- 30 Ocak 2017
- 13.144
- 196.434
Bana göre insanlar 3 e ayrılıyor
1) Taş gibi sert olanlar (çok mutlu)
2) Kaplumbağa gibi kabuk örenler (mutlu)
3) uçan kaçanlar (mutsuz)
Ben 3 numaraya dahildim. Değilim artık. Çok şükür sonunda sırtımda kocaman eğri büğrü bir kabukla yazıyorum
Taş gibi sert olan ve kaplumbağa gibi kabuk örenlere çok saygı duyuyorum. Ama üçüncü grubu özel buluyorum, çünkü uçup kaçan grup o kadar iyi niyetlidir ki asla birine bile isteye zarar veremez. Çünkü kendi çok kırılgandir zaten. Yaptiysa kesinlikle istemeden yapmıştır. Bunu da telafi etmeden uyku uyuyamaz. Çırpınır. Halinden asla memnun değildir. Hep 1-2 numara gibi olmayı istemiştir. Olaylara karşı çok savunmasizdir bundan da nefret eder
Uçup kaçmalarimin sonu hep carpmalarla sonuçlandı. Çünkü kendinden kacamiyorsun. Hatta öyle carpmalar ki ders alınmiyor aksine çarpanlarına da ayrılıyorsun. İnsan bir kere üzülünce hep şu yanılgıya düşüyor, "Tamam ben artık bir kabuk oluşturdum. İnsanlara bir set koydum, yaptığım hataları bir daha yapmam" o andan itibaren değiştiğini düşünüyor ve hiçbir şey artık aynı olmayacak. Bu insanın kendini korumak için inanmak istediği bir durum aslında. Çoğunlukla aynı hataya yeniden düşüyor. Yeniden çarpanlarına ayrılıyor. Kabuk sandığı koruma mekanizmasının aslında hiç olmadığını fark ediyor.
Bu yazıyı nacizane çabucak dagilabilen arkadaşlarım için yazmak istedim. Hepimiz bir şeyler icin çabalıyoruz. Özellikle ikili ilişkilerde bir kriz yaşandığında genellikle duygularla hareket ettigimizden ani iniş cikislarimiz oluyor ve direkt yanlış anlaşılıyoruz.
Duygu yoğunluğu = büyük/yanlış tepki.
Bizler insanların gözünde yaptıklarımızdan ve yapmadıklarimizdan suçlu olurken, biz bunun alt metniyle ve hissettiklerimizle ilgileniyoruz. Ve karşı taraftan da bunların anlaşılmasını bekliyoruz. Niyetimiz çok önemli bizim için. Ama kimse de annemiz gibi bilemez cigerimizi ve buna mecbur da değiller
Herkesin doğrusunun farklı oldugu gibi hata anlayışı da farklıdır. Yani ne yaparsan yap iyi niyetinin bu durumda hiçbir faydası yok. İnsanlar açıp içimizi göremiyor ve o an ki tepkilerimizden yola çıkarak hakkımızda bir karar veriyorlar. Bana göre bu durumda kimse suçlu değil. Ama bir taraf çok fazla etkileniyor
Evet biz malesef ki duygularımızı asla saklayamiyoruz. Olaylar enkaz gibi üstümüze çöküyor. Bu çöküntüler de kabul görmüyor. Çünkü duygu insanları yoruyor. Erkekler içinde geçerli bu. Düz düşünmek isterler. Düz bakılmasını isterler. Bizimle uğraşmaktan sıkılırlar. Bizim bunu yapmamızın temel sebebi de "niyetimi bil" çığlığından başka bir şey değildir.
Yöntemimiz yanlış. Niyetimiz doğru.
Toparlamak istiyoruz. Çok büyük durumlar hariç ne kadar üzülürsek üzülelim her şeyi düzeltme çabasıyla da biliniriz böylece. Kimse böyle bir çabaya girmiyorken bizi sanki biri dürter. Arkadaşlarımız çok kendinden emindir. O kadar çok istersin ki öyle olmayı. Bizler de hep İyi adımlar atmaya çalışırken sonunda kendimize olan saygımızı da yitiririz. En sonda pişmanlık evresi. Kendinden nefret etme dönemi. Hassasliktan duyguların yönetiminden nefret etme dönemi. Keşke böyle olmasam dönemi. Her işin sonunda olduğu gibi hırsını kendinden alma dönemi
"Neyin var?" Eşin konuşuyor, annen konuşuyor, arkadaşların konuşuyor. Çünkü dışardan yaşıyorsun her şeyi. Çünkü hala duygularını yönetemeyecek kadar acemisin. Bu başka bir şey. Yaş la orantılı ilerlemiyor. Tamamen tecrübeyle alakali. Başkalarına çok basit görünecek bir olayin sana böyle yansımasına izin veriyorsun. Bütün yanlışlık burada aslında. İzin veriyorsun. Öyle nemli tutuyorsun ki kabuklasmasina izin vermiyorsun.
