Mi'rac Kandili(Sevgili Peygamberimiz Hz.Muhammed Mustafa s.a.v.Mi'rac'da yaşadıkları)

semuxsx

Güle Aşık Bülbül
Kayıtlı Üye
24 Ocak 2008
615
51
98
Diğer

Mi'rac, Receb ayının 27.Gecesi Cenab-ı Hakk'ın daveti üzerine, Cebrail Aleyhisselam'ın rehberliğinde, Peygamber Efendimiz in Mescid-i Haram'dan, Mescid-i Aksa’ya, oradan semaya, yüce alemlere, İlahi huzura yükselmesidir.

Feyiz ve bereketin coştuğu mübarek gecelerimizden biri de Mi'rac Gecesidir. Mi'rac bir yükseliştir, bütün süfli duygulardan, beşeri hislerden ter temiz bir kulluğa, en yüce mertebeye terakki ediştir. Resulüllah'ın şahsında insanlığın önüne açılmış sınırsız bir terakki ufkudur.

Bu ulvi seyahat, mucizelerin en büyüğüdür. Mi'rac mucizesi, Kur’an-ı Kerim'de ayetlerle anlatılmış ve varlığı inkar edilemeyecek bir şekilde ortaya konmuştur. Bu ilahi yolculuğun ilk merhalesi olan Mescid-i Aksa'ya kadar ki safha Kur’an’da şöyle anlatılır:

İsra suresi
Hicretten hemen sonra vahy edilmiş Mekki surelerdendir.
İsra; Gece yolculuğu demektir. Peygamberimiz, mahiyeti ve içeriği bizim için ayrıntılı olarak bilinmeyecek olan ferdi bir tecrübe yaşamıştır. Rabbimiz elçi seçtiği kuluna bir gece de bazı ayetler vermiş veya göstermiştir. İsra,mucize gibi,gözle görülebilir, herkesin müşahade edebileceği bir olay değildir.

Rahman ve Rahim Allah'ın adıyla..
1) Bir gece kulunu, Mescid-i Haram'dan, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa'ya ayetlerimizi O'na göstermek için götüren Allah her türlü noksanlıktan uzaktır. Şüphesiz O, her şeyi işiten ve görendir. (İsra Suresi, 1)

Mi'rac'ın ikinci merhalesi de, Mescid-i Aksa dan başlayarak semanın bütün tabakalarından geçip, taa.. İlahi huzura varmasıdır. Bu safha da Necm Suresinin 7-18 ayetlerin de şöyle anlatılır:

Necm:Yıldız demektir. Mekki bir sure olan Necm, adını ilk ayetinden almıştır.

Rahman ve Rahim Allah'ın adıyla..
7) O, en yüksek ufukta idi.
8) Sonra yaklaşıp indi.
9) Araları iki yay kadar veya daha yakın idi.
10) O anda Allah'ın kuluna vahyettiğini iletti.
11) Gördüğünü gönül yalanlamadı.
12) Onunla gördüğü şey hususunda tartışıyor musunuz?
13) Hakikaten onu diğer bir inişte de gördü.
14) Sidre-i Münteha'nın yanında
15) Onun yanında da Me'va bahçesi vardır.
16) Sidre-i bürüyen bürüyordu.
17) Göz, ne şaştı; ne aştı.
18) Rabbinin ayetlerinden en büyüğünü gördü.
(Necm Suresi, 7-18)

Bu özel gece de; Peygamber Efendimiz, neler yaşamış,neler görmüş onun anlatımıyla ondan öğrenelim. Ancak bu gece çok özel ve yaşananlar da bir o kadar çok özel olduğu için, bir iki mesajla anlatılıp bitirilecek gibi değil..Bu yüzdende konuyu erkenden açtım..Yarım kalırsa devamını daha sonra, kaldığım yerden devam ettireceğim. Allah izin verdiği müddetçe.. Sevgiyle kalın..Kandiliniz mübarek olsun.
 

Mi'rac Gecesi Namazı
Receb-i Şerif'in 27. gecesine müsadif olan mübarek Leyle-i Mi'rac da 12 rekat nafile namaz kılınması müstahsen görülmüştür. Her rekatta Fatiha-i şerif'e den sonra başka bir süre okuyarak iki rekat da bir selam verilmeli ve sonra yüz kere :
''Sübhanallahi vel hamdülillahi vela ilahe illallahü vallahü ekber vela havle vela kuvvete illa billahil aliyyül azim” duası okunur. Sonra yüz kere istiğfar ederek yüz kere de Peygamber Efendimize salat ve selam göndermelidir.

Gündüzünde de oruçlu bulunmalıdır. Bu yıl, 27 haziran 2011 ve 28 haziran 2011 Pazartesi ve salı günü, gücü yeten oruç tutabilir.Tutmak isteyipte, tutamayanlara Allah, tutmuş sevabı versin inşallah.
 

Resulüllah Efendimiz 40 yaşında iken;alemlere rahmet olarak nübüvvet ve risaletle bütün insanlara Resul Peygamber gönderildi.
Resulüllah Efendimiz'in risaletle gelişinin 12.senesi receb ayının 26.günü idi.Peygamber Efendimiz o gün,tek başına Beyt-i Mükerreme ye gitti;bir direğin önüne oturdu. Yüce Hakk'a zikir ve fikir ibadeti ile meşgul olmaya başladı. Bu sırada, Ebu Cehil de;yardımcıları ve uyanları ile görüşmek için geldi. Gördü ki:Hz.Muhammed (s.a.v.) yanlız oturmuş;Mevlasına ibadetle meşgul..Yanında ashabı kiramdan da kimse yok.Onu böyle görünce; içinden:
-Ona eza cefa edeyim
diyerek yanına geldi ve şöyle dedi:
-Ya Muhammed,sen peygambermisin?
Peygamberimiz,Ebu Cehil'in bu sözüne karşılık:
-Evet Peygamberim buyurdu.
Ebu Cehil şöyle devam etti:
-Böyle yanlız Peygamber mi olur? Hani yardımcıların? Hani hizmetçilerin? Eğer Peygamberlik gelmesi gerekseydi,bana gelirdi.Bak, benim şu kadar uyanlarım, hizmetçilerim var.Böyle dedikten sonra,böbürlenerek yürüdü gitti.

Ebu Cehil'in ardından,onun yandaşlarından biri daha uyanları ve yardımcıları ile geldi.Bu da Peygamber Efendimiz'i yanlız görünce eza ve cefa kasdı ile yanına geldi;Ebu Cehil'in dediği gibi dedi.Sonra gitti. Onun yanına oturdu.
Bundan sonra,Kureyş'in ileri gelenlerinden tam yedi kişi ard arda geldi.Hepsi de,avenesi ve uyanları ile geldi;sanki daha önceden söz birliği etmiş gibi,tek tek Peygamber Efendimiz'e,Ebu Cehil'in dediği gibi söyledi.

Peygamber Efendimiz,onların bu yaptıklarına çok mahzun oldu.Sonra şöyle dedi:
-On iki yıldır;ben bunları hak dine ve Yüce Hakkı tevhide davet ederim.Halbu ki bunlar,Hakkı kabul etmek şöyle dursun;henüz Resul kime derler? bunu dahi anlamamışlar.Resule hizmetçi ve avene ne lazım? Ancak resule lazım olan ilahi vahyi ve sübhan Allah'ın emrini tebliğ etmektir.
Ve Peygamber Efendimiz gamlandı. O gece Receb-i Şerif'in 27. Pazartesi gecesi idi.

Ümmühani'nin evine geldi. Ümmühani Ebu Talib'in kızı,Hz. Ali'nin (r.a.) kız kardeşi idi.Ümmühani,babası Ebu Talib'in evinde kalıyordu.Bu ev,Safa ile Merve arası bir yerde idi. Resulüllah Efendimiz ,oraya gittiği zaman; Ümmühani kendisini hüzünlü ve gamlı buldu.Resulüllah Efendimizden hüznünün ve gamının sebebini sordu;Resulüllah Efendimiz de işin aslını haber verdi.
Ümmühani, akıllı ve tedbirli bir hanımdı.Resulüllah Efendimizi teselli etti ve şöyle dedi:
-Onlar sizin risaletinizi,Hak Peygamber olduğunuzu,size avene ve hizmetçi gerekmediğini şeksiz bilirler.Ne var ki onlar,çok inatçı hasetçi,hırçın olduklarından sırf sizi üzmek,eza cefa kasdı ile öyle demişlerdir.
Bu sözler,bir bakıma Resulüllah Efendimizi teselli içindi;fakat Peygamberimizin hüznü yinede kaldı.
Anlatıldığı gibi,gamlı ve hüzünlü olarak;Ümmühani'nin evinde,yatsıdan sonra,uyur uyanık bir halde yattı.

