Misal kapıma süt gelse ömrüm billah almam. Yıllardır aynı markanın sütünü içiyorum. Dişlerim beton kadar sağlam. Yirmi yaş dişimi iki kişi zor çektiler. Kemikler desen onlar da sağlam zannımca. O kadar düşmeye kalkmaya, yok kırılmıyorlar. Köy yumurtası diye satılan her yumurtaya ölümcül bir şüpheyle yaklaşıyorum. Organik domates dedikleri sebzelere bi bakıyorum, hepsi birbirinin tıpkısının aynısı. Şekilli mekilli kalemle çizilmiş gibi. Bilmiyorum galiba bende de doğal besin fobisi var :)
Açık süt dedin aklıma getirdin; ben de tersine sütü, mümkün olduğunca pastörize almam. 2 marka vardır sütte güvendiğim, onları da günlük süt aksayınca ancak kullanırım.
Yaşanılan yerin imkanları, biraz araştırı-samimiyet kurma ve alışkanlıklar bu farkları getiriyor sanki. Burada hususi araçla, ortalama bir saat yol gidip gelerek, kendi ineğinden sütünü aldığım iki adres var. Veterinerlik hizmetlerini/kontrollerini de eşimin çalıştığı yer veriyor ve bu iki aileyi de bu alış-verişlerin devamlılığı, biraz gözlem vb. sebeplerden tanıyoruz, sütü doldurdukları şişeye kadar nasıl temiz, titiz davrandıklarını görüyoruz ve sütü aynı gün sağıp verirler, aldığımızda hala ılık olur.
Kaynatırım mis gibi tüter, içeriz/Yoğurt yaparız. Çocukluğumdaki hissi alırım. Buna imkan varken de işte diğer sütleri tercih etmiyorum.
Köy yumurtası, aynı şekilde bildiğimiz bir aileden alıyoruz. Tanıştık, samimi olduk öyle söyleyeyim.
Kendileri "Yumurta yok maalesef şu kadar günlük oldu, bu sıcakta veremeyiz" dediler de kaç kez.
İşin bu kısmı da güven üzerinden yürüyor yani. Markaya güvenir gibi insanları tanıyıp onlara güveniyoruz.
Kapıya gelenlerse zaten şey gibi ya hani bir ara şarbonlu zarflar vardı ya tövbest, içinden ne çıkacağı belli değil, öyle bir bilinmez.