, kansızlığı var.Demir eksikliği zihinsel eksiklik yaratır. Sonuçta demir üstünden düşünürsek Aziz Nesin haklıydı.

Türkiye’de çay tüketiminin de buna katkısı var. Demirin emilimini olumsuz yönde etkiliyor. Ama diğer taraftan çay iyi bir anti oksidan.

- Yemekten hemen sonra çay içme adetimiz var. Doğru mu?

- Şekerle içmediğiniz takdirde hiçbir zararı yok. Yemekten hemen sonra çay içilebilir.

- Demirin emilimini engellediği için iki saat sonra içmek gerektiği söyleniyor.

“ÇAYI ŞEKERSİZ İÇİN!”

- Üç saat.Ben tekrar omega-3’e dönmek istiyorum. Çünkü hayati bir olay. Omega-3’ün eksikliği insanları şeker hastalığına itiyor. Damarların sertleşmesine yol açıyor. Pıhtılaşabilirlik oranın artmasına, dolayısıyla kalp damarının veya beyin damarının pıhtıyla tıkanıp “inme” veya “enfarktüs” olmasına yol açıyor. Bir yandan omega-3 kaynaklarımız çok azaldı Toplum olarak zaten balığı çok az tüketiyoruz. Omega-6’yı çok tükettiğimiz için omega-3’ün yolunu kesiyoruz. Artık kesin olarak biliyoruz ki, ayçiçeği ve soya yağı kansere sebep olabiliyor. Akciğer kanseri, meme kanseri, kalın bağırsak kanseri, şeker hastalığının oluşumunu kolaylaştırıyor.

- Ayçiçeği de bir bitki. Neden zararlı? Kimyasal yapısından dolayı mı, üretim hatasından mı?

- Kimyasal yapısından. Kültür bitkisidir. Omega-6 yağ asidi içerdiği için. Mesela zeytinyağı omega-9 yağıdır. Tekli doymamış yağdır ve omega-3 ün emilimine hiçbir zararı yoktur. Ayrıca ayçiçeği yağının bir olumsuzluğu daha var. Pişirme esnasında maruz kaldığı ısıdan sonra birtakım yapay yağ asitlerine dönüşüyor. Biz bunlara trans yağ asitleri diyoruz. Bu yağ asitleri de yine kolesterolu oksitleyerek damar sertliği yapıyor. Diğer taraftan trans yağ asidi beyindeki sinir kılıflarına girerek beyindeki iletiyi bozuyor ve parkinson, alzheimer gibi hastalıklara sebep oluyor.

“ANNEMİN YEMEKLERİ BAŞKAYDI”

- Acaba “tadı güzel” dediklerimiz bize dışardan dayatılan bir kavram mı? Güzel nedir?

- Eşinizle ilk evlendiğinizde yemek yaptığınız zaman size itiraz etmedi mi, “benim annem böyle yapıyor” diye?

- Ben güzel yemek yaparım.

- Ona rağmen itiraz etti. İnsan çocukluğundan alıştığı damak tadını arıyor. Belki dünyanın en kötü aşçısı annesi, ama insan neye alıştıysa onu arıyor.

- Eski çağlardan bu yana insana dair güzel-çirkin kavramı bile ne kadar çok değişmiş. Biz ona böyle bir değer yüklediğimiz için güzel oluyor. Toplumda da dayatılan değerler var. Kola ya da hamburger için “bak bu güzeldir” deniyor çocuklara.

- Ben o yüzden üniversitelerde konferans vermeyi tercih ediyorum. Çünkü; onlar yakın zamanda anne baba adaylarıdır.

SPOTLAR(ÖNEMLİ BİLGİLER)

Bir kutu meşrubatta 35 gram; 200 gram meyvede 30 gram şeker vardır. İnsanoğlunun 200 gram meyve dışında hiç şeker yememesi gerekir. Diyelim ki çok aşerdiniz, 2 parça çikolata yediniz, o gün meyve yemeyin. Bir matematik yapmak zorundayız. Elbette, meyveden elde etmiş olduğumuz birtakım vitamin ve antioksidanları da feda etmiş oluyoruz.”

“Türkiye’de gençlerde inanılmaz bir demir eksikliği var. Kırmızı et doğadaki en önemli demir kaynağıdır. Bitkiden demir çok daha az özümsenebilmektedir. Dana eti bir demir kaynağıdır, protein kaynağı değildir. Ben proteinimi bulgurdan, baklagilden alıyorum zaten.”

