Güzel Türkçe Fanatikleri Kulübü

Kazen, iltifat olsun diye yazmadığını bildiğim için teşekkür ederim. Günlerdir anlatmaya çalıştığım buydu işte. Yazdıklarımı okurken, eminim ki herkes benim duygularımı anladı. Ne kadar üzüldüğümü, ne kadar endişelendiğimi hissettiler. Oysa ben bu forumda okuduğum pek çok yazıyı anlayamıyorum. Amaç paylaşmak olduğu halde, anlayamadığım için paylaşamıyorum.
İnsanların, duygularını yazılı olarak anlatabilmeleri için anlaşılır bir dille yazmaları şart.
Yaşadığım bu olayı burada yazmaya karar vermem, senin ve Buket'in yapmış olduğu yorumlar sayesinde DTNTH'nin varoluş nedenini bir kez daha açıklama fırsatı buldum.
Yeniden teşekkür ederim.
 
İnandım tamam. Boş yere konuşup zaman harcayacak biri olduğunu sanmıyorum. Tekrar teşekkür ederim. Yazılacak bir şeyler olursa haberim olsun. Zevkle yardım ederim.
 
Ben önümüzdeki bir ay aranızda olamayacağım. Bu süre içinde kulübe uğrayan olmazsa sakın arşive falan atmaya kalkmayın. Yoksa tatil matil dinlemem, deniz dururken ben internet kahvehanelerinde buraya laf yetiştiririm, ona göre...

Merhaba anuşka

Öncelikle güzel Türkçemiz için yaptıklarınızı ayakta alkışlıyorum.Taktire şayan bir davranış ,buraya yazmasamda takip ettiğimi bilmenizi istedim.Kendi adıma olabildiğimce dikkat ederim dört dörtlük müyüm? Hayır!sanmıyorum.
Türkçemizde bir çok şey değişiyor bunu farketmemek elde değil, şunu belirtmemde fayda vardır Türkçemiz yeterli bir dildir.Normal yazdığımızda bir çok kişi net bir şekilde anlıyor(anlayamayanlar bile).Farklı bir uslup kullanmaya özentilere gerek duymuyorum.Bu güzel yazılımı, harfleri,Türk dili kurallarının dışına çıkmak inanın yazdıklarımızı oldukça komik duruma düşürüyor.Kısaltmalar oldukça fazlalaştı.Nasılsın?iimmm burada bir tek" y " harifimi fazla geldi:)
İnanın bu konuda yazalıcak ,örnek gösterilecek çok şey mevcut.Ben sadece size inandığımı,taktir ettiğimi,herzaman yanınızda olduğumu belirtmek için yazdım.
Tatiliniz,gönlünüzce geçsin.Güzel yüreğinize,Dilimize sahip çıkmanıza yürekten teşekkür ediyorum.
Sürçilisan ettiysem özürdilerim.
 
Tüm kulüp üyelerine kocaman bir: "Merhaba!"
Açıkçası ne yazacağımı veya nasıl katkım olacağını şu anda bilemiyorum, hem nasılsa siz herşeyi düşünüyorsunuz...
Şaka bir yana, başta Anuşka olmak üzere, burada bize birşeyler öğreten herkese sonsuz teşekkürler ve elbette ki ben de burada yer alması gereken bilgilere rastlarsam, katkıda bulunacağım.
Genelde yazım, cümle kurma ve sözcükleri doğru kullanma konusunda problemim olduğunu düşünmüyorum, fakat her zaman bu sözcüklerin Türkçe olanlarını seçemediğimi itiraf etmeliyim... Ayrıca cümlelerimi haddinden fazla uzun tutuyorum, onları kısaltıp anlatmak istediklerimi daha yalın biçimde sıralayabilmek hep istediğim birşeydir...
Hımm, şu anda aklıma gelen fikre göre; bir parça çalışıp dilimize yerleşik olan bazı biyolojik terimlerin Türkçe karşılıklarını derleyebilirim sanırım...
Görüşmek üzere, sevgi ve saygılarımla...
Not: Kulübün adının gerçekten de değişmesi gerek; şöyle bir bakınca, bu sayfaları keşfetmem o kadar uzun sürmüş ki...
 
Arkadaşımız tatilde konu aktiflerde kalsın mümkünse.Şaka yoluyla bir sorum var sizlere,hangi ifade şekli daha güzel?

Yil: 1965 "Karşıma aniden çıkınca ziyadesiyle şaşakaldım.. Nasıl bir eda
takınacağıma hüküm veremedim, adeta vecde geldim. Buna mukabil az bir
müddet sonra kendime gelir gibi oldum, yüzünde beni fevkalade rahatlatan
bir tebessum vardi.. Üstümü başımı toparladım, kendinden emin bir sesle
'aksam-i serifleriniz hayrolsun' dedim.."

Yil: 1975 "Karşıma anidençıkınca
fevkalade şaşırdım.. Nitekim ne yapacağıma hüküm veremedim, heyecandan
ayaklarim titredi. Amma ve lakin kisa bir sure sonra kendime gelir gibi
oldum, nitekim yüzünde beni ferahlatan bir tebessüm vardı.. Üstüme ceki
düzen verdim, kendinden emin bir sesle 'hayırlı aksamlar' dedim.."

Yil: 1985 "Karşıma birdenbire çıkınca cok şaşırdım .. Ne yapacagıma karar
veremedim, heyecandan ayaklarim titredi. Ama çok gecmeden kendime gelir
gibi oldum, yüzünde beni rahatlatan bir gulumseme vardi.. Üstüme ceki düzen
verdim, kendinden emin bir sesle 'iyi aksamlar' dedim.."

Yil: 1995 "Karşıma
birdenbire çıkınca cok şasırdım.. Fena halde kal geldi yani.. Ama bu is
bizi bozar dedim. Baktim o da bana bakıyor, bu is tamamdır dedim.. Manitayı
tavlamak icin doğruldum, artistik bir sesle 'selam' dedim.."

Yil: 2005 "Abi
onu karsimda oyle gorunce çüş falan oldum yani.. Oğlum bu is bizi .....
dedim, fena göceriz dedim, enjoy durumlari yani.. Ama concon muyum ki ben,
baktim ki o da bana kesik.. Saril oglum dedim, bu manita senin.. 'Hav ar yu
yavrum?'"

Yil: 2015 "Ven ay vaz si hor, ben cok yani oyle iste birden..
Off, ay dont nov abi yaa.. Ama o da bana oyle bakti, if so asik len bu
manita.. 'Hay beybi..'"

