- 16 Ağustos 2010
- 293.035
- 602.909
- 43
Nazarlıklar
İnsanlar eskiden beri kötü gözlerin iyi nesnelere dokunup zarar vereceğine inanmış, korunmak için çareler aramışlardır. Türkler, en iyi koruyucu olarak mavi boncuğu seçmişlerdir. Bu kelime Türk lehçelerinde, (Boncuk, Moncuk, Moyucak, Monşak) şekillerinde söylenmiştir. Türkler arasında koruyucu boncuğun mavi boncuk olmasına, ayrıca önem verilmesine mavi gözlü Türklere pek az rastlanması ve mavi gözlerde kemlik özelliği bulunduğuna dair inanç sebep olsa gerek. Eski Türkler atlarının boynuna tılsımlar astıkları gibi sancaklarının tepesine de koruyucu tılsım olarak boncuk takmışlardır.
Nazarlıklarda, zamanla çok çeşitli cisimlerin kullanılması adet olmuştur. Nazara inanma işi bugün bile Kahramanmaraş il merkezi ve köylerinde yaygın bir şekilde görülmektedir. Güzele, engine, üstün kabiliyet ve maharetlere sahip olanlara, işi iyi bilenlere, beden yönünden güçlü kimselere nazar değeceğine inanılmaktadır. Bazı kişilerin, özellikle gök gözlülerin nazarından korku duyanlar çoktur. Bu konuda türlü söylentiler vardır. Halk arasında, koşan bir atı bile durdurup çatlatacak kadar nazar sahibi kişilerin olduğu söylenir. İşi iyi giden insanların, gürbüz ve güzel çocukların, görkemli hayvanların hastalık ya da ölümlerinin nazara bağlandığı çok olur. Bu inanış öyle geniştir ki, araba, öküz, inek, bağ - bahçe ve ekinlere bile nazar değer. Nazar değmemesi için türlü nazarlıklar kullanılır. Bunlardan gök boncuk başta gelir. Diğer nazarlıklardan bazıları şunlardır:
İğde Çekirdeği, Göz Boncuğu, Şap, Yılan Kemiği, Küçük Kaplumbağa Kabuğu, Küçük Çakı, Makas, Karaçalı dalından muska şeklinde kesilmiş bir parça, Hayvan Boynuzu, Öküz, At, Karaca gibi hayvanların kafa tasları, At Nalı vs. Bunlardan taşınabilecek küçüklükte olanlar çocukların omuzlarına ve beşiklerine asılır. Hayvanlara ait kafa tası, boynuz ve nal gibi cisimler göz değeceğinden korkulan dükkân, ev ve benzerlerinin gözler görülebilecek uygun yerlerine asılır. Ayrıca araba ve görünüşü etkili olan binaların ön cephelerine "Maşallah" yazılır. Taksilerde, kamyonların şoföre yakın yerlerinde gök boncukla birlikte bir parça şap asılı olduğu çok görülmektedir.
Nazar değdiğine inanılan çocuk ve büyüklere, nazarın bozulması için şu işlemler yapılır:
1- Bir hocaya okutturulur.
2- Ateşe üzerlik atarak çıkan dumanın nazar değenin üstüne gelmesi sağlanır.
3- Kömür sayılır.
Düğün Adetleri
Ne acı... zaman maalesef bir çok eski ve güzel geleneklerimizi unutturmuştur. Ama yinede unutulmayan örf ve âdetlerimiz oldukça çoktur. Bunlardan biride Kahramanmaraş'taki "Düğün Âdetleri"dir. Toplumsal olaylardan biri olan düğünlere dünyanın çeşitli ülkelerinde çeşitli şekillerde rastlayabiliriz. Bunlardan çok garipleri olduğu gibi, âyin, şölen, oyun ve tören gibi harikûlâde olanları da vardır.
Halk çoğunluğunu orta tabakanın teşkil ettiği Kahramanmaraş'ta yüzyıllardan beri süregelen düğün âdetlerini bugün de her mahallede, her evde ve her mevsimde görebiliriz. Yabancılar için gayet orijinal ve hoş, düğün sahipleri için gerekli ve çocuklar için bir eğlence olan bu güzel düğün âdetlerini, dolayısıyla mutlu bir yuvanın kurulabilmesi için gösterilen bu çabaları, kız görme, şerbet, nişan, kına, gelin getirme, düğün, nikâh, gerdek ve el öpmeler diye özetleyebiliriz.
Görücü (Kız Görme)
Kahramanmaraş'ta evlenmelerin büyük bir kısmı görücülerin aracılığı ile olur. Aileler oğulları evlenme çağına gelince kız görmeye başlarlar. Aile bu işle uğraşmakta gecikirse oğulları bu arzuyu bazı hareketlerle ifade eder. Örneğin; askerden gelmişse nüfus kâğıdını, terhis tezkeresini ailesinin görebileceği yere koyar. Elbisesini suya ıslatıp yıkamadan asar. Burada şu yaygın fıkrayı anlatalım:
Oğulları evlenme çağına gelmiş olan anne ve baba maddî yetersizlikten dolayı. Evdeki eşeği ve yaşlı öküzü satıp oğlanı evlendirmeye karar verirler. Konuşmaları kapı aralığından dinleyen genç sabırsızlıkla beklemeye başlar. Fakat günler geçtiği halde ailesinde bir hareket göremeyince sabırsızlanan genç bir gün konuşma arasında, "Hani hiç eşek, öküz lâfı etmiyorsunuz der".
Kız görmek için Pazartesi ve Perşembe günleri uğurlu sayılır. Görücüler, oğlanın babaannesi, teyzesi ve diğer yakın akrabaları bir Pazartesi veya Perşembe günü kız evine giderler. Görücülere kahveyi evin gelinlik kızı getirir ve kahveyi ikram ettikten sonra oda kapısının yanında, uygun bir yerde elindeki kahve tepsisini göğsünün hizasında tutarak bekler.
Görücüler kızı beğenirlerse anne, babaya "Menendimizi bulduk" der. Baba da kızı bir araştırır. Pazartesi ve Perşembe günü görücüler tekrar kız evine giderler. Kızın annesi "Hoşgeldiniz, hangi rüzgar attı sizi buraya" der. Görücülerden en yaşlısı "Hoş bulduk" der. Oğlanın anası da , "Niçin geldik, sorsana" der. Kızın anası sorunca, "Allahın emri Peygamberin kavliyle kızınızı oğlumuza istemeye geldik" derler. Kızın anası da "Allah yazdıysa bizim ne söyleye hakkımız var" der. Görücüler giderken kız evi kesin cevap için üç gün izin ister. Görücüler de "Peki ama üç gün sonra kızı almadan gitmeyeceğiz" der. Bundan sonrada kız evi de oğlan hakkında soruşturmalarını yapar. Üç gün sonra kaynana birkaç kişiyle gelir, "Rast gele" der içeri girerler. Hoş beşten sonra kızı vermeyeceklerse "Kızımız daha küçük" diye baştan savarlar. Vereceklerse, kız evi naz evi olduğundan birkaç hafta nazlanırlar. Bir top inci, 20 - 25 tek ince bilezik, 10 - 11 çift burma bilezik, bir gerdanlık istenilir, yol parası ve kızın ağırlığı tespit edilir. Zenginlerse, kız evinin istediği şeyleri verirler ve şerbet günü tayin edilir. Kız evinin isteklerini veremeyenler geri çekilmek zorunda kalır.
Şerbet
Şerbet günü, bir Pazartesi veya Perşembe günüdür. Her iki ailenin tuttuğu kadınlar tarafından hısım ve akrabalar şerbete davet edilirler. Konuklara oğlan evi tarafından gönderilen meyve, tatlı ve çerezler ikram edilir. Yine oğlan evinin gönderdiği şeker şerbet yapılır. Şerbet dağıtılırken kaynana kız yüzük takar. Hocalar dualar okur.
Ağırlık
Tespit edilen bir günde kızın ve oğlanın akrabaları, daha önceden kararlaştırılan eşyaları kız evine verirler.
