- 30 Ocak 2007
- 2.027
- 13
İLK KADIN MODELİM ANNEM / ANNE - KIZ EVLAT İLİŞKİLERİ
Ne garip bir ilişkidir anne-kız ilişkisi. Bağlılık ve bağımlılık arasında gidip gelen bir ilişki. Bağımlılığı büyüttükçe bağımsızlığın yitirildiği bir ilişki.
Toplumun hangi kesimine bakarsak bakalım, hangi evden içeriye uzanırsak uzanalım anne ve kızların birbirlerini bir şekilde özgür bırakmadıklarını gördüğümüz bir ilişki biçimidir anne kız ilişkisi. Hayattaki en özel ilişki.
Hamilelik süreci ne kadar heyecan vericidir oysa. Nihayet benim de anne olacağım bir süreçtir. Evlatlıktan anneliğe geçmekte olduğum bir süreç. Artık ben de nihayet yüceltilmeyi, saygı görmeyi, önemsenmeyi hakkedeceğim bir konuma geçmekteyimdir. Anne olmaktayımdır. Bebeğim karnımın içinde hareket ettikçe, hormonlarımın da müthiş desteği ile tüm duygularım değişmeye başlar. Yaşama bakışım farklılaşmaya başlar. Doğum anı – eğer korkularıma ve çoğunluk doktorların büyük kentlerde söylediklerinin tuzağına düşmemiş ve sezeryanı seçmemişsem – mucizenin gerçeğe dönüşmesidir. Bir erkeğin o doğum sancısını çekmesi neticesinde kalbinin duracağı o süreçte bedenim bu mucizeyi oluşturmakta, her sancı ile bebeğim çıkışa yönelip vida hareketi ile dış dünya ile tanışmaya hazırlanırken, vücudum yaşamında başka bir gebelik ve doğum dışında salgılayamayacağı seviyede endorfin salgılamaya başlamış ve benim o acıyı olduğundan çok daha az hissetmemi sağlamaktadır. Bebeğim doğmaktadır, ben anne olmaktayımdır. O göbek bağı da çıkmış vücudumun dışına bebeğimle. Kesiyorlar o bağı, ama aslında ömür boyu tutacağım ben o bağı. Hiç bırakmayacağım bebeğimi. Aman Allah’ım, aylardır beklediğim o küçücük canlı artık kucağımdadır. Annelik öyle müthiş bir durum ki, doğayı bile altüst eder. İnsan denen canlı türünün bu dünyada yaşamını tüm olanlara rağmen devam ettiriyor olmasının iki tane biyolojik nedeni var: Hayatta kalma ve nesli devam ettirme güdüleri. Nesli devam ettirme güdüsü, kişinin en uygun ve en sağlıklı üreyeceğini hormonların yardımı ile fark ettiği, feramon hormonunun devreye girdiği bir güdü. Hayatta kalma güdüsü ise, yaşamsal bir tehdit olduğunda kişinin böbrek üstü bezlerinin adrenalin – noradrenalin, efinefrin – norefinefrin salgıladığı bir güdü. Yaşamsal tehdit oluştuğunda, ya adrenalin salgılanır ve ‘saldır, parçala, hayatta kal’ komutu oluşur; ya da noradrenalin salgılanır ve ‘kaç, kurtul, hayatta kal’ komutu oluşur. Malum güdüler bizim farkındalığımızın tamamen dışında oluşan bir durumdur. Ancak annelik bu biyolojik kuralı altüst ediyor. Annenin çocuğuna yaşamsal bir tehdit geldiğinde, anne kendi yaşamını korumak yerine, çocuğunun önüne geçerek yaşamsal tehdide kendisi maruz kalıyor. İşte bu kadar önemli ve karmaşık bir durum annelik.
