İkbal hanım ve arabacı Remzi...

sevhan

Popüler Üye
Kayıtlı Üye
20 Ekim 2007
1.448
10
116
İstanbul
Acıbadem'de yaşanmış büyük aşklar;
İkbal hanım ve arabacı Remzi...

Çamlı tepe...

Ben bu öyküyü bir abimizden dinledim. O da, küçükken bir arkadaşının babaannesinden dinlemiş... Sizlerle paylaşmak istedim.

"1960'lı yılların başları, İkbaliye ilkokulunda 3. sınıf öğrencisi idim.." diye söze başladı abimiz. "Sınıfta Hasan diye bir arkadaşım vardı, çok severdik birbirimizi. Sabahçı idik o yıl. Bir gün okuldan sonra beni evlerine davet etti. Annemdem izin alıp evlerine gittim." "Uhuvet sokak ile, gazhane sokağın kesiştiği köşede, iki katlı ahşap bir bina idi evleri." "Derken, Hasanın babaannesi geldi yanımıza, çok tatlı çok konuşkan bir kadındı. Kusuruma bakmayın, artık bende yaşlı sayılırım, kadının adını anımsamıyorum." Derken okuldan söz açılır ve yaşlı kadın, "Siz elbette İkbal hanımı bilmezsiniz, nur içinde yatsın" der. Çocuklar, "A babaanne anlatsana bize" Derler. Yaşlı kadın, bir süre durur, sonra ayağa kalkar ve evin penceresinden gazhaneden çıkan beyaz dumanları izler..

Sonra döner merakla bekleyen çocuklara ve anlatmaya başlar..

... "Çocuktum ben o zamanlar, sizin kadar bir şeydim." "Bir Remzi abi vardı bizim mahallede, arabacı Remzi derlerdi". Kadın eli ile karşı yamacı işaret eder. "Şu yamaçın başındaki tek katlı evi gördünüzmü, işte orada otururdu bu Remzi". "Çok yakışıklı idi bu arabacı Remzi, erkek güzeli derler ya, işte tam öyle bir adam"

Kadın, bir süre taş parke kaplı sokağa bakar ve devam eder. "Kendi arabası yoktu, fakirdi garibim, elin arabasında çalışırdı". "İşte bu sokaktan arabası ile geçtiği zaman, mahalenin tüm karısı kızı pencereye fırlar, perde aralığından onu izlerdi, başta Rahmetli ablam, aşıktı ona". Bir soluk alır kadın ve gelir çocukların yanına sedire oturur. "Bir gün duyduk ki, Remzi abi Salacak taraflarında bir paşanın konağına arabacı olarak kapılanmış, orada yatıp kalkacakmış. Başta ablam, mahallenin bütün kızları karalar bağladılar tabii". "Remzi abi, gitti yerleşti o köşke, burada tek başına kalan bir garip anası vardı. Onuda mahalleliye emanet etti.

Arada, izin yaptığı cuma günleri uğrar, anasının eksiklerini giderirdi." Muzipçe gülümser kadın, "Rahmetli ablam, her cuma sabahtan aha şu camın arkasına geçer, akşama kadarda ayrılmazdı camın dibinden". "Allah bilir ya, annem ve babam ablamın bu hallerinden haberdardı ve Remzi'nin mahalleden gidişinden memnundular.

Kızlarının böyle çulsuz birine varmasını istemezlerdi. Ah, anacığım ah". Aklına annesi gelen yaşlı kadın yine sustu ve uzaklara baktı bir süre. "Derken bir gün, Remzi abi döndü geldi mahalleye..