Gelelim bana. Şunu fark ettim ben, "İnsanlar için verdiğim çabaları neden Allah için vermedim?"
Kulu önemsediğin kadar Rabbine gittin mi? Kuldan istedigin kadar Rabbinden istedin mi? Yaşadığım her olay bana Allah'ı hatırlatıyor. Bu konuyu da Allah'a bağlıyorum çünkü onun merhametiyle ısınıyorum. Hep duygusal bir insan oldum. En ufak derdini bile paylaşan. İçimdekileri hep olduğu gibi dışarı vurdum çünkü kötülük düşünmedim. Bu bazen yaktı beni, bazen itici yaptı, bazen de sevdirdi. Ama ben hep beni yakan kısmıyla ilgilendim. Çünkü neren ağrıyorsa canın oradaydı ya
Asıl mesele etkilenme eşiğini yukarda tutmak. Hem ilişkilerde hemde ruh sağlığı için o kadar önemliymis ki. Ben bunu en yapamayan insandım yani böyle bilmiş bilmiş konuşmama bakmayın siz. Bir formülü de yok. Kabuk oluşturacak tecrübeye gelmek gerekiyormus işte. Sonra öne atılmak yerine sessizce izliyorsunuz. Sonuçlar çıkarıp zamanla ne yapmanız gerektiğine karar veriyorsunuz
Şunu öğrendim, değişmek istemem yanlıştı. Her halimle barışmaliydim. Ama artık en hassas halimi sadece Rabbime göstererek. Derdimi de yalnizca Rabbime duyurarak
İnsanlara karşı olaylara dümdüz bakıp, kişisel hassasiyetimi belli etmemek üzere bir kabuk.
Daha sakin daha huzurlu daha kontrollü
Kaplumbağa evresi.
Duygularim alındı o kabuktan. Hep olmak istediğim taş gibi sert olamicam belki ama benim geç gelen kurtarıcımda işte o sert biçimsiz kabuk
30 yaşa yaklaşmak korkuturdu beni. Artık korkmuyorum. 30 umdan önceki o kadını da sevdim, 30 umdan sonraki kaplumbağa kadını da seveceğim. Siz de sevin kendinizi
1)
2)
3)
Ben 3 numaraya dahildim. Değilim artık. Çok şükür sonunda sırtımda kocaman eğri büğrü bir kabukla yazıyorum
Taş gibi sert olan ve kaplumbağa gibi kabuk örenlere çok saygı duyuyorum. Ama üçüncü grubu özel buluyorum, çünkü uçup kaçan grup o kadar iyi niyetlidir ki asla birine bile isteye zarar veremez. Çünkü kendi çok kırılgandir zaten. Yaptiysa kesinlikle istemeden yapmıştır. Bunu da telafi etmeden uyku uyuyamaz. Çırpınır. Halinden asla memnun değildir. Hep 1-2 numara gibi olmayı istemiştir. Olaylara karşı çok savunmasizdir bundan da nefret eder
Uçup kaçmalarimin sonu hep carpmalarla sonuçlandı. Çünkü kendinden kacamiyorsun. Hatta öyle carpmalar ki ders alınmiyor aksine çarpanlarına da ayrılıyorsun. İnsan bir kere üzülünce hep şu yanılgıya düşüyor, "Tamam ben artık bir kabuk oluşturdum. İnsanlara bir set koydum, yaptığım hataları bir daha yapmam" o andan itibaren değiştiğini düşünüyor ve hiçbir şey artık aynı olmayacak. Bu insanın kendini korumak için inanmak istediği bir durum aslında. Çoğunlukla aynı hataya yeniden düşüyor. Yeniden çarpanlarına ayrılıyor. Kabuk sandığı koruma mekanizmasının aslında hiç olmadığını fark ediyor.
Bu yazıyı nacizane çabucak dagilabilen arkadaşlarım için yazmak istedim. Hepimiz bir şeyler icin çabalıyoruz. Özellikle ikili ilişkilerde bir kriz yaşandığında genellikle duygularla hareket ettigimizden ani iniş cikislarimiz oluyor ve direkt yanlış anlaşılıyoruz.
Duygu yoğunluğu = büyük/yanlış tepki.
