Hatırlıyor musun Emine?
2000 senesiydi, seninle tanıştığımızda...
Ben "B Sınıfı" ndaydım o zamanlar ve özel bir kız yurdunda kalıyordum...
Sen ise; bir kaç arkadaşınla beraber, ev tutmuştun kendine.
İtiraf etmeliyim ki, seni tanıdığım ilk zamanlar ; "Çok soğuk" olarak nitelendirmiştim kendi içimde.
Yanıldığımı; bana zaman gösterdi...
2001 senesinde ise; çok iyi iki dost olmuştuk... Hatta üç kişiydik...
Hayat; bizi birbirimize öyle bir şekilde bağlamıştı ki; " Görüş ayrılığı ne demek? " onu bile bilmiyorduk...
Birimiz; diğerine ters gelen bir şey söylediğinde; en mantıklı olanı hangimizin görüşüyse, hemen onu uyguluyorduk...
Ya da en mantıklı görüşü hangimiz sunuyorsa; diğerimiz anında benimsiyorduk...
Tek bir gün bile; art niyet aramadık birbirimizde... Benlik kavgasına girişmedik...
Şimdiki dostluklardan çok uzaktık.
Yalansız ve riyasızdık, öylesine içtendik...
Geceleri bile ayrı kalmak zor gelirdi, biz üç kafadara..
Ya siz benimle yurtta kalırdınız, ya ben sizinle o fareli evde...
Tabii yurtlarda; gelmediğimiz zamanların hesabını vermek durumundaydık; veya misafir ağırlayacaksak haber etmeliydik mutlaka...
Ama müdire hanım, bize karşı o kadar yumuşaktı ki; diğer öğrencilere asla göstermediği anlayışı bize göstermişti...
Bilmiyorum, belki de beni ve seni tanıdığından olabilir...
Üç ay sizin evde, iki ay benim yurtta...
Öyle geçti, son iki senemiz...
Hatta; artık müdire hanım, dalga geçmeye bile başlamıştı benimle: " Aaaaa, senin yurtta hala kaydın duruyor mu? " diye...
Sizin evde kaldığımız zamanlar; mutlaka sabahlardık.
Finallere veya vizelere çalışmaktan; ya da sohbet etmekten başımızı kaldırıp da, erken yatamazdık...
Sizin ev o kadar; viraneydi ki; çatı üstümüze çökecek diye korkardık.
Sıvaları dökülmüş, duvarları çatlamıştı...
Hele o fareler yok mu? Allah'ım nasıl yaşadık, biz o evde!!...
Ama, çok güzel günlerdi be canım!
Okuldan beraber çıkar, Heykel Caddesi' nde bir tur atar, belki çay bahçesinde iki bardak çay içer; öyle giderdik eve...
Hatta bir gün; bir sorun yaşamıştın ve o gün ben, başka arkadaşlarımla merkezde bir kafede oturuyordum.
Bana telefon açıp, ağlayarak: " Memlekete gidiyorum... " demiştin.
Sorunun ne olduğunu anlatmamıştın bile...
O gün seni çok fena azarlamıştım: "Saçmalama, memleketi unut; derhal yanıma geliyorsun!!" diye...
Otobüs duraklarının orada buluşmuştuk.
Sen, daha metrelerce uzaktan; bağıra bağıra ağlayarak, yanıma koşmuştun.. Öyle bir sarıldın ki; öleceğim sandım...
Bağıra bağıra ağlamayı, ilk defa senden öğrendim...
Halbuki, önceleri hep sessiz ağlardım..
Sonra bir çay bahçesinde oturup, dertleştik.
Ben; " Lavaboya gidiyorum." diyerek ayrıldım senden.
O yakınlardaki çiçekçiden, bir çiçek aldım...
Gerçi, büyük bir çiçek değildi; sadece öğrenci adamın alabileceği kadar bir şeydi işte...
Ama nasıl da sevinmiştin!
Canım benim, sen hep gül yeter ki, ben yine alırım...
Haaa; o ağladığın meselede, muradına erdin ya; ne kadar mutlu olduğumu tahmin edersin herhalde...
Allah seni, her zaman mutlu etsin.
Zaten, sen çevrendeki herkese iyilik ve güzellikler sunan bir insansın.
Hele senden öğrendiğim, bir haslet var ki; insanlığım adına her şeyimi kaybetsem bile, o duyguyu asla kaybetmek istemem...
Hatırlıyor musun, üniversitede, ekstra masraflarımız çıkmıştı...
Ve ben, o masraflar için; babamı arayamamıştım.
Çünkü; üç çocuğu aynı anda üniversitede okuyordu...
Böyle bir isteğe, çok zor cevap verebilirdi...
Sen de, bir memur çocuğuydun ve babandan aldığın para, sana da yetmiyordu...
Ay sonu için, hesaplar yapıyordun sürekli.
O dönemde, öğrenci vakıflarının birinden sana bir burs çıkmıştı...
Gerçi aramızda zaten, " Senin - Benim " diye bir şey yoktu; ama senin yaptığın bambaşka bir şeydi...
Burs hakkını, tamamen bana devretmiştin...
İşte o gün dostum, gerçek bir dostluğun ne demek olduğunu anladım...
Vefa duygusunu o gün tanıdım...
İnsanların, verdikçe büyüdüğünü; verdikçe çoğaldığını; verdikçe yüceldiğini o gün kavradım.
Sen; benim için, kendinden fedakarlık etmiştin.
Beni, kendine tercih etmiştin...
Gerçek iyiliğin, katıksız dostluğun resmini çizdin kalbime.
Öyle bir şey öğrendim ki senden; asla elimden alınsın istemem!
Vefayı öğrettin bana dostum; karşılıksız vermeyi öğrettin...
Hayatımın, en büyük öğretisi oldu bu...
Hiç bir zaman aklımdan çıkarmayacağım ve sürekli uygulamaya çalışacağım bir öğreti...
Belki şaşıracaksın; ama bir keresinde canım çok sıkkın olduğu bir günde, küçük bir kağıda, ufak bir not yazmıştın ve farkettirmeden kitabımın arasına koymuştun :
" Sen her şeyden değerlisin......." diye başlayan...
Onu bile, hala saklıyorum... Senden hatıra...
Derken zaman ilerledi.
Yollar, memleketlere doğru biletimizi kesti...
Zaman içinde, birbirimizin izini kaybettik;
Vefasızlıktan değil, teknolojik azizliklerden...
Şu an mutlusun; ve zaman zaman aklına ben geliyorum, biliyorum...
Ben de zaman zaman seni yad ediyorum.
Bu gün burada, bu yazıyı yazıyorsam, senin bana öğrettiğin VEFA duygusundandır ...