Kendine Saygı

Ultraviyole

Aktif Üye
Kayıtlı Üye
27 Temmuz 2010
601
6
Kendimize Saygının Üç Temel Direği
Kendimize saygı kavramı, Batı düşselliğinde özellikle yaygın kullanım olarak self-esteem sözcüğünün görüldüğü ABD'de çok önemli bir yere sahiptir. Fransa'da biz uzun süre özseverlik sözcüğünü yeğledik ve böylelikle kendimizle ilişkinin çok duygusal hatta biraz ürkek bir vizyonuna tanıklık ettik.
Kendine güven, kendinden emin olma, kendinden hoşnut olma... Gündelik dilde kendimize saygıyı tanımlamak amacıyla sayısız terim ve deyim kullanırız. Aslında bunların her biri sayısız görünümlerinden birine gönderme yapar.
Aslında kendimize saygının üç “unsur”u vardır: kendine güven, kendini görme biçimi, kendini sevme. Uyumlu bir kendimize saygı durumu oluşturabilmek için bu üç unsurun her birinin dozajının iyi ayarlanması gerekir.
Kendini Sevme
En önemli unsur budur. Kendine saygı duymak, kendine değer vermeyi gerekli kılar ama kendini sevmenin hiçbir koşulu yoktur: kendimizi, kusurlarımıza ve sınırlarımıza, başarısızlıklarımıza ve tersliklerimize rağmen severiz ve bunun nedeni çok basittir: çünkü içimizden gelen belli belirsiz bir ses bize sevgi ve saygıya layık olduğumuzu söyler. Bu “koşulsuz” kendini sevmenin başarılarımızla bir ilgisi yoktur.
Kendini sevme büyük ölçüde, ailemizin, çocukluğumuzda bize verdiği “duygusal besinler”e bağlıdır. Kırk iki yaşında bir zanaatkâr olan Xavier şöyle diyor: “Ben aileme en fazla şundan dolayı minnettarım: bana iyi bir insan olduğum inancını aşıladılar. Onları düş kırıklığına uğrattığımda bile benden sevgilerini hiçbir zaman esirgememişlerdir. Her zaman hissettim bu sevgiyi ve benim hayatta bir şeyler yapabileceğime her zaman inanmışlardır. Beni azarlamalarına, paylamalarına da engel değildi bu durum. Ama bana asla işe yaramaz biri olduğumu hissettirmemişlerdir”.
Kendini Görme Biçimi

Kendini görme biçimi, insanın nitelikleri ve kusurlarıyla ilgili bu doğru ya da yanlış değerlendirme, kendine saygının ikinci temel direğidir. Sadece kendini tanıma söz konusu değildir; önemli olan olguların gerçekliği değil, bireyin kendisinde bulunduğuna inandığı nitelikler, kusurlar, olanaklar ya da sınırlardır. Bu anlamda, en önemli rolü öznelliğin oynadığı bir olgudur bu; incelenmesi zor, anlaşılması hassas bir konudur. Bu nedenle söz gelimi kompleksli bir insan – genellikle kendine pek fazla saygı duymayan – kendisinde bulunduğuna inandığı kusurları kavrayamayan bir çevreyi çoğu zaman bir endişe ve belirsizlik içinde bırakır.

Elli yaşındaki Pierre anlatıyor: “Annem babam beni sevdiler ve ihtiyaç duyduğum tüm şefkati gösterdiler. Ama bir yerde, bir şeyi atladılar. Asla kendim olma cesaretini gösteremedim. Birinin bana işaret etmesini ve şöyle demesini bekledim hep sanki: 'Yol açık, sorun yok, gelebilirsin'. Söz gelimi lisedeki en iyi arkadaşımla aynı öğrenimi gördüm. Fakültede çoğu zaman onun bozuşmuş olduğu kızlarla çıkardım. Boşanmış olsaydı, boşadığı karısıyla evlenebilirdim... Fakülte konusunda, şimdi düşünüyorum da cesaretim olsaydı, mühendislik okuyabilirdim. Ama ticari teknisyen diplomasına sahip olmayı tercih ettim; istediğimden değil, başarısızlık korkusuyla. İşimde de aynı şey söz konusu biraz; amirlerim niteliklerime rağmen hırslı olmadığımı, uzun vadeli düşünmediğimi söylüyorlar ve eleştiriyorlar beni. Düşünüyorum da ana babamın başına gelenler de aynı: babam yaşamı boyunca hiç de ilginç olmayan bir işte çalıştı, annem zevkle çalışacağı öğretmenlik mesleğini feda edip evde oturdu, kardeşlerim ve benimle ilgilendi”.
Kendine Güven

İnsanın kendine güvenmesi önemli durumlarda uygun davranacağını düşünmesidir.