Sonra..
Resulüllah Efendimizi cümle mahluktan evvel yaratan;kalplerin sevgilisi,türlü türlü keramet,çeşitli nimetler ile cümle insanlara Resul olarak gönderen;cümle kemalatı ile başta görünen;mürebbisi olan şanı yüce nimetleri her yana yaygın,kendisinden başka ilah olmayan
Alemlerin Rabbı,azamet ve celali ile Cebrail'e hitaben şöyle buyurdu:
-Gerçekten benim sevgilim,cümle mahluk arasından seçip çıkardığım,cümle yaratılmışların hayırlısı Resulüm: Ümmühani'nin evinde küffarın ezasından mahzun ve gamlı yatmaktadır.Senin taat ve ibadetin habibimi davet olsun. O süslü kanatlarını yeniden cennet cevherleri ile süsle;onun hizmeti ile şerefyab ol.

Mikail'e söyle: Bu gece erzakı tartmayı bıraksın.
İsrafil'e söyle: Sur'u bir saat kadar bıraksın.
Azrail'e söyle:Bu gece can almaktan el çeksin.
Rıdvan'a söyle: Cenneti süslesin.
Malik'e tembih et:Cehennem tabakalarını kapasın;zebaniler hareket etmesinler.
Huriler: Bezenip ellerine cevher saçan tabakları alsınlar.Cennet köşklerini saf saf dizsinler.
Arş hamiline söyle: Mukaddes libası atlas felekine giydirsin.
Ve ..sizler, her biriniz yanınıza yetmiş bin melek alın.
Ve.. sen cennete git; bir burak seçip al.
Yeryüzüne in;kabirlerden azabı kaldır.Bundan sonra,habibime git.
O;Müşriklerin ezasından dolayı gamlı ve mahzun olarak Ümmühani'nin evinde yatıyor.
O, habibimi rıfk ile,büyük bir keremle kaldır; anlat: Bu gece kendisinin yüce kadrini,izzet ve rif'atını cümleden ziyade yakınlığını kendisine bildirecek gecedir. O'nu davet eyle.

Sonra..
Cebrail a.s. cennete gitti. Gördü ki: Orada kırk bin Burak gezmektedir. Her birinin alnında Muhammed ism-i şerifi yazılmış. Aralarında bir Burak vardı;mahzundu. Başını aşağı eğmiş; göz yaşları sel gibi akıyordu. Hemde hiç durmadan.
Cebrail o mahzun Burak'ın yanına vardı. Hüznünün ve ağlamasının sebebini sordu.

Burak şöyle anlattı:
-Cennette gezerken, aniden kulağıma:
-Ya Muhammed
diye bir ses geldi. İşittiğim anda o ismin sahibine aşık oldum.
O’ nun aşkı ve cemalini görmek arzusu ile kırk bin yıldan beri mahzun olup ağlarım.

-Cebrail a.s. o Burak’ın haline merhamet etti; şöyle dedi:
-Senin maşukun olan Hz. Muhammed bu gece mirac’a davet olundu. Mescid-i Haram'dan
Mescid-i Aksa'ya Burak’ la gelecektir. Seni götüreyim muradına er.
-Bundan sonra o Burak’a nurdan eğer vurdu; zebercedden gem vurdu. İki cihan sultanı
Rasulüllah Efendimizin halvet saraylarına geldi.

Peygamberimiz buyurdu ki:
-Ümmühani’nin evinde idim. Orada uykuya dalmıştım. Gözlerim uyuyordu; ama kalbim uyanıktı.
Bu sırada, Cebrail'in sesi kulağıma geldi; uykudan kalktım, oturdum.
Gördüm ki: Cebrail karşımda duruyor.

Bana şöyle dedi :
-Yüce Hak sana selam etti; Seni davet etti. Seni ben taşıyacağım.Allah-ü Teala istedi ki: Sana türlü
keremlerle ikram eyleye. Senden evvel gelenler ve senden sonra gelecek olanlar bu türlü kereme nail olmadılar ve olmayacaklardır.

Kalktım. Abdest almak istediğim zaman; abdestim için Kevser nehrinden su gelmesi emri verildi.Ben abdeste hazırlanırken,daha abdest azalarımı açmadan, Rıdvan, Kevser suyu dolu yakuttan iki ibrik getirdi.
Birde yeşil zümrütten leğen getirdi.Bu leğen dört köşe idi.Her köşesine bir cevher konmuştu.O cevherlerin nuru semaya güneş gibi aydınlık veriyordu.
Bundan sonra yıkandım;Sırtıma nurdan bir hulle giydirdiler.Başıma da nurdan bir kavuk koydular.

Bu kavuğun hikayesi şöyleydi:
Adem yaratılmadan sekiz bin sene evvel, Rıdvan onu benim adıma sarmıştı.Sarıldığı vakitten bu yana kırk bin melek o kavuğun çevresinde tazimle durup tesbih ve tehlille meşgul oluyorlardı.Her tesbihin sonunda bana salat ve selam okuyorlardı. O kavuğun kırk bin gözü vardı. Her gözünde de dört satır yazı vardı.
Birinci Satırda: Muhammed Allah'ın Resulüdür.
İkinci Satırda: Muhammed Allah'ın Nebisidir.
Üçüncü Satırda: Muhammed Allah'ın Habibidir.
Dördüncü Satırda: Muhammed Allah'ın Halilidir.

Bundan sonra Cebrail arkama nurdan bir bürde (pelerin gibi) koydu.
Belime de kızıl yakuttan bir kemer kuşattı. Elime de yeşil zümrütten bir kamçı verdi. Bu kamçı, dört yüz inci ile süslenmişti. Her incinin sabah yıldızı gibi parlaklığı vardı. Ayaklarıma da,yeşil zümrütten bir çift pabuç giydirdi. Daha sonra,elimden tutup Beyt-i Haram'a götürdü.
 

-Zemzem kuyusundan abdest aldım. Beyt-i Mükerreme'yi yedi kere tavaf ettim. Makamı-İbrahim de iki rekat namaz kıldım. Hatim'e geldim,dinlenmek için bir miktar oturdum. Bu oturduğum yerde,Cebrail göğsümü yardı. İçi hikmet ve marifet dolu testi getirdi. Mikail üç leğen zemzem suyu getirdi. Bağırsaklarımı ve göğsümü yıkadılar. Bundan sonra kalbimi yarıp içindeki siyah pıhtı kanı attı ve
şöyle dedi:
-Bu kan, heybetli bir şey görünce korkmaya sebeptir. Onu çıkardım. Siz, bu gece semalarda, sidre, kürsü, ve arşta çok acayip işler ve ulu melekler göreceksiniz. Bu kandan da sizi temize çıkardım ki, onlardan her birini gereği gibi temaşa edip dilediğiniz gibi konuşmaktan korkmayasınız.

-O testi içinde bulunan hikmeti ve mağfireti doldurup kalbimi yerine koydular.Sığadıkları zaman göğsüm bitişti yarası kalmadı.

Bundan sonra
Cebrail, elimden tuttu. Beni, Mekke’nin dışında bir yere götürdü gördüm ki : Mikail, İsrafil ve Azrail de oradalar. Her birinin yanında yetmiş bin melek saf tutmuş duruyor. Beni gördükleri zaman, tam manası ile tazim ve saygı duruşuna geçtiler. Bende onlara selam verdim.Selamım üzerine, Yüce Hakk'ın sonsuz nimeti ile müjdelediler.

Bundan sonra; Cebrail, bana şöyle dedi:
-Ey Allah'ın Resulü, size cennetten Burak getirdim. Binin; Mele-i ala teşrifinizi bekler.
Bakınca Burak’ı gördüm. Güneş gibi aydınlığı vardı. Yıldırım hızı ile yürüyordu. Ayağını yerden kaldırdığı zaman, gözünün iliştiği yere basıyordu. Ayrıca, o Burak’ın yanında iki kanadı vardı; dilediği zaman onlar vasıtası ile havada uçuyordu.

Alimler Burak’ ı şöyle anlattılar:
-Cüssesi katırdan küçük, merkepten büyük. Anlaşılır biçimde, fasih Arapça konuşuyor. Yüce Hak, onun her azasını bir başka cevherden yaratmıştır. Tırnakları mercandan, ayakları altındandı.Göğsü kırmızı yakut’dan, sırtı inciden, iki yanında kırmızı yakuttan kanatları var. Kuyruğu deve kuyruğuna benzer.
Başka rivayette:
Tavus kuşu kuyruğuna benzer, son derece süslü idi.Yelesi at yelesine, ayakları da deve ayağına benzerdi. Üzerinde cennet eğeri vardı. Üzengileri kırmızı yakuttan ve cevherdendi.
 

-Bundan sonra Cebrail, Burak’ın üzengisini tutup bana:
-Bin, dedi
Binmek istediğim zaman, Burak,serkeşlik etti.

Bunun üzerine Cebrail, ona hitaben şöyle dedi:
-Ey Burak, utanmaz mısın? Nasıl böyle şaşırtıcı küstahlık edersin? Şanı yüce nimeti her şeye şamil kendisinden başka İlah olmayan Allah hakkı için, Sana bundan daha faziletli ve bundan daha aziz kimse binemez.