Bizler insanların gözünde yaptıklarımızdan ve yapmadıklarimizdan suçlu olurken, biz bunun alt metniyle ve hissettiklerimizle ilgileniyoruz. Ve karşı taraftan da bunların anlaşılmasını bekliyoruz. Niyetimiz çok önemli bizim için. Ama kimse de annemiz gibi bilemez cigerimizi ve buna mecbur da değiller
Herkesin doğrusunun farklı oldugu gibi hata anlayışı da farklıdır. Yani ne yaparsan yap iyi niyetinin bu durumda hiçbir faydası yok. İnsanlar açıp içimizi göremiyor ve o an ki tepkilerimizden yola çıkarak hakkımızda bir karar veriyorlar. Bana göre bu durumda kimse suçlu değil. Ama bir taraf çok fazla etkileniyor
Evet biz malesef ki duygularımızı asla saklayamiyoruz. Olaylar enkaz gibi üstümüze çöküyor. Bu çöküntüler de kabul görmüyor. Çünkü duygu insanları yoruyor. Erkekler içinde geçerli bu. Düz düşünmek isterler. Düz bakılmasını isterler. Bizimle uğraşmaktan sıkılırlar. Bizim bunu yapmamızın temel sebebi de "niyetimi bil" çığlığından başka bir şey değildir.
Yöntemimiz yanlış. Niyetimiz doğru.
Toparlamak istiyoruz. Çok büyük durumlar hariç ne kadar üzülürsek üzülelim her şeyi düzeltme çabasıyla da biliniriz böylece. Kimse böyle bir çabaya girmiyorken bizi sanki biri dürter. Arkadaşlarımız çok kendinden emindir. O kadar çok istersin ki öyle olmayı. Bizler de hep İyi adımlar atmaya çalışırken sonunda kendimize olan saygımızı da yitiririz. En sonda pişmanlık evresi. Kendinden nefret etme dönemi. Hassasliktan duyguların yönetiminden nefret etme dönemi. Keşke böyle olmasam dönemi. Her işin sonunda olduğu gibi hırsını kendinden alma dönemi
"Neyin var?" Eşin konuşuyor, annen konuşuyor, arkadaşların konuşuyor. Çünkü dışardan yaşıyorsun her şeyi. Çünkü hala duygularını yönetemeyecek kadar acemisin. Bu başka bir şey. Yaş la orantılı ilerlemiyor. Tamamen tecrübeyle alakali. Başkalarına çok basit görünecek bir olayin sana böyle yansımasına izin veriyorsun. Bütün yanlışlık burada aslında. İzin veriyorsun. Öyle nemli tutuyorsun ki kabuklasmasina izin vermiyorsun.
Gelelim bana. Şunu fark ettim ben, "İnsanlar için verdiğim çabaları neden Allah için vermedim?"
Kulu önemsediğin kadar Rabbine gittin mi? Kuldan istedigin kadar Rabbinden istedin mi? Yaşadığım her olay bana Allah'ı hatırlatıyor. Bu konuyu da Allah'a bağlıyorum çünkü onun merhametiyle ısınıyorum. Hep duygusal bir insan oldum. En ufak derdini bile paylaşan. İçimdekileri hep olduğu gibi dışarı vurdum çünkü kötülük düşünmedim. Bu bazen yaktı beni, bazen itici yaptı, bazen de sevdirdi. Ama ben hep beni yakan kısmıyla ilgilendim. Çünkü neren ağrıyorsa canın oradaydı ya
Asıl mesele etkilenme eşiğini yukarda tutmak. Hem ilişkilerde hemde ruh sağlığı için o kadar önemliymis ki. Ben bunu en yapamayan insandım yani böyle bilmiş bilmiş konuşmama bakmayın siz. Bir formülü de yok. Kabuk oluşturacak tecrübeye gelmek gerekiyormus işte. Sonra öne atılmak yerine sessizce izliyorsunuz. Sonuçlar çıkarıp zamanla ne yapmanız gerektiğine karar veriyorsunuz
Şunu öğrendim, değişmek istemem yanlıştı. Her halimle barışmaliydim. Ama artık en hassas halimi sadece Rabbime göstererek. Derdimi de yalnizca Rabbime duyurarak
İnsanlara karşı olaylara dümdüz bakıp, kişisel hassasiyetimi belli etmemek üzere bir kabuk.
Daha sakin daha huzurlu daha kontrollü
Kaplumbağa evresi.
Duygularim alındı o kabuktan. Hep olmak istediğim taş gibi sert olamicam belki ama benim geç gelen kurtarıcımda işte o sert biçimsiz kabuk
30 yaşa yaklaşmak korkuturdu beni. Artık korkmuyorum. 30 umdan önceki o kadını da sevdim, 30 umdan sonraki kaplumbağa kadını da seveceğim. Siz de sevin kendinizi
Son düzenleme: