fıkralardan seçmeler

Askerliğe yeni başlamış bir er çavuşunun yanına giderek:
-Efendim, çorbada kum vardı! dedi.
Çavuş kaşlarını çatarak
-Ne olmuş yani? Buraya yemek beğenmeye değil, vatan toprağını korumaya geldiniz. Bir daha böyle bir şikayet istemem! dedi. Erin cevabı hazırdı:
-Evet ama komutanım! Biz buraya vatan toprağını yemeye de gelmedik!
 
Akıl hastanesinde doktor iki hastasına:
-Şu dolabı beraber yukarı çıkarın! dedi.
Biraz sonra hastalardan birinin dolabı omuzlamış, oflaya puflaya yukarı çıkardığını gördü:
-Oğlum, hani diğer arkadaşın? Ben size dolabı beraber taşıyın demiştim!
-Arkadaşım dolabın içinde rafları taşıyor doktor bey!
 
Yolculuk sırasında mola vermek isteyen yaşlı bir adam, bir hana girdi. Bu sırada hana bir başka yolcu daha girdi ve ikisi birden hancıdan yiyecek bir şeyler istediler. Fakat hancı yiyecek olarak yalnızca bir balık olduğunu söyledi ve bunu paylaşmalarını önerdi.
Bunun üzerine yaşlı adam, hancıya,
-"Ben balığın yalnızca başını yiyeceğim" dedi.
Hancı bunun nedenini sordu.
Yaşlı adam da,
-"Balık başı zekayı artırır, balık başı yiyen insan akıllı olur" dedi.
Bunun üzerine öteki yolcu hemen atıldı ve yaşlı adama:
-"Balık başını niye sen yiyeceksin, ben yemek istiyorum" dedi.
Yaşlı adam da itiraz etmedi ve balığın koca gövdesini yedi ve bir güzel karnını doyurdu.
Öteki yolcu ise yalnızca balığın başını yedi ve sonra yaşlı adama seslendi:
-"Sen koca gövdeyi yedin karnını doyurdun ben yalnızca kafayı yedim aç kaldım" dedi.
Yaşlı adam da bu sözlere şöyle karşılık verdi:
-"Bak nasıl akıllandın."
 
Azeri nin biri hamamı çok severmiş. Kalkmış bir gün hamama gitmiş. Güzelce yıkanmış. Göbek taşında yatmış. Sonra çıkmış dışarıda bir müddet uzanmış. Bir de limonlu çay içmiş. Sonra kurulanıp üzerini giymiş. Kasaya doğru yürümüş. Elini cüzdanına atmış. Cüzdan yok. Hamamcıya cüzdanının çalındığını söylemiş.
Hamamcı buna çok kızmış,
- biz hırsız mıyız diye.
Hamamcı ve adamları, adamı güzel bir dövmüşler.
Aradan bir iki ay geçmiş. Bizimki yine kalkmış gitmiş hamama. Yine yıkanmış. Keyif etmiş sonra çıkmış. Bir süre soyunma odasında uzandıktan sonra kurulanmış. Elbiselerini giymek için askıya bakmış. Bir de ne görsün. Sadece bir kemer kalmış. Bizimki kara kara düşünmeye başlamış. Hamamcıya söylese yine dayak yiyecek. Neyse kemeri beline bağlamış. Korka korka kasaya doğru yaklaşmış. Elbiselerinin çalındığını direk söyleyememiş. Demiş ki:
-Aya hele bak! Men burya bele mi gelmiştim?
 
Laz ın biri Ankara'da bir barda içerken cep telefonu çalmış, telefonunu açmış, bir o kulağına bir bu kulağına götürürken sevinçle bardaki herkese içki ısmarlamış. Sonra da çevresindekilere karısının 15 kg lık tipik bir laz bebeği doğurduğunu söylemiş. Bardaki hiç kimse bir bebeğin 15 kg. gelebileceğine inanmamış ama laz inat etmiş.
-"Dediğim gibi,bizim oralarda ortalama bebek kilosu budur. Benimki de tipik bir laz bebeği?
Dört bir yandan tebrikler yağmış; bardaki herkes lazı kutlamış..İki hafta sonra laz tekrar bara uğramış. Barmen adamı tanımış ve sormuş
-''Sen şu 15 kg doğan bebeğin babası değilmisin? Herkes bebeğin iki haftada kaç kilo olduğunu merak ediyor. Söyle bize, bebek kaç kilo?"
Baba gururla cevap vermiş,
-"10 kg."
Barmen şaşırmış ve meraklanmış.
-"Ne oldu? Doğduğu gün zaten 15 kg.dı."
Laz baba içkisini başına dikmiş, ıslak dudaklarını koluna silmiş ve barmene doğru eğildi ve gururla yanıtlamış;
-"Sünnet ettirdim".
 