Cebrail’in,bu sözü üzerine, Burak; çok utandı ve titredi. İri iri ter damlaları dökmeye başladı ve şöyle dedi:
-Ey Cebrail, hacetim vardır; arz etmek isterim. Bu hacetimin yerine gelmesine vesile olsun diye öyle ettim, yoksa kaçındığımdan değildir. Siz beni çok utandırdınız.

Bundan sonra,Resulüllah Efendimiz, Burak’a sorar.
Burak’ta anlatır:

-Muradın nedir? Söyle; yerine gelsin.
-Ya Resulüllah, ben sana ezelden aşık’ım. Nice yıldır aşkınla perişan ve mahzun bir halde idim. Allah’a hamd olsun şimdi cemalinizin nurunu gördüm. Güzel kokunuzu da kokladım.Şimdi, aşkım bin kat daha arttı. Kıyamet günü, pak zatınız kabr-i latifinizden kalktığınız zaman mahşere Burak ile geleceksiniz. Ricam niyazım ve hacetim budur ki: O günde benden başkasına binmeyesiniz bana binmek ile beni mesrur ve pür nur edesiniz.

Resulüllah Efendimiz anlatmaya devam edip şöyle buyurdu:
Burak'ın o dileğini kabul ettim. O gün, yine ona binmeyi vaat ettim.
Fahr-i Kainat Efendimiz,kıyamet günü mahşer yerine Burak ile teşrif edeceğini,Burak'tan duyunca,ümmetinin halleri hatır-ına gelip mahzun oldu;düşünceye daldı.

Peygamber Efendimizin bu hali üzerine; gizliyi saklıyı bilen,şanı yüce,ihsanı bol,kendisinden başka ilah olmayan Allah Cebrail'e hitaben şöyle buyurdu:
-Habibime sor;böyle durgunlaşmasına sebep nedir?

Cebrail,Resulüllah Efendimiz'e durumu sorunca,şöyle anlatır:
-Ben,bu çeşit izzet ikram gördüm.Kıyamet günü yine Burak'a binip geleceğimi işittim.Hatırıma şu geldi:
-Kıyamet günü olduğu zaman;zaif,kusur dolu,günahkar olan ümmetimin halleri nice olur? Elli bin yıl arasat meydanında yaya yürüyecekler.Bunca günahlarını çekerek gidecekler. Sırat üç bin yıllık yoldur.O üç bin yıllık yolu nasıl geçerler?

İlahi ferman şöyle geldi:
-Her kime ki,benim inayetim olur;sana gönderdiğim Burak gibi, ona da gönderirim.Onların kabirlerine tek tek burak yollarım.Mahşere suvari olarak getiririm.Sıratı, binek üstünde kolaylıkla geçiririm.Elli bin yıllık vakti bir an gibi yaparım.
Ve.. Senin ümmetine,lütuf,kerem ve ihsan muamelem bu şekilde olacaktır.Hatırını hoş tut.

Nitekim, bu mana da şu ayet-i kerime vardır:
-Rahman'a varacak müttakileri, o gün, süvari olarak haşredeceğiz.
 

-Yüce Hak'tan gelen kerem vaadine,lütuf ve ihsana sevindim; Burak’a binip oturdum.
Cebrail, sağ üzengi tarafımdan yetmiş bin melekle; Mikail, sol üzengi tarafımda yetmiş bin melekle durdu. O meleklerin her birinin elinde nurdan şamdan vardı. İsrafil, arkamda yetmiş bin melekle duruyordu.Burak'ın üzerine örtülen örtüyü omuzunda taşıyordu.Onun ululuğundan hicap edip Burak'ımın örtüsünü taşımasından ötürü özür diledim.

Bana şöyle dedi:
-Ya Resulüllah, ben bu gece sizin bu örtünüzü taşımak için, nice bin senedir ibadet edip ricada bulundum.Sübhan olan Yüce Hak, ricamı kabul buyurup muradıma nail eyledi.

Ne sebeple rica ettin? diye sordum.
İsrafil şöyle anlattı:

-Arş altında nice bin sene ibadet ettim.
-Ne istiyorsun? Dileğin makbul olmuştur. diye bir hitap geldi.

Cevabımda şöyle dedim:
-Ya Rabbi, günahkar ümmetlerin şefaatçisi kıyamet gününün sultanı ki, kendi ismini onun ismi ile beraber arşın üstüne yazmışsın,o vücuda geldiği vakit bir saat onun hizmetinde olmak isterim.

Bu dileğim üzerine, Yüce Hak, şöyle buyurdu:
-Dileğini kabul ettim. O'nun için bir gece olacaktır, o gece; O'na yakınlığımı müyesser edeceğim.Yer noktasından, ulvi alemime getireceğim.Hazinelerimin kapısını şühud anahtarımla O'na açacağım. O'nu Mekke'den Beyt-i Makdis'e varıncaya kadar yürüteceğim. O zaman, Beyt-i Makdis'e kadar onun bineğinin eğeraltı örtüsünü taşıma şerefine nail olursun.

-O gece Burak’ın ayağı yere değmedi.Mekke- i Mükerreme’den, Mescid-i Aksa'ya kadar, cennet dibaları serilmişti.Burak, hep o dibalar üzerinden geçip gitti.
-Böylece giderken, karşıma bir ifrit çıktı; ağzından ateşler saçarak, bana doğru yöneldi.

O zaman Cebrail, bana şöyle dedi:
-Ya Resulüllah, sana birkaç cümle öğreteyim; onları oku, bu ifritin ateşi söner; kendisi yok olur.
-Olur, öğret.
Deyince şu duayı öğretti:
''-Kerim Allah'ın zatına sığınırım. Bu sığınmamı Onun bütün kelimeleri ile yaparım, o kelimelerden öteye, ne iyi geçebilir, nede kötü. Semadan inenlerin, semaya yükselenlerin ve semadan çıkanların şerrinden sığınırım, gecenin ve gündüzün fitnelerinden sığınırım, hayır için gelen hariç, gece ve gündüz beliyyelerinden sığınırım. Ya Rahman!.''

Bu duayı okuyunca, o ifritin ateşi söndü; kendisi kaybolup gitti.

Bu sırada, sağımdan bir seda geldi:
-Ya Muhammed, azıcık dur; biraz eğlen. Sana soracaklarım var. Üç defa böyle nida etti; ama ona iltifat etmedim. Geçtim.

Solumdan da üç defa ses geldi:
-Ya Muhammed, azıcık dur. Sana soracaklarım var.
Bunu da dinlemeden geçtim.

Bir kadın gördüm; kendisini gayetle bezemişti. Güzel elbiseler giyip süslenmişti. Yakınına gittiğim zaman,gördüm ki, çok kocamış bir kadındır.

Buda bana üç kere:
-Dur.
-Diye seslendi. Buna da itibar etmeden geçip gittim.
Önümde bir ihtiyar gördüm. Asaya dayanmıştı. Tir tir titriyordu.

Bana üç kere:
-Azıcık dur, eğlen; halime bakta acı. Cemalini göreyim; Sana soracağım var.
-Ben bunu da hiç dinlemedim geçtim.
-Bundan sonra, taze bir yiğit gördüm. Gayet güzeldi. Yüzünde nur parlıyordu.

Bana:
-Dur Ya Muhammed, Sana soracaklarım var.
-Deyince Burak durdu.
-O’ na selam verdim. Selamımı aldıktan sonra,

şöyle dedi:
-Sana müjde. Hayrın cümlesi ancak sende ve senin ümmetindedir.
Onun bu sözüne karşılık; sena ettim:
-Allah'a hamd olsun. dedim.
-Cebrail dahi,benimle beraber Allah’a hamd olsun. dedi.

Bundan sonra, gördüklerim için Cebrail'e:
-Bunlar kimlerdir? diye sordum.
Şöyle anlattı:
Sağ tarafınızdan gelen seda: Yahudi sedası idi.Eğer dursaydınız; sizden sonra ümmetiniz, Yahudilerin kahrı altında hor ve hakir olurlardı.

Sol tarafınızdan gelen seda: Nasara'nın sedası idi. Eğer dursaydınız; sizden sonra
ümmetinize Nasara kavmi üstün gelirdi.Bunların kahrı altında kalırdı.

O kadın da: dünya idi.Kendisine sahip olacakları öyle süslü görünür. Güzel elbiselerle,türlü ziynetlerle insanları aldattığına işaret vardır. Onun kocamış olması da,kıyametin yakın olduğuna işarettir. Onun sözüne dursaydınız, tüm ümmetiniz, dünyaya karşı haris olur;dünyaya taparlardı.

O kocamış kimse ise: lain şeytandı. Sizin çok merhametli olduğunuzu biliyordu. O göründüğü halle sizi aldatmak istedi. Sizi durdurmak için hile etti. Eğer sözüne kanıp dursaydınız, ümmetiniz son demlerine kadar onun hilesinden kurtulamazdı. Çoğunu bastırıp üstün gelirdi.

O taze yiğit ise: İslam dini idi,durdunuz. Sizden sonra ümmetiniz, tüm düşmanların
mekrinden emin olarak,İslam dininde sabit kalacaklardır.

