er detayı ayrı bir korku filmi
Komplo sever bir millet olarak bugün bıraktık işi gücü, memleketin uçurum kenarındaki yürüyüşünü, Cem Garipoğlu'nun intiharına kilitlendik.
Haber sosyal medyada duyulduğu andan itibaren 'Cem ölmedi, kaçırıldı' iddiası bayır aşağı yuvarlanan bir kartopu gibi büyüdü de büyüdü.
Buna en büyük sebep de bundan bir kaç ay önce bir Twitter kullanıcısının, Cem Garipoğlu'nun ortadan toz olacağını çünkü ailesinin hükümetle anlaşması olduğunu iddia etmesiydi.
Ben artık bu ülkede duyacağımız hiçbir acayipliğe şaşırmadığım için bu olaya da son derece boş gözlerle bakıyorum.
Ama açıkçası Cem Garipoğlu'nun intihar etmeyecek kadar kendisine hayran olduğunu da düşünmüyor değilim.
Yani bu sona şaşırdım doğrusu...
Çünkü O, yaptığından zerre kadar pişman değildi. Tam tersine yüzünde ve ifadelerinde hep başardığı(!) işin gururu seziliyordu.
Zaten o başarıya odaklı bir ailenin de içine doğmuştu!
Kendi babası da dahil ailenin tüm çocukları aile ortamına, şefkate, ilgiye en ihtiyaç duydukları yaşlarda, ilkokul çağlarında evlerinden, yaşadıkları ülkeden uzaklaştırılıp yabancı ülkelerin yatılı okullarına gönderiliyordu.
Çünkü özellikle ailenin dedesinin yabancı dil takıntısı vardı.
Dedeye göre bir insan ne kadar çok yabancı dil öğrenirse bu hayatta başarılı olma şansı o kadar artardı.
Ama işte bir lisanın bir insan olmaya yetmediğinin en önemli kanıtı da yine bu olayın bizzat kendisiydi.
Cem'i de tıpkı bir zamanlar babasını gönderdikleri gibi küçücük bir çocukken tek başına ülke ülke gezdirdiler.
Sonuç 12 ila 17 yaşları arasında tam 6 dil...
Anasız, babasız, ailesiz, şefkatsiz geçen 6 çocukluk yılının kazancı(!) buydu işte...
Cem Garipoğlu'nun başına ne gelmiş olursa olsun zerre kadar acımıyorum ama bir yandan da ona yaşatılan acılı, katı, disiplinli ve yalnız çocukluğu düşününce, buna sebep olanların da bu işte suçu olduğuna gerçekten inanıyorum.
Cem Garipoğlu kendisiyle yapılan bir cezaevi görüşmesinde 'Pişman mısın?' sorusuna yanıt vermeye tenezzül bile etmemişti.
Eh ailesi açısından da bir sıkıntı yoktu doğrusu.
Aile tamamen kana bulanmış villalarını temizlikçilere temizletmiş ve oğullarını bu işten kurtarmak için her yolu denemişti.
Adeta onlar için oğulları, kız arkadaşını daha canlıyken iki parçaya ayıran bir çocuk değil de haylaz bir afacandı!
(Adli tıp raporundaki Münevver'in yüz ve boynunda bulanan tükürük izlerinde aynı aileden iki erkeğin DNA'sı bulunduğu ve işlenen cinayet ve yapılan işkencenin bir kişinin işi olmadığı iddiası üzerinde hiç durulmadığını hatırlatmakta fayda var...)
Otopsi raporundaki korkunç detaylardan, ailenin son derece soğukkanlı tavırlarına kadar bu olay Türkiye'nin gördüğü en vahşi, en unutulmaz, vicdanları en yaralayan hikayelerinden biridir.
Sadece Garipoğlu ailesi değil, Münevver'in babası da, hatırlarsanız o zamanlarda canımızı çok sıkan hal ve tavırlar içindeydi.
Aileden para alıp 'boşluğuma denk geldi' demeler, daha fazla para verirlerse susacağını ima etmeler...
Sonra baktı böyle olmuyor, oturdu bir de kapağında kızının ve uçuşan kelebeklerin fotoğrafı olan bir kitap karaladı.
Gerçi o nereden yazacak?
Biri aklına girmiştir muhtemelen...
Gel sen anlat ben yazayım, çok satar bu kitap diye...
O babanın, o zamanlar ekrana çıkıp çok bağıran ama bana hiçbir samimiyet hissettirmeyen sözleri hala kulaklarımdadır.
Kısacası neresinden baksanız her parçası ayrı bir korku filminin parçası olacak detaylarla dolu bir 'garip' cinayetti bu...
Cem Garipoğlu, avukatı izin verirse 'Bir Beyaz Türk böyle bir cinayeti nasıl işler?' sorusuna cevap vereceğini söylemişti.
Avukatından böyle bir izin çıkmadığı için bu sorunun cevabını hiçbir zaman öğrenemeyeceğiz.
Uzun lafın kısası her zamanki gibi vay gidene...
Münevvercik bir çocuğun kanlı oyuncağı oldu gitti...
O çocuk ise şimdi nerelere gitti, artık orasını bilemiyoruz...
Sadece cehennem diye bir yer gerçekten varsa orada da V.I.P bölümü bulunur mu acaba diye endişe ediyoruz.
Öncel ÖZİÇER