Ama ne dönüş, çok kötü dayak yemişti. Görenler kırılmadık kemiği kalmamış diyorlardı". "Mahalle çalkalandı uzun süre onun dönüşü ile, neden döndüğü, neden dayak yediği, kimin dövdüğü bilinmiyor, her kafadan bir ses, her ağızdan ayrı bir hikaye anlatılıyordu". "Günlerce evde hasta yattı Remzi abi, hiç dışarı çıkmadı. Söylentilerinde ardı arkası kesilmedi. En yaygın söylenti, çalıştığı yerden para çalarken yakalandığı idi. Adı hırsız Remzi'ye çıktı zamanla". Eli ile Hasanpaşa taraflarını işaret eder kadın "Aha orada bir çıkıkçı kadın vardı, pek sağlam ayakkabı değildi. Her gün gelir Remzi abinin yaralarına bakardı.". Evin arka tarafa penceresi yoktu, okulun olduğu tepe gözükmüyordu.

O tarafı işaret etti kadın, "Sonra bir gün o çıkıp geldi tepeye". Kim geldi diye sorarlar çocuklar hep bir ağızdan. "Kim olacak, İkbal hanım". Ses tonundan ondan pek hoşlanmadığı belli idi. "Boştu o zamanlar tepe, armutluktu. Şimdi caminin olduğu yerde kocaman bir çam ağacı vardı. O çam ağacının dibinden deniz, adalar, İstanbul pek bir güzel görünürdü. Bir gün, İkbal hanım geldi o tepeye. Arabasından uzakta inmiş, tek başına yürümüş gelmiş çamın altına. Uzun süre durmuş orada, uzakları seyretmiş, arada bir de bizim mahalle tarafına bakmış." Bir soluklandı kadın, belki İkbal hanımın yüzüne gözünün önüne getirmeye çalışıyordu. "Tepemizin manzarası dillere destan idi, bir kere gelse, hiç üstünde durmazdık bile". "Ama kadın nerdeyse hergün gelmeye başladı, o çam ağacının altında sessizce duruyor, yüzünü Çamlıca'nın serin rüzgarına çevirip saatler boyu kalıyordu". "Mahalle çalkalanmaya başlamıştı, kim bu kadın diye. Kimdi bu kadın, neyin nesi idi, neden geliyordu.". "Derken, önce mahallenin çocukları cesaret ettiler onun yanına sokulmaya, aralarında bende vardım". Yaşlı kadın gülümser bu anda, "Güzel kadındı Allah için, uzun siyah saçları ela gözleri vardı, bir bakanın bir daha bakası gelirdi". "İkbal hanım yanına sokulmaya çalışan biz çocuklara hep iyi davrandı, kimimizin saçını, kimimizin yanağını okşardı. Sonraları eli boş gelmemeye başladı, külahlara sarılmış akide şekerleri getirirdi bizlere". "Çocuklardan cesaret alan mahellenin bazı kadınlarıda tepeyi tırmanıp geldiler İkbal hanımın yanına. karşılıklı bir kaç selamdan sonra, başladılar sohbete... Bo sohbetler bir kaç gün boyunca sürdü. Mahelleli kadınlar, tüm uyanıklarını kullanıp genç kadının ağzından laf almaya çalıştılar ama, adının İkbal olduğundan, için daraldığından, buraya hava almaya geldiğinden öte bir şey öğrenemediler."

"Derken bir gün....."
ALINTIDIR
www.acibademliyim.com
 
henüz devamı yayınlanmamış yayınladıkları zaman devamını eklicem bende merak ediyorum...
 
devamı biraz önce yayınlandı tüm hikayeyi kopyalıyorum...

Ben bu öyküyü bir abimizden dinledim. O da, küçükken bir arkadaşının babaannesinden dinlemiş... Sizlerle paylaşmak istedim.

"1960'lı yılların başları, ıkbaliye ilkokulunda 3. sınıf öğrencisi idim.." diye söze başladı abimiz. "Sınıfta Hasan diye bir arkadaşım vardı, çok severdik birbirimizi. Sabahçı idik o yıl. Bir gün okuldan sonra beni evlerine davet etti. Annemdem izin alıp evlerine gittim." "Uhuvet sokak ile, gazhane sokağın kesiştiği köşede, iki katlı ahşap bir bina idi evleri." "Derken, Hasanın babaannesi geldi yanımıza, çok tatlı çok konuşkan bir kadındı. Kusuruma bakmayın, artık bende yaşlı sayılırım, kadının adını anımsamıyorum." Derken okuldan söz açılır ve yaşlı kadın, "Siz elbette ıkbal hanımı bilmezsiniz, nur içinde yatsın" der. Çocuklar, "A babaanne anlatsana bize" Derler. Yaşlı kadın, bir süre durur, sonra ayağa kalkar ve evin penceresinden gazhaneden çıkan beyaz dumanları izler..