Sizin hatırınıza şöyle geldi:
-Gece sahraya çıkan ümmetime cin taifesi zarar vermek isterse,halleri nice olur? Acaba,benden sonra ümmetimin hali nice olur? Gibi fikirler geldi. Gaybı ve şehadeti gizliyi ve saklıyı bilen Yüce Allah,o ifriti gösterdi. Ondan kurtuluş çaresini öğretti. Ve sizden sonra, dininize hiç bir din üstün gelmeyecektir. Dininiz cümle dinlere galip olacaktır. Yahudi ve Nasara ümmetinizin kahrı altında kalacaktır. Ümmetin, şeriatına göre amel edecektir. Şeytanın mekrinden ahir ömürlerinde emin olacaklardır; Selamet bulacaklardır. Ümmetin İslam dini üzerine kıyamete kadar sabit kalacaktır.
-İşte gördüklerinde bütün bu manalara Allah-u Teala işaret etti. Sizi ayıktırıp, endişe ve efkardan halas eyledi. Bütün bunları Cebrail bana anlattı.
 

-Bundan sonra, hurma ağaçları çok olan bir yere vardık.
Cebrail bana:
-İn, burada namaz kıl. dedi.
indim; orada namaz kıldım.

Cebrail bana sordu:
-Bu namaz kıldığın yeri bilir misin?
-Bilmem. deyince

şöyle söyledi:
Burası,Tayyibe’dir. (Tayibe, Medine-i Münevvere isimlerindendir.) Yakında siz, buraya hicret edeceksiniz.
Bundan sonra, beyaz bir yere geldik.

Cebrail yine:
-İn, burada namaz kıl. dedi. İndim, burada da namaz kıldım.

Cebrail bana sordu:
-Nerede namaz kıldığını biliyor musun?
-Bilmiyorum? deyince

şöyle anlattı:
-Burası, Medyen de Musa a.s ın ağacının altıdır.

devamla şöyle anlattı:
-Musa'yı, Firavun öldürmek istediği zaman, kaçtı; Medyen'e geldi.Medyen'in dışındaki bir sudan, çobanların koyunlarını suladığını gördü.Yine gördü ki: İki kız,o çobanlardan uzak bir yerde duruyorlar; koyunlarını sulamak için o çobanların gitmesini bekliyorlar. Musa, o kızların haline acıdı. Yanlarına vardı;hallerini sordu;durumu öğrendi. Bundan sonra, kendi yorgunluğuna bakmadan,
içinden:
-Bu işte büyük bir ecir vardır.
Diyerek o kızların koyunlarını suladı.. sonra, bir ağaç altına gelerek ibadet eyledi. İşte bu ağaç o ağaçtır.Ki:Onun altında namaz kıldın.

Burayı geçtikten sonra,başka bir yere geldik.
Cebrail şöyle dedi:
-İn burada namaz kıl
İnip namazı kıldıktan sonra

Cebrail,sordu:
-Bu namaz kıldığın yer neresidir? Biliyor musun?
-Bilmiyorum. Deyince

Şöyle anlattı:
-Burası Tur-i Sina’dır. Yüce Hakkın,Musa’yı kelam ve münacaat nimetine erdirip şereflendirdiği yerdir.

Sonra,bir başka yere vardık; burada bir köşk gördüm.
Yine Cebrail bana:
-Burada in.Namaz kıl. Burası, İsa a.s' ın doğduğu köydür.Dedi.
İndim namaz kıldım. Burada bir cemaat gördüm;ekin ekiyorlardı.Ektikleri anda,bir tanesinden yedi yüz tane hasıl oluyordu.
-Bunlar kimlerdir? Diye sorunca

Cebrail şöyle anlattı:
-Bunlar, Allah yolunda mallarını harcayan ümmetlerindir.

Bir başka cemaat daha gördüm: Melekler onların başını taşla eziyordu; yine yerine geliyordu.Yine eziyorlardı. Tekrar o ezilen başlar bütün oluyordu.O kimseler bu şekilde azap olunuyorlardı.
-Bunlar kimlerdir? Diye sorunca

Cebrail şöyle anlattı:
-Bunlar, senin ümmetinden namazı terk edenlerdir. Bir de rukudan kalkarken, secdeden kalkarken; Başlarını tam doğrultmayıp ruku ve secdeleri birbirine karıştırarak namazı düzensiz tertipsiz kılanlardır.

Bu arada bir cemaat daha gördüm; aç ve çıplak halde idiler. Çevrelerinde ateşden otlar bitmişti.Melekler onları hayvan güder gibi, o ateşden otları yemeye sürüyorlardı.
-Bunlar kimlerdir? Diye sordum.

Cebrail şöyle anlattı:
-Bunlar, ümmetinden mallarının zekatını,vermeyenlerdir.Fakirlere, zaiflere, çaresizlere, yetimlere,dul kadınlara merhamet etmeyenlerdir.

Bir cemaat daha gördüm: Yanlarında nefisten daha nefis yemekler duruyordu. Bir taraf larında da kokmuş, murdar olmuş et duruyordu. Ama o enfes yemeklerden yemiyor. Hatta dönüp bakmıyor, o kokmuş murdar etten yiyorlardı.
-Bunlar kimlerdir? Diye sorunca

Cebrail şöyle anlattı:
-Bunlar erkek ve dişi ümmetlerindir. Yanlarında helalinden kadını dururken,haram olan zina ve benzeri günahları irtikap edenlerdir.

Bundan sonra bazı adamlar gördüm; odun yığmışlardı. O odunları kaldırmak istiyorlar ama kaldıramıyorlardı. Tekrar üzerine odun getirip koyuyorlardı, kaldırmak istiyorlardı. Ama kaldırmaya güçleri yetmiyordu. Tekrar üzerine odun koyuyorlardı ve böylelikle odunları artırmaya gayret edip çalışıyorlardı.
-Bunlar kimlerdir? Diye sordum

Cebrail şöyle anlattı:
-Bunlar, senin ümmetin içinde dünyaya düşkün olanlardır.Mallarını yiyip bitirmeye güçleri yetmezken kanaat etmeyip çokça yığmaya çalışırlar.Dünyaya ve dünya malına muhabbet edip artırmak için gayretle çalışıyorlar.

Bundan sonra, koca bir taş gördüm. Küçük bir deliği vardı. O delikten bir yılan çıktı,büyüdü,döndü,yine o deliğe girmek istedi.O deliğe sığmadı, şaşkın şaşkın taşın çevresinde dönmeye başladı.
Bu nedir? Dediğim zaman

Cebrail şöyle anlattı:
-O taş, ümmetinin gövdelerine misaldir. O küçük delik ise, ağızlarıdır. O yılan ise: yalan, fuhuş, haram ve gıybet olarak söyledikleri kelamlarıdır. Ağızlarından çıktıktan sonra, o kelamları yutmak mümkün olmaz. Hatta, o kelamlarından dolayı, dünya ve ahirette ceza görür,azar işitir, hesaba çekilirler.

Ümmetine söyle:ağızlarına kötü söz,haram ve dil afeti sözlerden tamamen korusunlar. Böyle etsinler ki, selamet bulsunlar.
 

Bundan sonra, bir şahıs gördüm; kuyudan su çekiyordu. Zahmetlerle kovayı kuyunun
ağzına getirdiği zaman içinde hiç su bulamıyordu. Zahmetten başka eline bir şey geçmiyordu.Bunun durumunu da sordum.

Cebrail şöyle anlattı:
-Amellerini, Allah için halis etmeyip riyakarlık edenlerdir. Dünya da zahmet çekip, amel işlerler ama riya ile. Ahirette, bu amellerinden ötürü kendilerine hiç bir sevap verilmez. Hatta azaba uğrarlar.

Bunlardan başka, bir kavim daha gördüm; sırtlarında çokça yükleri vardı. Üzerlerindeki yükü dahi taşımaya güçleri olmadığı halde; Halka:
-Üzerimize yük vurun. Diye teklif ediyorlardı.
-Bunlar kimlerdir? Diyerek sordum.

Cebrail,şöyle anlattı:
-Bunlar, insanların bıraktığı emanete hıyanet edenlerdir. Boyunlarında bu kadar yük varken, durmadan zulüm yollu halktan alınacak mal talep ederler.

Bundan başka bir kavim daha gördüm; dudakları ve dilleri uzayıp sarkmıştı. Onların uzayıp sarkan dillerini ve dudaklarını, melekler ateşten makaslarla kesiyorlardı. Kesildikçe, onların dilleri ve dudakları yine uzuyor, sarkıyordu. Melekler de yine önceki gibi ateşten makaslarla kesiyordu.
-Bunlar kimlerdir? Diye sordum.

Cebrail,şöyle anlattı:
-Bunlar, ümmetin içinden çıkıp insanları beylere ve padişahlara gammazlayan kimselerdir.
Yalanlarını tasdik ettirip onları yapacakları zulümden almak şöyle dursun, bu yolda mudahene edenlerdir.

