Çok teşekkür ederim paylaşımlarınız için.Bence de boşanmak hiçbir zaman çözüm değil,bunu biliyorum.Boşanınca daha fazla yalnız kalacaksın.Sonra bizim toplumumuzda malesef dul kadın olmak zor.Üstelik çocukların bütün düzeni alt üst olacak.Zaten evliliklerde bence çocuk iki insanı birbirine mecbur bırakıyor.Babasız çocuk büyütmek zor.Ben öğretmenim,çalışıyorum.Allah'tan işe gidiyorumda arkadaşlarla en azından biraz sohbet edip açılıyorum.Beni bunalıma iten sadece paylaşımsızlık ve yalnızlık değil.Aynı zamanda sevgisizlik ve değersizlik duyguları.Eşimden hiç sevgi ve değer görmedim.Ben terazi burcuyum ve terazi aşksız,sevgisiz yapamayanbir burçtur.Depresyona ilk girdiğimde okulda ders anlatırken birden fenalaştım.Eve geldim eşime olanları anlattığımda hiç ilgilenmedi,hastalığıma inanmadı bile.Ne yapayım hastaysangit doktoruna,al ilacını dedi.O sırada ağlama krizine girmiştim,sürekli ağlıyordum.Ağlıyorum diye gelip halimi derdimi soracağı yerde bana bağırdı,çağırdı,hakaret etti,çirkin sözler söyledi.Ondan sonra çok daha kötü hasta oldum.Halbuki bana biraz yakınlık gösterseydi belki daha kötü olmayacaktım.
UÇURUM KENARINDAKİ ÇİÇEK
Kocam bir mühendisti. Onunla sakin tabiatını sevdiğim için evlenmiştim. Bu sakin adamın göğsüne başımı koymak içimi nasıl da ısıtırdı. Gel gör ki iki yıl nişanlılık ve beş yıl evlilikten sonra bu sakinlik beni yormaya başlamıştı…
Eşimin -bir zamanlar çok sevdiğim- bu özelliği artık beni huzursuz ediyordu.
İş ilişkiye gelince oldukça içli, hattâ aşırı hassas bir kadınım.
Romantik anlara, küçük bir çocuğun şekere düşkünlüğü gibi can atıyorum.
Oysa kocamın sakinliği, başka bir deyişle vurdumduymazlığı, evliliğimize
romantizm katmaması beni aşktan almış, uzaklaştırmıştı…
Sonunda kararımı ona da açıkladım: Boşanmak istiyordum. Şaşkınlıktan
gözleri açılarak “niye?” diye sordu.
“Gerçekten belli bir sebebi yok” dedim, “sadece yoruldum.”
Bütün gece ağzını bıçak açmadı. Düşünüyordu.
Bu hâli ise hayal kırıklığımı daha da artırmaktan başka bir işe yaramıyordu:
İşte, sıkıntısını dışarı vurmaktan bile aciz bir adamla evliydim. Ondan ne bekleyebilirdim ki!
Sonunda sordu: “Seni caydırmak için ne yapabilirim?”
Demek ki söyledikleri doğruydu: İnsanların mizacı asla değiştirilemiyordu.
Son inanç kırıntılarım da kaybolmuştu.
“İşte mesele tam da bu” dedim. “Sorunun cevabını kendin bulup kalbimi ikna
edebilirsen kararımdan vazgeçebilirim.”
“Diyelim dağın tepesinde bir uçurum kenarında bir çiçek var. O çiçeği benim için koparmak, düşüp vücudunun bütün kemiklerinin kırılmasına, hattâ ölümüne mal olacak. Bunu benim için yapar mısın?”
Yüzümü dikkatle inceledi ve “Sana bunun cevabını yarın vereceğim” dedi.
Bu cevapla son ümidim de yok olmuştu.
Ertesi sabah uyandığımda evde yoktu.
Boş bir süt şişesini mutfak masasının üzerine koymuş, altına da bir not
bırakmıştı.
“Sevgilim,” diye başlıyordu;
“O çiçeği senin için koparmazdım.”
Kalbim yine kırılmıştı. Okumaya devam ettim…
“Çünkü her zaman yaptığın gibi bilgisayarın altını üstüne getirip çökerttikten sonra monitörün önünde ağladığında, onu tekrar düzeltebilmem için ellerime ihtiyacım var…
Anahtarları her zaman evde unuttuğunu bildiğimden, senden önce eve
varabilmem üzere koşmam gerektiğinden bacaklarıma ihtiyacım var…
Arabayı kullanmayı çok sevdiğin halde şehirde hep yolu kaybettiğinden,
yolu gösterebilmem için gözlerime ihtiyacım var…
Sadık arkadaşının her ayki ziyaretinde sebep olduğu, karnındaki krampları rahatlatabilmem için avuçlarıma ihtiyacım var…
Evde oturmayı sevdiğinden, içe kapanıklığını dağıtmak, can sıkıntını hafifletmek üzere sana şakalar yapabilmem, hikâyeler anlatabilmem için ağzıma ihtiyacım var…
Sabahtan akşama kadar bilgisayara bakmaktan gözlerinin bozulması kaçınılmaz olduğundan, yaşlandığımızda tırnaklarını kesebilmem, saçlarında -görülmesini istemediğin- beyaz telleri ayıklayabilmem, merdivenlerden aşağı inerken elini tutabilmem, çiçeklerin renginin -gençliğinde senin yüzünün rengi gibi- olduğunu söyleyebilmem için gözlerime ihtiyacım var…
Ama seni benden daha fazla seven biri varsa, evet o uçuruma gidip, o çiçeği
senin için koparırım bir tanem…”
Baktım, mektuptaki yazının mürekkepleri yer yer dağılıyordu. Gözyaşlarım mektuba düşüyordu.
“Mektubu okuduysan ve kalbin ikna olduysa lûften kapıyı aç canım. Çok sevdiğin susamlı ekmek ve taze sütle kapıda bekliyorum…”
Koşarak kapıyı açtım. Endişeli bir yüzle ve ellerinde sıkıca tuttuğu susamlı ekmek ve sütle kapının önündeydi.
Artık çok iyi biliyordum: Beni ondan daha çok kimse sevemezdi. O çiçeği uçurumun kenarında bırakmaya karar verdim.
Bu sizin hikayeniz değil galiba, bir yerden alıntımı yaptınız...bu hikaye gerçek ise nerde böyle romantik erkekler yaa opuyorumnanaktan
“Mektubu okuduysan ve kalbin ikna olduysa lûften kapıyı aç canım. Çok sevdiğin susamlı ekmek ve taze sütle kapıda bekliyorum…”
We use cookies and similar technologies for the following purposes:
Do you accept cookies and these technologies?
We use cookies and similar technologies for the following purposes:
Do you accept cookies and these technologies?