Annemin karnında ne dar da güvendeyim. Son derece güvenli, loş, sıcak, beslenmek ve yaşamak için kendi başıma herhangi bir şey yapmamın gerekmediği, annemin müthiş korumasında olduğum o müthiş bağımlılıktayım. O ne? Bir şeyler oluyor. Bir şey beni harekete geçiriyor. Aman Allah’ım ne oluyor? O daracık yere doğru neden itiliyorum. Annem beni neden oraya doğru itiyor ki? Offf, bu daracık yerden nereye çıkılıyor ki? Ayyyy, çok soğuk, aydınlık, gürültülü, yalnız. Anneeee, neredeyim, ne oluyor? Soluk almak için uğraşmam lazım. Anneeee, neredesin? O beni besleyen, sana bağlayan bağı kesiyorlar. Ben artık bir bireyim. Senden ayrıyım. Aslında çok korkuyorum. Ohhh, annemin kokusu. Nihayet tekrar göğsündeyim annemim.
Anne hele de bir kız bebek dünyaya getirdiyse, onunla bir bebekle oynar gibi oynar. Onu giydirir, süsler, besler, bakar, gözetir. İlk zorluklar 2-2 ½ yaşlarında oluşmaya başlar her iki cinsiyette de. Protesto süreci başlamıştır. Çocuk bir birey olduğunu ve yaptırım gücü olduğunu keşfeder. “Hayır” demeye başlar. Ve bu “hayır”ın yönetecek güce sahip olduğunu görür.
Aslında kız çocuk ergenliğe gelene kadar bir sorun yokmuş gibi görünür anneyle kız arasında. Kız evlat da son derece mutludur annesinin korumasında olmaktan. Canı herhangi bir durumda yansa, annesine koşar. Birisi ona oyuncağını vermese annesine koşar. Arkadaşları onu oynatmak istemeseler annesine koşar. O annesinin sevgili kızıdır. Annesi onu korur, kollar, giydirir, süsler. Kız çocuk gittikçe anneye öykünür. Kent ya da kasabadaysa, anne kız çocuk için hayranlık uyandırır. Annenin kıyafetlerini giymek, takılarını takmak, rujunu sürmek; yani anne gibi olmak ne müthiş bir heyecandır kız çocuk için. Anne taklit edilir. Onun gibi oturulur, bacak bacak üstüne atılır, onun gibi kahve içilip sohbet edilir evcilik oynanırken. İlkokul döneminde de her şey yolundadır.
Anne kızına bir şeyler öğretmeye devam etmektedir. Gerek okulda, gerek sosyal hayatta anneden öğrenilecek o kadar çok şey vardır ki. Anne de çok mutludur. Çocuğu ona ihtiyaç duymakta, o çocuğunu koruyabilmekte, çocuğuna bir şeyler öğretebilmektedir. Kızı halen onun erk alanı içindedir. Kızını istediği gibi yoğurabilmektedir. Kızı genelde yapma dediklerini yapmamakta, ona öykünüp onu taklit etmektedir. Toplumsal olarak ortadan kaldırılmış ya da yontulmuş özgüveni, egosu tavan yapmaktadır annenin. Birileri ona ihtiyaç duymakta, onu kayıtsız şartsız dinlemektedir. Nihayet o da anne olmuş ve yaşamda yönetebileceği bir alana sahip olmuştur. Anne bunları yaparken, erk alanında mutlu mesut yaşarken, annenin annesi aslında her şey karışmaya devam etmektedir. Kızına ait bir erk alanı olduğunu kabul etmek çok zordur annenin annesi için. O aslında tecrübesizdir. Nereden bilecektir ki, çocuk nasıl yetiştirilir? Daha önce hiç çocuk mu yetiştirmiştir? Halbuki kendisi, o en azından şimdi anne olanı yetiştirmiştir ve bu konuda tecrübelidir, yani söz sahibidir.