Bir cemaat daha gördüm, melekler, bunların etlerini kesiyor; kendilerine veriyor ve;
-Yiyin.. diye emrediyorlardı. Onlar iğrenip yemek istemedikçe melekler onları
dövüyor ve zorla
-Yiyin… deyip yediriyorlardı.
-Bunlar kimlerdir ? Diye sordum.

Cebrail, şöyle anlattı:
-Bunlar, ümmetin içinde insanların gıybetini edenlerdir.

Bundan sonra, bir kavim gördüm; yüzleri siyah, gözleri mavi idi, alt dudakları ayaklarına inmişti, üst dudakları da alınlarına bitişmişti. Ağızlarından kan ve irin akıyordu. Bir ellerinde ateşten şişe var, bir ellerinde de ateşten kadeh.. Ağızlarından akan kan ve irin şişe içine girip kaynıyor.
Melekler de onlara:
-İçin.. Diye zorluyordu. Kadehleri doldurup içmek istedikleri zaman,onun kaynar şiddetinden, murdar kokusunun kötülüğünden, dayanamayıp hımar (eşşek) gibi bağırıyorlardı. O melekler ise, onları dövüyor, zorluyor ve içiriyorlardı.
-Bunlar kimlerdir? diye sordum.

Cebrail, şöyle anlattı:
-Bunlar, şarap içenlerdir.

Bunlardan başka, bir kavim daha gördüm; dilleri enselerinden çıkmış, suretleri domuz suretini almıştı. Altlarından ve üstlerinden onları azap sarmıştı.
-Bunlar kimlerdir? diye sordum.

Cebrail, şöyle anlattı:
-Bunlar, ümmetinden yalan yere şahitlik edenlerdir.Hakkı iptal edip Allah'ın kullarına zulmedenlerdir.

Bunlardan başka, bir güruh gördüm. Karınları şişip aşağı sarkmıştı. Ellerine ve ayaklarına köstek vurmuşlardı. Ayağa kalkmak istedikleri zaman, karınlarının büyüklüğünden kalkamıyor, yere yıkılıyorlardı.
-Bunlar kimlerdir ? Diye sordum.

Cebrail, şöyle anlattı:
-Bunlar, faiz alanlar ve insanların mallarını zulüm yollu yiyenlerdir.Yani ümmetin arasında.
 

-Bundan sonra, bir kısım kadınlara rastladım. Bunların yüzleri kara olmuş; vücutlarına ateşten elbiseler giydirmişlerdi. Ateşten topuzlarla melekler onlara vuruyorlardı, köpekler gibide uluyorlardı.
-Bunların kimler olduğunu sordum.

Cebrail, şöyle anlattı:
-Bunlar, öyle kadınlardır ki; zina eder ve kocalarına eza ve cefa ederler.

Bunlardan başka, bir takım kimseleri gördüm ki, bunları ateşten bıçaklarla boğazlıyorlardı. Tekrar diriliyorlar, tekrar boğazlıyorlardı. Daima böyle bir azap ediliyorlardı.
-Bunlar kimlerdir? Diye sordum.

Cebrail, şöyle anlattı:
-Bunlar, ümmetinden haksız yere adam öldürenlerdir.

Bunlardan başka, bir zümre daha gördüm ki; havada asılı duruyorlardı. Kulaklarından,burunlarından ve ağızlarından ateşler çıkıyordu. Her birine şiddetli sert iki melek verilmişti. Her meleğin elinde yetmiş budaklı ateşten sopa vardı. Bu sopa ile daima ve hiç durmadan o taifeye azap ediyorlardı.

Şu manalı tesbihi okuyorlardı:
-Kadir muktedir Allah Sübhandır. Düşmanlarından intikam alan Allah Sübhandır. Yüce Sultan Allah Sübhandır.
-Bunlar kimlerdir? Diye sordum.

Cebrail, şöyle anlattı:
-Bunlar, dilleri ile iman izhar edip kalpleri küfür ve nifak dolu olan münafıklardır.

Bundan sonra, bir bölük kavme rastladım. Gördüm ki, bu taife ateşten bir vadide Hapis olmuşlar; ateş bunları yakıyor ama tekrar tazeleniyorlar; yani: vücutları yerine geliyor, yine ateş yakıyor, böylece azap olunuyorlar.
-Bunlar kimlerdir? diye sordum.

Cebrail, şöyle anlattı:
-Bunlar, analarına, babalarına itaat ve tazim etmeyip asi ve karşı gelen kimselerdir.

Bundan sonra, bir bölük kavme daha rastladım. Bunlar, göğüsleri üzerine ateşten tabaklar koymuşlar; meleklerde onlara sopalarla vurup azap ediyorlar.
-Bunlar kimlerdir? Diye sordum.

Cebrail, şöyle anlattı:
-Bunlar, ümmetinden saz çalıp, halka name söyleyip, mütriplik edenlerdir.

Bundan sonra, korkunç bir gürültü işittim.
-Bu gürültü nedir? Diye sordum.

Cebrail bana şöyle anlattı:
-Cehennem'in kenarından bir taş içine düştü. Üç bin yıldır, aşağı doğru gidiyordu; şimdi dibine vardı. Onun gürültüsü.
 

Bundan sonra, bir başka vadiye vardım, buradan kötü kokular ve sevimsiz sesler geliyordu.
-Bu ne kokudur? Dedim.

Cebrail, şöyle anlattı:
-Cehennemin kokusudur, hele dinle ne söylüyor.
Dinledim,

Cehennem şöyle diyordu:
-Ey benim Rabbim, bana söz verdiğin kullarını gönder. Benim zincirlerim dikenlerim,bukağılarım, zakkumlarım, kızgın sularım, irinlerim ve daha başka azaplarım; ayrıca yılanlarım ve akreplerim gayet çoğaldı, derinliğim gayet derin oldu, artık bana vaat ettiğin kullarını gönder, türlü azaplarla onlara azap edeyim.
O’ nun bu dileğine karşılık,

Yüce Hak şöyle buyurdu:
-Ey cehennem, bu işleri sana bırakacağım, bana şirk koşan herkesi, Beni ve Peygamberimi inkar eden kafirleri, habis olanların her erkek ve dişisini, zalim olup, kıyamete iman etmeyenleri sana atacağım.
Yüce Hakk'ın, bu vadine cehennem razı oldu ve

Şöyle dedi:
-Razı oldum Ya Rabbi.
 

Bundan sonra, bir vadiye vardım. Burnuma güzel kokular geldi.
-Bu güzel kokular nedir? Diye sordum.

Cebrail, bana şöyle anlattı:
-Burada, Firavun'un karısını keseleyen kadının ve kızlarının kabri vardır. Buraya cennet yemişleri gelmiştir. Bu güzel koku o cennet yemişlerinin kokusudur.

Bu keseci kadının hikayesi şöyledir:
-O keseci kadın, Musa a.s.’a gizlice iman getirmişti. İmanını daima gizler, hiç duyurmazdı.
Her zaman olduğu gibi bir gün Firavun'un kızının saçlarını altın tarakla tarıyordu. Tarak elinden düştü; eğilip alırken yavaşça Bismillah (Allah’ın adıyla) diyerek tarağı aldı. Ama ağzından çıkan bu ses açıktan çıktı ve ne dediği belli oldu.

Firavun'un kızı onun ne dediğini işitince ;
-Allah... diye andığın, babam mıdır?
Ama, o keseci kadın artık imanını gizlemeden

Şöyle anlattı:
-O andığım şanı Yüce Allah’ tır. Benim, senin ve babanın Rabbi ve Halıkı dır. Öyle yüce Hak'dır ki, nimeti her yana yaygındır; Ondan başka ilah yoktur.
O nun böyle demesine karşılık,

Firavun'un kızı şöyle dedi :
-Senin, babamdan başka Rabbin var mıdır?

Keseci kadın şöyle anlattı:
-Senin baban mahluktur.Benim Rabbim, senin babanı ve cümle mahlukatı yaratan tek yaratıcıdır. Daima varlıktır, Evveli ve Ahiri yoktur.

Kız şöyle dedi:
-Şimdi babama haber vereyim mi ki, sana ceza versin? Korkmuyor musun?

Keseci kadın kızın bu sözüne karşı şöyle dedi:
-Haber ver, ne yapmaya gücü yetiyorsa yapsın.
Bundan sonra kız gelip babasına haber verdi.

Firavun o keseci kadını getirtip şöyle sordu:
-Senin, benden başka rabbin var mıdır?

Keseci kadın, şu cevabı verdi :
-Evet vardır. Seni yaratan ve sana bunca nimetleri veren Alemlerin Rabbidir!

Firavun, keseci kadına öfkelendi ve şöyle dedi:
-Tez bana secde et.
-Ve bana: Rabbim’sın. de…Yoksa seni, şimdi şiddetli azap ile azaba sokar ve helak ederim.

Keseci kadın Firavun’un o sözüne karşılık şöyle dedi:
-Ne türlü azab etmek istersen et. Senin azabın dünya azabıdır. Ölür, kurtulurum. Rabbimin
nimetine ve lütfu keremine mahzar olurum. Ben hak dinimden dönmem. Bin canım olsa dahi, hepsini dinim yolunda feda ederim.