İleriye mi gidiyor Türkçemiz??Yoksa!!
 
DAĞARCIĞINIZA HER GÜN İKİ SÖZ
E-POSTANI BİLDİR HER GÜN İKİ KELİME ADRESİNE GELSİN

Türk Dil Kurumu, elektronik posta adresini bildiren herkese günde iki kelimeyi, anlamı ile birlikte ücretsiz olarak gönderiyor.


Kurum, ‘Türk Dil Kurumu | Sözlük adresinden yazısına tıklayıp, elektronik posta adresini bırakan herkese anlamları ile birlikte her gün iki sözcük göndermeye başladı. TDK Sözlük Kolu uzmanları tarafından seçilen kelimelerin günün tarih ve önemiyle ilgili olmasına dikkat ediliyor. Örneğin cemrenin düşmesi ile birlikte e-postalara ‘cemre’, 29 Ekim’de ‘cumhuriyet’, Kurban Bayramı’nda ‘kurban’ sözü ile ilgili açıklayıcı bilgiler sunuluyor. Kelimelerin anlamlarının yanında gönderilen sözcüğün içinde geçtiği atasözleri ve deyimlere de yer veriliyor. Ayrıca, türü, söylenişi, vurgusu, yabancı kökenli ise Türkçeye hangi dilden geçtiği konularında bilgi veriliyor. Yabancı kelimelere bulunan Türkçe karşılıklar da e-posta sahiplerine bildiriliyor. TDK Başkanı Prof. Dr. Şükrü Halûk Akalın, halkın Türkçenin zengin söz varlığından yeteri kadar faydalanmadığını söylüyor. “Çok kısıtlı sayıda sözcük bilgimiz var.” eleştirisini yapan Akalın, Türk Dil Kurumu olarak amaçları doğrultusunda, teknolojiyi de kullanarak bu durumun önüne geçmek istediklerini belirtiyor. “Amacımız kişilerin söz varlığını geliştirmek ve Türkçenin zengin söz varlığından faydalanmalarını sağlamak.” ifadelerini kullanan TDK Başkanı Şükrü Halûk Akalın, e-posta adreslerini bırakanların sayısının her geçen gün arttığını kaydediyor.


Anuşka iyi tatiller dilerim sana.
Bende çorbaya biraz tuz katayım, dedim.

a.s.
 
Son düzenleyen: Moderatör:




MEKTUP

Başka bir yerde bulunan kişiye yada kuruma bir bilgi iletmek amacıyla yazılan yazılara mektup denir.
Mektubun diğer yazı türlerinden ayrı bir özelliği vardır. Herşeyden önce; bağımsızdır,ufukları alabildiğine geniştir,dar kalıplar ve kurallar içinde tanımlanamaz. Konuları oldukça bol ve sınırsızdır. Doğallığın ve içtenliğin en çekici belgesidir. Elbette ki herkese aynı içtenlikle mektup yazılmaz. Gönderdiğimiz kişi yada kurumla olan ilginin derecesine göre,mektubun hitap bölümünden,amaç,hatta sonuç bölümüne kadar değişen üslup özelliği vardır.
Mektup kişiliğimizin bir aynasıdır. Saygımız,sevgimiz,karakterimiz,inancımız,görüş ve düşüncelerimiz hatta kültürümüz mektubumuza yansır.
Basit bir yazı türü gibi görülmesine rağmen mektubun da kendine özgü bir düzeni,bir disiplini,bir planı vardır.
Mektup Yazarken Nelere Dikkat Edilmelidir?
· Mektup yazarken kullanacağımız kağıt ve zarf temiz olmalıdır. Bu basit ayrıntı karşımızdakine verdiğimiz değeri gösterir.
· Mektuptaki hitap,göndereceğimiz kişi yada kurum göz önünde bulundurularak seçilmelidir: Sevgili Kardeşim, Canım Kardeşim, Canım
· Babacığım, Aziz Dostum, Saygıdeğer Büyüğüm, Sayın Murat Bey, Sayın Genel Müdür...
· Mektupta daha sonra giriş ve amaç bölümüne geçilir. Bu bölümde mektubun niçin yazıldığı belirtilir.
· Sonuç bölümünde daha çok klişe sözlere yer verilerek, hoşa gidici bir dilekle mektup bitirilir ; sevgi ve saygılar sunar,esenlikler dilerim. gibi.
· Öfkeli anlarda kesinlikle mektup yazılmamalıdır.
· Mektupta kullanılan ağır ve kırıcı sözler, ileride pişmanlığa yol açabilir. Ancak, yazının kalıcı etkisi nedeniyle, yarattığı kırgınlık tümüyle unutulamaz.

· Mektup Türleri

Mektuplar, konularına ve yazanla yazılan arasındaki ilgiye göre üçe ayrılır :
1. Özel mektuplar
2. Resmi mektuplar
3. İş mektupları

Özel Mektuplar

Birbirine yakın, tanışık insanlar ve eş dost arasında yazılan mektuplardır.

Tebrikler

Bayramlarda, yılbaşlarında veya mutlu bir olay dolayısıyla karşı tarafa iyilik ve mutluluk dileklerinde bulunmak amacıyla yazılan kısa,öz ve içten mektuplardır. Bunlarda kağıt yerine daha çok basılı kartlar kullanılmaktadır.




Anuşka bilmiyorum, ders planını bozdum mu ?
Düşündüm ki KK'da Mektup Yarışması başlamadan, bilgilerimizi tazeleyelim istedim.
Tabiki sen daha geniş bir bilgilendirme yaparsın bizlere, vaktin olursa.
Sevgiler.
 
Anuşka bilmiyorum, ders planını bozdum mu ?
Düşündüm ki KK'da Mektup Yarışması başlamadan, bilgilerimizi tazeleyelim istedim.
Tabiki sen daha geniş bir bilgilendirme yaparsın bizlere, vaktin olursa.
Sevgiler.




Sen benden çok yaşayacaksın Camdankalp. İnan aklımdan geçen de buydu. Yarın sabah ilk iş, benzer bir şeyler yazacaktım. Sen önce davranmışsın.
Ellerine sağlık canım arkadaşım.
Bu arada aslında eklemek istediğim bir şeyler daha var.Sözünü ettiğin mektup türler dışında bir tür daha var. Buna, "Yazınsal ve Düşünsel Mektuplar" deniyor. Bizim yarışmamızda bu tür bir mektuba da yer verilebilir kanısındayım.
En iyisi yarına bırakmayıp hemen halletmek.
 