Kendine güven nereden geliyor? Çok büyük ölçüde ailede ya da okulda verilen eğitimden. Çocuğa kendine güven duygusu sözle olduğu gibi davranışlarla da aktarılır. Çocuklar yetişkinlerin gerçek düşüncelerinin konuşmalarından çok eylemleriyle değerlendirilmesi gerektiğini bilirler...

Bilinmeyen bir şey ya da bir terslik karşısında aşırı derecede korkuya kapılmamak, iyi bir kendine güven duygusunu kanıtlar. Yüksek düzeyde bir göreve aday olan birini işe alacak olan yönetici “Ben adayın teknik bilgilerinden çok ne derece kendine güven duyduğuna da dikkat ederim” diyor.
Kendine Saygı mı, Saygılar mı?

Kimi araştırmacılara göre kendine saygı aslında, farklı alanlara özgü ve birbirlerinden oldukça bağımsız biçimde etkinlik gösteren birçok kendine saygının toplamıdır. Söz gelimi insanın mesleki alanda kendine saygısı tam olabilir ama duygusal yaşamda o kadar saygı duymayabilir kendisine. Kişisel değer duygusu bireyin koşullarına ve ilişkide olduğu kimselere bağlı olarak büyük değişiklikler gösterebilir.

Kendine Saygının Besinleri

Bizim bütün etkinliklerimiz genellikle, aynı zamanda kendimize saygı için de gerekli olan iki önemli ihtiyacı tatmin etmeye yöneliktir: sevildiğimizi ve güçlü olduğumuzu hissetmek. Her alanda bu gereksinimlere bağlı bir doyum bekleriz: siyaset adamları iktidarlarını (güçlerini) kullanmak isterler ama aynı zamanda da popüler (sevgi) olmak isterler; belli bir alanda uzman olmaya değer veriyoruz ama iş arkadaşlarımızın bize değer vermelerini de istiyoruz; evlilik yaşamımızda sâdece eşimizin sevgisini aramıyoruz, eşimizin bizi beğenmesini ve bize değer vermesini de istiyoruz. Buna karşılık bu duygulardan sadece birinin tatmini beklentilerimizi karşılamaz; beğenilmeden ya da değer verilmeden sevilmek çocuklaştırır insanı, ama değer verildiğini hissetmeden beğenilmek de düş kırıklığına uğratır.



KENDİMİZE SAYGI DUYMA YA DA DUYMAMA

Kendinize Saygınız Güçlü mü, Değil mi?

Bana Kendinizden Söz Edin!
Kendini Değerlendirmeme Sanatı

Kendinizi anlatırken ölçülüsünüz. Cesur olduğunuzu iddia etmiyorsunuz ama alçak biri olarak da tanıtmıyorsunuz kendinizi; güzel şeyleri seviyorsunuz ama çok obur da değilsiniz; çok iyi bir öğrenci değilsiniz ama boş da değilsiniz... “Hayranım”, “nefret ediyorum”, “ben böyleyim” gibi kesin ifadelerden kaçınıyorsunuz ve bunun nedeni hem toplumun değer yargılarından korkmanız (“niteliklerimden söz edersem kibirli biri olduğumu düşünür herkes; kusurlarımı söylersem zayıf bir insan olduğumu hükmederler&#8221:KK66: hem de kendinizi iyi tanımamanızdır (“aslında neyi sevdiğimi ve neyi sevmediğimi çok iyi bilmiyorum&#8221:KK66:. Kendinize çok fazla saygı duymuyorsunuz muhtemelen.

Kendine saygısı fazla olmayan birey, kendisini tanımlarken her zaman fazla inandırıcı değildir. Hatta zaman zaman kendisiyle çelişkiye düşer.