Düğün Hamamı
Kız evi, oğlan evinin kiraladığı hamama yine akrabaları ile giderler. Gelini kız evi soyar. Yıkandıktan sonra iç çamaşırlarının üzerine sevaî (Yöresel bir nevi işlemeli önü açık, yakasız özel giysi) giydirilir. Saçları örülüp altın mahmudiyelerle süslendikten sonra başı bağlanır. Baş bağlayacak kadın iş bilir, elinden su içilir, maya çalınca tutacak, pekmez ebeleyecek (Mayalayacak) cinsten olmalıdır. Aksi halde gelinin çocuğu olmayacağına inanılır. Bundan sonra gelinin ön tarafına yeşil, arka tarafına kırmızı olmak üzere iki tane duvak bağlanır, ayağı sarı edik (Çizme vari ayakkabı) ile çorap giydirilir. Kollarında kırmızı kurdela bulunan sağdıçlar gelinin yanlarında; natırönde, arkasında da kız evinin gelin olacak çağa gelmiş kızları bulunur.
Kına
Çarşamba günü öğleden sonra oğlan evi, kız evine gider ve kaynanasının eli geline öptürüldükten sonra kaynana gelinin avucuna kına koyar. Burada kullanılan tahta kaşık oğlan evin gider. Herkes gittikten sonra gelin avucundaki kınayı evin duvarına çarpar. Bu davranışı gelinin o kına gibi tertemiz evi bırakmış olduğuna delalet eder.
Gelin Getirme
Zamanımızdan 25 sene önceye kadar gelin atla getirilirdi. Bugün ise arabalarla götürülüyor. Araba geleneği de önemlidir. Araba ne kadar çok olursa düğün o kadar şerefli sayılır. Gelin arabasının önüne halktan ip geren olursa şoförün yanında oturan kayın peder, avuç dolusu bozuk para fırlatır. Gelin oğlan evinin kapısında kayın pederinin elini öper, kaynana gelinin ayağı önünde boş bir şişe kırar ve çocuklara para atar. Gelin merdivenden çıktıktan sonra kaynananın kolunun altından geçer. Kaynana geline bir nar verir, gelin bu narı duvara vurup parçalar. Kınanın karıştırıldığı kaşığı gerdek odasının ortasında kırıp yere atar.
Gelin
Perşembe günü sabahı gelinin eline ayağına kına yakılır. Saçı güzelce taranır ve elbiseleri giydirilir. Düğün türküsü ve oyunlarla geçirilir. Erkekler gazel söyler, halay çekerler. En büyük ödev abdal davuluna ve Belediye Bandosuna düşer. Oyun oynayan ne kadar çoksa düğünün namı o kadar büyük olur. O gün herkese izzet ikramla "Velime Yemeği" yedirilir, velime yemeği çok kere lâhmacun, patates sulusu, pirinç pilavı ve hoşaftır. Özel olarak çörekte ikram edilir.
Dini Nikah
Çoğunlukla öğleden sonra yapılır. Kız ve oğlan vekilleri, şahitleri, imam efendi ve oğlan ile kızın babaları bulunur. Kızın vekilliğini kendisine nikah düşmeyen bir kişi üzerine alır. Vekillik alırken bu adam şahitlerin huzurunda geline üç defa "Beni vekil kabul ettiniz mi?" diye sorar, kızda "Evet" der veya sükût ederse "Sükût ikrardandır" deyip vekilliğini alır. İmam efendi nikah kıyar.
El Öpme
Damat, gelin ve yakın akrabaları Pazar'a rastlayan bir günde kız evine el öpmeye giderler. Damat, kayın peder ve kaynanasının elini öper. Ölünceye kadar devam edecek mutluluk temeli bugün atılır.
Onlar ermiş muradına biz çıkalım kerevetine..
Kahramanmaraş Köylerinde Düğünlerde Sağmenler (Seymenler)
Kahramanmaraş köylerindeki düğünlerde, oğlan evi tarafından davet edilerek çevre köylerden gelen topluluğa sağmen (Seymen) denilmektedir. Düğünün olduğu köyden davet edilenler sağmen olamazlar. Sağmenliği meydana getiren kişiler oğlan evi tarafından okuntu gönderilerek çağrılır. Okuntu gönderme düğüne davet etme demektir. Bunun için, çağrılan kişilere birkaç elma, bir miktar şeker, bir değirmi basma, havlu, mendil, çorap gibi şeyler gönderilir. Bunlara okuntu, okuntuyu götürenlere okuyucu denir. Okuyucu okuntu dağıttığı kişilere "Size .....ın selamı var, önümüzdeki hafta düğüne buyurmanızı söyledi" der. Okuyucular genellikle dili tatlı, bu işe uygun kişiler arasından seçilir.
Köylerdeki düğünlerin çoğu Pazartesi ya da Salı günü kurulur. Sağmen alayı, düğünün başladığı gün gelir. Sağmen gelirken beraberinde keçi, koyun, inek ve öküz gibi hediyeler getirir. Bunlar düğün evine verilir.
Sağmenler, düğün olan köye yaklaştıkları zaman silah sıkarlar. Bu davranış sağmenin gelmekte olduğunu duyurur. Sağmenin gelişini haber alan köylü, davulla birlikte karşılamaya çıkar. Belli bir yerde karşıladıktan sonra birlikte düğün evine dönerler. Köylü, bu gelen topluluğu üçer, beşer paylaşır. Bu davranış düğün sahibini müşkül durumdan kurtarmak içindir. Düğün sahibi kendisine getirilen canlı malı kestirerek sağmene yemek ikram eder.
Sin - Sin Oyunu
Sağmenler akşam yemeğini yedikten sonra halaylar başlar. Gece yapılan oyunların en ilginci sin - sin oyunudur. Bunun için köyün uygun bir yerine ateş yakarlar. Bu ateşe alanbaş denir. Davul ve zurna sin - sin havasını devamlı olarak çalar. Oyuncular teker teker ateşin çevresinde el ve ayak hareketleri ile durmadan dönerler. Ateşin başında oynayan kişi, topluluktan biri çıktığı zaman alanı terk eder.
Bu terk etme işinde atik davranmazsa oyuna giren kişi oynayanın sırtına yumrukla vurarak çıkmasını sağlar.
Gelin Perşembe günü sabahla öğle arasında ata bindirilerek her iki tarafın erkek sağdıçları yanında olmak üzere gelin alayı halinde götürülür. Bu gelin götürme törenine sağmenlerde katılırlar. Akşamdan sonra yatsı namazı ile birlikte gerdek'e verilir ve böylece düğün biter.
Gelin geldikten sonra güreş yapılır. Bu güreşlere sağmenlerle birlikte komşu köylerden tanınmış pehlivanlar davet edilir. Galip çıkan pehlivanlara derecelerine göre ikramiye verilir. Ertesi sabah düğün bitmiş olur. Sağmenler ve diğer misafirler evlerine dağılırlar.
Yüzük Oyunu
Kahramanmaraş köylerinin bir çoğunda, eskiden beri oynana oyunlardan biriside yüzük oyunudur. Bu oyun çeşitli yerlerde değişik biçimlere bürünmüştür. Bizim burada belirttiğimi oyun, bunların hemen hepsinin ortak yönünü kapsayacak şekildedir. Bu oyun düğünlerde ve kış geceleri oynanır.
Düğün devam ettiği gecelerde gençler davul ve zurna ile halay çektikten sonra büyük bir ateş yakarak bu ateşin çevresinde sin - sin oyununa geçerler. Bu oyun bitince bir evde toplanarak yüzük oyunu oynamak üzere iki gruba ayrılırlar. Ortaya bir ekmek tahtası ile yüzük yakımı olarak bir tava, on bir zarf getirilir (Bu oyun bazı yörelerde fincan ve ceviz kabuğu ile de oynanmaktadır). Her iki tarafın bir baş oyuncusu bulunur. Oyuna geçilmeden önce baş oyuncular arasında taş tutulur. Dolu çıkan taraf yüzüğü saklar, diğer taraf aramaya başlar. Yüzük ilk çekilen zarf arasında olursa, o zaman tabak arayan tarafa geçer. Şayet ikinci zarfın içinde çıkarsa, dimyet olur, böylece yüzüğü saklayan taraf on deve (sayı) kazanmış olur. Yüzüğü saklama işi devam eder. Yine karşı taraf aramaya başlar. Birinci ikinci zarfları kaldırır, yüzük bulunmazsa dimyet geçer. Şayet yüzük sonraki zarfların birinin içinden çıkarsa kaldırılmayan zarflar deve sayılır. Eğer sondan iki zarf kalmışsa, bu iki zarftan birini arayan taraf "Bize" diye kaldırır. Bu kaldırma işinde yüzük zarfta çıkarsa arayan taraf saklar. Çıkmazsa diğeri iki deve kazanır. Oyun böylece devam eder, hangi tarafındann deve sayısı otuz olursa diğer tarafa otuz çektirir. Devesi otuz olmayan taraf diz çöker, diğer taraftan biri hocalık yapar. Bir kişide elinde sopa ayakta bekler. Diz çökenler, başlarındaki kişi ile birlikte aşağıdaki sözleri söyleyerek yere yatıp kalkarlar.