Neyse, biz dönelim annenin genç kızlığa geçmekte olan kızı ile ilişkisine. Kız çocuk büyümeye başlamıştır. Annesinden ayrı bir birey olduğu ile tanışmaya başlamıştır. Şimdiye kadar hep evin içinde ve evin kuralları ile yaşamakta olan o küçük kız çocuğu dışarıda başka bir dünya olduğunu görmeye başlamıştır. Bu dış dünya ile tanıştıkça, büyümenin ne kadar çekici bir şey olduğunu görmeye başlar. Şimdiye kadar hep annesini dinlemiş olan o küçük kızı şimdi başkaları dinlemeye başlamıştır. Kızın kendisine ait fikirleri, arkadaşları, sosyal çevresi ve hayatı olmaya başlamıştır. Çok çekicidir o dünya. Anne ise paniklemeye başlamıştır. Onun tatlı, küçük kızı büyümeye başlamış, onun erk alanından çıkmaya çalışmaktadır. Anne için en korkunç dönem başlamıştır. O güne kadar kendisini dinleyen, kendisinin koruma, kollaması olmadan hayatta olamayacağını düşünen, annesine hayran o küçük kız artık annesinin değil koruma kollaması, fikirlerini bile istememektedir. Kızın artık kendi fikirleri vardır. Zaten annesi iyidir, hoştur, ama aslında pek de bir şey bilmiyordur. Ne o müzik grubunu tanıyordur, ne de genç kızın arkadaşları ile konuştuğu jargondan anlıyordur. Dışarıda annesinin kurallarının geçerli olmadığı bambaşka bir dünya vardır. Kız bu dünyanın içinde kendisine bir yer edinmeye çalışırken farklı bir sürü tarz denemektedir. Anne gittikçe daha çok paniklemektedir. Geceleri o “korkuyorum anne” diyip kendisine sığınan kız şimdi geceleri dışarıdaki hayatı tanımak için denemedik yol bırakmamaktadır. Anne bunca zaman kendisini anne olarak danışılan, koruyan, kollayan mercii olarak görmeye alışmış ve bu gücün keyfini annelik şefkati ile çıkartırken, birdenbire değil gücü, şefkati bile reddedilmektedir. Artık kızına sarılmak istediğinde bile, kızı sarılmasını istememektedir. Annesinin okuldan kendisini almasını bile istememektir. Eskiden arkadaşları ile içeride odasında oynayan ve her başı sıkıştığında, annesine sığınan o küçük kız artık annesini hayatının kendisine ait hiçbir bölümünde istememektedir. İşte bu devrelerde işin içine bir de annenin kızına hissettiği örtülü kıskançlık kendisini gösterir sinsi sinsi. Anne yaşlanmakta, kızı ise gittikçe serpilmektedir. Kızı birçok konuda kendisini geçmeye çalışmaktadır. Kız annesi ile rekabet yaşamaya başlar; anne kızını kıskanmaya. Anne, kızına ne kadar çok konuda ne kadar çok şey bildiğini anlatmaya çalışır. Kızını kendi hayat deneyimleri ile dış dünyadaki “kötülüklerden” korumaya çalışır. O taşımıştır 9 ay boyunca kızını karnında, o bakmıştır, beslemiştir. Kızının “kötülüklerle” karşılaşmasını istemez. Ayrıca kızını istediği gibi yetiştirme hakkı olduğuna kesin kes inanmışken, kızı artık onun istediği gibi yetişmek istemediğini yüksek sesle ifade etmektedir altını kalın kalemle çizerek. Kızı artık onunla oturup sohbet etmek yerine arkadaşları ile gizli gizli, odasından konuşmaktadır. Anne artık kızının hayatının asla bir parçası değildir. İşte kırılma noktası burada oluşur. Ya anne burada kızının kendi bedenin bir uzantısı olmadığını görecek kabul edecek ve kızını öne çıkartmayı başaracak, ya da kızını kendisinin bir uzantısı olarak görmeye devam edecek ve kızı ile çatışacaktır. Anneler kızları ile ilgili kurdukları düşlerin sadece kendi düşleri olduğunu kabul etmeyi başarmadıkça, anne- kız ilişkisi her iki tarafı da çok zorlar.
Haydi, bu dönemdeki kız evlat olarak annelerimize bir bakalım:
Kız çocukları annenin devamı olarak ve ona benzeyerek büyürler. Kız evlatların cinsel kimliklerinin kabulünde karşılaşacakları en büyük güçlük, anneye benzememek çabasından ziyade, toplum içinde zayıf konumda olan kadın ve anne figürüyle özdeşimden kaynaklanmaktadır. Annelik ve kadınsılık önemli ama değersiz bulunmaktadır. Zaten anne genellikle toplumsal ve kültürel değeri ve gücü - daha doğrusu, değersizliği ve güçsüzlüğü - nedeniyle bir çatışma yaşamaktadır.