Bundan sonra, Firavun o kadının kocasını ve çocuklarını getirtti; tekrar tekrar zorladı ve
Şöyle dedi:
-Dininizden dönün yoksa hepinizi öldürürüm.
Daha başka tehditlerde savurdu; korkutmaya çalıştı. Ama o keseci kadın ve kocası hiç korkmadılar..

Şöyle dediler:
-Biz, dinimizde sabit kalacağız. Sen, ne çeşit azap etmek istersen et.

Bundan sonra Firavun, bir büyük kazanın içine su doldurttu. Altına da ateş yaktırdı. Su şiddetli kaynamaya başladı. Emir verdi. Keseci kadının ve kocasının çocuklarını ellerini ve ayaklarını bağlattı..

Sonra onlara hitaben şöyle dedi:
-Şimdi bana tapın. Yoksa cümlenizi kazanın içine atar, öldürürüm.

Şu cevabı verdiler:
-Bildiğinden geri kalma, hemen kazanın içine at.

Firavun emir verdi; önce kocasını o kaynar kazanın içine attılar; haşlanıp öldü. Bundan sonra, çocuklarını peş peşe kazana attırıp öldürdü. Kadının yeni doğan bir çocuğu vardı; en sona onu bıraktı, çocuğunu getirtti ve

Kadına şöyle dedi:
-Bana tapacak mısın? Yoksa bunu da atayım mı?

Keseci kadın bunun üzerine bir ah çekti, içinden şöyle geçirdi:
-Kalbimde imanımı gizleyeyim. Firavunu dil ucu ile aldatayım. Yeter ki, bu masum kurtulsun.

İşte bu anda, Vahid Ferd, Samed Yüce Hak o çocuğa konuşma ihsan
eyledi; söylemeye başladı.

Bu şekilde sabi iken konuşan on bir çocuk vardır; onların biride budur.

Şöyle konuştu:
-Anacığım; sabret, bırak beni de ateşe atsınlar. Bizim için cennet hazırlandı. Çünkü, sen hak üzeresin; Firavun da batıl üzeredir.
Bir nefes sabret; bu fani alemden halas olur; ebedi nimete ve sonsuz zevke vasıl oluruz.

Firavun o çocuğun söylediğini işitince:
-Tez kazana atın, dedi. O masumu da kazana attırdı.

Bunun üzerine o keseci kadın, Firavun’a hitaben şöyle dedi:
-Bunca zamandır kızının saçlarını tararım. Sende hakkım vardır; bunun için senden bir dilekte bulunacağım, kabul eyle.

Firavun sordu:
-Ne istersin?

Keseci kadın şöyle anlattı:
-Acele olarak beni de kazana atın, daha sonra bir çukur açın. Beni ve çocuklarım hepimizi o çukura doldurun; üzerimizi toprakla örtün.Bizi,birbirimizden ayırma.

Keseci kadının bu dileğini Firavun kabul edip, onu da kazana attırdı.

Sonra; bir çukur kazdırdı, hepsini o çukura doldurdu.

Daha toprakları üzerine tamamen örtülmeden, Gani, Kerim, Rahman ve Rahim olan Yüce Allah ki,onun nimeti her şeye şamildir ve kendisinden başka ilah yoktur; Cennetten tabaklar içinde türlü yemişler ve hediyeler gönderdi. Rahmet çeşidi ile onları lütfuna mahzar eyledi. İşte bu güzel kokular o yemişlerin kokularıdır.
 

Bundan sonra, bir vadiye vardım; Orada latif rüzgar esiyor ve güzel kokular geliyordu.
Gayet tatlı sesler duyuluyordu.

sordum:
-Bu sesler, neyin sesidir ve ne söylüyorlar? Bu latif rüzgar ve güzel kokular neyin kokusudur?

Cebrail, şöyle anlattı:
-Cennetin rüzgarı ve kokusudur. Hele dinleyin; neler söylüyor, anlarsınız.
Dinledim.

Cennet şöyle diyordu:
-Ey Benim Rabbim, bana vaat ettiğin kullarını gönder. Köşklerim, kalın ve ince dibalarım, ipeklilerim ve döşemelerim, incilerim, cevherlerim, altınlarım, gümüşlerim, misklerim anberlerim, yaygılarım, ibriklerim, kaselerim ve çeşit çeşit yemişlerim, bal, süt, şarap, su ırmaklarım, huri, gılman, vildanlarım ve hesaba gelmeyen nimetlerim gayet çoğaldı. Vaad alan kullarını gönder ki, türlü nimetlerinle nimetlendirip ikramınla ikram edeyim. Türlü türlü lütuflarınla muazzez ve muhterem edeyim.

Cennetin bu dileğine karşılık, Yüce Hakk'ın şu güzel hitabı geldi:
-Ey Cennet, istediklerini sana göndereceğim. Bana iman getirip tevhit eden, Resullerime inanıp tasdik eden, yararlı amel işleyip bana şirk koşmayan, erkek ve kadınları sana göndereceğim. Her kim benden ve azabımdan korkarsa, gerçekten ben onu azabımdan emin ederim. Her kim, muradını, maksudunu, hacetini bana tazarru ve niyazla açarsa …onun hacetini kabul ederim; muradını ve maksudunu kabul ederim. Her kim bana borç verirse..(borçtan murad:Allah rızası için fakirlere, çaresizlere ve muhtaçlara verilen sadakalar ve Hak yolunda hayır için harcanan mal dır) ona kat kat mukafat veririm. Her kim işlerini bana bırakır; cümle işlerini bana ısmarlayıp tevekkül ederse; onun bütün işlerine yeterim. Allah, ancak benim: benden başka İlah yoktur. Ben, cümle vadimi yerine getiririm.Vaadimden dönmek olmaz. Gerçek şu ki: bütün müminler felah bulmuşlardır. Yaratıcı olarak en güzel Allah’ ın şanı pek yücedir. Bu güzel hitap üzerine

Cennet şöyle dedi:
-Razı oldum Yarabbi.
 

Bundan sonra,Beyt-i Makdis'e gittik. Gördüm ki, semadan melekler nazil olmuşlar. Onlar beni karşıladılar ve izzet sahibi Rabbim’ den bana türlü türlü ikram ve nice nice nimetlerin müjdesini verdiler.

Beni şöyle diyerek selamladılar:
Selam sana ey evvel, selam sana ey ahir, selam sana ey haşir..
Bu deyişle bana saygı duydular.

Cebrail’e dedim ki:
-Bu melekler’in bana yaptığı saygı selam ne biçim bir saygıdır?
Evvel, Ahir, Haşir Alemlerin Rabbi olan Allah’tır.

Cebrail, şöyle anlattı:
-Ya Resulüllah, kıyamet günü herkesten evvel sizin ve ümmetinizin kabri yarılacaktır.
Bu manada size:
-Ey Haşir, dediler.

O gün, en evvel siz şefaat edeceksiniz; en evvel makbul olacak şefaatte sizin şefaatınızdır.
Bu manada size:
-Ey Evvel, dediler.

Dünya aleminde, siz cümle peygamberlerin ahirisiniz, ümmetiniz de cümle ümmetlerin ahiridir.
Bu manada size:
-Ey Ahir, dediler.

Sonra …
Melekleri geçip, Mescid-i Aksa'nın kapısına geldim. Burak'tan indim; Cebrail, Burak'ı oradaki bir halkaya bağladı. Nebiler ve Resuller, bineklerini o halkaya bağlarlardı.
Nebiler ve Resuller, beni karşılayıp tazim ve tekrimde bulundular.
-Onları gayet muazzam, mübeccel ve münevver gördüm.

Cebrail'e onların kim olduklarını sordum.
-Kardeşlerin, babaların nebiler ve resullerdir. Onlara selam ver. Onlara selam verdim; birlikte Mescid-i Aksa'ya girdik. Kamet okundu.

Kendi kendime:
-Acaba kim imam olacak? diye gözlerken, Cebrail elimden tuttu.

Sonra şöyle dedi:
-Siz öne geçin, imam olun. Çünki; en faziletli ve en keremli sizsiniz.
Bende öne geçtim, cümle nebilere ve resullere imam oldum, iki rekat namaz kıldım.

Namazdan sonra arkamı mihraba,yüzümü de enbiya ya döndürdüm,onlarla konuştum.Her Peygamber, kendisine ihsan olunan Rabbani nimetler dolayısı ile Yüce Rabba sena etti. Ben de, Yüce Hakk'ın ihsanı,keremi olan üstün nimetlerinden, güzel lütuflarından ötürü Rabbime sena ettim.

İbrahim (a.s.) sena edip şöyle dedi:
-Hamd-ü sena o yüceler yücesi ulu Allah'a ki, beni halil eyledi,bana büyük mülk verdi.