Otuz of
Beller büken otuz of
Evler yıkan otuz of
Kırk yaşında emekleten otuz of
Çocukları yetim koyan otuz of
Kara Meryem'e hizmetçi yapan otuz of.
Bu bitince tabak otuz of çeken tarafa yeminle verilir. Bu yemin şöyledir: Enteşenin, menteşenin, kızılcıktaki kara eşenin, Cuma günü yatanın ve beni babalımı (Vebal) aldın kabul ettin mi? "Aldım" denilirse tabak verilir, yoksa verilmez. Oyuna devam edilir. Hangi taraf deve sayısını elli yaparsa partala (Karşı tarafı sinirlendirip üzecek şiir şeklinde söylenen ağır sözlerdir) söylerler. Partalayı söyleyecek kişinin elinde değnek (Sopa) vardır. Bu kişi iki taraf arasında durur. Partala syleyeceği tarafa dönüp şunları söyler:
Haydin şunlara varalım,
Halın hatırın soralım,
Oy zalim nenni nenni,
Ufacık terlerin silelim,
Oy zalim nenni nenni,
Demen (Değmeyin) beylere beylere,
Zalimin göçü,
Ark üstünden hatlatırım (Atlatırım),
Oy zalim nenni nenni,
Çayır çimen toplatırım,
Demen beylere beylere,
Alar (Ağalar) ho.....,
Sen bir misafir adamısn,
Oy zalim nenni nenni,
Çayır çimen toplatırım,
Demen beylere beylere,
Alar ho.....,
Dağdan vururlar hezeni,
Gelir uzanı uzanı,
Aptal Meyrem'in yol kazanı,
Oy zalim nenni nenni,
Demen beylere beylere,
Alar ho.....,
Bizim soba taplı olur,
Oy zalim nenni nenni,
Get kendini üşütte gel,
Demen beylere beylere,
Alar ho.....,
Hocalar gelir firezden,
Oy zalim nenni nenni,
Seni götürürler birezden,
Oy zalim nenni nenni,
Demen beylere beylere,
Alar ho.....,
Bizden olsana,
Yüzük bulsana,
Çalıp alsana,
Yüzük bilmen neden oynan,
Oy zalim nenni nenni,
Merkep gibi otlatırım,
Demen beylere beylere,
Alar ho.....,
Sana biner hotlatırım,
Oy zalim nenni nenni,
Demen beylere beylere,
Alar ho.....,
Adana'dan aldım kutu,
Oy zalim nenni nenni,
Merkep gimi otlatırım,
İçi dolu sıçan otu,
Demen beylere beylere,
Alar ho.....,
Yük üstüne pala koydum,
Bir ucunu dala koydum,
Kaynanana ........
Yüzük bilmen neden oynan.
Partala bittikten sonra, tabak partala çalınan tarafa yeminle verilir. Enteşenin, menteşenin, kızılcıktaki kara eşenin, Cuma günü yatanın ve beni babalımı (Vebal) aldın kabul ettin mi? "Aldım" denilirse tabak verilir, yoksa verilmez. Oyuna devam edilir. Hangi taraf deve sayısı yüz iki olursa o taraf utmuş (Yenmiş) olur. Utulan taraf, sıra halinde diz çöker, önce kendi şapkaları ile terleri silinir. Bundan sonra çeşitli oyunlar oynanır.
Bu oyunlar şunlardır: Soğan Kapması, Kül Yüzmesi, Duvar Örmesi, Daldala, Merkebe Ters Bindirme, Şildirşip Namazı, Bostanda Ayı Var, Bağa Tilki Girmiş, Mangır Satma, Üzümcü Köy Ağası, Kel Hüseyin'in Değirmeni, Okuma.
Soğan Kapması
Bir soğan iple tavana asılır. Utulan taraftaki kişilerin elleri arkadan bağlanır. Bunu ağızları ile yakalamak zorundadırlar. Soğan sallanır. Utulan taraftan bu soğanı kim kaparsa ya cezadan kurtulur, ya da diğer oyunlarda cezası azalır. Suçu artanlar ağır ceza görürler. Bundan sonra "Kül Yüzmesi" oyununa geçilir. Bir leğenin içine su konur. İçine kül atılıp karıştırılır. Suyun içine yüzük atılır. Utulan taraftaki kişiler yüzüğü bulmak için ağızlarını suya daldırarak teker teker ararlar. Ağzı ile yüzüğü bulup çıkaran imtihanı kazanarak cezadan kurtulur. Bulamayan imtihanı kaybederek ceza görür. İmtihanı kaybeden kişilere "Sağdan say" derler. Sağdan sayılır. Kalan tespit edilir. Kazanana mükafat olarak su dağıttırılır. Sonra duvar örme işine geçilir. Duvar ustası gelerek taşlara tek tek bakar. "Hepsi için bir balyoz, bir külünk, ikide amele lazım" der. Utulanların içinden balyozu, külüngü seçer. İçlerinden iki de uzun boylu amele ayırır. Utulanlar diz üstü oturtulur. Ameleler onları birbirinin üstüne koyup ölçüye getirerek teker teker örer. Böylece oyunlar bittikten sonra utulanlar eşşeklere ters bindirilip davul zurna ile evlerine kadar götürülürler.
Kahramanmaraş İlinde Doğum Üzerine İnanışlar
İl merkezi, ilçe ve köylerimizde teden beri yeni doğan çocuklara yapılan işlem türlü özellikler göstermektedir. Bunlardan yaygın olanları şöylece toplayabiliriz.
Çocuk doğunca göbeği, beş parmak ya da bir süngüç (Baş parmak ile şahadet parmağı arasındaki uzunluk) yukarıdan makasla kesilir. Biraz daha yukarıdan kesilirse sesinin güzel olacağına inanılmaktadır. Çocuk oğlan olursa kesilen göbeği "Ahırcı olsun, malcı olsun, çiftçi olsun" diye ahıra gömülür. Kız olursa "Don (Çamaşır) yusun, çalışkan olsun, temiz olsun diye suya atılır.
Ebe göbeği keserken çocuk kız ise, çoğunlukla Peygamber ya da uğurlu saydıkları kişilerden birinin adını göbek adı olarak koyar. Loğusa'ya üç güne kadar su verilmez. Önce yağ ile pekmez karışımı hafifçe kaynatılıp içirilir. Bu üç gün içinde yoğurt ve süt vermeyi de doğru bulmazlar. Çocuk doğunca ebe tarafından tuzlanır. Bu işi, ağzı ve bedeni kokmasın, çocuk sağlam ve pişkin olsun diye yaparlar. Yıkama işi doğumdan 5 - 10 dakika sonra yapılır. Çocuğu yıkarken ayaklarından tutup baş aşağı sallandırmak adettir. Bu iş yapılırken "Boynu ve kolları uzun olsun" denir. Sonra kundaklayarak beşiğe konur. Aradan üç gün geçince çocuğun altına toprak bırakılır.
Çocuk yürümeye geçinceye kadar toprak koyma işi devam eder. Toprakta yatan çocuğun gürbüz olacağına inanılmaktadır. Üç ezan sesi duyulmadan çocuğa meme vermek doğru sayılmaz. Asıl adının da, yaşlı bir kişi tarafından çocuğun kulağına ezan okunarak verilmesi şarttır.