Ne garip bir ilişkidir anne-kız ilişkisi. Bağlılık ve bağımlılık arasında gidip gelen bir ilişki. Bağımlılığı büyüttükçe bağımsızlığın yitirildiği bir ilişki.
Toplumun hangi kesimine bakarsak bakalım, hangi evden içeriye uzanırsak uzanalım anne ve kızların birbirlerini bir şekilde özgür bırakmadıklarını gördüğümüz bir ilişki biçimidir anne kız ilişkisi. Hayattaki en özel ilişki.
Hamilelik süreci ne kadar heyecan vericidir oysa. Nihayet benim de anne olacağım bir süreçtir. Evlatlıktan anneliğe geçmekte olduğum bir süreç. Artık ben de nihayet yüceltilmeyi, saygı görmeyi, önemsenmeyi hakkedeceğim bir konuma geçmekteyimdir. Anne olmaktayımdır. Bebeğim karnımın içinde hareket ettikçe, hormonlarımın da müthiş desteği ile tüm duygularım değişmeye başlar. Yaşama bakışım farklılaşmaya başlar. Doğum anı – eğer korkularıma ve çoğunluk doktorların büyük kentlerde söylediklerinin tuzağına düşmemiş ve sezeryanı seçmemişsem – mucizenin gerçeğe dönüşmesidir. Bir erkeğin o doğum sancısını çekmesi neticesinde kalbinin duracağı o süreçte bedenim bu mucizeyi oluşturmakta, her sancı ile bebeğim çıkışa yönelip vida hareketi ile dış dünya ile tanışmaya hazırlanırken, vücudum yaşamında başka bir gebelik ve doğum dışında salgılayamayacağı seviyede endorfin salgılamaya başlamış ve benim o acıyı olduğundan çok daha az hissetmemi sağlamaktadır. Bebeğim doğmaktadır, ben anne olmaktayımdır. O göbek bağı da çıkmış vücudumun dışına bebeğimle. Kesiyorlar o bağı, ama aslında ömür boyu tutacağım ben o bağı. Hiç bırakmayacağım bebeğimi. Aman Allah’ım, aylardır beklediğim o küçücük canlı artık kucağımdadır. Annelik öyle müthiş bir durum ki, doğayı bile altüst eder. İnsan denen canlı türünün bu dünyada yaşamını tüm olanlara rağmen devam ettiriyor olmasının iki tane biyolojik nedeni var: Hayatta kalma ve nesli devam ettirme güdüleri. Nesli devam ettirme güdüsü, kişinin en uygun ve en sağlıklı üreyeceğini hormonların yardımı ile fark ettiği, feramon hormonunun devreye girdiği bir güdü. Hayatta kalma güdüsü ise, yaşamsal bir tehdit olduğunda kişinin böbrek üstü bezlerinin adrenalin – noradrenalin, efinefrin – norefinefrin salgıladığı bir güdü. Yaşamsal tehdit oluştuğunda, ya adrenalin salgılanır ve ‘saldır, parçala, hayatta kal’ komutu oluşur; ya da noradrenalin salgılanır ve ‘kaç, kurtul, hayatta kal’ komutu oluşur. Malum güdüler bizim farkındalığımızın tamamen dışında oluşan bir durumdur. Ancak annelik bu biyolojik kuralı altüst ediyor. Annenin çocuğuna yaşamsal bir tehdit geldiğinde, anne kendi yaşamını korumak yerine, çocuğunun önüne geçerek yaşamsal tehdide kendisi maruz kalıyor. İşte bu kadar önemli ve karmaşık bir durum annelik.
Annemin karnında ne dar da güvendeyim. Son derece güvenli, loş, sıcak, beslenmek ve yaşamak için kendi başıma herhangi bir şey yapmamın gerekmediği, annemin müthiş korumasında olduğum o müthiş bağımlılıktayım. O ne? Bir şeyler oluyor. Bir şey beni harekete geçiriyor. Aman Allah’ım ne oluyor? O daracık yere doğru neden itiliyorum. Annem beni neden oraya doğru itiyor ki? Offf, bu daracık yerden nereye çıkılıyor ki? Ayyyy, çok soğuk, aydınlık, gürültülü, yalnız. Anneeee, neredeyim, ne oluyor? Soluk almak için uğraşmam lazım. Anneeee, neredesin? O beni besleyen, sana bağlayan bağı kesiyorlar. Ben artık bir bireyim. Senden ayrıyım. Aslında çok korkuyorum. Ohhh, annemin kokusu. Nihayet tekrar göğsündeyim annemim.