Musa (a.s.) sena edip şöyle dedi:
-Hamd-ü sena o yüceler yücesi ulu Allah'a ki, vasıtasız benimle konuştu. Benim elimle Firavun'u ve hempalarını suda boğdurdu. İsrailoğullarına necat ihsan eyledi.Benim ümmetimden bir kavim kıldı ki,bunlar Hakk'a hidayet olunur,hakla adalet ederler ve Yüce Hakk'ın rızası için amel işlerler.

Davud (a.s.) sena edip şöyle dedi:
-Hamd-ü sena o Yüce Hakk'ın zatına ki,büyük bir mülkle beni melik eyledi. Bana Zebur kitabını ihsan eyledi. Demiri elimde mum kadar yumuşak eyledi. Dağları ve kuşları bana müsahhar etti. Onlar, benimle tesbih okurlardı. Bana şeriat ilmi,güzel konuşmak ihsan ve ita eyledi.

Davud (a.s.) oğlu Süleyman (a.s.) sena edip şöyle dedi:
-Hamd-ü sena o Kadir Kayyum Allah'a ki,bana rüzgarları müsahhar eyledi. Cinni ve şeytanları müsahhar eyledi,dilediğimi yaptırdım. Bana kuşların ve hayvanların dillerini bildirdi. Nice kulları üzerine beni faziletli kıldı.Bana öyle büyük bir mülk verdi ki,benden başkası öyle mülke sahip ve nail olmadı,olamaz.

İsa (a.s.) sena edip şöyle dedi:
-Hamd-ü sena o Yüce Yaratıcıya ki, Adem'i topraktan yarattığı gibi, beni de babasız ve maddesiz
-KÜN (OL)
Emri ile yarattı.Bana Tevrat'ın ve İncil'in ilmini ve şeriatın ilmini öğretti.Benim duamla, gözsüzlere göz ve hastalara şifa ihsan eyledi,ölüleri diriltti.Beni ve anamı lain şeytanın mekrinden emin kıldı. Beni diri olarak semaya çıkardı.

Bundan sonra, onlara şöyle dedim:
-Hepiniz, Alemlerin Rabbine sena ettiniz. Bende sena edeyim.

Ve... Başladım:
-Hamd-ü sena o Gafur,Rahim,Gani,Kerim,Celal ve İkram sahibi zata ki; beni alemlere rahmet, bütün insanları sevindiren ve çekindiren resul olarak gönderdi. Bana öyle bir kitap gönderdi ki,onun içinde her şeyin beyanı vardır. Benim ümmetimi cümle ümmetlerden hayırlı kıldı. Benim ümmetimi orta ümmet eyledi. Benim sinemi yardı, benden günahı kaldırdı. Benim zikrimi yüce kıldı. Beni cümle yaratılmışların FATİH 'i ve cümle nebilerin SONUNCUSU eyledi.

Bu senamdan sonra, İbrahim (a.s.) şöyle dedi:
-Bu FATİH'lik ve SONUNCU olmakla cümle nebiler üzerine faziletli kılındınız.
 

Namazı bitirdikten sonra, sırrıma hitap, derunuma ilham olundu:
Şimdi dua vaktidir; ümmetine dua et.
Diye.. bunun üzerine, yüce dergaha el açıp tazarru ve niyaza başladım. Zaif ümmetimin necat ve selametleri af ve mağfiret olunmaları için dua ettim. Cehennem ateşinden halas olmalarını talep ettim. Orada bulunan bütün nebiler, resüller ve hazır olan mukarrep melekler de duama:
-Amin!. Dediler.

Tam bu anda kalbime şöyle bir nida geldi:
-Ey Habibim, oturduğun yer, Mescid-i Aksa; gecen Mi'rac Gecesi, dua eden senin gibi şanlı peygamber ve Allah’ın sevgilisi; duana:
-Amin..diyenlerde,bütün nebiler, resüller, mukarreb melekler..

Dua ettiğin zat ise; merhametliler merhametlisi, keremliler keremlisi, cümleyi hidayet nuruna erdiren celal ve ikram sahibi Allah’ tır. Dualar makbul olacağına, ümmetinin günahları bağışlanacağına ve azaptan necat bulacaklarına şüphe yoktur. İzzetime, Celalime yemin ederim ki, onlara rahmetimi ihsan eyledim. Cemalimi müşahede ile müşerref olmayı onlara hil'at eyledim.

Allah’ım, son nefesimizi imanla kapa. Seni görmeyi bize nasip eyle. Ya Rahim, Ya Rahman, Peygamberin Muhammed (s.a.v.) hürmetine Amin. Ya Hannan, Ya Mennan..
 

Bundan sonra, Cebrail, dışarı çıktı. (döndüğü zaman) elinde üç kase vardı.
Bunların birinde süt, birinde şarap, diğerinde de su vardı.
Onları bana sundu:
-Bunlardan birini seçip için. deyince,

Ben, sütü alıp içtim ama dibinde biraz kaldı. Cebrail'e kaseyi verdiğim zaman,

Bana şöyle dedi:
-İslam fıtratını seçtin.

Sonra hatiften bana bir seda geldi:
-Ya Muhammed, kasedeki sütü tamamen içseydin; ümmetinden hiç kimse cehennem'e girmeyecekti.

Bunun üzerine, Cebrail'e şöyle dedim:
-O kaseyi bana ver, içinde kalan sütü içip bitireyim.

Cebrail şöyle dedi:
-Ezelde takdir olunup, Umm'ül-Kitab'a yazılan yerini bulur ve buldu. Ya Resulüllah.
 

Bundan sonra, Cebrail, elimden tuttu; beni dışarı çıkardı.
Çıkar çıkmaz bir merdiven gördüm. Bir ucu sahra da, bir ucu da semaya ulaşmış bitişmişti. Bir tarafının direği kırmızı yakuttan, bir tarafının direği de yeşil zümrüttendi. Ortasındaki basamakların biri altından, biri gümüşten, biri inciden ve her basamağı bir başka cevherdendi. Türlü türlü süsler ve bezeklerle bezenmiş beş yüz basamaktı. Gayet de güzeldi. Ondan güzel bir şey görmedim.

O merdiven, meleklerin yoluydu.Semadan yere ve yerden semaya inip çıkan melekler; o merdivenden inip çıkarlardı. Ölüm meleği Azrail ruhları almak için, o merdivenden teşrif ederlerdi.Ademoğullarının ruhları da oradan çıkar Mü'min kulun ölümü yaklaştığı zaman, Yüce Hak, o merdiveni gösterir, Azrail'in indiğini görür. O merdiveni seyre dalar, sekerat-ı mevti artık duymaz.
 

Cebrail, beni kanadı üzerine aldı, sağımdan ve solumdan melekler beni sardı o merdivenden semaya doğru çıktık.

Bu hususta gelen bir rivayet şöyledir:
-Resulüllah Efendimiz, mi'rac için orada bulunan bir taşa bastı. O taş, Resulüllah Efendimizin mübarek ayağı altında pamuk gibi yumuşadı. Halen, Resulüllah Efendimizin ayak izi o taşın üzerinde mevcuttur. Resulüllah Efendimiz, mübarek ayağını o taşın üzerinden kaldırmak istediği zaman Allah'ın izni ile o taş Resulüllah Efendimizi yukarı kaldırdı. Bu sırada, merdivenin basamağı da eğildi, taşla beraber oldu. Resulüllah Efendimiz, ayağını taştan alıp merdivene bastı ve:
-Dur ey taş,
Buyurdu, bastığı basamak Resulüllah Efendimizi alıp yerine yükseldi. Sonra öbür basamak eğilip geldi. Resulüllah Efendimizi alıp yerine yükseldi. Sonra onun üstündeki basamak eğilip geldi; Resulüllah Efendimizi alıp yerine yükseldi. Taa, semaya varıncaya kadar, Resulüllah Efendimiz bu şekilde yükseldi.

Cennet-i aliyatın köşk ve saraylarının derece halleri bu basamaklardaki durum gibidir.
O taş, Resulüllah Efendimizin:
-Dur .
Emri-i şerifine itaat ederek öylece boşlukta kaldı. Şu anda dahi, o taş öylece boşlukta durur. Onu görüp ibret almak gerekir.
 

-O merdivenin başında ulu bir melek gördüm; o melek iki elini açacak olsa, yedi kat yer ve yedi kat gök iki eli arasında mahvolur.O melek bana, selam verdi, sevgi gösterdi.

Sonra şöyle dedi:
-Ya Resulüllah, Adem'den yirmi beş bin sene evvel yaratıldım. O zamandan beri sizi istikbal için, tam bir sevgi ve daima size salavat ile meşgul olarak bu makama gelmenizi bekliyorum. Allah'a hamd olsun, bu devlete bu gece erdim.

-O melekten ayrıldıktan sonra, bir derya ya vasıl oldum. O derya nın, iki yüz sene yolluk kalınlığı vardı. O derya Allah'ın kudreti ile asılı duruyor, bir damla su damlamıyordu. Kara da ve Deniz de ne kadar mahluk varsa, o derya da mevcud idi. Gayette dalgalı idi.

Derler ki:
Güneş'e bakıldığı zaman, görünen titreşimler, o denizin dalgalarındandır.