Çocuk kırkını doldurmadan önce bulunduğu odaya su konmaz. Konursa çocuğun şeytanlar tarafından suda boğulacağına inanılır. Kırkı çıkmayan kadın ve çocuklar, diğer kırkı çıkmayan kadın ve çocukların yanlarına alınmaz. Alınırsa kırk basma durumundan korkulur. Kırk basan çocuğun hastalanıp öleceğine dair inançlar yaygındır. Komşu bulunan kırklı kadınların birbirlerine gelmeleri mutlaka gerekirse dikiş iğnesi verip öpüşürler. Yeni doğan bir çocuğun yanına çocuğu durmayan bir kadın sokulmaz. Şayet gelirse çok dikkat edilir. Çocuğu durmayan kadının öbür çocuğun üzerine silkelenmesinden korkulur. Bu davranış olursa çocuğun öleceğine ya da sakat kalacağına inanılır. Silkelenen kadın kendi çocuğundaki yaramazlığın öbür çocuğa geçeceğini sanır. Öbür tarafta bunu böyle düşünür. Bu silkinme olayına "Tıbıkası Geçti" denir. Çocuğun göbeği düşmeden komşulara evden hiçbir şey verilmez. Kırklı çocuğu evde yalnız bırakmazlar. Baş ucuna ya Kur'an-ı Kerim ya da bir süpürge koyarlar.
Doğumdan kırk gün sonra çocuk ve ananın kırkı çıkarılır. Bunun için en az kırk delikli bir süzgeç yahut hamam kesesinden üç tas su geçirmek şarttır. Bu üç tas su ana ve çocuğun başından aşağı dökülür. Tastaki suyu dökmeden önce, bunu yapacak olan kadın, "Kırk, kırk, kırk, ..." elini tastaki suya kırk defa çarpar. Hamam olan yerde, doğuran kadın hastalıklarını atmak için terletilmesi yoluna gidilir. Bundan başka, bir yumurtanın içine türlü baharat karıştırılarak bedenine sürülür. Bazı yerlerde doğumun yedinci ve yirminci günlerinde de kırk çıkarma işlemleri yapılmaktadır.
Kahramanmaraş'ta Ölüm İle İlgili Adetler:
Ölüm Döşeğinde:
a) Helâlleşme : Hasta ölüm döşeğine düştüğü zaman yakınları tarafından "Başı beklenir". Yani ölümüne intizar edilir. Başı beklenen, yani ölüm döşeğinde bulunan bir hastanın hısım, akraba, dost, arkadaş, tanıdık ve meslektaşları gibi yakınları helâlleşmek üzere ziyaretine gelirler. Ekseriye şu mealde konuşmalar yapılır.
- Hasta ölmemişte başında bekleyen ölmüş... Allah imandan ayırmasın, hepimiz ölümlü dünyadayız; o yolun yolcusuyuz... gibi teselliyi müteakip,
- Hakkını helâl et, bizden yana da helâ olsun, şeklinde helâlleşme ifa edilir.
b) Vasiyyet : Ölüm döşeğindeki hastaya en yakın tarafından vasiyeti olup olmadığı sorulur. Esasen, ihtiyatlı Müslümanlar daha önceden vasiyetnamelerini yazarak hazırlarlar. Bu gibiler, vasiyetnamelerinin yerini soruya cevaben bildirirler. Gerek yazılı vasiyetname bırakanlar, gerekse şifaî vasiyette bulunanlar İslâm dinine göre en çok mallarının üçte birini vasiyet edebilirler. Bu hususa riayet edilerek yapılan vasiyetler, vereseleri tarafından aynen yerine getirilir. Vasiyet eden hasta alacaklarını ve vereceklerini beyan eder ve ayrıca hayır işi için harcamasını istediği meblağı bildirir. Bunu yaparken:
- Ya Rabbi, sen beni kuluna borçlu, huzuruna suçlu çıkarma, der ve bunu hastalığı devamınca zaman zaman da tekrarlar.
c) Haleti Nezi (Son Nefes) : Hastanın ahirete intikali esnasında İslâmın manevî huzurunu telkin ve uhrevi havayı teneffüs ettirmek gayesiyle hastanın "Başını beklemek" için toplanan yakınlarından bazıları Kur'an-ı Kerimden YÂSİN sûresini okurlar, bazıları da hastanın duyabileceği sesle "Şehadet Kelimesi" kelimesi getirirler ve hastanın da son nefeste Şehadet Kelimesi getirmesine yardımcı olurlar. (Hasta gözünü kapayınca Kur'an okumaya son verilir. Ta ki, yıkanıncaya "gasl"e kadar). Ölüm haberi mahalle cami ve birçok minarelerde müezzinler tarafından (Sela vermek suretiyle duyurulur. Selâ olarak yunus Emre'den "Yalan Dünya" ilâhisi veya şu ayet usulüne göre söylenir "Lailahe İllallah Vahdehu Laşerikeleh. Lehülmülkü ve lehülhamdü yuhyi ve yümit. Biyedihil hayr ve hüve alâ külli şey'in kadir. Ve İleyhilmasir, İnna Lillah ve İnna İleyhi Raciûn". Üç defa tekrarlandıktan sonra ölenin kimliği açıklanarak duyurulur ve "Allah Rahmet Eylesin" denir).
Ölü Selâsına bir Örnek;
Umulmaz bir vefâ senden
Yalan dünya değil misin
Erişmez hiçbiri gamden
Viran dünya değil misin
Niçin gafil yaşarız biz
Bu dünya fâni bir dünya
Hiçbir şeye güvenmeyiz
Akıbeti ölüm zira.
Bunu takiben ceset tabuta konulur. Vazifeli veya bir büyük tarafından umuma hitaben:
- Hakkınız Helâl Edin, denir ve tabut, baş tarafı öne gelmek üzere evden çıkarılır. Bu anda kadınların feryadı ve ağlaşmaları son haddini bulur.
Cenaze umumiyetle en yakın Cami'ye, Kahramanmaraş'ta çok defa Ulu Cami'ye getirilir. Namazı kılınır ve namazı müteakip cemaatten biri yüksek sesle:
- Nice Bilirsiniz? Diye cemaate sorar.
Cemaatte hep birden:
- İyi Biliriz, Allah Rahmet Eylesin, derler.
Yolda rastlayanlar son vazife olarak tabutu en az 7 ila 10 adım omuzlayarak taşırlar. Her taşıyan şunlardan birini söyler:
- Allah Rahmet Eyleye.
- Mekânı Cennet Ola.
- Peygamber Efendimiz Şefaatçisi Ola.
- Sûali Kolay Gele.
- Allah Cennette Cem Eyleye.
- Yattığı Yer Nur Ola.
- İlk Gecesi Âsan Gele.
- İmanı Kamil Ola vs.
Böylece mezara kadar götürülür.
d) Mezarlıkta : Mezarlığa girilince tabut hazırlanmış olan mezarın yanı başında toprağa konur. Cemaat bundan önce oturamaz. Mezarcı vazifesini yapar. Yakınları cenazeyi mezara indirir. Üç avuç toprak okunur ve mezara serpilir. Üç avuç toprağın okunması, ilki insanın topraktan yaratıldığı, ikincisi tekrar toprağa verildiği, üçüncüsü ba'sübadel mevt'i ifade eden dualarla olur.
Bundan sonra mezarın üzeri toprakla örtülür ve dinî merasim başlar. Vazifeli hoca dua okurken cemaat Amin" der. Dua sonunda Fatiha okunarak cemaat mezarlığı terk eder ve vazifeli hoca Dinî Telkin yapar. Bu telkin ölünün anasının adı söylenerek yapılır.
Cemaat mezarlığı terk ederken tabutun üzerine örtülmüş olan ve daha çok âdet veçhile halı mahalle camiine sergi olarak verilir. Sıcak havalarda mezarlığa çağrılan meyan şerbetçileri, limonatacılar cemaate ölünün ruhu için bol bol şerbet e limonata dağıtırlar (Sebil).
Mezarlıktaki merasimlerden sonra cenaze evine taziyeye gidilir. Taziyeler üç gün devam eder. Bu üç gün içinde ölünün yakınları, dostları ve komşuları tarafından ölü evine çeşitli yemekler gönderilir. Bu suretle kederli aile yemek pişirme külfetinden kurtarılmış olur. Aynı zamanda fazla gönderildiğinden yemekler ziyaretçilere, fakir - fukaraya da ikram edilir. Ölü evinde ölenin ruhu için Aşrı Şerifler okunur, tevhit yapılır. Ölüyü hayırla anmak için zaman zaman Mevlid-i Şerifler okutulur.
Yukarıdaki anlatılanlar il hudutları dahilinde ufak farklarla uygulanır.