Doğru çözümleri kendilerinin değil başkalarının getirebileceğine inanmışlardır. Zamanlarını kendi kişiliklerine ve yeteneklerine eğilmekten çok başkalarını inceleme ve onları taklit etmekle geçirirler.

Ben kimim ve ne olacağım?

İnsan kendinden ne kadar çok kuşku ederse, kendine hâkim olması da o kadar zorlaşır. Bir başka deyişle, insanda kendine saygı duygusu ne kadar zayıf olursa, yargılama ve müneccimlere ve falcılara karşı eleştirel düşünce yetisi de o kadar zayıf olur. Ve bu durumdan yararlanmak isteyenler de eksik olmaz...

Bireyin kendini sorgulaması çok eski bir olaydır ve insanın “gerçek kişilik”ini anlama ve ona egemen olma çabası, müneccimlerin yüzyıllardır süren kalıcı başarılarını büyük ölçüde açıklar. Bunların müşterilerinin özellikle kuşkucu kimseler, kendilerine fazla saygıları olmayan kimseler oldukları söylenebilir. Çekingen insanlar olmasa evlilik şirketleri, paranoyak insanlar olmasa özel dedektifler olmazdı...

İnsan kendine ne kadar çok saygı duyarsa, o kadar fazla etkin olur: karar alır ve bu kararları uygular. Ve dolayısıyla davranışları tutarlı olacağından kendine saygısı da artar.

Genel olarak kendilerine saygı duyguları az olanlar, karar vermekte zorlanırlar. Duraksarlar, kem küm ederler. Hatta bazen bugün yapabilecekleri işi yarına atarlar, her şeyi erteleme eğilimi içindedir bunlar: “Bu önemli müşteriyi başka bir gün ziyaret ederim”, “Bu hassas mektubu bu hafta sonu yazarım”.
Tercihlerde Direnmek

İnsanın özel amaçlarına ulaşabilmesi için kendisine saygı duygusunun güçlü olması ideâl bir durumdur. Gerçekten sabır ve sebat gösterme, kendilerine saygı duygusu güçlü olmayan bireylere özgü değildir, çünkü bu kategoride yer alan insanlar bir zorlukla karşılaştıklarında ya da kendi düşüncelerine karşı bir düşünce duyduklarında hemen teslim olurlar. Söz gelimi bir beslenme rejiminin başarılı olması kendine saygı düzeyine çok fazla bağlıdır; eğer kendine saygı duygusu düşükse doğru çözümler kısa ömürlü olurlar ve başarısızlık durumlarında (“kesinlikle yürümeyecek bu iş&#8221:KK66: kaybolup giderler; kendine saygı güçlenerek çıkamaz böyle bir durumdan ve bu durum daha sonraki girişimin başarı şansını da biraz azaltır.
Başarısızlık İzler Bıraktığında

Başarısızlık herkesin başına gelebilir; bir dram değildir bu. En azından kendinize saygı duygunuz çok düşük değilse... Bu durumda bir başarısızlığı çabuk telafi edersiniz ve anılarınızda bir yeri olmaz; ancak bıraktığı duygusal iz acı verir ve kalıcıdır. Söz gelimi dönem sonunda sınav sonuçlarını öğrenmeye gelen bir grup öğrenciyi ele alalım. Başarısızlık, sınıfta kalmış bütün öğrencilerde doğrudan “depresif bir reaksiyon”a yol açar. Bu reaksiyon kendilerine saygı duygusu zayıf olanlar hariç, hiç kuşkusuz geçicidir; gerçekten de bu kategoride yer alan bireylerle daha sonra karşılaşıldığında, söz konusu tepkinin kalıcı olduğu görülür.

Bu olgu üç şekilde açıklanabilir:

Davranışsal açıdan, kendilerine saygı duyguları yüksek olan bireyler kendilerini başarısızlıktan koruyan ve başarısızlığı unutmalarına yardımcı olan yeni eylemlere daha çabuk angaje olurlar.

Psikolojik açıdan, güçlü bir kendine saygı duygusu bireyin, kendisini tek bir terslikle tümüyle değersiz hissetmemesine ve durumu yumuşatmaya yardımcı olur.

