Kabul olan duanızda samimiymişsiniz, Allah bilir, belki de ondan kabul olmuştur.
Duaları sayıya, tarife, zamana bağlamak beklentiyi farklı bir yöne sürüklüyor tıpkı göz kararı yerine keki tarif üzerinden yapmak gibi, "yazıldığı kadar yumurta koydum neden kabarmadı" hesabı ve beklentisi...
Duayı salt yere, zamana, şarta bağlamak "Ben insanları ve cinleri yalnız bana kulluk etsinler diye yarattım" ayetini anlayamamaktır, bizim yaratılış amacımız kulluk ve dua etmek ama biz hayatı yeme, içme, eğitim, eğlenme, evlenme ekseninde yaşıyoruz, sonra bir şeyler ters giderse ya da canımız bir şey isterse oturup dua ediyoruz ve haliyle bu Allah'a samimi bir yöneliş değil talep ya da şikayet formu doldurmak gibi oluyor.
Oysa dünyaya geliş amacı bedensel tatmine yönelik arayışlar değil; dua, zikir ve tefekkür olmalı, bunu söyleyince "o iş bizi aşar" diyenler var ve bu insanlar sosyal hayatta sadece kendisine işi düşünce selam verenleri kınarlar ama Allah'a birini ya da bir şeyi şikayet etmek ya da bir şey istemek dışında el açmaya yanaşmazlar, büyük çelişki...
Günde telefona kaç kez bakıyoruz... Peki ya Kur'an'a?
Günde sevdiklerimizi kaç kez arıyoruz peki Allah'la kaç kez konuşuyoruz?
İşe gitmek için gün ağarmadan kalkıyoruz peki sabah namazına iş disipliniyle kalkıp hazırlanıyor muyuz?
Sevdiğimiz birinin beğenisini kazanmak için neler söylüyoruz, giyiyoruz, pişiriyoruz peki kendimizi Allah'a sevdirmek için O'nun neleri sevdiğini öğrenip uyguluyor muyuz?
İnternette her duruma uygun dua araştırıyor, harfi harfine, dirhemine gramına kadar okuyoruz peki namazdan sonra otuz üçer defa okunacak tesbihata aynı özeni gösteriyor muyuz hatta tesbihattan evvel emredilen beş vakit namazı kılıyor muyuz, Allah'ın Kur'an-ı Kerim'de iblise sorduğu "Ben sana emretmişken seni secde etmekten alıkoyan nedir" sualine mahşerde muhatap olacağımızı aklımıza getiriyor muyuz, o dehşetli anın korkusundan titriyor muyuz?
Bütün bunlara verecek olumlu bir cevabımız yoksa Allah'ın rahmetine güvendiğimizi söyleyerek hayatımıza aynı hatalarla devam edersek Allah'ın gazap ayetlerinden hele hele "Benden cehennemi insanlar ve cinlerle dolduracağım sözü çıkmıştır" ayeti kerimesinden dolayı nasıl uykularımız kaçmıyor; herkes bir kalp temizliği tutturmuş, "Allah affeder diyor" peki Allah'ın affedeceği kullar arasında olmaya kimin garantisi var? Onca sahabe, evliya, derviş ve çileli kullar dururken Allah ibadetlerini yerine getirmeyen, dünyaya ve günaha dalıp gitmiş kullarını affedecek diye düşünmek nasıl bir acayiplik eğer imanın şartlarından ahirete inanıyorsak nasıl bir cesaret inanmıyorsak nasıl bir iman...
Duanın zamanına gelirsek... Farz namazlardan sonra, yolculukta, hastayken, yağmur yağarken, gecenin son üçte birinde, bayramlarda, Arefe gününde, Cuma günü öğle ve ikindi namazı arasında edilen duaların kabul edileceğini yazan kaynaklar var yani Allahu Teala bize kapıları sonuna kadar açmış ama bu durum bizim duanın kabulünden ne anladığımıza da bağlı tıpkı dualarda sayı ve zamanın hikmetini anlamadığımız gibi kabulünü de istedigimiz gibi olmuyor diye idrak edemiyoruz; her dua cevap bulur, dünyada veya ahirette, bazen istediğimiz gibi bazen de daha hayırlı haliyle... Biz dua ederiz, kabulünü takip etmek ya da sorgulamak kul ahlakına sığmaz, bu bizim işimiz değil, biz aciz bir zayıflıkla, kölesi efendisinden bir parça ekmek istiyormuş gibi korku ve ümit arasında yalvarırız ama internette arananlara bakarsanız "duanın kesin kabulü için..." başlıklı bir sürü yazı görürsünüz. Kendisi kulluğu tam yapmış da Allah'a istediğini istediği haliyle kesin kabul ettirmenin peşine düşmüş, edep ya hu...