ALINTIDIR..
İnsanlar eskiden beri kötü gözlerin iyi nesnelere dokunup zarar vereceğine inanmış, korunmak için çareler aramışlardır. Türkler, en iyi koruyucu olarak mavi boncuğu seçmişlerdir. Bu kelime Türk lehçelerinde, (Boncuk, Moncuk, Moyucak, Monşak) şekillerinde söylenmiştir. Türkler arasında koruyucu boncuğun mavi boncuk olmasına, ayrıca önem verilmesine mavi gözlü Türklere pek az rastlanması ve mavi gözlerde kemlik özelliği bulunduğuna dair inanç sebep olsa gerek. Eski Türkler atlarının boynuna tılsımlar astıkları gibi sancaklarının tepesine de koruyucu tılsım olarak boncuk takmışlardır.
Nazarlıklarda, zamanla çok çeşitli cisimlerin kullanılması adet olmuştur. Nazara inanma işi bugün bile Kahramanmaraş il merkezi ve köylerinde yaygın bir şekilde görülmektedir. Güzele, engine, üstün kabiliyet ve maharetlere sahip olanlara, işi iyi bilenlere, beden yönünden güçlü kimselere nazar değeceğine inanılmaktadır. Bazı kişilerin, özellikle gök gözlülerin nazarından korku duyanlar çoktur. Bu konuda türlü söylentiler vardır. Halk arasında, koşan bir atı bile durdurup çatlatacak kadar nazar sahibi kişilerin olduğu söylenir. İşi iyi giden insanların, gürbüz ve güzel çocukların, görkemli hayvanların hastalık ya da ölümlerinin nazara bağlandığı çok olur. Bu inanış öyle geniştir ki, araba, öküz, inek, bağ - bahçe ve ekinlere bile nazar değer. Nazar değmemesi için türlü nazarlıklar kullanılır. Bunlardan gök boncuk başta gelir. Diğer nazarlıklardan bazıları şunlardır:
İğde Çekirdeği, Göz Boncuğu, Şap, Yılan Kemiği, Küçük Kaplumbağa Kabuğu, Küçük Çakı, Makas, Karaçalı dalından muska şeklinde kesilmiş bir parça, Hayvan Boynuzu, Öküz, At, Karaca gibi hayvanların kafa tasları, At Nalı vs. Bunlardan taşınabilecek küçüklükte olanlar çocukların omuzlarına ve beşiklerine asılır. Hayvanlara ait kafa tası, boynuz ve nal gibi cisimler göz değeceğinden korkulan dükkân, ev ve benzerlerinin gözler görülebilecek uygun yerlerine asılır. Ayrıca araba ve görünüşü etkili olan binaların ön cephelerine "Maşallah" yazılır. Taksilerde, kamyonların şoföre yakın yerlerinde gök boncukla birlikte bir parça şap asılı olduğu çok görülmektedir.
Nazar değdiğine inanılan çocuk ve büyüklere, nazarın bozulması için şu işlemler yapılır:
1- Bir hocaya okutturulur.
2- Ateşe üzerlik atarak çıkan dumanın nazar değenin üstüne gelmesi sağlanır.
3- Kömür sayılır.
Düğün Adetleri
Ne acı... zaman maalesef bir çok eski ve güzel geleneklerimizi unutturmuştur. Ama yinede unutulmayan örf ve âdetlerimiz oldukça çoktur. Bunlardan biride Kahramanmaraş'taki "Düğün Âdetleri"dir. Toplumsal olaylardan biri olan düğünlere dünyanın çeşitli ülkelerinde çeşitli şekillerde rastlayabiliriz. Bunlardan çok garipleri olduğu gibi, âyin, şölen, oyun ve tören gibi harikûlâde olanları da vardır.
Halk çoğunluğunu orta tabakanın teşkil ettiği Kahramanmaraş'ta yüzyıllardan beri süregelen düğün âdetlerini bugün de her mahallede, her evde ve her mevsimde görebiliriz. Yabancılar için gayet orijinal ve hoş, düğün sahipleri için gerekli ve çocuklar için bir eğlence olan bu güzel düğün âdetlerini, dolayısıyla mutlu bir yuvanın kurulabilmesi için gösterilen bu çabaları, kız görme, şerbet, nişan, kına, gelin getirme, düğün, nikâh, gerdek ve el öpmeler diye özetleyebiliriz.
Görücü (Kız Görme)
Kahramanmaraş'ta evlenmelerin büyük bir kısmı görücülerin aracılığı ile olur. Aileler oğulları evlenme çağına gelince kız görmeye başlarlar. Aile bu işle uğraşmakta gecikirse oğulları bu arzuyu bazı hareketlerle ifade eder. Örneğin; askerden gelmişse nüfus kâğıdını, terhis tezkeresini ailesinin görebileceği yere koyar. Elbisesini suya ıslatıp yıkamadan asar. Burada şu yaygın fıkrayı anlatalım:
Oğulları evlenme çağına gelmiş olan anne ve baba maddî yetersizlikten dolayı. Evdeki eşeği ve yaşlı öküzü satıp oğlanı evlendirmeye karar verirler. Konuşmaları kapı aralığından dinleyen genç sabırsızlıkla beklemeye başlar. Fakat günler geçtiği halde ailesinde bir hareket göremeyince sabırsızlanan genç bir gün konuşma arasında, "Hani hiç eşek, öküz lâfı etmiyorsunuz der".
Kız görmek için Pazartesi ve Perşembe günleri uğurlu sayılır. Görücüler, oğlanın babaannesi, teyzesi ve diğer yakın akrabaları bir Pazartesi veya Perşembe günü kız evine giderler. Görücülere kahveyi evin gelinlik kızı getirir ve kahveyi ikram ettikten sonra oda kapısının yanında, uygun bir yerde elindeki kahve tepsisini göğsünün hizasında tutarak bekler.
Görücüler kızı beğenirlerse anne, babaya "Menendimizi bulduk" der. Baba da kızı bir araştırır. Pazartesi ve Perşembe günü görücüler tekrar kız evine giderler. Kızın annesi "Hoşgeldiniz, hangi rüzgar attı sizi buraya" der. Görücülerden en yaşlısı "Hoş bulduk" der. Oğlanın anası da , "Niçin geldik, sorsana" der. Kızın anası sorunca, "Allahın emri Peygamberin kavliyle kızınızı oğlumuza istemeye geldik" derler. Kızın anası da "Allah yazdıysa bizim ne söyleye hakkımız var" der. Görücüler giderken kız evi kesin cevap için üç gün izin ister. Görücüler de "Peki ama üç gün sonra kızı almadan gitmeyeceğiz" der. Bundan sonrada kız evi de oğlan hakkında soruşturmalarını yapar. Üç gün sonra kaynana birkaç kişiyle gelir, "Rast gele" der içeri girerler. Hoş beşten sonra kızı vermeyeceklerse "Kızımız daha küçük" diye baştan savarlar. Vereceklerse, kız evi naz evi olduğundan birkaç hafta nazlanırlar. Bir top inci, 20 - 25 tek ince bilezik, 10 - 11 çift burma bilezik, bir gerdanlık istenilir, yol parası ve kızın ağırlığı tespit edilir. Zenginlerse, kız evinin istediği şeyleri verirler ve şerbet günü tayin edilir. Kız evinin isteklerini veremeyenler geri çekilmek zorunda kalır.
Şerbet
Şerbet günü, bir Pazartesi veya Perşembe günüdür. Her iki ailenin tuttuğu kadınlar tarafından hısım ve akrabalar şerbete davet edilirler. Konuklara oğlan evi tarafından gönderilen meyve, tatlı ve çerezler ikram edilir. Yine oğlan evinin gönderdiği şeker şerbet yapılır. Şerbet dağıtılırken kaynana kız yüzük takar. Hocalar dualar okur.
Ağırlık
Tespit edilen bir günde kızın ve oğlanın akrabaları, daha önceden kararlaştırılan eşyaları kız evine verirler.