Nihayet duygusal açıdan, kendilerine saygı duyguları yeterli olmayan bireyler genellikle başarısızlığın verdiği düş kırıklığının beslediği ve artırdığı olumsuz duygularla yüklüdürler.

Aldatmaca Sendromu

Psikiyatrların sık sık karşılaştıkları bu hastalık, alanlarında başarılı olan, kendilerine sorumluluk yüklenen, güven veren ama kendi kendilerinden kuşkulanan insanlarda görülür. Tabii ki böyle bir şeyden söz etmezler ve belli de etmezler böyle bir durumu. “Ben bu görevi gerçekten hak ediyor muyum?” sorusunu sorarlar kendilerine sürekli olarak. Hata yapmaktan korkarlar, bir hatanın kendilerini herkese yeteneksiz biri gibi göstermesinden korkarlar, sürekli “acaba ben başka birinin yerini mi dolduruyorum” sorusunu sorarlar kendilerine. Genel olarak bunlar, kendilerine saygı düzeyi yetenekleriyle orantılı biçimde gelişmemiş kimselerdir: uzman olduklarında bile kendilerini mesleğe yeni başlamış biri gibi görürler.

Niçin Bu Kadar Sıkıntı?

Kendisine pek değer vermeyen birine iltifat edin: belli bir sıkıntı belirtisi gösterecektir. Örneğin, çekingen kimselere özgü bir durumdur bu. Çekingen kimseler, daha sağlıklı iletişim kurmaya çalıştıkları kendilerine güvenen insanlar arasında, psikoterapistlerin çok iyi bildiği bu durumu yansıtırlar hep. Bunların büyük çoğunluğu bir iltifata karşılık verirken çok sıkılırlar, hatta bazen iltifat eden kişiye karşı öfke duyarlar. Ve bu insanlarda bu bağlamda kendilerini korumaya yönelik bir yığın strateji gözlenir.

Kendilerine saygıları yeterli olanlarda işler daha kolaydır: başarı ya da tebrikler kendileri hakkında düşünceleriyle uyuşur; bunlar onlar için, aşırı bir heyecan göstermeden kabul ettikleri doğrulamalardır ve kendi kültürlerinin toplumsal kodlarına uygun cevaplardır.




Christophe André - François Lelord
 
Kendi duygularını kontrol etmeyi, kime nasıl davranmayı, insanları ayırd etmeyi, dost edinmeyi, uzun vadeli plan yapmayı ve zorluklar karşısında yılmadan kendi iyiliğin için çalışmayı, kendine iyi davranmayı ve sevmeyi öğrenmelisin.

Bir insanın yaşamda saygın olması, sevilmesi ve mutlu olması bir paradoks aslında. Kimsenin söylemediği ama bazı insanların doğal olarak anladığı, bazılarının ise zor yollardan öğrendiği bir paradoks... Eğer hayatında sana zarar veren insanlar varsa ve bir türlü sevildiğini, değer verildiğini hissedemiyorsan o halde bu yazımı oku…

Şu anda muhtemelen kısır bir döngü içindesin. Bir tarafta sana aşağılık muamelesi yapan kocan, sevgilin, ailen yada arkadaşların var. Diğer yanda ise dünya gözüne çok büyük ve korkutucu bir yer olarak görünüyor, çünkü kendine güvenemiyorsun. Tek başına var olabilmek fikri bile sana ölüm ile eş anlama geliyor. Çünkü insanlar arasında, yaşamda nasıl sağlıklı bir şekilde iletişim kurman gerektiğini, nasıl var olman gerektiğini bilmiyorsun. Bunu ne yazık ki hiç bir zaman öğrenemedin. Çocukluğunda yaşadığın olaylar senin hiç bir zaman kendine güvenebileceğini, başarılı olabileceğini, sevilebileceğini, güçlü olabileceğini öğretmedi. Hep birileri seni yönlendirdi ve sana yaşamı nasıl yaşaman gerektiğini dikte etti. Sen ise sadece sevgi istedin ve bunu alabilmek için başkaları ne dese yapmaya çalıştın. İşte bu yüzden hala sana sevgi verecek ve sana dünyada ne yapman gerektiğini söyleyecek bir insana ihtiyaç duyuyorsun. Bu yalnızlık korkusu öyle bir boyuta ulaşmış durumda ki seni paralize ediyor, sakat bırakıyor. Ve kendini değersiz, yetersiz, işe yaramaz, aşağı bir varlık gibi hissetmene yol açıyor. Bu tıpkı yürüyemeyen bir insanın tekerlekli sandalyeye mahkum kalması gibi... Sen tek başına o sandalyede bütün gün otururken bir insanın gelip seninle oturmasını, sana iyi davranmasını, seninle konuşmasını ve her şeye rağmen, tüm sakatlığına rağmen seni sevebilmesini ve koşulsuz sevmesini istiyorsun. Ve sevilmediğini hissedince kendini daha kötü, daha işe yaramaz, daha aşağı bir varlık olarak görüyorsun. Bir anlamda kendi değersizliğine inanmış durumdasın ve insanların davranışlarına bakarak bunun doğru olduğunu kendine ispat ediyorsun.