Mektup Türleri

• Kişisel Mektuplar
• Yazınsal ve Düşünsel Mektuplar
• Resmi Mektuplar, İş Mektupları



Kişisel (Özel) Mektuplar


Arkadaşlık, aile bağları, aşk gibi herhangi bir yakınlığı olan iki kişinin birbirine duygu, düşünce ve yaşantılarını samimi bir üslupla ve yazılı olarak anlattığı mektuplardır.

Özellikleri:
- Konu ve uzunluk sınırı yoktur.
- Yaşamın her anı, her alanı ile ilgili olarak yazılabilir.
- Mektup yazan kişi ile mektubun yazıldığı kişi arasındaki ilişkinin gücü ve derinliği, mektubun içeriğini ve özelliklerini belirler.
- İçtenlik ve kişisellik esastır.
- Konuşma üslubu hakimdir.
- Yazım ve noktalama kurallarına özen gösterilmelidir.

Bazı mektuplar, bir yere davet etme, bir başarıyı ya da özel günü kutlama, başsağlığı veya geçmiş olsun dileği iletmek amacıyla kaleme alınabilir. Bu türden mektuplar genellikle kısa olmakla birlikte kişiler arasındaki ilişkiye bağlı olarak uzunluğu-kısalığı değişebilir.

Sanat, siyaset, edebiyat, düşünce adamlarının birbirlerine, ailelerine, sevgililerine yazdıkları mektuplar, onların yaşamlarına ve dönemlerine ışık tutan birer belge niteliği taşır. Örneğin Van Gogh’un kardeşine yazdığı mektuplar Theo’ya Mektuplar, Kafka’nın sevgilisi Milena’ya yazdıkları Milena’ya Mektuplar, Bedri Rahmi Eyuboğlu’nun kardeşlerine yazdıkları Kardeş Mektupları, Cahit Sıtkı Tarancı’nın mektupları Evime ve Nihal’e Mektuplar, Ziya’ya Mektuplar adıyla kitaplaştırılmıştır.



Yazınsal ve Düşünsel Mektuplar(Sözünü ettiğim mektup türü budur.)


Herhangi bir düşüncenin, duyuşun belirli bir kişiye değil, belirli bir okur kitlesine ya da tüm insanlara ulaşması için mektup şeklinde kaleme alınmasıdır. Bazan bir gazetede ya da dergide yayınlanabilir (Örnek: Nurullah Ataç, Okuruma Mektuplar) bazan da toplumsal, düşünsel, sanatsal nitelikli mektuplar bir kitap halinde toplanabilir (Örnek Descartes- Ahlak Üzerine Mektuplar).


Resmi Mektuplar, İş Mektupları


Bir talebi ya da siparişi bildirmek, bir soruna açıklık getirmek, iş başvurusunda bulunmak, bir üst makama belirli bir durumla ilgili bilgi iletmek vb. amaçlarla kişiler ile kişiler, kişiler ile kurumlar ya da kurumlar ile kurumlar arasında yapılan yazışmalardır.

Özellikleri:
-Kuruma ya da kişiye yönelik hitapla başlanmalıdır.
-Ad, adres, tarih belirtilmelidir.
-Açık, temiz, düzgün bir Türkçeyle kaleme alınmalıdır.
-Amaç açıkça belirlenmelidir.
-Birden fazla sorun söz konusuysa maddeler ya da paragraflar halinde belirtilmelidir.
-Saygılı, ciddi bir dil ve üslup kullanılmalıdır.
-Mektup bir kurum tarafından yazılıyorsa, kurumun antetli kâğıdı ve zarfı kullanılmalıdır.
-Daha önce yazılmış bir mektuba karşılık olarak yazılıyorsa, “ilgi” başlığı altında hangi tarih ve hangi sayılı, hangi konuyla ilgili yazıya karşılık olduğu belirtilmelidir.
-Sorun, durum ya da dilek açıkça ve kısa cümlelerle belirtilmelidir.
-Sonuç cümlesinde makamlar arasındaki hiyerarşik düzene dikkat edilmelidir. Üst makam alt makama yazıyorsa ya da makamlar arasında denklik varsa “rica ederim”, alt makam üst makama yazıyorsa “saygılarımla arz ederim” ifadesiyle cümle tamamlanmalıdır (“...durumu bilgilerinize saygılarımla arz ederim”, “... gereğini saygılarımla arz ederim” gibi).
-Kurumdan kişiye ya da kuruma yazılıyorsa kurumun en üst makamı tarafından, kişiden kişiye yazılıyorsa yazan tarafından imzalanmalıdır.
-Ek belgeler mektubun sonunda “Ekler” başlığı altında ve maddeler halinde belirtilmelidir.
-Bilgisayarla ya da daktiloyla yazılmalıdır.
-Çizgisiz beyaz kâğıt kullanılmalıdır.
-Yazım ve noktalama kurallarına uyulmalıdır.
 
bundan sonra ben de bu konunun ,sıkı bir takipçisiyim arkadaşlar.özellikle ,noktalama işaretlerinden yana ,çok eksiğim var.şimdi biz cümle başlarında büyük harf kullanabilecek miyiz?kk nın kuralı bozuldu mu?teşekkürler.
 
Arkadaşlar!!
Her ne kadar,Türkçemizi iyi kullandığımı düşünsem de,eminim daha çok eksiklerim vardır.
Daha iyi olmak için ben de elimden gelenin daha fazlasını yapmaya çalışacağım..Anladım ki,bu durumda,ilk adres burası olmalı..
Süper bilgiler,tadına doyulmaz emekler..Sonsuz teşekkürler..

Bu arada mektuplarla ilgili bilgiler çok aydınlatıcı olmuş,elleriniz dert görmesin..Eşim Türk Dili ve Edebiyatı öğretmeni.Ben de onun kitaplarından topladığım bilgileri sizlerle paylaşmak isterim..
Sevgiler..
 
Duyguların izdüşümü, mektup.

Ak sayfalara sesleri düşürenler içsel yolculuklarının yanıtını beklerler sabırsızlıkla. Bu durumundan ötürü içtenlik taşır mektuplar. İçtenliğin doruklarında dolaşması bu türü öteki yazı türlerinden ayıran en önemli özelliktir.

Mektuplarla yaşayanlar olanca yalınlığı, çıplaklığı yürekleriyle paylaşırlar, bu paylaşımla çoğalır, güzelliklere uzanırlar.