Düğün Hamamı
Kız evi, oğlan evinin kiraladığı hamama yine akrabaları ile giderler. Gelini kız evi soyar. Yıkandıktan sonra iç çamaşırlarının üzerine sevaî (Yöresel bir nevi işlemeli önü açık, yakasız özel giysi) giydirilir. Saçları örülüp altın mahmudiyelerle süslendikten sonra başı bağlanır. Baş bağlayacak kadın iş bilir, elinden su içilir, maya çalınca tutacak, pekmez ebeleyecek (Mayalayacak) cinsten olmalıdır. Aksi halde gelinin çocuğu olmayacağına inanılır. Bundan sonra gelinin ön tarafına yeşil, arka tarafına kırmızı olmak üzere iki tane duvak bağlanır, ayağı sarı edik (Çizme vari ayakkabı) ile çorap giydirilir. Kollarında kırmızı kurdela bulunan sağdıçlar gelinin yanlarında; natırönde, arkasında da kız evinin gelin olacak çağa gelmiş kızları bulunur.
Kına
Çarşamba günü öğleden sonra oğlan evi, kız evine gider ve kaynanasının eli geline öptürüldükten sonra kaynana gelinin avucuna kına koyar. Burada kullanılan tahta kaşık oğlan evin gider. Herkes gittikten sonra gelin avucundaki kınayı evin duvarına çarpar. Bu davranışı gelinin o kına gibi tertemiz evi bırakmış olduğuna delalet eder.
Gelin Getirme
Zamanımızdan 25 sene önceye kadar gelin atla getirilirdi. Bugün ise arabalarla götürülüyor. Araba geleneği de önemlidir. Araba ne kadar çok olursa düğün o kadar şerefli sayılır. Gelin arabasının önüne halktan ip geren olursa şoförün yanında oturan kayın peder, avuç dolusu bozuk para fırlatır. Gelin oğlan evinin kapısında kayın pederinin elini öper, kaynana gelinin ayağı önünde boş bir şişe kırar ve çocuklara para atar. Gelin merdivenden çıktıktan sonra kaynananın kolunun altından geçer. Kaynana geline bir nar verir, gelin bu narı duvara vurup parçalar. Kınanın karıştırıldığı kaşığı gerdek odasının ortasında kırıp yere atar.
Gelin
Perşembe günü sabahı gelinin eline ayağına kına yakılır. Saçı güzelce taranır ve elbiseleri giydirilir. Düğün türküsü ve oyunlarla geçirilir. Erkekler gazel söyler, halay çekerler. En büyük ödev abdal davuluna ve Belediye Bandosuna düşer. Oyun oynayan ne kadar çoksa düğünün namı o kadar büyük olur. O gün herkese izzet ikramla "Velime Yemeği" yedirilir, velime yemeği çok kere lâhmacun, patates sulusu, pirinç pilavı ve hoşaftır. Özel olarak çörekte ikram edilir.
Dini Nikah
Çoğunlukla öğleden sonra yapılır. Kız ve oğlan vekilleri, şahitleri, imam efendi ve oğlan ile kızın babaları bulunur. Kızın vekilliğini kendisine nikah düşmeyen bir kişi üzerine alır. Vekillik alırken bu adam şahitlerin huzurunda geline üç defa "Beni vekil kabul ettiniz mi?" diye sorar, kızda "Evet" der veya sükût ederse "Sükût ikrardandır" deyip vekilliğini alır. İmam efendi nikah kıyar.
El Öpme
Damat, gelin ve yakın akrabaları Pazar'a rastlayan bir günde kız evine el öpmeye giderler. Damat, kayın peder ve kaynanasının elini öper. Ölünceye kadar devam edecek mutluluk temeli bugün atılır.
Onlar ermiş muradına biz çıkalım kerevetine..
Kahramanmaraş Köylerinde Düğünlerde Sağmenler (Seymenler)
Kahramanmaraş köylerindeki düğünlerde, oğlan evi tarafından davet edilerek çevre köylerden gelen topluluğa sağmen (Seymen) denilmektedir. Düğünün olduğu köyden davet edilenler sağmen olamazlar. Sağmenliği meydana getiren kişiler oğlan evi tarafından okuntu gönderilerek çağrılır. Okuntu gönderme düğüne davet etme demektir. Bunun için, çağrılan kişilere birkaç elma, bir miktar şeker, bir değirmi basma, havlu, mendil, çorap gibi şeyler gönderilir. Bunlara okuntu, okuntuyu götürenlere okuyucu denir. Okuyucu okuntu dağıttığı kişilere "Size .....ın selamı var, önümüzdeki hafta düğüne buyurmanızı söyledi" der. Okuyucular genellikle dili tatlı, bu işe uygun kişiler arasından seçilir.
Köylerdeki düğünlerin çoğu Pazartesi ya da Salı günü kurulur. Sağmen alayı, düğünün başladığı gün gelir. Sağmen gelirken beraberinde keçi, koyun, inek ve öküz gibi hediyeler getirir. Bunlar düğün evine verilir.
Sağmenler, düğün olan köye yaklaştıkları zaman silah sıkarlar. Bu davranış sağmenin gelmekte olduğunu duyurur. Sağmenin gelişini haber alan köylü, davulla birlikte karşılamaya çıkar. Belli bir yerde karşıladıktan sonra birlikte düğün evine dönerler. Köylü, bu gelen topluluğu üçer, beşer paylaşır. Bu davranış düğün sahibini müşkül durumdan kurtarmak içindir. Düğün sahibi kendisine getirilen canlı malı kestirerek sağmene yemek ikram eder.
Sin - Sin Oyunu
Sağmenler akşam yemeğini yedikten sonra halaylar başlar. Gece yapılan oyunların en ilginci sin - sin oyunudur. Bunun için köyün uygun bir yerine ateş yakarlar. Bu ateşe alanbaş denir. Davul ve zurna sin - sin havasını devamlı olarak çalar. Oyuncular teker teker ateşin çevresinde el ve ayak hareketleri ile durmadan dönerler. Ateşin başında oynayan kişi, topluluktan biri çıktığı zaman alanı terk eder.
Bu terk etme işinde atik davranmazsa oyuna giren kişi oynayanın sırtına yumrukla vurarak çıkmasını sağlar.
Gelin Perşembe günü sabahla öğle arasında ata bindirilerek her iki tarafın erkek sağdıçları yanında olmak üzere gelin alayı halinde götürülür. Bu gelin götürme törenine sağmenlerde katılırlar. Akşamdan sonra yatsı namazı ile birlikte gerdek'e verilir ve böylece düğün biter.
Gelin geldikten sonra güreş yapılır. Bu güreşlere sağmenlerle birlikte komşu köylerden tanınmış pehlivanlar davet edilir. Galip çıkan pehlivanlara derecelerine göre ikramiye verilir. Ertesi sabah düğün bitmiş olur. Sağmenler ve diğer misafirler evlerine dağılırlar.
Yüzük Oyunu
Kahramanmaraş köylerinin bir çoğunda, eskiden beri oynana oyunlardan biriside yüzük oyunudur. Bu oyun çeşitli yerlerde değişik biçimlere bürünmüştür. Bizim burada belirttiğimi oyun, bunların hemen hepsinin ortak yönünü kapsayacak şekildedir. Bu oyun düğünlerde ve kış geceleri oynanır.
Düğün devam ettiği gecelerde gençler davul ve zurna ile halay çektikten sonra büyük bir ateş yakarak bu ateşin çevresinde sin - sin oyununa geçerler. Bu oyun bitince bir evde toplanarak yüzük oyunu oynamak üzere iki gruba ayrılırlar. Ortaya bir ekmek tahtası ile yüzük yakımı olarak bir tava, on bir zarf getirilir (Bu oyun bazı yörelerde fincan ve ceviz kabuğu ile de oynanmaktadır). Her iki tarafın bir baş oyuncusu bulunur. Oyuna geçilmeden önce baş oyuncular arasında taş tutulur. Dolu çıkan taraf yüzüğü saklar, diğer taraf aramaya başlar. Yüzük ilk çekilen zarf arasında olursa, o zaman tabak arayan tarafa geçer. Şayet ikinci zarfın içinde çıkarsa, dimyet olur, böylece yüzüğü saklayan taraf on deve (sayı) kazanmış olur. Yüzüğü saklama işi devam eder. Yine karşı taraf aramaya başlar. Birinci ikinci zarfları kaldırır, yüzük bulunmazsa dimyet geçer. Şayet yüzük sonraki zarfların birinin içinden çıkarsa kaldırılmayan zarflar deve sayılır. Eğer sondan iki zarf kalmışsa, bu iki zarftan birini arayan taraf "Bize" diye kaldırır. Bu kaldırma işinde yüzük zarfta çıkarsa arayan taraf saklar. Çıkmazsa diğeri iki deve kazanır. Oyun böylece devam eder, hangi tarafındann deve sayısı otuz olursa diğer tarafa otuz çektirir. Devesi otuz olmayan taraf diz çöker, diğer taraftan biri hocalık yapar. Bir kişide elinde sopa ayakta bekler. Diz çökenler, başlarındaki kişi ile birlikte aşağıdaki sözleri söyleyerek yere yatıp kalkarlar.
