Mevlâna Celâleddin’den rivâyet edilir ki;
Musa Aleyhisselâm bir gün bir yerden bir yere giderken, ilerde bir ağaç altından gelen konuşma sesi duymuş… Merakla o yöne yürümüş…
Bakmış ki bir garip çoban ağacın altında oturmuş, kendi kendine konuşuyor…
Merak etmiş, acaba ne konuşuyor, diye; ve sessizce yaklaşıp dinlemeye başlamış…
Şöyle diyormuş garip çoban:
-Ey benim güzel Allah’ım!… Ne olurdu şimdi yanımda olsaydın!… Seni sevseydim!… Seni sarsaydım!… Şu koyuncuktan taze taze süt sağıp, sana içirseydim!… Şu gölgecikte kucağıma yatırsam, seni dinlendirseydim!.. Bitlerini ayıklasaydım!..
Burada sabrı taşmış koca Musa Nebi’nin… Mâlûm, “celâli” meşreptir kendileri…
Hemen ortaya çıkmış, yanlışı hazmedememe hâliyle çıkışmış garip çobana :
– Behey gafil!… Sen nasıl olur da âlemlerin Rabbı olan her şeyden yüce, münezzeh, azametli Allah’ı, alıp süt içirip, hele hele kucağına yatırıp, üstelik bir de bitlerini ayıklarsın!!!… Bilmez misin, Allah için böyle şeyler söylenmez!…
Garip çoban, korkmuş; bilgisizliğinin getirdiği yanlışların altında ezilmiş, büzülmüş; eli ayağına dolaşmış; ne yapacağını, ne diyeceğini şaşırmış; kekelemiş:
-Affedersin… Hatamı bağışla… Bilemedim… Ama çok seviyordum da!… Ben bir garip çobanım; sadece var Allah’ım!… O’nunla oturur, O’nunla kalkar; O’nunla yer, O’nunla yatarım!… Tek dostum, sevdiğim, dertleştiğim O’dur!… Duymuştum ki, hep “ben”imleymiş; ben de O’nu, göremediğim yanıbaşımdaki Dost, bildim de ondan böyle konuştum…
Zinhar bir daha demem bu dediklerimi!..
Demek o buralara sığmayacak kadar çok büyükmüş!.. Ya ben, şimdi ne yapayım?..
Musa Aleyhisselâm ona, dua etmesini, namaz kılmasını öğretmiş… Ve yoluna devam etmiş..
Çobanın içinde bulunduğu hâli düşünerek dalgın bir halde yürürken farkında olmadan bir gölünde üzerinde; birden arkasından bir ses işitmiş “Musa! Musa!” diye..
Dönüp bakmış arkasına ki, kim sesleniyor diye, ne görsün!… Garip çoban gölün üstünde yürüyor suya batmadan, kendisine doğru!…
İşte o esnada vahyolmuş Musa’ ya…
-Ey Musa, tüm varlığıyla bana yönelmiş, benden başka düşüncesi olmayan dostumu benden uzaklaştırdın!.. Aramıza büyük duvarlar ördün!.. Hemen o ördüğün uzaklık duvarını yık, ve bizi birleştir!… Bana böyle kullarım da gerek!.
Farketmiş Musa Aleyhisselâm yaptığı işin sonucunu!… Hemen dönmüş dediklerinden!… Anlamış, Allah’ın kimine tüm azâmeti ve haşmetiyle kendini tanıtırken, kimine de samimiyet ve sâfiyetine göre tecelli ettiğini…
Ve dönüp, demiş bir garip çobana:
-Sen bırak benim dediklerimi de, gene bildiğin, içinden geldiği gibi O’na yönel, o’nunla konuş!… O seninle!. Hattâ senden bile yakın sana!.. Sen bir garip çobansın, nereden bileceksin O’nun haşmet, azâmet ve saltanatını!… Gene bildiğin gibi sev, övmeye, hamdetmeye devam et!.”
Evet, ya bir garip çoban gibi, sâfiyet ve samimiyetle O ‘nu övüp, O ‘na hamdedeceğiz…
Ya da, gerçekçi olup ; “HAMD ALLAH’a mahsustur; biz bu konuda âciziz!” deyip, “yok“luğumuzu, “hiç“liğimizi farkedip haddimizi aşmayacağız!… Zira Allah , bilgiçlik taslayıp haddini aşanları sevmez!…