Anne hele de bir kız bebek dünyaya getirdiyse, onunla bir bebekle oynar gibi oynar. Onu giydirir, süsler, besler, bakar, gözetir. İlk zorluklar 2-2 ½ yaşlarında oluşmaya başlar her iki cinsiyette de. Protesto süreci başlamıştır. Çocuk bir birey olduğunu ve yaptırım gücü olduğunu keşfeder. “Hayır” demeye başlar. Ve bu “hayır”ın yönetecek güce sahip olduğunu görür.
Aslında kız çocuk ergenliğe gelene kadar bir sorun yokmuş gibi görünür anneyle kız arasında. Kız evlat da son derece mutludur annesinin korumasında olmaktan. Canı herhangi bir durumda yansa, annesine koşar. Birisi ona oyuncağını vermese annesine koşar. Arkadaşları onu oynatmak istemeseler annesine koşar. O annesinin sevgili kızıdır. Annesi onu korur, kollar, giydirir, süsler. Kız çocuk gittikçe anneye öykünür. Kent ya da kasabadaysa, anne kız çocuk için hayranlık uyandırır. Annenin kıyafetlerini giymek, takılarını takmak, rujunu sürmek; yani anne gibi olmak ne müthiş bir heyecandır kız çocuk için. Anne taklit edilir. Onun gibi oturulur, bacak bacak üstüne atılır, onun gibi kahve içilip sohbet edilir evcilik oynanırken. İlkokul döneminde de her şey yolundadır.
Anne kızına bir şeyler öğretmeye devam etmektedir. Gerek okulda, gerek sosyal hayatta anneden öğrenilecek o kadar çok şey vardır ki. Anne de çok mutludur. Çocuğu ona ihtiyaç duymakta, o çocuğunu koruyabilmekte, çocuğuna bir şeyler öğretebilmektedir. Kızı halen onun erk alanı içindedir. Kızını istediği gibi yoğurabilmektedir. Kızı genelde yapma dediklerini yapmamakta, ona öykünüp onu taklit etmektedir. Toplumsal olarak ortadan kaldırılmış ya da yontulmuş özgüveni, egosu tavan yapmaktadır annenin. Birileri ona ihtiyaç duymakta, onu kayıtsız şartsız dinlemektedir. Nihayet o da anne olmuş ve yaşamda yönetebileceği bir alana sahip olmuştur. Anne bunları yaparken, erk alanında mutlu mesut yaşarken, annenin annesi aslında her şey karışmaya devam etmektedir. Kızına ait bir erk alanı olduğunu kabul etmek çok zordur annenin annesi için. O aslında tecrübesizdir. Nereden bilecektir ki, çocuk nasıl yetiştirilir? Daha önce hiç çocuk mu yetiştirmiştir? Halbuki kendisi, o en azından şimdi anne olanı yetiştirmiştir ve bu konuda tecrübelidir, yani söz sahibidir.