En son ne zaman mektup yazdığımızı, en son ne zaman mektup aldığımızı hatırlayabilirsek belki mektubun talihini değil ama talihsizliğini anlayabiliriz.

-----------------------------------------------------------------
Mektup örneği;



Sevgili dostlar,
Günün birinde, Bodrum ‘un yeşil bir tepesinde, Akdeniz’in mavi sularına bakan evinizde bizi de yanınızda görmek dileklerini ulaştıran mektubunuza ne kadar sevindik. Ev daha kurulmamış olsa bile ayak basacak toprağı var, temel var demektir. Hele şu son günlerde bizi kara düşüncelere dünyanın ve memleketin ahvali karşısında hayalen de olsa böyle güzel bir köy yaşamak hem Pertev için, hem de benim için ne mutlu bir şey .. Önümüzdeki sene için güzel dileklerinize de binlerce teşekkürler. Biz de size gönlümüzde taşıdığımız en güzel istekleri yollar bunların yakın zamanda tahakkuk etmesini dileriz.
Geçen sene memlekete uğrayamadık. Pertev bir ara Finlandiya ‘da ki folklör çalışmalarını arşivleri tedkik etmek üzere oraya gitti. Üç hafta kaldı. Tatil böylece bölününce cenuba indik, oradaki evimizde üç hafta sakin güzel bir tatil geçirdik. Korkut Cenevre deki Birleşmiş Milletler ‘de yedi ay kadar çalıştı. Biz Paris ‘ten dönerken Cenevre ’ye, onlara uğradık, bir hafta kadar yanlarında kaldık. Şimdi onlar memlekete döndüler.
Haziranda İstanbul ‘da milletler arası bir folklor kongresi olacak, ‘’ Türk hükümeti Pertev ’i de davet etti. Bu vesile ile memlekete geleceğiz. İnşallah görüşürüz.
Bütün dünya gibi Fransa ‘nın da hali berbat, her gün insanların tüylerini ürperten soygunlar gırla artıyor, sokaklarda nümayişler eksik değil, grevler birbirini kovalıyor ve rahat tasavvur edilmeyecek kadar pahalı. İnsan radyo haberlerini dinlemeye korkuyor. Sizin anlayacağınız garip bir alem oldu bu dünya.... Ayşe nerelerde, ne yapıyor, kocası Avrupa ‘ya çıkmak istiyordu, ne oldu. Zaman zaman kafamızdan çıkmayan sulaller bunlar.
İnşallah sıhhatiniz iyidir. Mühim olan iki ayak üzerinde durabilmek ve yürüyebilmek. Onu kaybetmemeğe çalışmak lazım.
Haydi sevgili dostlarımız Pertev ile ikinizi kucaklar bol bol öperiz. Güzel sohbetlerinize bu sene kavuşmak ümidiyle sevgilerimizi yollarız.


Hayrünnisa / Pertev
Tarihsiz.
 
Bundan sözediyorum işte. Sağol Cüvcüv...
Mektubu ille de birine yazmak zorunda değilsiniz. Birilerine de seslenebilirsiniz.
Ya da hiç varolmamış birine, doğmamış bir çocuğa, rastlanmamış bir sevgiliye, tanıma fırsatı bulamadığınız bir anne veya babaya, sahip olmadığınız bir kardeşe...
Önemli olan duyguları aktarmak, Türkçeyi düzgün kullanmak ve tabii ki kuralına uygun mektup yazmak...
 
Emre KONGAR bu kitabında;
Amerika Birleşik Devletleri'ne eğitim-öğretim görmek amacıyla, birer yıl arayla giden ikiz kızlarına hitaben yazdığı 22 mektubu okurlarıyla paylaşmaktadır. Mektuplar; her ne kadar hasretlik ve gurbette olmaktan dolayı duygusal öğeler içerse de, yazarın baba kimliğinden daha çok bilim adamı kimliğini ön plana çıkarmaktadır. Okur, kitapta, yazarın kızlarıyla doğumlarından bu yana olan ilişkilerine göz atma fırsatı bulurken aynı zamanda büyük kentte yaşayan, ebeveynleri çalışan çocukların dünyasını inceleme ve bunları Türk toplumu açısından değerlendirme olanağı bulmaktadır. Mektupların hemen hemen hepsi "Sevgili Kızlarım" hitap sözüyle başlayıp "...babanız" imzasıyla bitmekte ve okur çok rahatlıkla "kızlarım" sözcüğü yerine kendi adını koyup mektupların muhatabı, "...babanız" sözcünü değiştirip bir anda mektupların yazarı durumuna gelivermektedir.

Emre Kongar/Kızlarıma mektuplar kitabından kısaltılmış bir mektup örneği;


"YAŞAMAYI ERTELEMEYİN

Sevgili kızlarım,
Sizlerle birlikte yaşadığımız güzel günlerin çok önemli bir bölümü, sizin açınızdan yarış atı gibi bir üst eğitim basamağının yarışma sınavlarına hazırlanmakla geçti.
En sonunda üniversiteye giriş sınavlarını da başararak istediğiniz alanlarda eğitim olanağına kavuştunuz ama bu yarış yine bitmedi.
Çünkü ikiniz de, esas niteliği ebedi öğrencilik olan öğrenim üyeliği yapmak istiyordunuz.
Bu kez de yurt dışında doktora yapmak için gerekli dil ve bilim sınavlarına hazırlanmakla geçti zamanınız.
Sonunda onları da başardınız ve yuvadan uçup gittiniz.
Şimdi geriye doğru baktığımda, birlikte geçirdiğimiz yılların ne kadarında yaşadığınızı düşünüyorum da üzülüyorum.
Evet, birlikte sinemalara, tiyatrolara, resim sergilerine, konserlere gittik.
Evet, birlikte piknikler yaptık, doğayla ve sevdiğimiz dostlarla kucaklaştık.
Ama bütün bu etkinlikleri yaparken, hep önünüzde sizi bekleyen sınavlar bir karabasan gibi günümüzü karartıyordu.
Bir yandan gelecek yaygısı ve iyi bir eğitim yaparak, hayattaki başarı şansınızıyakalama isteği, öte yandan insanın öte yandan insanın bir kez yaşayabileceği ömrün iyi, güzel ve anlamlı bir biçimde değerlendirmek hedefi, günlük yaşamın birbiriyle çelişen iki amacı olarak sürekli bir biçimde hepimizi zorluyordu...................................................................................
.................................................................................................
................................................................................................
Sevgili kızlarım, değerli çocuklarım,
‘’Hayata hazırlık döneminde’’ de, ‘’yaşam kavgasının içine balıklama daldığınızda’’ da, söylediklerimi unutmayın, ’’ yaşamı ertelemeyin.’’
Unutmayın ki, zaman, yavaşlatılmayacak ve durdurulamayacak bir tempo ile gözümüzün önünde akıp gidiyor.
Ve unutmayın ki ikinci bir yaşamınız olmayacak.
Eğitim dönemini başarıyla kapayıp, yaşam kavgasının iş dönemini yurdumuzda sürdüreceğiniz, yani kavuşacağımız günleri hasretle bekliyorum.
Ama siz o günlere kadar da sakın yaşamınızı ertelemeyin.