Küçük çocuk dedesinin kucağında otururken birden:
Dedeciğim! Gözlerini bir yumsana! der.
-Neden yavrucuğum?
-Annem geçenlerde "Deden gözlerini bir yumsa çok zengin olacağız," diyordu da!
 
Beş arkadaş oturmuş sohbet ediyorlar. Kimi fıkra anlatıyor, kimi bilmece soruyordu. Hüseyin de bir bilmece sorar:
-"Dağın eteğinde dört inek ile bir dana otluyormuş. Günlerce aynı yerde otladıkları için dağın o yüzündeki otlar bitmiş. Ne yapalım diye düşünmeye başlamışlar. Dananın aklına parlak bir fikir gelmiş.
-Ben dağın zirvesine çıkayım. Dağın öbür yüzüne bakayım. Eğer dağın öbür yüzünde ot varsa başımı bir defa sallarım, ot yoksa iki defa sallarım." demiş. Oflaya, poflaya dağa tırmanmış dana. Dağın zirvesine vardığında şöyle bir etrafına bakınmış. Sonra, merakla haber bekleyen ineklerden tarafa dönüp başını üç defa sallamış. İnekler şaşırmış kalmışlar ve ne demek istediğini bir türlü çözememişler.
Hüseyin arkadaşlarına soruyor:
-"Dana ineklere ne demek istemiş ?"
Arkadaşları birçok cevap vermesine rağmen hiçbirinin doğru cevap olmadığını söylemiş. Son kez sorar Hüseyin:
-"Bilemediniz mi cevabı ?"
Arkadaşları hep birlikte:
-"Bilemedik, sen söyle doğru cevabı" demişler. Hüseyin de:
-"O inekler de bilememişler dananın ne demek istediğini." demiş.
 
75 yaşlarmda bir dede doktora gider. 3 ay önce muayene ettiği hastayı görünce doktor sevinir ve sorar:
-Dede nasılsm, ciğerlerin nasıl?
-Pek iyi değil oğlum! der yaşlı dede. Bunun üzerine doktor dedeyi muayene eder ve sorar:
-Dede! Ben sana 3 paketen fazla sigara içme demedim mi? Bunun üzerine dede cevap verir:
-Dediğin gibi üç paketen fazla içmiyorum ama bu yaştan sonra sigaraya başlamak da zor oldu yani!.
 
Erzurum'da bir bayan akrabalarını ziyaret için caddede hızlı adımlarla yürümektedir.
Bir kavşağa gelince kırmızı ışık yanar. Kırmızı ışığı dikkate almayan bayan kavşaktan geçmek için yoluna devam eder.
O sırada trafik akışını kontrol eden trafik polisi bayanın kurallara uymadığını görür ve;
-Bayan! bayan! nereye gidiyorsunuz acele acele, araba çarpacak, dikkat etsene! der.
Bayan:
-Saa ne, görümceme gedirem.
 
Adam günün yorgunluğu üzerinde, perişan bir vaziyette İETT durağında otobüs beklemektedir. Nihayet uzun bir zaman sonra beklediği güzergahın aracı gelir ve biletini attıktan sonra arka taraflara doğru ilerlemeye başlar. Bir-iki adım ilerisindeki çift kişilik koltuğun boş olanına doğru ilerler; tam oturacağı sırada engelleyici bir ses tonu onu durdurur:
- Buraya oturamazsın! Ben kimim biliyor musun?
- Kim olduğunuzu bilmeli miyim?
- Ben Yrd. Doç. falan kişiyim.
- Evet?
- Benim gibi kıdemli birinin yanına oturamazsın!
- Size bir soru sormak istiyorum. Siz Yrd. Doçentlik ünvanınızdan sonra ne olacaksınız?
- Doçent.
- Peki sonra?
- Şayet başımıza bir şey gelmezse Profesör.
- Daha sonra?
- Belki zor ama, Ordünaryus Profesör.
- Evet... Peki bu dereceden sonra?
- Hiiç...
- Ben şimdiden 'hiç'im; lütfen müsade edin yanınıza oturayım... - !!
 