“Yapay yem üreticileri ‘biz dünyayı nasıl doyuracağız’ yalanıyla, hayvanları meralardan ahırlara çektiler ve bugün her ahır hayvanı şeker hastası. Çünkü, pancar küspesiyle, yapay protein yemleriyle, patatesle ve mısırla besleniyor.

Doğal beslenen ineğin sütünde omega-3 vardır, yapay beslenende hiç yoktur. Doğal beslenen ineğin sütünde damar sertliği yapıcı donmuş yağ asidi yoktur, yapayda vardır. Bu asitler fruktoz gibi kolesterolün asitlenmesine yol açar.

Doğal beslenen ineğin sütünde dünyanın bugüne kadar bildiği en büyük antioksidan olan alfaminolimik asit vardır. Bu maddeyi tüketen kadınlarda meme kanseri yüzde 40 daha az görülmektedir. Yapay beslenen ineğin sütünde bu hiç yoktur.

Duymuşsunuzdur kırsal alanda 100 yaşını aşmış bazı insanlarda ikinci kalıcı dişler düşer ve onun yerine üçüncü dişler çıkar. İşte bu doğal sütün eseridir. Doğal sütün maliyetinin çok pahalı olduğu söylenir ama aradaki fark yüzde 10-15’i geçmiyor.

Elimizde tek bir omega-3 kaynağı kaldı. O da doğal deniz balığı; kültür balığı değil. Halbuki insan her gün 1gram omega-3 alması gerekiyor. Diyelim ki hamsiyi ayçiçek yağında kızarttık, o hamsiden artık bize fayda gelmiyor.

Zeytinyağı omega-9 yağıdır. Tekli doymamış yağdır ve omega-3 ün emilimine hiçbir zararı yoktur. Ayrıca ayçiçeği yağının bir olumsuzluğu daha var. Pişirme esnasında maruz kaldığı ısıdan sonra birtakım yapay yağ asitlerine dönüşüyor.

Alıntı
 
Rahmetli Prof. Dr. Ahmet Aydın, bakterilerin insan sağlığındaki öneminin farkındalığının oluşmasında ülkemizde en önemli isimlerden biriydi, bu konuda ilgi çekici bir belgeselin linki aşağıda.

 
Kemik suyunun yararlari ve yapilisi

Kemik suyu biz Türklerin kültüründe her zaman yeri olan, ‘ölüyü bile diriltir’ seklinde bir atasozune dahi konu olmus bir icecek… bazi gidalari zamanla unuttugumuz bir gercek, kemik suyu da eskiden belki de her evde kaynayan, corbaya, pilava hep eklenen ama bulyonlar cikinca, evde yemek yapma azalinca unutulan lezzetlerden biri olmus durumda… ancak dunyada kemik suyu hakettigi onemini geri kazanmaya coktan basladi. paleo beslenmenin dogdugu amerika’da ayni starbucks’in kahve sattigi gibi kemik suyu satan kafeler var, marketler hazir paketlenmis kemik suyu dolu, evlere kemik suyu servisi yapan firmalar, kemik suyunu beslenmenin bas kosesine oturtan beslenme uzmanlari, botox uygulamasi sonrasinda kemik suyu takviyesi tavsiye eden plastik cerrahlar, ellerinde kemik suyu ile fotografi cekilen hollywood yildizlari… kisaca kemik suyu modasini da diger herseyi oldugu gibi gec takip ediyoruz (dunyada 1990larda, bizde ise 2000li yillarda moda olan UGGlar gibi)… ancak bu moda gecmeyecek gibi gorunuyor cunku kemik suyu coook eskiden beri sagligin anahtari…

Peki kemik suyunun yararları kısaca neler?