Mutluluğu, gelecekte yada yaşamın olağanüstülüklerinde değil, günlük yaşamın olağanlıklarında aramayı öğrenmiş olan babanız."


 
Öylesine Bir Mektup- Can Dündar

Öyle içimdesin ki. Yanağımda dolaşan rüzgardan daha gerçek dokunuşların. Küçük, ürkek, kesik dokunuşlarınla, belki de her zamankinden daha yanımdasın. Yani öylesine, o kadar bensin ki. Ah nasıl anlatsam. Boşuna bu çabalarım, doğru kelimeleri aramalarım. Ne kitaplar yazıyor, ne de sözlüklerde karşılığı var. Yalnızca hissediyor insan, yaşıyor. Kelimeler eksik, kelimeler yaralı. Kelimeler cılız.



Taşımıyor, anlatmıyor, tanımlamıyor bu duyguyu. Ben de. Çok başka bir şey. Sevginin ortasında, derin acılar hisseder mi insan? Aydınlık gülümsemelerin içine, hüznü yerleştirir mi durup dururken? Gözlerine buğu,diline sitem, yüreğine burukluk, çöreklenir kalır mı asırlarca?



Gelmeyeceğini bildiği mektup için, posta kutusunu hep aynı heyecanla açar mı? Dedim ya, başka bir şey bu. Ne kadar yalnızsam, o kadar seninleyim şu günlerde. Belki de en başta, tutup seni en derinlere koydum diye oldu bunlar. Kimseler ulaşmasın diye, kimselerin bilmediği, bulamayacağı yollara götürdüm seni. En derinlerde tuttum. Bana sakladım. Derine, hep daha derine.



Seni yapayalnız, bir tek bana bıraktım. Paylaşamadım yanlış yaptım. Sana ulaşan yolları kaybettim diye bütün bu şaşkınlıklar. Kendimi oradan oraya vurmam. Sağımda, solumda, ne zaman dikildiğini bilmediğim duvarlara çarpmam, hiç görmediğim çukurlarla boğuşmam. Denizlerin, gürültüyle gelip vurduğu dehlizlerin, acılı duvarları gibiyim.



Duvarlarım yosunlu, duvarlarım kaygan, duvarlarımdan hiç tükenmeyen sular sızıyor. Tutunamıyorum. Renklerim, gün içinde değişiyor. Soluyorum, soğuyorum. Güneş ulaşmıyor içerilerime. Küfleniyorum, yaşlanıyorum. Yalnızlıklar peşimde. Dokunduğum her ıslak duvardan, pis kokulu bir yalnızlık bulaşıyor üstüme. Yapış yapış, vıcık vıcık bir yalnızlık bu. Biliyorum, bütün bunlar, hep benim suçum.



Seni sakladığım yere ulaşamaz oldum. Yollar, gitgide uzadı ve karıştı. Ümidimi ısıtacak, parlatacak, kımıldatacak bir şeylere ihtiyacım var. Ah onun ne olduğunu biliyorum. Sonu sana geliyor her cümlenin. Her şeyin başı içinde ve sonundasın. Bu değişmiyor. Öyle içimdesin ki. Birden aklıma geldi, tuttum sana bir mektup yazdım dün.



Çok mutluydum. Gün içinde neler yaptığımı, nelere kızıp, nelerle mutlu olduğumu, tek tek anlattım. Mevsimlerin ve insanların nasıl karışık ve beklenmedik olduklarını yazdım.



"Yine zamansız yağmurlar" dedim, "Daha önce, hiç bu kadar zayıf değildi güneş ışınları" dedim, "Gerçekten buradaki şarkıları hiç öğrenmeyecek, bilmeyecek, söylemeyecek misin?" dedim. Çok uzun bir mektup oldu. Başından sonuna kadar okudum da.



Neler yazmışım diye merakımdan.



Sonra çekmecemden bir zarf çıkarıp, adını yazdım. Büyük harflerle, yalnızca adını. Adresini bilsem gönderir miydim, bilmiyorum. Mektup cebimde. Cebim yüreğime yakın. Yüreğim sende. Sen yüreğime yakın. Öyleyse mektup sende.


Can DÜNDAR
 
AFET İNAN'A MEKTUBU

Savarona Yatı 14.6.1938
Afet,

H. R. Soyak ile, benden mektup beklediğini bildirmiştin. Arzun her gün hatırımdadır. Şifahen Celal'e (Üner) telefonla bildirmek üzere söylemekteyim. Ancak henüz kendim bir şey tespit edemedim.

Vazifem şudur: Bence doktorların yanlış görüş ve hükümleri sebebiyle hastalık durmamış, ilerlemiştir. Vakitsiz ayağa kalkmak, yürümek hususiyetiyle burunda yapılan atuşman üzerine gelen kusma neticesi, yapılan istirahatleri hiçe indirmiştir. İstanbul'a gelince, Hükümet reyimi almaya lüzum görmeksizin Fissenger'yi getirtti. Yeniden tetkik, muayene yapıldık. Karaciğeri eski halinden farksız ve karnı birkaç kiloluk birikmiş su ve gaz dolayısıyla şişkin ve defigüre bir halde buldular. Şimdilik Temmuz on beşe kadar yeni tiretman ve yeni rejim altında repo apsolüyü (Kesin istirahati) zaruri buldular. Bunun esası da yatak ve şezlong istirahatidir. Bu müddet sonunda Fissenger tekrar gelecektir. Umumi ahvalim iyidir. Tamamen iadeli afiyet ümit ve va'di kuvvetlidir. Senin için asla merakı ve endişeyi mucip olmamalıdır. Serinkanlılıkla imtihanlarını vererek muvaffakiyetle dönmeni bekler ve muhabbetle gözlerinden öperim.