Otuz of
Beller büken otuz of
Evler yıkan otuz of
Kırk yaşında emekleten otuz of
Çocukları yetim koyan otuz of
Kara Meryem'e hizmetçi yapan otuz of.
Bu bitince tabak otuz of çeken tarafa yeminle verilir. Bu yemin şöyledir: Enteşenin, menteşenin, kızılcıktaki kara eşenin, Cuma günü yatanın ve beni babalımı (Vebal) aldın kabul ettin mi? "Aldım" denilirse tabak verilir, yoksa verilmez. Oyuna devam edilir. Hangi taraf deve sayısını elli yaparsa partala (Karşı tarafı sinirlendirip üzecek şiir şeklinde söylenen ağır sözlerdir) söylerler. Partalayı söyleyecek kişinin elinde değnek (Sopa) vardır. Bu kişi iki taraf arasında durur. Partala syleyeceği tarafa dönüp şunları söyler:
Haydin şunlara varalım,
Halın hatırın soralım,
Oy zalim nenni nenni,
Ufacık terlerin silelim,
Oy zalim nenni nenni,
Demen (Değmeyin) beylere beylere,
Zalimin göçü,
Ark üstünden hatlatırım (Atlatırım),
Oy zalim nenni nenni,
Çayır çimen toplatırım,
Demen beylere beylere,
Alar (Ağalar) ho.....,
Sen bir misafir adamısn,
Oy zalim nenni nenni,
Çayır çimen toplatırım,
Demen beylere beylere,
Alar ho.....,
Dağdan vururlar hezeni,
Gelir uzanı uzanı,
Aptal Meyrem'in yol kazanı,
Oy zalim nenni nenni,
Demen beylere beylere,
Alar ho.....,
Bizim soba taplı olur,
Oy zalim nenni nenni,
Get kendini üşütte gel,
Demen beylere beylere,
Alar ho.....,
Hocalar gelir firezden,
Oy zalim nenni nenni,
Seni götürürler birezden,
Oy zalim nenni nenni,
Demen beylere beylere,
Alar ho.....,
Bizden olsana,
Yüzük bulsana,
Çalıp alsana,
Yüzük bilmen neden oynan,
Oy zalim nenni nenni,
Merkep gibi otlatırım,
Demen beylere beylere,
Alar ho.....,
Sana biner hotlatırım,
Oy zalim nenni nenni,
Demen beylere beylere,
Alar ho.....,
Adana'dan aldım kutu,
Oy zalim nenni nenni,
Merkep gimi otlatırım,
İçi dolu sıçan otu,
Demen beylere beylere,
Alar ho.....,
Yük üstüne pala koydum,
Bir ucunu dala koydum,
Kaynanana ........
Yüzük bilmen neden oynan.
Partala bittikten sonra, tabak partala çalınan tarafa yeminle verilir. Enteşenin, menteşenin, kızılcıktaki kara eşenin, Cuma günü yatanın ve beni babalımı (Vebal) aldın kabul ettin mi? "Aldım" denilirse tabak verilir, yoksa verilmez. Oyuna devam edilir. Hangi taraf deve sayısı yüz iki olursa o taraf utmuş (Yenmiş) olur. Utulan taraf, sıra halinde diz çöker, önce kendi şapkaları ile terleri silinir. Bundan sonra çeşitli oyunlar oynanır.
Bu oyunlar şunlardır: Soğan Kapması, Kül Yüzmesi, Duvar Örmesi, Daldala, Merkebe Ters Bindirme, Şildirşip Namazı, Bostanda Ayı Var, Bağa Tilki Girmiş, Mangır Satma, Üzümcü Köy Ağası, Kel Hüseyin'in Değirmeni, Okuma.
Soğan Kapması
Bir soğan iple tavana asılır. Utulan taraftaki kişilerin elleri arkadan bağlanır. Bunu ağızları ile yakalamak zorundadırlar. Soğan sallanır. Utulan taraftan bu soğanı kim kaparsa ya cezadan kurtulur, ya da diğer oyunlarda cezası azalır. Suçu artanlar ağır ceza görürler. Bundan sonra "Kül Yüzmesi" oyununa geçilir. Bir leğenin içine su konur. İçine kül atılıp karıştırılır. Suyun içine yüzük atılır. Utulan taraftaki kişiler yüzüğü bulmak için ağızlarını suya daldırarak teker teker ararlar. Ağzı ile yüzüğü bulup çıkaran imtihanı kazanarak cezadan kurtulur. Bulamayan imtihanı kaybederek ceza görür. İmtihanı kaybeden kişilere "Sağdan say" derler. Sağdan sayılır. Kalan tespit edilir. Kazanana mükafat olarak su dağıttırılır. Sonra duvar örme işine geçilir. Duvar ustası gelerek taşlara tek tek bakar. "Hepsi için bir balyoz, bir külünk, ikide amele lazım" der. Utulanların içinden balyozu, külüngü seçer. İçlerinden iki de uzun boylu amele ayırır. Utulanlar diz üstü oturtulur. Ameleler onları birbirinin üstüne koyup ölçüye getirerek teker teker örer. Böylece oyunlar bittikten sonra utulanlar eşşeklere ters bindirilip davul zurna ile evlerine kadar götürülürler.
Kahramanmaraş İlinde Doğum Üzerine İnanışlar
İl merkezi, ilçe ve köylerimizde teden beri yeni doğan çocuklara yapılan işlem türlü özellikler göstermektedir. Bunlardan yaygın olanları şöylece toplayabiliriz.
Çocuk doğunca göbeği, beş parmak ya da bir süngüç (Baş parmak ile şahadet parmağı arasındaki uzunluk) yukarıdan makasla kesilir. Biraz daha yukarıdan kesilirse sesinin güzel olacağına inanılmaktadır. Çocuk oğlan olursa kesilen göbeği "Ahırcı olsun, malcı olsun, çiftçi olsun" diye ahıra gömülür. Kız olursa "Don (Çamaşır) yusun, çalışkan olsun, temiz olsun diye suya atılır.
Ebe göbeği keserken çocuk kız ise, çoğunlukla Peygamber ya da uğurlu saydıkları kişilerden birinin adını göbek adı olarak koyar. Loğusa'ya üç güne kadar su verilmez. Önce yağ ile pekmez karışımı hafifçe kaynatılıp içirilir. Bu üç gün içinde yoğurt ve süt vermeyi de doğru bulmazlar. Çocuk doğunca ebe tarafından tuzlanır. Bu işi, ağzı ve bedeni kokmasın, çocuk sağlam ve pişkin olsun diye yaparlar. Yıkama işi doğumdan 5 - 10 dakika sonra yapılır. Çocuğu yıkarken ayaklarından tutup baş aşağı sallandırmak adettir. Bu iş yapılırken "Boynu ve kolları uzun olsun" denir. Sonra kundaklayarak beşiğe konur. Aradan üç gün geçince çocuğun altına toprak bırakılır.
Çocuk yürümeye geçinceye kadar toprak koyma işi devam eder. Toprakta yatan çocuğun gürbüz olacağına inanılmaktadır. Üç ezan sesi duyulmadan çocuğa meme vermek doğru sayılmaz. Asıl adının da, yaşlı bir kişi tarafından çocuğun kulağına ezan okunarak verilmesi şarttır.
