"... Çok çok eski zamanlarda, yaşlı bir avcının yiğit bir oğlu varmış. Yaşlı avcı, genç oğluna avcılığın bütün hünerlerini, inceliklerini öğretmiş ve delikanlı avcılıkta babasını geçmiş... Attığı ok boşa gitmezmiş. Yerde kaçan, havada uçan hiç bir canlı kurtulamazmış onun okundan. Yatan dağlardaki bütün av hayvanlarını öldürmüş, gebe hayvanları da yeni doğmuş yavruları da, acımadan vurmuş. Genç avcı, Boz geyik'in sürüsünü de kırıp geçirmiş. Geride yalnız dişi Boz Geyik'le onun yaşlı erkeği kalmış...
Boz Geyik genç avcıya, göz yaşları dökerek yalvarmış:
-Geyik soyunu kırıp tükettin. Soyumuzun tamamen yok olmaması için eşim Tav-Take'yi sağ bırakmanı istiyorum. Bunun için yalvarıyorum sana. Onu vurma!
Ama genç avcı onu dinlememiş. Nişan almış ve bir atışla Tav-Take'yi de vurmuş. Vurulan Tav-Take yardan aşağı yuvarlanıp gitmiş. O zaman Boz Geyik, acıdan inim inim inlemiş. Sonra genç avcıya dönmüş:
-Hadi beni de vur, yüreğime nişan al, hiç kımıldamayacağım. Ama vuramayacaksın! Bu senin son atışın olacak, senin de sonun olacak!
Genç avcı yaşlı geyiğin bunadığını, ne söylediğini bilmediğini düşünmüş ve gülmüş, nişan almış. Gerçekten kımıldamadan duruyormuş Boz Geyik. Oku fırlatmış. Ok, geyiğin ön ayağını sıyırıp geçmiş, onu sadece hafifçe yaralamış. Oysa bugüne kadar , genç avcının başına hiç böyle bir şey gelmemiş, hiç bir zaman attığı ok hedefinden şaşmamış.
-Gördün mü, demiş Boz Geyik, şimdi ben topal ayağımla kaçacağım, yakalayabilirsen yakala, vurabilirsen vur bakalım!
Genç avcı yine gülmüş.
-Sen de kaçabilirsen kaç bakalım! Benden vebal gitti. Yakaladığım zaman kafanı koparacağım seni bunak hayvan!
Topal Boz Geyik kaçmaya başlamış. Genç avcı da peşine düşmüş. Dağ-taş, dere-tepe, kar-buz...bir kovalamaca başlamış. Geyik kaçmış, avcı kovalamış. Genç avcı topal geyiği yakalayamıyormuş. Yayını düşürmüş, üstü başı parça parça olmuş. Boz Geyiğin onu dik kayalara sürüklediğini farketmemiş... Öyle bir yere gelmiş ki, oradan ne aşağı gidebilir, ne yukarı çıkabilirmiş. Ne sağa gidecek yol varmış, ne sola. Gelip durduğu yerden hiç bir tarafa adım atamaz, hiç bir yana gidemez durumda kalmış.
Boz Geyik onu orada bırakmış ve gitmeden önce de şöyle demiş:
-Artık buradan hiç bir yere gidemeyeceksin! Hiç bir kimse de seni kurtaramayacak! Soyumu kırıp yok ederek beni nasıl dayanılmaz acılar içinde bırakmışsan, senin baban da, yüreğini parça parça parçalaya, dağlar taşlar arasında koşa koşa, öyle acılar içinde ağlasın! Bunu diliyorum. Kargışlarım tutsun seni Karagül, kargışlarım tutsun! Lanet sana!
Boz Geyik böyle lanet okuduktan sonra, kayadan kayaya, dağdan dağa sekerek, ağlaya ağlaya gitmiş...