Öncelikle bir besin size yararliysa hucre bazinda sizi iyilestirdigi icindir, bu sebeple birsey bir yerinize iyi geliyorsa her yerinize de iyi geliyor demek… fakat bazi besinler vucudunuzda bazi yerlerinize daha spesifik olarak yariyor, kefirin bagirsak sagliginda one cikmasi gibi, ancak bagirsaginizin en buyuk ve beyinle beraber en onemli organiniz oldugunu, butun organ ve sistemlerinizin bagirsaginizla birebir baglantili oldugunu dusunurseniz her yeriniz kefirden faydalaniyor. kemik suyunu da ayni mantikla dusunun, asagida sayili yarari var, kesfedilmemis ya da bahsedilmeyen neler oldugunu dusunmek heyecan verici…
1. ilginizi cekmek icin hemen belki de diger yararlari yaninda en anlamsiz ama kadinlar icin cok onemli bir yarari kemik suyunun kolajen yapisinin selulitlere cok iyi gelmesi!
2. gecirgen bagirsak sendromunuzu iyilestirmek icin cok yararli. bagirsak duvarinizdaki delikleri kemik suyu icerigindeki kolajen ile onarabilir, boylece onlarca otoimmun rahatsizlik, depresyon, kanser, diyabet gibi sayisiz hastaligi hem tedavi edip hem de kendinizi bu hastaliklardan koruyabilirsiniz.
3. icerigindeki glycine, proline, and arginine isimli aminoasitler antienflamatuar ozelliktedir ki enflamasyon neredeyse butun hastaliklarin ana sebeplerinden kabul ediliyor. ozellikle arginin’in sepsis tedavisinde yararli oldugu kanitlandi.
4. cildi genclestirmeyi vadeden butun kremlerin icerisinde bulunan kolajen kemik suyunun etken maddelerinden. yani yuzunuze surdugunuz yuzlerce liralik kremin faydasininin daha fazlasini iceriden cildinize, tirnaklariniza, saclariniza gonderebilirsiniz, gecliginizi iceriden besleyebilirsiniz.
5. icerigindeki mineraller sayesinde bagisikliginizi guclendirebilirsiniz. hasta oldugunuzda akla ilk kemik ya da tavuk suyuna corba gelmesi bosuna degil, kemik suyu hastaliklari iyilestirme ve onlemede birebir. harvard universitesi’nde yapilan bir calisma kemik suyu icen otoimmun rahatsizliga sahip kisilerin semptomlarinda rahatlama yasadigi, bazilarinin hastaliklarinin tamamen geriledigini gosteriyor.
6. icerigindeki arginine bagisikligi ve yara iyilesmesini, buyume hormonu salgilanmasini, karaciger hucre yenilenmesini ve erkeklerde sperm olusumunu destekliyor.
7. icerigindeki glycine kas yikimini engelliyor, safra tuzu ve glutatyon uretimini destekliyor, detoksifikasyona kati saglayan bir antioksidan gorevi goruyor ve uykuyu iyilestiren bir nörotransmitter olarak calisiyor, hafizayi guclendiriyor.
8. icerigindeki proline cildi dolduruyor, selulitleri azaltiyor, bagirsak deliklerini kapatiyor.
9. icerigindeki glutamin bagirsagi koruyor, ince bagirsak hucrelerine metabolik yakit sagliyor, metabolizma ve kas yapimina yariyor.
10. icerigindeki gelatin bagirsaklardaki probiyotik sagligini destekliyor.
11. midedeki asit refluyu tedavi ediyor.
12. vucudun asit tamponlamasinda kullandigi kalsiyum ve magnezyumu bol miktarda iceriyor.
13. kemik suyu icerisindeki glucosamine eklem sagliginiz icin son derece faydalidir. ayrica icerigindeki chondroitin sulfate maddesinin osteoartrit’i engelledigi kanitlandi.
14. kaynattiginiz kemiklerden suya sizan fosfor, kalsiyum ve magnezyum sizin kemiklerinizi guclendirmek icin en gerekli mineraller arasnda yer aliyor…
15. kemik suyunu duzenli icen herkesin hemfikir oldugu iki sey enerji verdigi ve uzun sure tok tuttugu ki kilo vermek ya da enerji seviyesini yukseltmek isteyen herkesin kullanmasi icin mukemmel bir icecek…