Sonra döner merakla bekleyen çocuklara ve anlatmaya başlar..

... "Çocuktum ben o zamanlar, sizin kadar bir şeydim." "Bir Remzi abi vardı bizim mahallede, arabacı Remzi derlerdi". Kadın eli ile karşı yamacı işaret eder. "Şu yamaçın başındaki tek katlı evi gördünüzmü, işte orada otururdu bu Remzi". "Çok yakışıklı idi bu arabacı Remzi, erkek güzeli derler ya, işte tam öyle bir adam"

Kadın, bir süre taş parke kaplı sokağa bakar ve devam eder. "Kendi arabası yoktu, fakirdi garibim, elin arabasında çalışırdı". "ışte bu sokaktan arabası ile geçtiği zaman, mahalenin tüm karısı kızı pencereye fırlar, perde aralığından onu izlerdi, başta Rahmetli ablam, aşıktı ona". Bir soluk alır kadın ve gelir çocukların yanına sedire oturur. "Bir gün duyduk ki, Remzi abi Salacak taraflarında bir paşanın konağına arabacı olarak kapılanmış, orada yatıp kalkacakmış. Başta ablam, mahallenin bütün kızları karalar bağladılar tabii". "Remzi abi, gitti yerleşti o köşke, burada tek başına kalan bir garip anası vardı. Onuda mahalleliye emanet etti.

Arada, izin yaptığı cuma günleri uğrar, anasının eksiklerini giderirdi." Muzipçe gülümser kadın, "Rahmetli ablam, her cuma sabahtan aha şu camın arkasına geçer, akşama kadarda ayrılmazdı camın dibinden". "Allah bilir ya, annem ve babam ablamın bu hallerinden haberdardı ve Remzi'nin mahalleden gidişinden memnundular.

Kızlarının böyle çulsuz birine varmasını istemezlerdi. Ah, anacığım ah". Aklına annesi gelen yaşlı kadın yine sustu ve uzaklara baktı bir süre. "Derken bir gün, Remzi abi döndü geldi mahalleye..

Ama ne dönüş, çok kötü dayak yemişti. Görenler kırılmadık kemiği kalmamış diyorlardı". "Mahalle çalkalandı uzun süre onun dönüşü ile, neden döndüğü, neden dayak yediği, kimin dövdüğü bilinmiyor, her kafadan bir ses, her ağızdan ayrı bir hikaye anlatılıyordu". "Günlerce evde hasta yattı Remzi abi, hiç dışarı çıkmadı. Söylentilerinde ardı arkası kesilmedi. En yaygın söylenti, çalıştığı yerden para çalarken yakalandığı idi. Adı hırsız Remzi'ye çıktı zamanla". Eli ile Hasanpaşa taraflarını işaret eder kadın "Aha orada bir çıkıkçı kadın vardı, pek sağlam ayakkabı değildi. Her gün gelir Remzi abinin yaralarına bakardı.". Evin arka tarafa penceresi yoktu, okulun olduğu tepe gözükmüyordu.