Adam petshopa gider, papağanların fiyatını sorar.
-"Bu papağan ne kadar?"
-"1000 euro!"
-"Peki, ne yapar?"
-"Çok güzel konuşur!" Adama birkaç papağan daha sorar:
-"2000 euro, Ingilizce de bilir; 5000 euro, 4 dil bilir vs.
-" Köşede tüyleri dökülmüş, sıradan bir papağana gözü ilişir ve sorar: -"Bu ne kadar?" Satıcı:
-"Bu 10.000 eura!" Adam şaşırır ve
-"Bunun ne özelliği var ki? Tüyleri dökük bir papağan!" der.
Satıcı cevap verir:
-"Ben de bilmiyorum ama bu gördüğün papağanların hepsi ona "Hocam der."
 
zengin bir adamın aptal bir oğlu varmış
adam oğluna iş kurarmış fakat çocuk beceremezmiş.
en sonunda adam oğluna sucuk fabrikası açmış ve yanına çağırmış

_gel oğlum bak sana tarif edicem çok kolay bir iş izle beni,
burdan öküzü koyuyorsun sucuk olarak çıkıyor tamam mı çok kolay başarabilirsin demiş.

çocuk bakmış,durmuş,düşünmüş ve demişki
_Baba peki sucuğu burdan soksak tekrar öküz olarak çıkar mı? demiş.

oğluna sinirlenen baba demiş ki '' o işi yıllar önce bir kere yaptım oğlum,sucuğu koydum,sen çıktın...''
 
Medeni hukuk dersinde hoca en arkada devamlı konuşan öğrenciyi ayağa kaldırarak sorar;
-"Söyle bakalım, iğfal ne demektir?" Oğrenci hiç tereddüt etmeden cevap verir:
-"Sizin şu an yaptığınız hocam!"
Şaşıran hoca:
-"Nasıl yani?" diye çıkışır. Öğrenci açıklamasını yapar:
-"Bir kimsenin bilgisizlik ve tecrübesizliğinden faydalanarak ona zarar veren davranışlarda bulunmaya iğfal denir!"
 
Dava: Tarihı eser kaçakçılığı.
Yer: Ağır ceza mahkemesi.
Olay: Arabanın bagajında Roma dönemi büstler yakalanmıştır.
"-Anlat bakalım Osman?"
"-Tarlamı sürerken bu kafaları buldum hakim bey, tam müzeye teslim etmek üzere yola çıkmıştım ki tutuklandım. Môsumum hakim bey, tahliyemi isterim!"
-"Osmannnn, Osmannnnnnn! Hatay'da bulduğun kafaları neden İstanbul'daki müzeye teslim etmeye çalışıyorsun Osmannnnnnnn!"
 
Yaşlıca bir Rum kadıncağız sanık kürsüsünde durmaktadır. Duruşma uzadıkça uzar. Kadıncağız şişmanlığı ve yaşı sebebiyle tanık kürsüsüne yaslanıp belini büker, ağırlığını bir tarafa vererek durur. Hakim seslenir:
-"Hanım! Düzgün dur!" Sertliğiyle bilinen bir hakimdir. 5 dakika sonra kadncağız dikilmekten yine yorulur, bu sefer ağırlığı öbür tarafa vererek bükük durur. Hakim yine Çıkışır:
-"Hanım! Düzgün dur!"
Kadıncağız tekrar toparlanır. Bu olay birkaç kere tekrarlar. En sonunda hakim yine:
-"Hanım! Düzgün dur!" deyince kadıncağız dayanamaz ve :
-"Aaa yeter bea! Mahkeme mi yapıyoruz, fotoğraf mi çektiriyoruz?" der.
 