Çocuk kırkını doldurmadan önce bulunduğu odaya su konmaz. Konursa çocuğun şeytanlar tarafından suda boğulacağına inanılır. Kırkı çıkmayan kadın ve çocuklar, diğer kırkı çıkmayan kadın ve çocukların yanlarına alınmaz. Alınırsa kırk basma durumundan korkulur. Kırk basan çocuğun hastalanıp öleceğine dair inançlar yaygındır. Komşu bulunan kırklı kadınların birbirlerine gelmeleri mutlaka gerekirse dikiş iğnesi verip öpüşürler. Yeni doğan bir çocuğun yanına çocuğu durmayan bir kadın sokulmaz. Şayet gelirse çok dikkat edilir. Çocuğu durmayan kadının öbür çocuğun üzerine silkelenmesinden korkulur. Bu davranış olursa çocuğun öleceğine ya da sakat kalacağına inanılır. Silkelenen kadın kendi çocuğundaki yaramazlığın öbür çocuğa geçeceğini sanır. Öbür tarafta bunu böyle düşünür. Bu silkinme olayına "Tıbıkası Geçti" denir. Çocuğun göbeği düşmeden komşulara evden hiçbir şey verilmez. Kırklı çocuğu evde yalnız bırakmazlar. Baş ucuna ya Kur'an-ı Kerim ya da bir süpürge koyarlar.
Doğumdan kırk gün sonra çocuk ve ananın kırkı çıkarılır. Bunun için en az kırk delikli bir süzgeç yahut hamam kesesinden üç tas su geçirmek şarttır. Bu üç tas su ana ve çocuğun başından aşağı dökülür. Tastaki suyu dökmeden önce, bunu yapacak olan kadın, "Kırk, kırk, kırk, ..." elini tastaki suya kırk defa çarpar. Hamam olan yerde, doğuran kadın hastalıklarını atmak için terletilmesi yoluna gidilir. Bundan başka, bir yumurtanın içine türlü baharat karıştırılarak bedenine sürülür. Bazı yerlerde doğumun yedinci ve yirminci günlerinde de kırk çıkarma işlemleri yapılmaktadır.
Kahramanmaraş'ta Ölüm İle İlgili Adetler:
Ölüm Döşeğinde:
a) Helâlleşme : Hasta ölüm döşeğine düştüğü zaman yakınları tarafından "Başı beklenir". Yani ölümüne intizar edilir. Başı beklenen, yani ölüm döşeğinde bulunan bir hastanın hısım, akraba, dost, arkadaş, tanıdık ve meslektaşları gibi yakınları helâlleşmek üzere ziyaretine gelirler. Ekseriye şu mealde konuşmalar yapılır.
- Hasta ölmemişte başında bekleyen ölmüş... Allah imandan ayırmasın, hepimiz ölümlü dünyadayız; o yolun yolcusuyuz... gibi teselliyi müteakip,
- Hakkını helâl et, bizden yana da helâ olsun, şeklinde helâlleşme ifa edilir.
b) Vasiyyet : Ölüm döşeğindeki hastaya en yakın tarafından vasiyeti olup olmadığı sorulur. Esasen, ihtiyatlı Müslümanlar daha önceden vasiyetnamelerini yazarak hazırlarlar. Bu gibiler, vasiyetnamelerinin yerini soruya cevaben bildirirler. Gerek yazılı vasiyetname bırakanlar, gerekse şifaî vasiyette bulunanlar İslâm dinine göre en çok mallarının üçte birini vasiyet edebilirler. Bu hususa riayet edilerek yapılan vasiyetler, vereseleri tarafından aynen yerine getirilir. Vasiyet eden hasta alacaklarını ve vereceklerini beyan eder ve ayrıca hayır işi için harcamasını istediği meblağı bildirir. Bunu yaparken:
- Ya Rabbi, sen beni kuluna borçlu, huzuruna suçlu çıkarma, der ve bunu hastalığı devamınca zaman zaman da tekrarlar.
c) Haleti Nezi (Son Nefes) : Hastanın ahirete intikali esnasında İslâmın manevî huzurunu telkin ve uhrevi havayı teneffüs ettirmek gayesiyle hastanın "Başını beklemek" için toplanan yakınlarından bazıları Kur'an-ı Kerimden YÂSİN sûresini okurlar, bazıları da hastanın duyabileceği sesle "Şehadet Kelimesi" kelimesi getirirler ve hastanın da son nefeste Şehadet Kelimesi getirmesine yardımcı olurlar. (Hasta gözünü kapayınca Kur'an okumaya son verilir. Ta ki, yıkanıncaya "gasl"e kadar). Ölüm haberi mahalle cami ve birçok minarelerde müezzinler tarafından (Sela vermek suretiyle duyurulur. Selâ olarak yunus Emre'den "Yalan Dünya" ilâhisi veya şu ayet usulüne göre söylenir "Lailahe İllallah Vahdehu Laşerikeleh. Lehülmülkü ve lehülhamdü yuhyi ve yümit. Biyedihil hayr ve hüve alâ külli şey'in kadir. Ve İleyhilmasir, İnna Lillah ve İnna İleyhi Raciûn". Üç defa tekrarlandıktan sonra ölenin kimliği açıklanarak duyurulur ve "Allah Rahmet Eylesin" denir).
Ölü Selâsına bir Örnek;
Umulmaz bir vefâ senden
Yalan dünya değil misin
Erişmez hiçbiri gamden
Viran dünya değil misin
Niçin gafil yaşarız biz
Bu dünya fâni bir dünya
Hiçbir şeye güvenmeyiz
Akıbeti ölüm zira.
Bunu takiben ceset tabuta konulur. Vazifeli veya bir büyük tarafından umuma hitaben:
- Hakkınız Helâl Edin, denir ve tabut, baş tarafı öne gelmek üzere evden çıkarılır. Bu anda kadınların feryadı ve ağlaşmaları son haddini bulur.
Cenaze umumiyetle en yakın Cami'ye, Kahramanmaraş'ta çok defa Ulu Cami'ye getirilir. Namazı kılınır ve namazı müteakip cemaatten biri yüksek sesle:
- Nice Bilirsiniz? Diye cemaate sorar.
Cemaatte hep birden:
- İyi Biliriz, Allah Rahmet Eylesin, derler.
Yolda rastlayanlar son vazife olarak tabutu en az 7 ila 10 adım omuzlayarak taşırlar. Her taşıyan şunlardan birini söyler:
- Allah Rahmet Eyleye.
- Mekânı Cennet Ola.
- Peygamber Efendimiz Şefaatçisi Ola.
- Sûali Kolay Gele.
- Allah Cennette Cem Eyleye.
- Yattığı Yer Nur Ola.
- İlk Gecesi Âsan Gele.
- İmanı Kamil Ola vs.
Böylece mezara kadar götürülür.
d) Mezarlıkta : Mezarlığa girilince tabut hazırlanmış olan mezarın yanı başında toprağa konur. Cemaat bundan önce oturamaz. Mezarcı vazifesini yapar. Yakınları cenazeyi mezara indirir. Üç avuç toprak okunur ve mezara serpilir. Üç avuç toprağın okunması, ilki insanın topraktan yaratıldığı, ikincisi tekrar toprağa verildiği, üçüncüsü ba'sübadel mevt'i ifade eden dualarla olur.
Bundan sonra mezarın üzeri toprakla örtülür ve dinî merasim başlar. Vazifeli hoca dua okurken cemaat Amin" der. Dua sonunda Fatiha okunarak cemaat mezarlığı terk eder ve vazifeli hoca Dinî Telkin yapar. Bu telkin ölünün anasının adı söylenerek yapılır.
Cemaat mezarlığı terk ederken tabutun üzerine örtülmüş olan ve daha çok âdet veçhile halı mahalle camiine sergi olarak verilir. Sıcak havalarda mezarlığa çağrılan meyan şerbetçileri, limonatacılar cemaate ölünün ruhu için bol bol şerbet e limonata dağıtırlar (Sebil).
Mezarlıktaki merasimlerden sonra cenaze evine taziyeye gidilir. Taziyeler üç gün devam eder. Bu üç gün içinde ölünün yakınları, dostları ve komşuları tarafından ölü evine çeşitli yemekler gönderilir. Bu suretle kederli aile yemek pişirme külfetinden kurtarılmış olur. Aynı zamanda fazla gönderildiğinden yemekler ziyaretçilere, fakir - fukaraya da ikram edilir. Ölü evinde ölenin ruhu için Aşrı Şerifler okunur, tevhit yapılır. Ölüyü hayırla anmak için zaman zaman Mevlid-i Şerifler okutulur.
Yukarıdaki anlatılanlar il hudutları dahilinde ufak farklarla uygulanır.
ALINTIDIR..