Fakat bu teoride şöyle bir hata var, sen özellikle sana kötü davranacak ve seni değersiz kılacak insanlarla birlikte oluyorsun...Kendini en aşağı insanlara layık görüyorsun. Çünkü sana kimsenin iyi davranmayacağını, asla sevilmeyeceğini, saygı duyulmayacağını, hakketmediğini zannediyorsun. Bu yüzden de sana hep kötü davranan, seni aşağılayan ama seni terketmeyecek insanlarla olmayı tercih ediyorsun. Bu şekilde onlar kendi aşağılık duygularını senin üzerinde tatmin ediyor, sen ise yalnız kalmaktan kurtuluyorsun. Bu bir anlaşma aslında...

Aslında sana kötülük yapan o insanın sana saygı duyma kapasitesinin olmadığını sen zaten ruhunun derinliklerinde biliyorsun... Ama bütün enerjini o insanın bir gün değişeceği fikrine yoğunlaştırarak, onun sana yaptığı kötülükleri düşünüp mutsuz olarak, kızarak, öfkelenerek kendini meşgul ediyorsun, korkularından kaçıyorsun ve aslında sen kendini bu hapise mahkum etmeyi tercih ediyorsun. Ve belkide kendi değersizliğine biraz daha fazla inanıyorsun. Çünkü dış dünyaya tek başına çıkma fikri bile seni dehşete düşürüyor. Hayatını tekerlekli sandalyede, evin içinde, pencereden dışarıyı seyrederek geçiren bir insanın şimdi kalkıp yeniden yürümeye başlaması ne kadar korkutucu bir duygudur. Ya hata yaparsa? Ya insanlar alay ederse? Ya onun değersizliğini, beceriksizliğini, bilgisizliğini farkederlerse? Öğrenecek o kadar çok şey var ki... Ve insan ilişkileri o kadar karışık ki... Ve hepsinden öte kendi içinde yaşadığın karmakarışık duyguları kontrol etmek, duygularına anlam vermek, insanları tanımak, kimin iyi kimin kötü olduğunu anlayabilmek, kendini korumayı öğrenmek... hepsi o kadar zor ki...

İnan bana sana yardım etmeye hazır olan pek çok insan var... İnanmak istemesen bile seni gerçekten seven ve senin kendine değer vermeni öğrenmen için çaba sarfetmeye hazır pek çok kişi var... Ama sen kendi değersizliğine inandığın sürece o insanların sana yardım etmesi ne yazık ki mümkün değil. Kendi değerini sadece sen belirleyebilirsin...