Hakim sorar:
-"Müvekkiliniz neden boşanmak istiyor avukat hanım?"
-"Karşı tarafla aralarında düşünce farklılıklarından kaynaklanan şiddetli geçimsizlik bulunuyor sayın hakim!" Hakim cevap verir:
-Tabii, biri Aristo; diğeri Descartes çünkü
 
Kriz döneminde iki gazeteci işsiz kalmış, Almanya'ya gitmişler. Harçlık olmayınca ne yapacaklar? Ne iş bulsalar yapacaklar. Bir çiftlikte iş bulmuşlar. Çiftlik sahibi
-"Bu gübreyi atacaksınız!" İş 10 günlük işmiş. Çalışkan arkadaşlarımız işi 2 günde bitirmişler, paralarını almışlar. Patronun hoşuna gitmiş;
-"Bu tamam, size başka iş vereceğim!" demiş. Bu sefer tavuk çiftliğine gitmişler, bant varmış, yumurtalar bantın üzerinde kayıyor.
-"İrisini buraya, küçüğünü buraya, iyisi buraya, kötüsü buraya, bu düğmeye bastığınız zaman da bant çalışır." demiş.
-"Tamam!" demişler.
Patron gittikten sonra banta basmışlar, bant çalışmaya başlamış ama bunlar şaşırmışlar. Hangisi iri, hangisi küçük, hangisi kötü, hangisi iyi ayırmayı unutunca hepsi düşüp yere kırılmış. Patron gelmiş, yumurtaların hepsinin kırıldığını görünce kızmış.
-"Ne yaptınız siz, ne iş yapıyordunuz ülkenizde?" diye sormuş.
Bizimkilerden biri :
-"Gazeteciyim!" demiş.
Diğeri :
-"Ben de!" demiş.
O zaman çiftlik sahibi cevabı oturtmuş:
-"Iyiyi kötüyü, küçüğü büyüğü bilmezseniz sadece pislik atarsanız!"
 
Temel kırtasiyeye girmiş, tezgahtara:
-Pana pir roman lôzum! demiş.
Tezgôhtarı sormuş:
-Efendim! Ağır mı olsun, hafif mi?
Temel atılmış:
-Farketmez, nasul olsa arabam dışarudadur!.
 
Temel askerliğini yapıyormuş. Bölükte 40 ere izin vermişler. Geç kalırlarsa çadır hapsi var, ancak iyi bir mazeretleri olursa affedilecekler. 40 kişiden 39'u da geç kalmış, hep aynı mazeret;
-Atla istasyona celeydum. At çatladi, tren kaçtı, geç kaldum!
Derken kırkıncı da tamamlanmış, Temele sıra gelmiş.
-Senin de mi atın çatladı? diye sormuşlar.
-Hayır! demiş Temel, Yoldaki 39 at leşini geçemedum!.
 
Temelin küçük takası on kişilik tayfasıyla Karadeniz'in engin sularında yol almaktadır.
Temel tayfalarını yanına çağırır. Onlara şöyle der:
-Uyy uşaklar! Ha purada pi teneke altinumuz olsa idu ne ederduk?
Uşaklar:
-Uyyy paylaşirduk onlari.
Temel teklifi kabul eder ve altınları paylaştırmaya başlar:
-Uyy... 15 altin bağa, pi altin size, 15 altın bağa, pi altin size ...
Tayfalar buna itiraz ederler ve aralarında müthiş bir kavga başlar. Kıyasıya dövüşürler. Neden sonra Rize'ye geldiklerinde durumu mahkemeye intikal ettirirler. Mahkemede yargıç olayı anlattırır. Hem Temel, hem de tayfaları olduğu gibi olayı anlatırlar. Bunun üzerine yargıç:
-Peki, getirin altınları! dediğinde
Hepsi bir ağızdan cevaplarlar:
-Uyy haçim bey, pizum altinumuz falan yok! Olacağinu farz edeyduk!
 
Bu siteyi kullanmak için çerezler gereklidir. Siteyi kullanmaya devam etmek için onları kabul etmelisiniz. Daha Fazlasını Öğren.…