O tarafı işaret etti kadın, "Sonra bir gün o çıkıp geldi tepeye". Kim geldi diye sorarlar çocuklar hep bir ağızdan. "Kim olacak, ıkbal hanım". Ses tonundan ondan pek hoşlanmadığı belli idi. "Boştu o zamanlar tepe, armutluktu. Şimdi caminin olduğu yerde kocaman bir çam ağacı vardı. O çam ağacının dibinden deniz, adalar, ıstanbul pek bir güzel görünürdü. Bir gün, ıkbal hanım geldi o tepeye. Arabasından uzakta inmiş, tek başına yürümüş gelmiş çamın altına. Uzun süre durmuş orada, uzakları seyretmiş, arada bir de bizim mahalle tarafına bakmış." Bir soluklandı kadın, belki ıkbal hanımın yüzüne gözünün önüne getirmeye çalışıyordu. "Tepemizin manzarası dillere destan idi, bir kere gelse, hiç üstünde durmazdık bile". "Ama kadın nerdeyse hergün gelmeye başladı, o çam ağacının altında sessizce duruyor, yüzünü Çamlıca'nın serin rüzgarına çevirip saatler boyu kalıyordu". "Mahalle çalkalanmaya başlamıştı, kim bu kadın diye. Kimdi bu kadın, neyin nesi idi, neden geliyordu.". "Derken, önce mahallenin çocukları cesaret ettiler onun yanına sokulmaya, aralarında bende vardım". Yaşlı kadın gülümser bu anda, "Güzel kadındı Allah için, uzun siyah saçları ela gözleri vardı, bir bakanın bir daha bakası gelirdi". "ıkbal hanım yanına sokulmaya çalışan biz çocuklara hep iyi davrandı, kimimizin saçını, kimimizin yanağını okşardı. Sonraları eli boş gelmemeye başladı, külahlara sarılmış akide şekerleri getirirdi bizlere". "Çocuklardan cesaret alan mahellenin bazı kadınlarıda tepeyi tırmanıp geldiler ıkbal hanımın yanına. karşılıklı bir kaç selamdan sonra, başladılar sohbete... Bo sohbetler bir kaç gün boyunca sürdü. Mahelleli kadınlar, tüm uyanıklarını kullanıp genç kadının ağzından laf almaya çalıştılar ama, adının ıkbal olduğundan, için daraldığından, buraya hava almaya geldiğinden öte bir şey öğrenemediler.

Derken bir gün çamlı tepeye gelen kadının haberi ulaşır Remzi'nin evine. Haberi alır almaz Fırlar evden Remzi. Mahalleli onun yüzünü uzun süredir ilk kez görür. Saçları ve sakalları uzamış, güzel yüzü gölgelenmiştir. Koşarak tırmanır tepeyi. Mahalleli kadınlarla sohbet eden ıkbal hanımı görünce duralar. ılk bir ara başını kaldırır ve Remzi ile gözgöze gelirler. ıkbal hanım yavaşça kalabalıktan sıyrılır ve Remzi'nin yanına yürür. Mahalleli şaşkınlıkla ikisini izlemektedir. Remzi, kadının usulca tutar ve gülümser. Eyilir, kulağına bi şeyler fısıldar. Remzi ve ıkbal birbirlerinin peşi sıra yürürler ve ıkbal hanımın arabasına binerek Çamlıca tepesine doğru giderler.

Mahalleli şaşkınlığını atmış, her kafadan ayrı bir ses, ayrı bir yorum yükselmektedir. Orada olanlar gördüklerini, duyduklarını orada olmayanlara anlatır. Söylentiler bir anda Kadıköy'e kadar alır başını yürür. Remzi hava karanlığa karışırken döner mahalleye. Başta kimse bir şey sormaya cesaret edemez. Derken ta çocukluktan beri arkdaşı olan bir delikanlı yaklaşır Remzi'nin yanına. "Hayrola Remzi, ne oluyor " diyer sorar çekingen bir sesle. Remzi başıyla kendisini takip etmesini işaret eder arkadaşına. Mahallenin bakkalına girer, iki şişe şarap alırlar.. Beraberce çamlı tepeye çıkarlar. Sırtlarını ulu çama yaslayıp içmeye başlarlar. Remzi anlatmaya başlar arkadaşına "Arabacı olarak salacak taraflarında bir köşkte çalışmaya başlamıştım. Köşkün sahibi olan paşa, Abdülhamit devrilince, uzun bir yere sürgüne gönderilmişti. Köşkte, paşanın hanımı ve paşanın annesi birlikte yaşıyorlardı. Zamanla içimde ıkbal hanıma karşı içimde bir aşk doğmaya başladı. Onun ela gözleri bir ormanın sımsıcak yeşili gibi aydınlattı yüreğimi. Kaçmaya çalıştıkça hergün bir adım daha yaklaştım ona. Ama nafile, yüreğime söz geçiremedim. Bir zaman sonra, sevgimin karşılıksız olmadığını, onunda bana karşı yakınlık hissettiğini farkettim. Ama heyhat, bunu farkeden sadece ben değildim. ıkbal hanımın kayınvaldeside bu durumu farketmişti. Bir gece beni kökün avlusuna çağırttırdı ve adamlarına dövdürdü. Gerisini zaten biliyorsun, ıkbak hanım beni çok aramış. Evimi bulamamış ama hangi mahallede oturduğumu öğrenmiş. Uzaktanda olsa beni görebilmek unuduyla buraya gelmeye başlamış."