Defalarca soruldugu icin kemik suyunu nasil yaptigimi birkez de burada anlatmak istedim:
oncelikle kasaptan koyun ve danadan ilikli kemik ve eklem uclari satin aliyorum. eve gelip kemikleri yikayip yavas pisiriciye (isteyen buyuk bir celik tencere kullanabilir) koyuyorum. icine istedigim kadar sogan, sarimsak, havuc ve zencefil dilimliyor ve toz karabiber ve zerdecal ekliyorum, aci istersem kurutulmus biber koyuyorum. kemiklerdeki minerallerin suya gecmesini saglamak icin iki kasik sirke ekliyorum. en son icme suyu ekleyip tencerenin agzini kapatip makinenin altini yuksek ayarda aciyorum (tencere kullananlar icin yuksek isi) su isinip da kaynamaya baslayacakken (ancak kaynamasina izin vermiyorum) kisik ayara dusuruyorum (tencere kullananlar icin en kisik ates) ve bu sekilde 10-12 saat arasi pisiriyorum. onemli nokta kemik suyundaki kolajen yapinin bozulmamasi icin asla fokur fokur kaynama olmamali, sadece kenarlardan minik baloncuklar cikmasi yeterli… ayrica ne kadar uzun piserse o kadar yararli bir kemik suyunuz olur, asla erkenden pisti sanip altini kapatmayin. pistikten sonra suzup, sogutup cam kapta buzdolabina kaldiriyorum. ertesi gun dolaptan cikarip uzerinde olusmus yagi alip atiyorum (ya da omlet gibi cok yuksek ateste pismeyen seylerde kullanmak icin ayiriyorum) ve altta kalan jellesmis kemik suyu sifasini sunmaya hazir. buzdolabinda 4 gun, buzlukta 3 ay bekliypr (ben hic gormuyorum o kadar zaman gectigini tabi, bizde cok tuketiliyor)… ben hergun sabahlari isitip 200-250 ml bardakta iciyorum, yararli olmasi icin sık tuketilmesi lazim. isteyen corba ya da pilav da yapabilir ama ben kiyamam, direkt icmeye bayiliyorum.

ALINTI: pinoeatshealthy, ketogenic beslenmeye dair hersey...
Mükemmelmiş gerçekten. Biz halk olarak genelde kurufasulye yaparken falan kullanırız. Yapıp yemeklerde kullanmak lazım. Diğer türlü içmesi zor olur sanki.
 
Bakanlık bu maddeyi yasakladı

thumbnail.php


Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, bazı puding, et ürünleri, alkollü ve alkolsüz içkilerde aroma verici olarak kullanılan "p-Mentha-1,8-dien-7-al" maddesinin gıdalarda kullanımını yasakladı.

Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının, Türk Gıda Kodeksi· Aroma Veri·ci·ler ve Aroma Verme Özelliği Taşıyan Gıda Bi·leşenleri· Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmeliği, Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girdi.

Buna göre, aroma verici madde olarak "p-Mentha-1,8-dien-7-al" piyasaya arz edilmeyecek ve gıdalarda kullanılamayacak. Bu maddenin ithalatı ve bu maddeyi içeren bir gıdanın ithalatına izin verilmeyecek.

Söz konusu aroma verici madde, bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren piyasaya arz edilecek gıdaların üretiminde kullanılmayacak, bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce piyasaya arz edilmiş olan ve "p-Mentha-1,8-dien-7-al" adlı aroma verici maddeyi içeren bir gıda, raf ömrü süresince piyasada bulunabilecek.

Avrupa Gıda Güvenliği Otoritesinin (EFSA) verilerine göre, hayvanlarda yapılan deneylerde, bazı puding, et ürünleri, alkollü ve alkolsüz içkilerde aroma verici olarak kullanılan "p-Mentha-1,8-dien-7-al" maddesinin genlere toksik etkide bulunduğu, DNA'ya zarar verdiği tespit edildi.
Alıntı
 
Kombu çayının inanılmaz faydaları 08.01.2015


Bakteri ve mayalardan oluşan çayın önemli içeriği Kombucha denilen çay mantarıdır. Doğu Asya'da ortaya çıkmış, Almanya'ya 19.yüzyılın başlarında Rusya üzerinden ulaşmıştır. Mantar, düz bir diske benzer, jelatine benzer bir zardan oluşur. Kombucha mantarı çay ve şekerden oluşan besleyici bir solüsyonun içinde yaşar ve bu sıvı içinde sürekli olarak ürer. Mantarımsı tabaka çayın bütün yüzeyine yayılır ve daha sonra kalınlaşır. Mantar sürekli üreme eğilimi gösterir.
54ae96e7f493b809fc12000f.jpg

Bakteri ve mayalardan oluşan çayın önemli içeriği Kombucha denilen çay mantarıdır. Doğu Asya'da ortaya çıkmış, Almanya'ya 19.yüzyılın başlarında Rusya üzerinden ulaşmıştır. Mantar, düz bir diske benzer, jelatine benzer bir zardan oluşur. Kombucha mantarı çay ve şekerden oluşan besleyici bir solüsyonun içinde yaşar ve bu sıvı içinde sürekli olarak ürer. Mantarımsı tabaka çayın bütün yüzeyine yayılır ve daha sonra kalınlaşır. Mantar sürekli üreme eğilimi gösterir.