İkamet için Savarona'yı tercih ettiler. Yat şimdilik saray karşısında demirlidir.

Malûmun olan devlet işleri için Başbakan ve diğer bakanlar sık sık gelip yatta misafir olmaktadırlar.

Nutuk'unu Şükrü Kaya Türkçeye çevirmektedir. Matbuata verilecektir.

K. Atatürk


Diğer mektupları aşağıdaki linkten okuyabilirsiniz.
http://www.kadinlarkulubu.com/ataturkun-yazdigi-mektuplardan-t96508/index.html
 
Türkçeye Mektuplar
Tansu Bele


Sevgili Türkçem;

Sevgili, biricik dilim: Düşüncelerim, duyarlılığım, sevgilim, bir tanem.
Uzunca bir süredir seninle yakından yakına, derinden derine, içten içe, sarmaş dolaş görüşemez olduk. Ayrılmış değil de ayrı düşmüş gibiyiz. Uzaklaşmış sayılmayız ama aramıza sokulmuş birtakım engellerle uzaklaştırılmış gibiyiz birbirimizden...
Sana bu nedenle mektup yazmak istedim. Açıkçası senin varlığın/ “var” oluşun konusundaki duygusal inancımın saf ve dürüst içtenliğine, kalemimin aracılığıyla ulaşmayı diledim. Ben bu içtenliğe öylesine gereksinim duymaktayım ki: senin varlığını, hiç bugünkü gibi yüreğimin sonsuzluklarından çağırmamış, özlememiştim. Bil ki, artık benliğimin bütün gücüyle özlemekteyim seni: çünkü gereksinmekteyim. Varlığım, varlığına gereksinmekte... Dahası, sanırım senin de bildiğin gibi, mektup duygu ve düşünceler arası iletişim kurmanın en kestirme yolu. Ayrıca, bu iletişimin en büyük girişimi olan yazmak? Yazı edimi ya da yazında, mektup ölçüsünde hiçbir tür duygusallığın ve düşünselliğin birebir ve olağandışı sıcaklığını, erişebilirliğini bugüne dek sağlayamadı. Ne bunca şiir, ne öykü/roman/deneme ve günlüklerle, duyguların ve düşüncelerin sana olan özlemleri dindiremedi, açıklanamadı. Sana yani dile getirelemedi. İşte bu açıdan mektup, çok değerli bir aracı.

Bir de mektubun, bana göre alıcısı için olduğu ölçüde, vericisi açısından da bir başka önemi var: Şöyle ki, yazdıklarıyla gönderme yapan, bu arada kendi duygu ve düşüncelerini de tartmak sınamak olanağı bulur. Mektup da, bu iş için biçilmiş kaftandır neredeyse;sevginin ve nefretin en dolaysız, en belirgin dışavurumsal yazın türüdür. Sanırım şimdilerde mektubun, bilgisayar aracılığıyla yeniden gözde olmasının açıklaması da bu olsa gerek: Yalnız bu noktada yanıltıcı olan, mektubu gönderenin, onu ‘ salt kendine dönük ‘ bir iletişim aracı olarak kullanması, bu arada senin tepkilerini de gözardı edebilmesi...

Oysa benim sana mektup yazmak istememin nedeni, doğrudan seninle ilgili. Amacım bütünüyle sana yönelik; derdim, sıkıntım seninle, nedenimin kaynağı sende. Bu konuyu ilerde, başka mektuplarımda daha geniş biçimde deşmeyi deneyeceğim ya; şimdilik izin verirsen ilkin senden ne beklediğime, gerçekte beklentimin ne olduğuna kısaca değinmekle yetineyim. Başka türlü söylersem, sana duyduğum gereksinimimi ve özlemimi belirttim ama seni neden özlediğimi sanırım açıklamam gerekiyor.

Bir kez, ben doğdum doğalı hiç bugünkü gibi ‘dışımda’ bulmamıştım, duyumsamamıştım seni. Senin ‘ sen ‘ , yani benden ayrı gayrı ve neredeyse bir yabancı olduğunu bilmezdim. Benim için sen, ‘ben’din sevgili dilim: Ben’i doğuran da, yoğuran da, sendin. Benliğimi işleyen, aklımı eğiten, bilgimi damıtan ve çoğaltan, dışımdaki dünyayla ilgiler kurmamı sağlayan, bütün dışsal ilişkilerimi geliştiren ve sağaltarak düzelten sendin. Öyle ki, sen benim gerçek annemsin, yaşamım seninle başladı, diyebilirim. Sen, elli yıl önce yaşamımın alacalı denizinde çıktığım yolculuğun pusulası, beden-gemimin yol göstericisi oldun.

Gemimin, yani belleğimin açıldığı yaşam denizinin tarihini ve coğrafyasını, geçmişini ve geleceğini yazan güneşler, aylar, yıldızlar, bulutlar, çevrenler, akyeller, karayeller, yeni karalardı senin bütün şiirlerin, destanların, romanların, öykülerin, denemelerin... İzleklerini, yani izlediği akıntıların yol yanlışlarını / haritalarını belirmeyen şarkılarını, duygularını haykıran, seslendiren sirenlerini, senin karasularında dolaşırken duydum ben: Sirenlerinin beni çağıran seslerinin tınısı baştan çıkarıcıydı ama aldatııcı değildi. O seslerin, kimi zaman gemimi yeni bir karaya çağıran kuştan, “Çalıkuşun”ndan, kimi zamansa bir başka teknenin,”Medarı Maişet Motoru” nun güvertesinden çığlıklarını duyar, kiminde “Aganta Burina Burinata ! “ diyerek kükreyen bir deniz aslanından gümbürdediğini işitip irkilir, kimi de, “ Memleketimi seviyorum! “ , “Anlatamıyorum”, “ASU” diye diye, “Sen Beni Sev! Boğaziçi Şıngır Mıngır! Sevdim Seni Ey İnsan! “ diye diye, “Güneşle! Güneşle! “ diye diye, yolumu yordamımı aydınlatığını görür, düşerdim artlarına...

“Haritada Bir Nokta”ydım, senin noktan: Ey benim saydam perim, göz alıcı, gönül çelen renk renk kanatlarınla capcanlı , dipdiri uçuşan deniz kızım! Doğruluğuna, yalınlığına, içtenliğine öylesine tam inanır, beni kandıramadığını bilir, hiç mi hiç yabancılamazdım ki seni. Benimsin ve ‘Ben ‘sin derdim bütün gücümle.