Genç avcı, her yanı derin bir uçurum olan bir kayanın üzerinde, kımıldayamadan kalmış. Oraya nasıl geldiğini bilemiyormuş. İnilemez, çıkılamaz, ulaşılamaz, baş döndürücü bir yermiş. Çömelip yüzünü kayaya dayamış. Ne yukarı, ne aşağı, ne sağa, ne sola bakabiliyor, kımıldamaya korkuyormuş. Biraz kımıldayacak olsa uçuruma yuvarlanırmış...
Babası oğlunu aramaya çıkmış. Her yana bakmış; dağlara, kayalara tırmanmış. Yolda oğlunun yayını bulunca, başına bir bela geldiğini anlamış. Zavallı baba korkular içinde, gece dememiş, gündüz dememiş, dik kayalardan, karanlık dar boğazlardan geçerek, gözyaşlarını seller gibi akıtarak bağırıyormuş:
-Karagüüüüül! Neredsin! Karagüüüüül! Ses ver bana!
Ona yalnız kendi sesinin yankıları cevap veriyormuş:
- Karagüüüüül!Nerdesin!
Birden, tepelerin birinden, "Buradayım baba!" diye bir ses gelmiş kulağına. Yaşlı baba sesin geldiği yana bakmış. Bir de ne görsün! Oğlu dimdik bir kayanın tepesinde tünemiş, yaralı bir kuş gibi, kımıldamadan, kımıldamaya korkarak duruyor! Başında börkü, sırtında kürkü kalmamış. Elbisesi lime, lime. Başını çevirip bakamıyor bile. Düştü.. Düşecek!...
-Ah zavallı oğlum, oraya nasıl çıktın?
-Sorma baba, hiç sorma! Kargışlandım, lanetlendim. Acımasızlığımın cezasını çekiyorum. Boz Geyik beni buraya aldatarak sürükledi. Pek ağır kargışladı ve bırakıp gitti. Günlerden beri burada böyle bekliyorum. Ne yeri, ne gökyüzünü, ne de güneşi görebiliyorum. Senin yüzünü de göremiyorum baba! Vur beni baba! Kurtar bu işkenceden! Hadi baba, çek okunu! Kurtar beni bu acıdan. Yalvarırım, öldür de kurtar beni!...
Zavallı baba ne yapsın? Çığlık çığlığa inletmiş dağları. Oraya koşmuş, buraya koşmuş...Ama hiç bir çare yokmuş oğlunu kurtarmak için. Oğlu acılar içinde inleyerek yalvarıyormuş:
-Haydi baba, vur beni! Daha fazla acı çekmek istemiyorsan, bana acıyorsan, elini çabuk tut! Vur beni! Vur beni! Sonra da yıka ve göm!
Onun yalvarışı ve o hali, zavallı babanın yüreğini yolup yolup koparıyor, parça parça ediyormuş. Ama eli varmıyor, oğlunu kendi eliyle öldürmeye gönlü razı olmuyormuş. Akşama kadar karar verememiş. Sonunda, güneş batmak üzereyken, kalkmış, nişan almış ve vurmuş oğlunu...Sonra da okunu taşlara vurarak parçalamış. Gidip yere düşen cesedin üzerine kapanmış ve başlamış bozlamaya:
Seni ben öldürdüm, Karagül botam!
Yalnızım, kendimi soldurdum botam!
Felek beni böyle kargadı botam,
Kader beni böyle arbadı *botam!
Avcılığı sana öğrettim botam,
Sen de yüreğimi kül ettin botam!
Ciğerimi yoldun, kanattın botam!
Yaradılanları yok ettin botam,
Neslini kuruttun, tükettin botam!
Bu eleme beni sen attın botam!
Seni ellerimle öldürdüm botam,
Yalnızım, kendimi soldurdum botam!
.....
Avcılar avcısı güçlü Karagül
Al kanlar içinde yatıyor botam!...
Arbadı:Bana oyun oynadı, tuzağa düşürdü.
Elveda Gülzarı-Cengiz aytmatov-218