54ae96e7f493b809fc120029.jpg


Ciltteki kırışıklıkları, çilleri ve kahverengi lekeleri yok eder.
* Deri nemlendiricisi görevi görür, (Kombu çayı içilerek kullanırken cilde faydalı ise de, deri dışından tatbik edildiğinde de çok etkilidir. Fazla mantarlar blenderdan geçirilerek harika bir cilt bakım kremi elde edilmiş olur.)
* Deriye spreyle ya da sürülerek uygulandığında antibakteriyel asit tabakası görevi görür.



54ae96e7f493b809fc12002a.jpg


* Vücut ağırlığını düzenler, yağları yok eder.
* Susuzluğu giderir ve egzersiz sırasındaki performansı artırır.
* Mantar türü enfeksiyonlara (candida gibi) karşı savaşır.
* Kapsamındaki antivirütik ve antibiyotik özellikler sayesinde iltihabi durumları yok eder.
* Cinsel potansiyeli canlandırır.
* Menapoz rahatsızlıklarını düzene sokar.
* Deri üzerindeki yaraları tedavi eder.



54ae96e7f493b809fc120011.jpg


*Ömrü uzatır.
* Tüm salgı bezlerini ve hormon savunmasını uyarır.
* Vücutta sağlıklı bir pH dengesi sağlar.
* Vücuttaki atık madde ve zehirli maddelerin suda çözülebilir hale gelerek atılmasını sağlar


54ae96e7f493b809fc120013.jpg


* Kan dolaşımını hızlandırır.
* Metabolizmayı uyarır.
* Kalp atış ritmini düzenler.


54ae96e7f493b809fc120019.jpg


* Kanı temizler.
* Sinir sistemini düzenler.
* Yüksek tansiyonu düşürür, huzursuzluğu yatıştırır.



54ae96e7f493b809fc120015.jpg


* Astımı tedavi eder, astım krizlerini giderir.
* Kan şekeri seviyesini sabitleyerek, şeker hastalığını tedavi eder.


54ae96e7f493b809fc120017.jpg


* Alerjileri hafifletir ve zamanla giderir.
* Sertleşmiş karaciğeri yumuşatır ve yeniler.
* Böbrek faliyetlerini geliştirir.



54ae96e7f493b809fc12001b.jpg

* Kanseri önler ve tedavi eder.
* Antioksidant nedeniyle oluşan radyasyona karşı koruyup serbest radikallerle savaşır.
* Hücre duvarının yeniden oluşumunu sağlar.


54ae96e7f493b809fc12001d.jpg

* Doku sertleşmesini (multiple scloris; MS) tedavi eder.
* Damar sertliğini (arterioscloresis) tedavi eder.
* Elastikiyet sağlar ve gevşek eklemleri kuvvetlendirir


54ae96e7f493b809fc12001f.jpg


* Doku sertleşmesini (multiple scloris; MS) tedavi eder.
* Damar sertliğini (arterioscloresis) tedavi eder.
* Elastikiyet sağlar ve gevşek eklemleri kuvvetlendirir



54ae96e7f493b809fc120025.jpg


* Vücuttaki ürik asit ve kolesterolü suda erir hale getirerek vücuttan atılmasına yardımcı olur.
* Peklik (kabızlık) problemini giderir.
* Hemoroidi tedavi eder.



54ae96e7f493b809fc120021.jpg


* Yorgunluk bitkinlik ve sinirliliği giderir.
* Herpes virüsünün soğuk algınlığı ağrılarını ve uçuk oluşturmasını engeller.
* Siğil ve Dysplastik lekeleri yok eder.
* Anjine çare olur.


54ae96e7f493b809fc120027.jpg


* Epstein-Barr virüsüne dayanan kronik yorgunluk hissini tedavi eder, öpüşme hastalığı (mononucleosis) iltihaplanmasını iyileştirir.
* Kan sayımını normalize eder.
* Akciğerlerdeki bronşiti, öksürük ve balgamı gideririr.
* Bademcikleri tedavi eder (sirkeleşmiş çay, gargara şeklinde kullanılabilir).
* Kan damarlarını genişleterek ve kardiak kasını uyararak kalp problemlerini giderir.
* Adale ağrılarını giderir.
* Baş ağrılarını yok eder.


54ae96e7f493b809fc120023.jpg


* Uykusuzluğu giderir.
* Mikrobik ishali durdurur.
* Koliti tedavi eder.
* Koruyucu bağırsak mikroplarını sağlayan sağlıklı bakteriler ve kolon oluşturur.
* Saç uzamasına yardım eder, kelliği engeller, gri saçın rengini koyulaştırır.
* Görüşü kuvvetlendirir.
* Korneada oluşan formasyonları ve kataraktı giderir.



54ae96e7f493b809fc12002d.jpg


* Sirke formundaki çay, sivrisinek ve pire ısırıklarından, egzamadan ve zehirli bitki dikenlerinden dolayı oluşan kabartıları yumuşatıp rahatlatır. Sirke formundaki çay, saçlar şampuanladıktan sonra durulama suyu ile kullanılırsa çok güzel parlak saçlar oluşur ve saç telleri kalınlaşır. Çay sirke sertliğine geldiği zaman içmek için kuvvetli gelebilir, o zaman bir kavanoza biberiye (rosermary), sarımsak, adaçayı ve acıbiber gibi baharatla birlikte hoş bir salata sirkesi hazırlanır. Sirkeleşmiş çay cam porselen ve plastik yüzeylerin temizliğinde de oldukça etkilidir.


54ae9791f493b809fc120066.jpg

Kombucha T-hücreleri seviyesini yükselttiği ve vücudun bağışıklık sistemine destek olduğu için son zamanlarda HIV virüsü ve AIDS ‘liler arasında da çok popüler olmuştur.



54ae9791f493b809fc120069.jpg


Hazırlanışı:

3 litre içme suyu (şebeke suyu önerilmez) kaynatılır.

Kaynarken içine 1.5 su bardağı toz şeker ilave edilip 5 dakika daha kaynatılır ve ocak söndürülür.

Çaylar üzerine ilave edilir ve 15 dakika demlemeye bırakılır.

15 dakika sonra çaylar temiz bir silikon ya da metal kaşıkla alınır ve çay soğumaya bırakılır. Çay mayalamaya bırakılacak cam kavanoza dökülür.

Oda sıcaklığına gelmiş çaya kültür hafifçe soğuk ya da ılık suda yıkanarak çayın üzerine bırakılır ve ağzı hava alacak bir bez ya da peçete ile kapatılır ve ağzına lastik geçirilir.


Bahcesel.com
 

KIZINIZIN BÜYÜYÜNCE MEME KANSERİ OLMASINI İSTEMİYORSANIZ...

Farkındaysanız neredeyse her hafta bitkisel besinlerin ne kadar yararlı olduğunu gösteren “yeni yayınlanmış” bilimsel çalışmalardan bahsediyorum. Sakın bitkisel beslenme taraftarı olduğum için işime gelen çalışmaları seçip yayınladığımı sanmayın. Etin veya sütün kanseri engellediğine dair bir yayından bahsetmiyorum, bahsedemiyorum çünkü böyle bir çalışma YOK.
Dört gün önce Pediatrics (Çocuk Hastalıkları) dergisinde yayınlanan bir araştırma büyüme döneminde lifli beslenen (meyve, sebze, tahıl, bakliyat) kız çocuklarının ilerde daha az meme kanserine yakalandıklarını gösterdi (1). 30-40 yaşları arasındaki 44 bin kadın 20 yıl takip ediliyor. Bu süre içinde binin üzerinde kadında meme kanseri ortaya çıkıyor. Buluğ çağında daha çok lif tüketen (sebze, meyve, bakliyat, tahıl) kızlarda ileride meme kanseri gelişme riski % 16-19 daha düşük bulunuyor.
Dostlarım, dokuların hızla büyüdüğü gelişme çağında doğru beslenmek ve fazla kilolu olmamak çok önemlidir. Bu yaşlarda şişman olan çocukların menopozdan sonra meme kanserine yakalanma riskleri daha yüksektir. Bu çalışma, meme dokusunun geliştiği buluğ çağında sebze meyve yemenin gelecekteki meme kanseri riskini azalttığını göstermiştir. Çocuklarınızı mümkün olduğu kadar hayvansal besinlerden uzak tutun, her gün yenmesini isteyeceğiniz tek besin gurubunun sebze – meyveler olduğunu unutmayın.
(1) Farvid MS, Eliassen AH, Cho E, Liao X, Chen WY, Willett WC. Dietary fiber intake in young adults and breast cancer risk. Pediatrics. Published online February 1, 2016.