Neyse, biz dönelim annenin genç kızlığa geçmekte olan kızı ile ilişkisine. Kız çocuk büyümeye başlamıştır. Annesinden ayrı bir birey olduğu ile tanışmaya başlamıştır. Şimdiye kadar hep evin içinde ve evin kuralları ile yaşamakta olan o küçük kız çocuğu dışarıda başka bir dünya olduğunu görmeye başlamıştır. Bu dış dünya ile tanıştıkça, büyümenin ne kadar çekici bir şey olduğunu görmeye başlar. Şimdiye kadar hep annesini dinlemiş olan o küçük kızı şimdi başkaları dinlemeye başlamıştır. Kızın kendisine ait fikirleri, arkadaşları, sosyal çevresi ve hayatı olmaya başlamıştır. Çok çekicidir o dünya. Anne ise paniklemeye başlamıştır. Onun tatlı, küçük kızı büyümeye başlamış, onun erk alanından çıkmaya çalışmaktadır. Anne için en korkunç dönem başlamıştır. O güne kadar kendisini dinleyen, kendisinin koruma, kollaması olmadan hayatta olamayacağını düşünen, annesine hayran o küçük kız artık annesinin değil koruma kollaması, fikirlerini bile istememektedir. Kızın artık kendi fikirleri vardır. Zaten annesi iyidir, hoştur, ama aslında pek de bir şey bilmiyordur. Ne o müzik grubunu tanıyordur, ne de genç kızın arkadaşları ile konuştuğu jargondan anlıyordur. Dışarıda annesinin kurallarının geçerli olmadığı bambaşka bir dünya vardır. Kız bu dünyanın içinde kendisine bir yer edinmeye çalışırken farklı bir sürü tarz denemektedir. Anne gittikçe daha çok paniklemektedir. Geceleri o “korkuyorum anne” diyip kendisine sığınan kız şimdi geceleri dışarıdaki hayatı tanımak için denemedik yol bırakmamaktadır. Anne bunca zaman kendisini anne olarak danışılan, koruyan, kollayan mercii olarak görmeye alışmış ve bu gücün keyfini annelik şefkati ile çıkartırken, birdenbire değil gücü, şefkati bile reddedilmektedir. Artık kızına sarılmak istediğinde bile, kızı sarılmasını istememektedir. Annesinin okuldan kendisini almasını bile istememektir. Eskiden arkadaşları ile içeride odasında oynayan ve her başı sıkıştığında, annesine sığınan o küçük kız artık annesini hayatının kendisine ait hiçbir bölümünde istememektedir. İşte bu devrelerde işin içine bir de annenin kızına hissettiği örtülü kıskançlık kendisini gösterir sinsi sinsi. Anne yaşlanmakta, kızı ise gittikçe serpilmektedir. Kızı birçok konuda kendisini geçmeye çalışmaktadır. Kız annesi ile rekabet yaşamaya başlar; anne kızını kıskanmaya. Anne, kızına ne kadar çok konuda ne kadar çok şey bildiğini anlatmaya çalışır. Kızını kendi hayat deneyimleri ile dış dünyadaki “kötülüklerden” korumaya çalışır. O taşımıştır 9 ay boyunca kızını karnında, o bakmıştır, beslemiştir. Kızının “kötülüklerle” karşılaşmasını istemez. Ayrıca kızını istediği gibi yetiştirme hakkı olduğuna kesin kes inanmışken, kızı artık onun istediği gibi yetişmek istemediğini yüksek sesle ifade etmektedir altını kalın kalemle çizerek. Kızı artık onunla oturup sohbet etmek yerine arkadaşları ile gizli gizli, odasından konuşmaktadır. Anne artık kızının hayatının asla bir parçası değildir. İşte kırılma noktası burada oluşur. Ya anne burada kızının kendi bedenin bir uzantısı olmadığını görecek kabul edecek ve kızını öne çıkartmayı başaracak, ya da kızını kendisinin bir uzantısı olarak görmeye devam edecek ve kızı ile çatışacaktır. Anneler kızları ile ilgili kurdukları düşlerin sadece kendi düşleri olduğunu kabul etmeyi başarmadıkça, anne- kız ilişkisi her iki tarafı da çok zorlar.
Haydi, bu dönemdeki kız evlat olarak annelerimize bir bakalım:
Kız çocukları annenin devamı olarak ve ona benzeyerek büyürler. Kız evlatların cinsel kimliklerinin kabulünde karşılaşacakları en büyük güçlük, anneye benzememek çabasından ziyade, toplum içinde zayıf konumda olan kadın ve anne figürüyle özdeşimden kaynaklanmaktadır. Annelik ve kadınsılık önemli ama değersiz bulunmaktadır. Zaten anne genellikle toplumsal ve kültürel değeri ve gücü - daha doğrusu, değersizliği ve güçsüzlüğü - nedeniyle bir çatışma yaşamaktadır.
Son düzenleme: