kadınlar kulübü okuma grubu

O an Yaşar Alptekin için sanki kabloların kısa devre yaptığı bir an gibiydi. Hayatında cenaze namazına hiç gitmemişti ve Sakıp Sabancı'yıda hiç görmemişti. Nasıl oldu bilmiyordu, "ben bunu aklımda tutayım ve yarın öğlen namazında cenazede bulunayım" dedi. yolda giderken aklına geldi, Ekrem isminde bir arkadaşına telefon açtı.
- Ekrem seninle yarın Sakıp Sabancının cenaze namazına gidebilr miyiz, diye sordu arkadaşına.
-Tamam abi gideriz birlikte , dedi arkadaşı
 
"Buluştular ertesi gün . tarih 12 nisan 2004, günlerden Pazartesi idi. Üzerinde siyah deri mont, küpeler, bandanalar falan... artist artis gitmişti cenazeye. Yürüyüşü bile artistti. Ne zaman ki avludan içeri girdi, o artist Yaşar Alptekin'in havası alınmaya başlanmıştı.
Sırtındaki deri mont ona ağır gelmeye başlamıştı. muzları çöküyor elleri titriyor ve herşeyi değişiyordu sanki... Ama bedeni çökerken içinden başka bir şey yavaş yavaş ayağa kalkıyordu. Adeta yılanın deri değiştirmesi gibi ruhu bedeninden ayrıldı ve insanlara bakmaya başladı. Fotoğraf makinesiyle zum yapıp detaya iner gibi herşey kadar ayrıntılı görünüyordu. Oracıkta öylece durmuş, insanlara bakakaımıştı. Sadece insanlara bakıyordu."
 
"İlk dikkatini çeken, onların çaktırmadan saatlerine baktığıydı. Çok kişi o kısa zaman diliminde saatine baktı:
-Geç oldu, zaman bitse de gitsek der gibi..."
 
"Kimi insanlar "Meşhur bir insan görebilir miyim" diye etrafına bakınıyordu. Kimileri birbirlerine kartvizit uzatıp görüşme temennisinde bulunuyordu. İŞ bağlantısı kurmaya çalışır gibi... Orası Yaşar Alptekine cenaze değil, kokteyl salonu gibi göründü. Sanki ellerinde bir tek kadehleri eksikti. Ölüm değil bir dernek buluşması gibi bir ortamdı. Kendi kendine içinden konuşuyordu:"
 
"Türkiye'nin en zengin adamı ölmüş, orada yatıyor; musalla taşında....O kadar çok fabrikası, malı, çevresi, şöhreti var; ama hiçbirini götüremiyor! Şu anda tabutta sadece beyaz bir kefene sarılmış ve yapayalnız.... Cenazesine gelenler de bir şey yapamıyorlar. Daha musalladan kaldırıp omuzları üzerinde taşınıp ebedi mekanına uğurlamadan unuttular onu.! Hayat devam ediyor, hemde olduğu gibi..."
 
"Bir an kendini düşündü. Bir gün gelecek ve o da ölecekti. Acaba şu tabut içinde yatan o olsaydı, ondan farklı mı olacaktı? Birlikte götürebileceği bir şey var mıydı? Ya da onu yapayalnız çıktığı yolculukta kurtaracak iyi bir ameli olmuş muydu?

Geçmişine baktı, işlediği günahlar gözünün önüne geldi. Ömrünü boşuna geçirmişti. Demek ki kırkiiki sene boyunca havaya suya yazılmıştı. Yaşanmış gibi görünen bir yaşanmamışlıktı hayat. Bir korku sardı içini! Sakıp Sabancı ile yan yana koyduğu zaman, kendini sıfır gibi görüyordu. o hiç olmazssa bir çok insana ekmek kapısı açmıştı, çalışma imkanı vermişt; iş adamlarına hayır yapmakta örnek bir kişilik sergilemişti diye düşündü. Ama kendine dönüp baktığında aynada tam tersi bir vaziyet görüyordu. Tam aksine, gençlere kötü örnek olmuş, hal ve hareketlerinde aşırıya kaçmış, dejenerasyona uğramış bir insandı. Yaşar Alptekin'in korkusu çok daha fazlaydı."
 