Peki bu durumda ne yapmalısın? Bir çok insan gibi önce tek başına var olabileceğini, başarabileceğini, ayakta durabileceğini görmeye ihtiyacın var. Kolay olmadığını biliyorum, hele bunca yıl başka insanların küçücük bir ilgisine, sefkatine, sevgisine muhtaç yaşamışken şimdi her şeyi elinin tersi ile itmenin ve ihtiyacın olan sevgiyi, anlayışı ve saygıyı kendi kendine sağlamayı öğrenmenin hiç kolay olmadığını biliyorum. Ama imkansız değil... Ve ben senin bunu başarabilecek gücün olduğunu biliyorum. O tekerlekli sandalyeden kalkman, dimdik ayakta durman ve sana kötü davranan, kendini aşağı hissettiren tüm insanları evinden, kalbinden ve yaşamından çıkarman gerekiyor. Bu kendine saygı duyabilmen için, kendi iyiliğin için yapabileceğin ilk adım olacak. Sonra gerek psikoloğun ile, gerek seni anlayan diğer kadınlar ile konuşarak kendini tanımaya başlaman lazım. İşte bu en zor süreç olacak. Kendi duygularını kontrol etmeyi, neyi ne zaman yapmayı, ne söylemeyi, kime nasıl davranmayı, iyi ve kötü insanları ayırd etmeyi, dost edinmeyi, uzun vadeli plan yapmayı ve zorluklar karşısında yılmadan kendi iyiliğin için çalışmayı, kendine iyi davranmayı ve sevmeyi öğrenmelisin. Bütün bunları başardıkça kendine olan güvenin yerine gelmeye başlayacak, kendine saygı duymayı öğrenecek ve kendini sevmeye baslayacaksın...

Çiğdem Alper, MA
Psikoterapist
 
Toplumumuzda kültürel öğretinin eksikliklerinden birisi "kendine saygı" kavramının yokluğu ya da yeterince belirgin olmayışıdır. Bunun aksine toplumumuzda diğer kişilere ve kurumlara saygı hep önde gelir. Zaten çocukluğumuzda bize dikte ettirilen şu söz bunu vurgulamaktadır; "büyükler sever, küçükler sayar". Evet, büyükler bizi sever diye büyüdük, ama nedense saygı yerine "sayma"yı öğrendik ve buna zorlandık.

Kendine saygı kişinin kendi sınırlarını koruması, kendi sınırlarına sahip çıkması, kendi alanındaki değerleri koruma hakkını kullanabilmesidir. Yani saygının hep dışarıya değil, kendimize de duyulması gerekiyor. Karnımız açken başkalarını doyurmanın erdemlilik ve iyimserlik olarak vurgulandığı toplumumuzda, kendi karnımız aç olduğunda yakınlarımızın ve insanlarımızın bizi görmemesi ne kadar tezat değil mi?

Kendine saygı güzel bir kavram, ama bunu eyleme döndürmediğimizde bir işe yaramıyor. Benim kendime saygım "diğerlerinin" sınırında biter diyebilirim, Eyleme döndürülen "kendime saygım" kişiye kendine değer verme, kendini sevme, kendiyle barışık olma, kendine güven sağlarken; çevremizdekilerin gözünde de bizi değerli, saygın, güvenilen bir kişi yapar.

Saygının büyüğü küçüğü olmaz, saygı kişinin kendisiyle başlar ve çevresiyle devam eder. Saygı sadece insanlar arasında değil doğaya ve kültürel değerlere de olur. Ancak kendine saygısı olmayan bir insanın başkasına saygısı da olmaz ya da bir değeri olmaz herhalde.

Eğitim sistemimiz ve aile terbiyesinde kendine saygı yönünden belirgin ve sistemli bir öğreti programı ne yazık ki yoktur. Bizler belki de iyi bir evlat, iyi bir ana-baba, iyi bir arkadaş, iyi bir komşu, iyi bir vatandaş vb olmayı "iyi" öğreniyoruz, ama "iyi bir ben" olmayı pek öğrenmiyor ya da bilmiyoruz.

Ruhsal bozuklukların temelinde kişinin kendine güvensizliği ve yaşadığı çevreye uyumsuzluğu önemli rol oynamaktadır. Kendine güven ise kişinin kendini beğenmesi, değer vermesi ve kendine saygısıyla kazanılabilir. Toplum ruh sağlığı ve toplum barışında da kişinin kendine saygısı oldukça önemlidir. Bir hayal edelim, "Kendine saygısı olan bireylerden oluşan toplum...", ne güzel olurdu, ülkemize barış, hoşgörü, sosyal barış, insan haklarının yaşanması vs hep güzel gelişmeler getirecektir.

Bence "kendine saygı" yı öğrenin ve kendinize uygulayın, kendinizde hissettiğiniz güzel gelişmeleri yaşayınız. Sağlıcakla kalınız.


Prof. Dr. Servet EBRİNÇ
 
X