Dr. Murat Kınıkoğlu
 
Kombu çayının inanılmaz faydaları 08.01.2015


Bakteri ve mayalardan oluşan çayın önemli içeriği Kombucha denilen çay mantarıdır. Doğu Asya'da ortaya çıkmış, Almanya'ya 19.yüzyılın başlarında Rusya üzerinden ulaşmıştır. Mantar, düz bir diske benzer, jelatine benzer bir zardan oluşur. Kombucha mantarı çay ve şekerden oluşan besleyici bir solüsyonun içinde yaşar ve bu sıvı içinde sürekli olarak ürer. Mantarımsı tabaka çayın bütün yüzeyine yayılır ve daha sonra kalınlaşır. Mantar sürekli üreme eğilimi gösterir.
54ae96e7f493b809fc12000f.jpg

Bakteri ve mayalardan oluşan çayın önemli içeriği Kombucha denilen çay mantarıdır. Doğu Asya'da ortaya çıkmış, Almanya'ya 19.yüzyılın başlarında Rusya üzerinden ulaşmıştır. Mantar, düz bir diske benzer, jelatine benzer bir zardan oluşur. Kombucha mantarı çay ve şekerden oluşan besleyici bir solüsyonun içinde yaşar ve bu sıvı içinde sürekli olarak ürer. Mantarımsı tabaka çayın bütün yüzeyine yayılır ve daha sonra kalınlaşır. Mantar sürekli üreme eğilimi gösterir.


54ae96e7f493b809fc120029.jpg


Ciltteki kırışıklıkları, çilleri ve kahverengi lekeleri yok eder.
* Deri nemlendiricisi görevi görür, (Kombu çayı içilerek kullanırken cilde faydalı ise de, deri dışından tatbik edildiğinde de çok etkilidir. Fazla mantarlar blenderdan geçirilerek harika bir cilt bakım kremi elde edilmiş olur.)
* Deriye spreyle ya da sürülerek uygulandığında antibakteriyel asit tabakası görevi görür.



54ae96e7f493b809fc12002a.jpg


* Vücut ağırlığını düzenler, yağları yok eder.
* Susuzluğu giderir ve egzersiz sırasındaki performansı artırır.
* Mantar türü enfeksiyonlara (candida gibi) karşı savaşır.
* Kapsamındaki antivirütik ve antibiyotik özellikler sayesinde iltihabi durumları yok eder.
* Cinsel potansiyeli canlandırır.
* Menapoz rahatsızlıklarını düzene sokar.
* Deri üzerindeki yaraları tedavi eder.



54ae96e7f493b809fc120011.jpg


*Ömrü uzatır.
* Tüm salgı bezlerini ve hormon savunmasını uyarır.
* Vücutta sağlıklı bir pH dengesi sağlar.
* Vücuttaki atık madde ve zehirli maddelerin suda çözülebilir hale gelerek atılmasını sağlar


54ae96e7f493b809fc120013.jpg


* Kan dolaşımını hızlandırır.
* Metabolizmayı uyarır.
* Kalp atış ritmini düzenler.


54ae96e7f493b809fc120019.jpg


* Kanı temizler.
* Sinir sistemini düzenler.
* Yüksek tansiyonu düşürür, huzursuzluğu yatıştırır.



54ae96e7f493b809fc120015.jpg


* Astımı tedavi eder, astım krizlerini giderir.
* Kan şekeri seviyesini sabitleyerek, şeker hastalığını tedavi eder.


54ae96e7f493b809fc120017.jpg


* Alerjileri hafifletir ve zamanla giderir.
* Sertleşmiş karaciğeri yumuşatır ve yeniler.
* Böbrek faliyetlerini geliştirir.



54ae96e7f493b809fc12001b.jpg

* Kanseri önler ve tedavi eder.
* Antioksidant nedeniyle oluşan radyasyona karşı koruyup serbest radikallerle savaşır.
* Hücre duvarının yeniden oluşumunu sağlar.