Sevgili anadilim! Şimdi karalamakta olduğum şu satırlara bakıp da, seni artık sevmediğimi düşünme sakın, ne olur. Bunca yıldır tek denizim saydığım senden başkası var oldu mu sanki benim için? Ama nasıl desem bilmem ki, sen benim gemime yol veren tek güzel denizim: Bil ki sen artık benim için, geçmiş günlerimizdeki tanışım, saflığına, temizliğiine vurulduğum o sevgili değilsin. Yabancısın bana , gitgide yabancılaşmaktasın. Artık gitgide puslanıp bulanıklaşan sislerle, fırtınalarla çalkalanıp boğuşan sen, şimdi bir süredir kararan bir düş gibisin. Belleğim karanlık, paslı bir düşün yıkıntısal sularının boğuntusu altında bulunmakta sanki...Odysseus’un umutsuzluğundan başka sarılacağı günü, sığınacağı evi, tutacağı yolu teknesi gibi tıpkı, beden-gemim yalnızca ıssızlaşıp çoraklaşan, “gurbet” leşen dalgaların itici , ürkünç sığlığına bırakılmış, umarsızca sallanarak sürüklenmekte. Şimdi, gemimin yoluna açılan her çevren birer sanal gökyüzü perdesi. Gemimin, bu çevrenlerdeki uğradığı her kıyı, uydurma ve yapay sözden- kalelerin, sözde kulelerin, söz-kavaflarının, sürüsüne bereket özensiz ve şişirme “Kavafi”nin sömürge valilikleri. Sen : Benim her bir dalgasının köpüğü inci tanesi gibi öpülesi denizim! Şimdi bu ürkünç ve yaban elleri ve maskeleriyle kuşatılmış kıyılarda tutsak, acınası, boynu bükük bir deniz tanrıçası gibisin. Benim tanrıçam: yoluma çıkan her kıyıda zincirlere vurulmuş bir köle tanrıça gibisin. Ellerine kollarına nasıl zincirler bağlamaktalar, güzelim kanatlarına hangi boyunduruklar, ne kilitler vurmaktalar böyle? Seni o kıyıdan bu kıyıya o göz boyayıcı, görkemli, baştan çıkaran sirenleriyle çekerek sözden - yabancı kalelerin burçlarına bayrak yapan, zindanlarına kapatan gücün gizemi ne? Gerçekte, bu sirenler seni neden, nerelere çağırmakta, sürüklemekte? Neden ille de baştan çıkarıcılıklarını ve seni o yabancı “el” lere uyarlama araçlarını, benim hiç anlayamadığım, alışamayacağım bir takım “adaptasyon”; “aksiyon”, “avantaj” ve bunun gibi pek çok “el “in işi maskelerin ardını gizlemekteler? Nedir bu senin güzel yüzünün anlamlarına, kavramlarına takılan çeşit çeşit maskeler, kim bunlar ? Neden gemimin uğrağı kıyılarda karşıma artık sen; bu değişik, yabancı maskelerle süslenmiş, süslendirilmiş olarak çıkmakta, çıkarılmaktasın? Neden bir elin “capitol”da ise, öbürünün göbeğinde “center “ yazıyor? Neden, sürekli Türkçesine uydurduğun “deklarasyon”larla uğraştırmaktasın beni, dilinin has şiiri yerine? Kulaklarımı tırmalamaktasın? “Deşifre”lerinle, “assimilasyon”larınla daha çok ilgimi çekeceğini mi ummaktasın? Neden tanıtımını yaptığın her aracıda, bir yabancı “el”in damgası var? “Ajanda”ların, “bellona”ların, “becel”lerin, “puffy “lerin, “retig”lerinle güzelliklerine yepyeni güzellikler kattığını mı düşünüyorsun? Uzattığın parmakuçlarında yazgını değil, “destinasyon”unu okumanın anlamı nedir? Seninle yakınlaşmak, bütünleşmek iistediğimde önce “entegrasyon” diye tutturuyorsun, ardından, ben artık böyle, çağdaşça koşuyorum seninle, diye diretiyorsun bana! Yakınlaşmamızı istiyorsam, “referans”larımı göstermeliyim, “performans”ımı sergilemeliyim, “radikal”lığımı kanıt-baskı yapıyorsun, ayrıca “konjoktür”ünü açıklamam için ter ter tepiniyorsun.

Denizkkızım, tanrıçam! Benim güzeller güzeli anadilim, sevgili Türkçem! Sana neler oldu böyle, kim ne yaptı, niçin yaptılar? Nedir bu halin, sıkıntın ne, kim çıldırttı seni? İnan ki seni tanıyabilmem bile artık çok güç, çok geç... Bir zamanlar dalgalar boyu estirdiğin püfür püfür esintilerinle ayaklanan kıyılarda, asıl ve neden böylesi değiştiler, değiştirebildiler seni? O akpak , tertemiz denizkızı şarkıların, nasıl oldu da ölümcül sirenlerin seslerine dönüştü? Ölüyorsun tanrıçam, bil ki seni öldürüyorlar! Çağdaşlık, küresellik diye diye, sana binbir yüz yakıştıran, bundan da utanmaz bir övünç duyan korkunç “kolleksiyon” culara kurban gidiyorsun. Bense dayanamıyorum: Beden - gemim hâlâ senin peşinde bir o yana bir bu yana , kıyılardan kıyılara... Senin ölümünle, bende günden güne yokoluşa doğru çekile çekile, ben de öle öle... Odysseus’un, gerçek evinden, yuvasından -annesinden- uzakta, yoluna yeni yaşam umutlarını saça saça onu ölüme sürükleyen yabancıların, yabancı ve ölümcül seslerin çağrısına kapılmış teknesi gibi, beden- gemim sürükleniyor. Belleğim seni, önüne çıkan her çevrende düştüğün tutsaklıklar içinde umarsızca izleye izleye çürüyor.

İşte sana bu mektubu, bu düşüncelerle yazmaya giriştim. Seninle ancak, doğrudan iletişim kurmamı sağlayabilecek tek aracı olduğunu düşündüğüm mektubumla ulaşabileceğimi düşlediğim için... Yeniden senin o yalın, süssüz, sana hiç yakışmayan yabancı takılardan arınmış, salt benim olan beden-diline kavuşmak özlemiyle yana yana... Seni, kendi öz benliğinle kazanana dek de seninle mektuplaşmayı sürdüreceğime and içerek; benim eşsiz dilim.
 