" Bu düşünceler içinde yavaş yavaş balını gayri ihtiyari sol tarafına çevirdi. Çınar ağacının dibinde kahverengi bir yün örtüyle başını sarmalamış yaşlı bir kadıncağız oturuyordu.
Kadın sürekili, hiç kimseye bakmadan sallanarak dua okuyordu. Hipnoza girmiş gibi kadına bakakalmıştı. Etrafında ki binlerce insanın sesi kesilmişti. Hiç bir şey duymuyordu. sanki o sadece bilinç olarak orada vardı ve o kadını izliyordu. Bir rüyanın gözleri gibiydi ve kadında rüyanın kendisiydi sanki. Binlerce insanın sesi kesildi, dünyanın geriye kalanı silinmişti adeta. Ne kadar baktığını fark etmemişti., sanki 'zaman' kavramı yok olmuştu. "
 
"Sonra aniden, sanki gündüz vakti kısacık bir uykudan uyanır gibi irkilip kendine geldi. Sağ tarafına dönüp arkadaşına, daha önce hiç düşünmediği ve tasarlamadığı bir cümle sarf etti:"
 
"
-Bana namaz kılmayı öğretir misin?
Arkadaşı da şaşırdı. Çünkü ona göre ve çevresindeki herkese göre Yaşar Alptekin, bu dünyada namaz kılacak en son insanlardandı. Onun gibi bir insanın bırakın namaz kılmayı, namazı cümle içinde kullanması bile şaşırtıcıydı. Arkadaşı şaşkın bir şekilde döndü ve tekrar önüne baktı..
Yaşar Alptekin tekrarladı:
-Bana namaz kılmayı öğretir misin?
O da ikinci dönüşünde
-Senin kafana bir şey mi düştü abi, dedi.
-Yook, dedi Yaşar Altekin."
 
"Kendisi de şaşırmıştı aslında. Şaşkınlığıda şundandı:
O böyle bir cümleyi aklından geçirmemişti. O cümle ağzından çıkıvermiş ama nasıl çıkmış kendisi de bilmiyordu. Sanki kalbinden gelmişti aklından değil. Tasarlanmış ve düşünülmüş bir şey değildi. Kendisi de şaşırmıştı haline. Kendisi namaz kılmayı, böyle bir cümle söylemeyi planlamamıştı!"
 
"Arkadaşı Ekrem ve kendisi, cenazeden sonra işlerine gitmişti. Akşam seccade ve takke getirmiş, duaları ve yapacaklarını A4 kağıtlarına yazmış gelmişti yanına. Gece saat ona kadar arkadaşı kendisine, namaz kılmayı ve duaları öğretti. Tabi sabah namazına yetecek kadar... Saat onda gitmişti arkadaşı."
 
" Ve gece, saat iki olduğunda, sınava çıkacak bir liseli gibi heyecanlıydı Yaşar Alptekin. Tekrar tekrar aldığı notlara bakıyordu. Hem de korkuları vardı. "Yanlış yapar mıyım? Camiden kovarlar mı?" diye kendince endişeleniyordu.
Saat ona kadar arkadaşı anlatmış, o da abdesti, namazı, duaları yazmıştı. Fakat çok büyük bir heyecan vardı içinde. İlk defa rabbinin huzuruna çıkacaktı! Bir de şöyle bir korkusu vardı:
"Ya beni camiye almazlar sa!"
-Haydi bee... Sen artist adamsın. Sen zamanında içki içtin, günah işledin, deyip de onu camiye almazlarsa?
Ya da namazı yanlış kılar da insanlar:
-Sen yanlış kıldın, kılamıyorsun, diye camide kovarlarsa? Herhangi bir şeyi yanlış yaparsa ve insanlar bunu farkederse, tarzında bir sürü soru işareti ve korku vardı kafasında."
 
"Ve saat gecenin ikisi oldu. Artık evin içinde duramaz olmuştu. Evin içinde huzursuz, telaşlı bir şekilde dönmeye başladı.
Evde yalnızdı o zaman . Annesi o günlerde memleketlerindeydi. Herkes bir yerlere gitmişti ve o evde tek başınaydı. Kendi kendisine dedi ki:
- Bu ev bana dar gelmeye başladı; duvarlar üstüme üstüme geliyor! En iyisi yürüyerek camiye gideyim."
 