-Bundan sonra, yel hazinesine eriştim. Yelin yetmiş bin muhkem zinciri vardı,pekçe bağlanmıştı. Yetmiş bin melek, onu tutup zaptediyorlardı.

-Bundan sonra, dünya semasına eriştim. Onu, Allah'ü Teala yeşil zümrütten yaratmıştı.

Peygamber Efendimiz, bundan sonra, semalara ulaşmasını anlatıyor.
 

BİRİNCİ SEMA
Resulüllah Efendimiz, şöyle buyurdu:
-Birinci sema ya eriştim.

Cebrail, birinci sema'nın kapısını vurup :
-Aç
Diye seslendi.

O kapının adına:
-Bab-ı Hıfz (Koruma Kapısı) derler.
Kızıl yakuttan bir kapıdır, o kapının kilidi incidendir,
içeriden o kapının bakıcısı olan
İsmail; öyle bir ses çıkardı ki, öylesini hiç işitmedim.
-Bağırıp da:
-Aç diyen kimdir? dedi.

Cebrail, ona cevap olarak:
-Cebrail'im. deyince
Bu sefer:
-Ya yanındaki kimdir? diye sordu.

Cebrail:
-Muhammed' dir. deyince
Tekrar sordu:
-Ona peygamberlik verildi mi?
Onun sorusuna da,
Cebrail :
-Evet, ona peygamberlik verildi. deyince

İsmail, tekrar sordu:
-Buraya gelmesi için, talep ve davet olundu mu?
onun bu sorusuna da,
Cebrail, şöyle cevap verdi:
-Evet, davet olundu.
Bundan sonra, İsmail şöyle dedi :
-Merhaba hoş geldin ne güzel bir gelici geldi.

Ve.. kapıyı açtı.
Bu semadan içeri girdiğim zaman,İsmail'i bir heybet içinde buldum. Nurdan bir kürsi üzerine oturmuştu.önünde, sağında, solunda ve ardında kendisini yüz bin melek sarmış duruyordu. Her meleğin de ayrıca yüz bin tane askeri vardı.

İsmail ve beraberinde olanlar şu tesbihi okuyorlardı:
''-Pek Yüce Sultan Zatı, noksan sıfatlardan tenzih ederim. Hiç bir şey, kendisinin benzeri olmayan Zatı, noksan sıfatlardan tenzih ederim.''

Ona selam verdim; selamımı aldı ve bana tazim eyledi. Bundan sonra, bir bölük melaike gördüm. Hepsi de, kıyamda huşu ile durmuşlardı.

Şu tesbihi okuyorlardı:
''-Noksan sıfatlardan tam manası ile temizdir. Mukaddes olmakta tam mukaddestir.Rabbimizdir. Meleklerin ve ruhun Rabbidir. ''

Cebrail'e sordum:
-Bu meleklerin ibadeti bu mudur?
Şöyle anlattı:
-Bunlar, yaratılalıberi böyledir. Kıyamete kadar da böyle kıyamda duracaklardır.
Yüce Hak'tan dile:
Bu ibadeti ümmetine nasip eylesin.

Dua ettim; Yüce Hak, o ibadeti ümmetime nasip eyledi. Namaz da bulunan kıyamınız odur.

Bundan başka, sudan ve rüzgar dan yaratılan melekler gördüm. Üzerlerine tevkil edilen meleğin adına:
-Raad. derler.
Bu melek, bulutlara ve yağmurlara müekkeldir.( yani: yağmuru yağdırmak ve bulutları o yana çevirmek bunun görevidir.)

Şu tesbihi okuyorlardı:
''-Mülkün ve melekütün sahibi Yüce Zat, tüm noksan sıfatlardan münezzehtir.''

Gök gürültüsü ve şimşek, o meleğin sesinden çıkar.
Dünya semasında hiç boş yer kalmamıştı.Her dört parmak yer de bir melek,alnını secdeye koymuş, Yüce Hakk'ı tesbih ve tehlil ediyordu.

Orada bir melek gördüm, insan suretinde idi. Belinden aşağısı ateş, yukarısı da kardı. Ateş kara yapışmıştı; aralarında hiç bir ayırıcı yoktu.. Böyle iken, ne ateş karı eritiyor, ne de kar ateşi söndürüyordu. O meleğin gözünden yaşlar akar, ağlar ve

Şu tesbihi okurdu:
''-Ey ateşle karın arasını bulan, mü'min kulların kalblerini de birleştir. Aralarında ülfet ihsan eyle.''

Cebrail'e sordum:
-Bu melek kimdir ve neden ağlar? diye.

Şöyle anlattı:
-Bu bir melektir. ismine:
-Habib derler.
Günah işleyen ümmetinizin günahları için ağlar; af ve mağfiret diler.
 

Bundan sonra, Adem a.s.’ı dünya da olduğu surette gördüm. Nurdan libaslar giymiş, nurdan taht üzerine oturmuştu.
Yüce Hak,ölenlerin ruhlarını ona arz ettiriyordu. O da mü'min kulların ruhunu gördüğü zaman sevinip şöyle diyor:
-Temiz bedenden temiz ruh.

Sonra, onun için af, mağfiret diler, dua ve rahmet dileği ile tazarru eder yalvarır.
Bundan sonra, melekler o ruhu alıp yüceler yücesine götürürler.

Nitekim Kur'an-ı Kerim de şöyle buyuruldu:
“Gerçek şu ki: iyilerin amel kitapları birliğindedir.”

Kafirlerin ve münafıkların ruhları ona arz olunduğu zaman, üzülür şöyle der:
-Habis bedenden habis ruh.
Beddua eder.Bundan sonra melekler o ruhu alıp siccine götürürler..

Nitekim Kur'an-ı Kerim de şöyle buyruldu:
-Gerçek onların sandığı gibi değil, kötülerin kitabı siccindedir.''

Cebrail'e sordum :
-Bu kimdir, diye.

Bana şöyle anlattı:
-Babanız Adem' dir. İleri var ona selam ver.
Ben de ileri varıp selam verdim. Selamımı tazimle aldı.
-Merhaba salih oğul, Salih nebi. Senin gibi bir oğlu bana hibe eden Allah'a hamd olsun.
böylece bana hoş geldin etti.

Onun bu övgüsüne karşılık şöyle dedim:
-Bana, senin gibi bir baba hibe eden Yüce Allah'a hamd olsun.

Bundan sonra,tekrar Adem (a.s.) sena etti:
-Allah'a hamd olsun.Sana bu şekilde büyük kerametlerle ikram eyledi. Seni neslimden getirdi. Yüce Hak,sana türlü nimetleri ve ikramlarını artırıp daim ve baki kılsın.

Onun bu hamdine ve senasına karşılık bende şöyle dedim:
-Celal ve İkram sahibi Allah'a hamd olsun. Seni kudreti ile topraktan yarattı. Ve seni melekleri omuzunda semaya taşıttı. Seni kıble edip bütün melekleri sana doğru secde ettirdi. Senin için,cenneti mübah eyledi.

Bunun üzerine,Adem (a.s.) şöyle dedi:
-Anlattığın nimetlerin ihsanı bana olsa dahi, yine sen, benden daha faziletlisin. Zira o kerametler ve nimetler sizin nurunuz alnımda bulunması hürmetine ve o latif nuruna izaz ikramdı.
Bundan sonra, bana çok şeyler söyledi..

En sonunda şöyle dedi:
-Benden itibaren, size nübüvvet gelinceye kadar, çocuklarımın binde biri cennet'e konuldu,dokuz yüz doksan dokuzu da cehennem'e girdi. Ne zaman ki, alemlere rahmet olarak resul gönderildiniz; senin ümmetinden binde biri cehennem'e girdi. Dokuz yüz doksan dokuzu cennet ikram olundu. Yüce Hak, ism-i şerifine eş kılıp henüz dünyaya gelmeden şerefini cümleye beyan edip açıkladı.

Adem (a.s.) şu tesbihi okuyordu:
''-Yüceler yücesi Zat Sübhan'dır. Bol gani Zat Sübhan'dır. Allah'a hamd olsun,noksan sıfatlardan münezzeh'tir. Allah'ü Teala Sübahan'dır, bağışlanmamı dilerim.''

Gördüm ki, Adem (a.s.) sağ yanında bir kapı var. Oradan güzel koku gelmektedir. Oraya bakar mesrur olur; güler, sol yanında bir kapı daha var. Buraya da bakıp mahsun olur; ağlar.

Cebrail'e sordum:
-Bu nasıl kapılardır?
Şöyle anlattı:
-Sağındaki kapı cennete açılır. Saidlerin ruhları oradan cennet'e gider. Sağ tarafına bakınca onları görüp şad olur. Solunda olan kapı cehennem'e açılır. Şakilerin ruhları oradan cehennem'e gider. Sol tarafına bakınca onları görüp mahzun olur.
 
Bu siteyi kullanmak için çerezler gereklidir. Siteyi kullanmaya devam etmek için onları kabul etmelisiniz. Daha Fazlasını Öğren.…