54ae96e7f493b809fc12001d.jpg

* Doku sertleşmesini (multiple scloris; MS) tedavi eder.
* Damar sertliğini (arterioscloresis) tedavi eder.
* Elastikiyet sağlar ve gevşek eklemleri kuvvetlendirir


54ae96e7f493b809fc12001f.jpg


* Doku sertleşmesini (multiple scloris; MS) tedavi eder.
* Damar sertliğini (arterioscloresis) tedavi eder.
* Elastikiyet sağlar ve gevşek eklemleri kuvvetlendirir



54ae96e7f493b809fc120025.jpg


* Vücuttaki ürik asit ve kolesterolü suda erir hale getirerek vücuttan atılmasına yardımcı olur.
* Peklik (kabızlık) problemini giderir.
* Hemoroidi tedavi eder.



54ae96e7f493b809fc120021.jpg


* Yorgunluk bitkinlik ve sinirliliği giderir.
* Herpes virüsünün soğuk algınlığı ağrılarını ve uçuk oluşturmasını engeller.
* Siğil ve Dysplastik lekeleri yok eder.
* Anjine çare olur.


54ae96e7f493b809fc120027.jpg


* Epstein-Barr virüsüne dayanan kronik yorgunluk hissini tedavi eder, öpüşme hastalığı (mononucleosis) iltihaplanmasını iyileştirir.
* Kan sayımını normalize eder.
* Akciğerlerdeki bronşiti, öksürük ve balgamı gideririr.
* Bademcikleri tedavi eder (sirkeleşmiş çay, gargara şeklinde kullanılabilir).
* Kan damarlarını genişleterek ve kardiak kasını uyararak kalp problemlerini giderir.
* Adale ağrılarını giderir.
* Baş ağrılarını yok eder.


54ae96e7f493b809fc120023.jpg


* Uykusuzluğu giderir.
* Mikrobik ishali durdurur.
* Koliti tedavi eder.
* Koruyucu bağırsak mikroplarını sağlayan sağlıklı bakteriler ve kolon oluşturur.
* Saç uzamasına yardım eder, kelliği engeller, gri saçın rengini koyulaştırır.
* Görüşü kuvvetlendirir.
* Korneada oluşan formasyonları ve kataraktı giderir.



54ae96e7f493b809fc12002d.jpg


* Sirke formundaki çay, sivrisinek ve pire ısırıklarından, egzamadan ve zehirli bitki dikenlerinden dolayı oluşan kabartıları yumuşatıp rahatlatır. Sirke formundaki çay, saçlar şampuanladıktan sonra durulama suyu ile kullanılırsa çok güzel parlak saçlar oluşur ve saç telleri kalınlaşır. Çay sirke sertliğine geldiği zaman içmek için kuvvetli gelebilir, o zaman bir kavanoza biberiye (rosermary), sarımsak, adaçayı ve acıbiber gibi baharatla birlikte hoş bir salata sirkesi hazırlanır. Sirkeleşmiş çay cam porselen ve plastik yüzeylerin temizliğinde de oldukça etkilidir.


54ae9791f493b809fc120066.jpg

Kombucha T-hücreleri seviyesini yükselttiği ve vücudun bağışıklık sistemine destek olduğu için son zamanlarda HIV virüsü ve AIDS ‘liler arasında da çok popüler olmuştur.



54ae9791f493b809fc120069.jpg


Hazırlanışı:

3 litre içme suyu (şebeke suyu önerilmez) kaynatılır.

Kaynarken içine 1.5 su bardağı toz şeker ilave edilip 5 dakika daha kaynatılır ve ocak söndürülür.

Çaylar üzerine ilave edilir ve 15 dakika demlemeye bırakılır.

15 dakika sonra çaylar temiz bir silikon ya da metal kaşıkla alınır ve çay soğumaya bırakılır. Çay mayalamaya bırakılacak cam kavanoza dökülür.

Oda sıcaklığına gelmiş çaya kültür hafifçe soğuk ya da ılık suda yıkanarak çayın üzerine bırakılır ve ağzı hava alacak bir bez ya da peçete ile kapatılır ve ağzına lastik geçirilir.


Bahcesel.com
Güzel de nereden bulacağız bunu://
 
Back