Biz, Allah'ın izniyle, hududumuzu biliriz, Allah'tan O'nun yasakladığı bir şeyi isteyerek sınırımızı da aşmayız; adamda içki, kumar ne ararsan var, kavga etmişler, kurtulmuş kız; "kaç kere hangi duayı okursam geri döner" diye soruyor. Aynı kız, çok lazım da olsa tepkilerinden korkar ve arkadaş çevresinde dargın iki kişiden birine diğerinin telefon numarasını sormaya çekinir ama Allah'tan onun haram kıldığı şeyleri yapan birini yine Allah'ın haram kıldığı bir ilişkiyle talep etmek için dua sayısı araştırıyor, halimize baksak Allah'tan önce kendimizi düzeltmesini isteyeceğiz ama her aklımıza geleni istemekten sıra kendimize, kendi kulluğumuzu düzeltmeye gelemiyor ki...
Esma okunmasında da daha dikkatli olmakta fayda var mesela... Her esmanın yeri, yerine göre okunması münasiptir; şifa isterken "Şafi" esması okunur ama kalpte dünya meşgaleleri, akılda akşam ne yemek pişirileceği varken şifa dilemek zikir edebine aykırıdır, bu demek değil ki yemek yaparken esma okunmaz ama "şu kadar sayı bitsin" diye görev gibi gafil ve seri okumalar sadece dilden çıkar... Oysa kişi oturup namazını kılsa ve "Ya şafi, hayır senin elindedir, sen diriden ölüyü, ölüden diriyi çıkarır, geceyi gündüze, gündüzü geceye sokarsın, nefsimin ve yarattığın her şeyin şerrinden yine sana senin eksiksiz kelimelerinle sığınırım, ne olur hayırlı şifanı nasip et" dese gök kapılarının açılması umulur. Art arda, mekanik okunan zikirler günümüzdeki hızlandırılmış paket programlara benziyor, insan kulluğunu "Sana ölüm gelinceye kadar Rabbine ibadet et" ayeti kerimesi gereğince ömrüne yaysa, "şu kadar zamana kadar şu kadar okuma" acelesine kapılmaz, ne derler bilirsiniz, "Dar zamanında duasının kabul olmasını isteyen ferah zamanlarda çok dua etsin". Dünyada bir ay çalışmadan maaşı isteyene akılsız gözüyle bakarlar ama Allah'ın emrimize canlı cansız bir sürü nimeti boyun eğdirdiği şu alemde kulluğun ve İslam'ın şartlarını yerine getirmeden aklımıza eseni doymak bilmeden isteyişimizi çokları normal karşılar. Allah elbette rahmetini esirgemez; kendisini inkar eden kâfiri de güneşiyle ısıtıyor, rızkını veriyor, ona da evlatlar, evler bahşediyor ama biz Allah'a iman ediyorsak o kâfirden bir farkımız olmalı, sadece isteyen, yiyip içen biri değil Allah'ın emir ve yasaklarına riayet eden bir kul olmalıyız eğer iman iddiamız varsa...
Yazacak çok şey var ama "Duamız olmasa Rabbimizin katında ne kıymetimiz var" diye buyurulduğunu düşünmek kâfi. Dua kulluğun özüdür, dert veya şikayetle sadece sıkıntılı zamanlarda el açıp yalvarmak çok büyük bir fırsatı elimizin tersiyle itmek olur, insan şah damarından yakın Rabbine her an ses verme nimetinin kıymetini bilmelidir çünkü bütün ömrümüz sağa sola bakıp, boş heves ve istekler yüzünden hakiki cevheri göremeden yani o şah damarından daha yakın sevgiliyi aramakla geçiyor.