ıkbal hanım ve Remzi bundan sonra Çamlıca tepelerinde gizli gizli buluşmaya başlamışlar. Aşkları bütün ıstanbul'da duyulur.

Bu arada ülke zor günler geçirmektedir. Önce balkan savaşı, ardından birinci Dünya savaşı çıkar. Seferberlik ilan olur. Eli silah tutan herkes gibi, Remzi'de askere yazılır.

ıkbal hanım ise, sevdiğinin bilinmezliğe gitmesinden son derece üzgündür. Sevdiğine kavuşacağı günü bekler sessizce. Ama sevdiğinin nerede olduğunu ve hangi cephede savaştığını bile bilmemektedir. Onun için dua etmekten başka bir şey gelmez elinden.

Günler günleri, yıllar yılları kovalar. Ordu, çeşitli cephelerde savaşmaktadır. Kimi, Remzi'nin Çanakkale'de savaştığını söyler, kimi Fizanda. Ama ne bir mektup ne bir haber ulaşır Remzi'den. ıkbal sevdiğini özledikçe onunla olan hatıralarını yeniden yaşamak için çamlı tepeye gelmeye devam eder. Bu bu güzel ve sevimli kadını gün geçtikçe daha çok benimsemekte ve kendilerinden biri olarak kabul etmektedir.

Gün birinde, savaşın bittiği haberi yayılır etfara. Yenilmişizdir. Sağ kalan askerler birer ikişer dönmeye başlarlar cephelerden. Ama Remzi'den hala bir haber yoktur. Derken, mahelleden askere giden delikanlılardan biri döner askerden. Bir kolu yoktur. Remzi'yi sorarlar ona. "O, yıllar evvel Sarıkamış'ta şehit oldu" der, "Mezarı bile belli değil..." Mahalleli bu haberi ıkbal hanıma nasıl söyleyeceğini bilemez bir türlü. Derken, yaşlı kadınlardan biri onun hala çamın altında Remzi'yi beklemesine dayanamaz ve yanına giderek "Kızım buralarda artık boşuna bekleme, o Allah katında" der. ıkbal hanımdan uzun bir süre haber çıkmaz. Mahallede yeni dedikodular yayılmaya başlar. ıkbal hanımın canına kıydığı söylenir ve inanılır.

Derken günün birinde çamlı tepeye geri döner ikbak hanım. Çok zayıflamış, güzel yüzü sararıp solmuştur. Aşağı mahellenin küçük camisinin imamı ile görüşmek istediği söyler. ımam, bulunur ve getirilir. "Sizden bir ricam var hoca efendi" der ikbal hanım. "Bu çamın bulunduğu tepeye bir cami yaptırmak istiyorum. Ama bir arzum var, oda hergün şehit Remzi'nin ruhuna fatiha okunması..."

Bu gün o rüzgarlı küçük tepede, güzel bir camii hala durmaktadır

Alıntıdır
www.acibademliyim.com
 
((((üzüldümmm sonunda kavuşamamışlar yazık ,eski aşklar şimdikiler gibi gibi değilmiş senelerce beklerlermiş birbirlerini....
 
Bu siteyi kullanmak için çerezler gereklidir. Siteyi kullanmaya devam etmek için onları kabul etmelisiniz. Daha Fazlasını Öğren.…