Kadın İmajı

Rozel62

sevgiler
Kayıtlı Üye
27 Mart 2008
2.523
8
Batman yeniden intiharlarla gündeme geldi. Kadınların kendini intiharla ifade ettiği, çaresizliğini gösterdiği tepkiyi en çözümsüz şekilde gerçekleştirmesi Türkiye’nin düşünmesi gereken sosyal bir fenomen. Bunun altında yatan neden, kadına sadece bir nesne, ruhsuz ve dilsiz bir yapma çiçek muamelesi yapmak.
Sosyolog Firdevs Gümüşoğlu “Ders kitaplarında cinsiyetçilik” konulu bir araştırma yaptı. Annenin sürekli mutfakta gösterildiği ders kitapları yüzünden 1920’lere kadar geri gidiyor ve 1950’lere kadar kadını kamu alanında anlatan söylemin parçalanmasını izliyor. Hangi araçlarla kadın-erkek olmayı öğrendiğimizi izliyoruz. Vatandaşlık kavramı içinde kadın-erkek 1950’lere kadar eski Türk geleneği çerçevesinde, yeni devrimlerin heyecanıyla yer alıyor. Beni etkileyen değişiklik 1935 Okuma kitabında yazılı: Biz esnaf takımı severiz işi / Çalışır, yaşarız erkek ve dişi / Aramızda yoktur tembel kişi / Ulusun özüyüz biz, şanımız var.

Aynı metin 1952’de şöyle düzeltiliyor: “Biz esnaf takımı severiz işi / Çalışkan, gayretli birer er kişi”. Artık kadın kültürümüzün dışına çıkmaya başladığımızın birçok örneği var kitaplarda. Kadınları güçsüzleştirmeye dönük 1950-2005 arası kitaplarda kadın hep pasif, sessiz. Annenin elinde devamlı bir tabak var ve mutfağa yapışmış durumda. Ev dışına çıkması çok nadir, çıkarsa pazar alışverişine gidiyor. Başka bir etkinliği ve merakı yok. Sosyal değil. Anne uysal kavramlarla özdeş hatta bir kitapta uysal olmayan anneye ceza bile var! ‘Anne sökük diktiği, saçları beyazladığı için sevilir’ diye yazıyor. Oysa 1950 öncesi kitapta annemizi niçin severiz sorusuna çocuğun cevabı: Annemizden medeniyeti öğrendik.

1950’de basılan Hayat Bilgisi kitabında ‘anne evi temiz tutmalı, yemeği zamanında getirmeli ve baba çalışarak para kazanmalı’ diye sadece iş bölümü üzerinden tanım yapılıyor. Eğer çalışırsa anne, sadece kadına özgü işlerde! Örneğin anaokulu öğretmeni... 2005’te içerik biraz daha yumuşamış ve alan genişletilmiş; çünkü hayatla çelişir hale gelmiş. Burada kadınlar doktor, mühendis olabiliyorlar şükür. Oysa 1920-50 arasındaki kitaplarda kadınlar çiftçi, gazete satıcısı gibi çok farklı alanlarda gösterilmiş. Çiftçi kadına oğlu “at al bana ana” dediğinde, ana “alırım oğul” diyor. Yani alma ve karar verme gücü var. Süt satan kadınlar her yerde konuşur, gezer bu kitaplarda. 1988’de mülkiyet el değiştiriyor ve satın alma erkekler üzerinden aktarılıyor sadece: Dedem babama at almış, babam otomobil aldı, ben de oğluma uçak alacağım. 1950’den sonra okul kitaplarında kadın, erkeğin eline bakan ve sabit duran bir varlık. Daha korkuncu boşanma ile ilgili konular yer alırken sorumluluk çocukların sırtına yüklenmekte ve şöyle ifadeler yer almakta: “Boşanma çok acı vericidir. Çalışkan ve iyi çocuklar anne ile babayı birbirine bağlar.” Bu ağır yük hangi pedagoji bilgisiyle çocuğa yüklenmiş acaba?

Hayatın dışında, gerçekliği olmayan bir kadın ve erkek kavramını 6-7 yaşından itibaren topluma sorumsuzca yükleyen siyasi otoritelerin cezasını çekiyoruz. Gerçek hayatla kafalara kazınan gerçek dışı imajlara, kalıplar arasına saplanıp kalan erkek nasıl mutlu olur ya da edebilir?

O nedenle Amerika’da bile okusa neden bütün erkekler aynı derecede saplantılı, kıskanç ya da kadını birey değil, nesne olarak değerlendiriyor diye anlamaya çalışıyoruz. Bence erkeklerin acilen eğitilmesi gerekli. Aslında benim değil, okuma yazma bilmeyen Güneydoğu’daki kadınların benden isteği buydu. “Bizi eğitip duracağınıza siz erkekleri eğitin.” demişlerdi. Amerika’da bile erkek saldırganlığının önüne geçmek için yüzlerce erkeği aynı anda seminerlere alıyorlar. Şiddetle başa çıkmak için başka çareleri yok.

1940’ta Çorum’un köyünde dedesini anlatıyor bana bir hanım: O yıllarda yaz aylarında geceleri samanların içine girip yatılırmış. Dedemle ninem samanların içinde uyurken ninemin ayağına bir şey değmiş bakmış komşu kadın gelmiş ayak ucuna kıvrılmış. Dedem kalkmış eve girmiş. “Neden?” dediğimizde “Rahatsız olmasınlar.” diye cevap verirdi. Biz hayretle nineme “Sen bunu nasıl kabullendin, aklına kötü bir şey gelmedi mi?” dediğimizde “Olur mu öyle şey, zavallı kadın yalnız korkmuştur her hal.” derdi. Bu ne alicenaplık ve suizandan uzak bir gönül. Hani Türk köylüsü vahşiydi, kadına mal diye bakardı? Bugün kimliksiz insanlarımız vahşi. Bir an önce kimlik inşasına ihtiyacımız var.
 
bu dünyanın kuralı bu hep güçlü olan taraf kazanıyor..buna bır dur demek lazım ama nasıl...fisfisfis
 
X