Son düzenleme:
"Oturduğu semtte nerede cami var pek bilmiyordu. Geçerken gördüğü, mimarisini beğendiği bir cami vardı, ona gitmeye karar verdi. Kozyatağı Mehmet Çavuş Camii..... Oraya yürüyerek gitti. Yürüyerek gidiyordu ama korkuları hala devam ediyordu. : "Beni kovacaklar mı? Camiye alacaklar mı? Yanlış bir şey yapar mıyım?" Saat iki buçuk gibiydi."
 
Camiye vardı. aylardan Nisan'dı. Nisan'ın onüçü, günlerden Salı.... Hava serindi ve üşüyerek gitmişti. ......Orada bir süre bekledi; çünkü camler hep açık zannedyordy. Her saat, her gün açık zannediyordu camileri. Oysa ki cami kapalıydı. Bekledi orada heyecan içinde. Tabi üşüyordu aynı zamanda , ince giyinmişti."
 
" Adeta bir kedi gibi caminin önünde korkuları ile birlikte bekliyordu. Yaklaşık iki-üç saat geçmişti.
Sonra yaşlı bir amca geldi. Kırmızı, kısa kollu, el örgüsü bir hırka giymiş, beyaz, kısa sakallı bir adamcağızdı.
-Selamün aleyküm, dedi. Kapıyı açtı ve içeriye girdi. Aynı korkuyla o da peşinden içeriye girdi. Kendisini görmesinler diye sütunların en arkasına gizlendi. Yanlış kılarsa onu görmesinler diye...Oturdu ve camiyi izlemeye başladı."
 
"Daha önce de camiye gitmişti elbette. Sultanahmet Camii, Selimiye Camii, Sleymaniye Camii.... Bu camileri ziyaret etmişti. Ama o zamanlar bir Fransız turist gibi, bir Amerikalı bir İngiliz gibi gitmişti. İlk defa bir camiye ibadet niyet ve yüreği ile gitmişti şimdi.
İnceliyodu caminin bütün figürlerini, bütün nesnelerini, hatta halılarını bile...Herşeyi inceliyordu. O sırada yaşlı bey amcalar geldi. Birbirlerine hal hatır sordular, sonra hepsi dizildi en öne. Camide topu topu sekiz yada dokuz kişi vardı. O ise cesaret edemiyoru onların yanına gitmeye!"
 
Son düzenleme:
"Sabah namazı kılacağı için kaç rekattır, neler okunur, hepsini çalışıp öğrenmişti. A4 sayfasını yere koymuştu arkadaşı Ekrem. Hepsine bir öğrenci gibi çalışmıştı tek tek. Hem de defalarca... Bütün namaz dualarını/surelerini, daha gitmeden ezberlemişti.
Camide tam diz çökmüş yerde otururken, bir sesle irkildi aniden! Ezan sesini duyduğu zaman, bütün organları, hatta en küçük hücreleri bile zangır zangır titremeye başladı.
İşte bu yıllardır hasret kaldığı ezandı. Bu , Sultanlar Sultanı olan Rabbinin çağrısıydı. Onlarca yıl bu sese kulak tıkamış, Rabbinin davetine sırtını dönmüştü. Ama şimdi çepeçevre kuşatmış, adeta şefkatle kucaklamış, bağrına basıyordu bu güzel çağrı."
 
Son düzenleme:
"Ayağa kalktığında hala titriyordu. Ezan sesini daha önce de duymuştu ama ilk defa o kadar kuvvetli, o kadar derinden hissetmişti. başkası hissetmedi titrediğini ama o içinde deprem yaşıyordu. Sütunların arkasındaydı ve adeta cemaatten saklanıyordu. Ve öyle bir namaz kılmıştı ki... Dünyevi hiç bir şey düşünmeden; faturaları, annesini, babasını, kızını, düşünmeden öyle bir namaz kılmıştı ki... işte, bir köle olduğu halde, onca yıldır kaçtığı Efendisinin huzurundaydı. Onu yaratan, besleyen, büyüte, her ihtiyacını karşılayan, adeta koskoca kainatı ona bağışlayan Yüceler Yücesiyle beraberdi."

Tevbeyi Yaşayanlar-Said Demirtaş
 
"Henüz içeri girmek istemiyorum. Sadece burada oturmak ve bazı şeyleri düşünmemek............." yutkundu.

Yarı karanlıkta bile çaba gösterdiğini anlayabiliyordum.

"Ben sadece .... kırmızı elbiseli kızla konsere giden bir adam olmak istiyorum. Sadece bir kaç dakika daha."

Senden Önce Ben-Jojo Moyes-223
 
X