--------------------------------------------------------------------------------

İYİ YAZI KÖTÜ YAZI

İyi yazının birinci cümlesi, mevzua girmek için tereddütsüz atılmış bir adımdır. Arkasından gelen cümleler, vezinli adımlarla, sekmeden, aksamadan, sendelemeden onu takip ederler.

Kötü yazının birinci cümlesi, mezun eşiği önünde korku geçirir. Ne içeri girebilir ne de oradan uzaklaşabilir; alevin etrafındaki pervane sarhoşluğu ile dört döner, kendini oraya buraya çarpar, yorulur ve sersemleşir. Bazen mevzuun içine girer, fakat çok durmayarak kendini dışarı atar, başka mevzuların eşiklerinde sürünür; bazen da bu yabancı mevzuların cazibesine yakalanır ve kendini oradan zor kurtarır.

İyi yazı bir yazının ifade kılıfı, mevzuunu bir eldiven gibi sımsıkı ve kıskıvrak içine alır, ne dışarıya bir fikir kaçırır, ne içeriye fazla bir kelime sokar.
Kötü bir yazının ifade kılıfı ya dardır, ya boldur. Darsa içine maksadını sığdıramaz; bolsa mevzuun dört tarafını lüzumsuz hava tabakaları ile şişirir, bir sürü parazit hayallerle üslubu gevşetir ve sarkıtır.

İyi yazıda cümleler ve kelimeler hendesi bir disiplin altındadırlar. O kadar yerli yerinde ve biçimli dizilmişlerdir ki, hiç birini kaldıramaz, daha evvele daha sonraya atamazsınız.

Kötü yazıda ibare bu simetriden mahrumdur, mevzu daima çarpılır ve ifade yan yatar.
İyi yazı, okuyanları kâğıdın beyazlığından, satırların siyahlığından uzaklaştırarak şekillerden ayrı bir muhteva âlemine götürür. Okuyana, elinde bir kâğıt tuttuğunu, gözlerinin önünde çizgiler olduğunu, bir yazı okuduğunu unutturur.

Kötü yazı, bu mana ve mefhum âlemiyle temasını ikide bir kesen fikir ıttıratsızlıkları, kelime uygunsuzlukları ve ifade ahenksizlikleriyle, dikkati hep mevzudan ibareye, esastan şekle çeker.

İyi yazı, karışık fikirleri sadeleştirir, kötü yazı sade fikirleri karıştırır.

İyi yazını affedemediği başlıca hatalar şunlardır. Tereddüt, tekrar, bulanıklık, ahenksizlik, laubalilik, fikrin bünyesine mensup olmayıp da ona dışından musallat olan hayaller, semboller, teşbihler ve istiareler, kırılmalar, yapmacıklar, samimiyetsizlik, ölçüsüzlük, lisanda kelime icatçılığı.

Bu hatalardan düşünce mi mesuldür, ifade mi?

İyi düşünüp kötü, kötü düşünüp iyi yazanlar var mıdır?

Pişkinliğin, melekeni ve hünerin yazıya bir çok nimetler verdiğini inkar etmem,; fakat bu hüner ne derece ileri gitmişse olursa olsun iyi yazıyı iyi bir düşünceden ayıramaz. Hem de bu hünere sahip olmak şansı, ancak iyi düşünenlerde vardır.

Şöyle diyebilirim; iyi düşünüp de, meleke eksikliği yüzünden kötü yazanlar olabilir, fakat kötü düşünüp de meleke sayesinde iyi yazanlar olamaz.

İyi yazı=iyi düşünce+meleke

Öyle ise iyi düşünce üstünde anlaşmalıyız.

Şiir düşüncesini bundan ayırıyorum. İyi yazıdan maksadım nesirdir. Ne manzume ne de şiir vizyonları taşıyan ve eskilerin tabiriyle, mensure. Manzume ve mensure mevzuumuzun dışında kalınca, iyi yazı muhayyilenin değil, zekânın ve gayet sıkı bir zihin disiplinin altına girer.

İyi düşünmeyi tarif etmek, koskoca bir psikoloji kitabının işidir. Burada yapabileceğimiz şey iyi düşüncenin birkaç büyük vasfını tayin etmek.

İyi düşünce mevzuun esasını kavrar. Onu guruplara ve unsurlara ayırır: Tahlil. Bunlar arasındaki münasebetleri bulur: mukayese. Bu muhasebeleri hükümlere bağlar: Muhakeme.
İyi düşüncede kabataslak üç safha görünüyor.

1. Esası kavramak
2. Tahlil ve tasnif
3. Mukayese ve muhakeme.

İyi yazının yukarıda saydığımız vasıfları da iyi düşüncenin bu üç esaslı hareketinden geliyor.

Birinci hareket – Mevzu iyi kavranmışsa ifade onun hududundan bir kelime dışarıya taşmaz. Tereddüt, fazlalık, tekrar ortadan kalkar.

İkinci hareket – Fikirler iyi tahlil ve tasnif edilmişse ifadenin hendesi disiplini elde edilmiş olur. Cümleler ve kelimeler yerinden kımıldatılmayacak kadar riyazi noktalarına oturtulmuş olurlar.

Üçüncü hareket – Mukayese ve muhakeme terinde ise bulanıklık, samimiyetsizlik ve fikrin bünyesine olmayıp da ona dışarıdan musallat olan hayaller, semboller, yazı oyunları ve kelime icatları da ortadan kalkar.

Esası kavranmış, iyi tahlil ve tasnif, iyi mukayese ve muhakeme edilmiş bir düşünce daima en emin ifade şeklini bulmuş olur. Bu şekil düşüncenin o üç esaslı hareketinin çizdiği yoldan başka bir şey değildir.

Bu hareketler yanlış ve eksik olduğu zaman, muhayyile muhakemenin kusurlarını telafiye koşar ve hayaller, icatlar, oyunlar başlar.

O zaman muharrir bizi mevzu ile fikirleriyle değil, ifade tarzıyla kazanmaya çalışır ve düşüncesinin kifayetsizliklerini semboller ve rüyalar içine gizler. Bu hal, fikir yazılarını fanteziden ayıramayan muharrirlerde çok görülür.

Mademki iyi yazı, iyi düşünce ile melekenin mecmuuna müsavidir, bundan ameli bir netice çıkarmak isteyen heveskârlarla verilecek ilk direktif şudur, iyi düşünceyi çok düşünerek, melekeyi de çok yazarak elde etmek.

Peyami Safa
Yedi Gün 1939
Türk Edebiyatı/Şubat 1984/s 95


Sevgilerimle...



 
X