Neredeyse 500 küsür sayfa Piraye ile Haşimin aşkını arayıp bulamadığım mantıksızlıklarla örülü olaylar silsilesi.
Pardon ama aşk bunun nersinde? Piraye Hanım özgürlüğü için olay ciddiye bineceken daha başlamadan erkekleri reddediyor. Haşim ona tonbalıklı salata getirip bir yere çay içmeye götürmesiyle ona aşık (!)
oluyor. Evlenme teklifi edince kendine edilen bir diger teklifle kıyaslayıp ne kadar farklı olduğunu düşünüp beğeniyor. Ailesi bu durumu öğrenince kızlarını hemen vermek istiyorlar-ki varlıklı olmasa Diyarbakır`a gelin gitmesine şiddetle karşı çıkarlardı.- Piraye daha aşık dahi olamamışken kendini Diyarbakır`da düğününde buluyor. Haşim`in çelişkilerle örülü karakterine girsem çıkamam zaten. Sonunda ölmese gerçekten Piraye`ye aşık olduğundan bile şüphelenecektim. Kaldı ki Haşim`in kişiliğini 500 `e yakın sayfada oldu bittiye verilmiş. Şehirli bir kızın güzelliğine tutulmuş hayranlık beslemiş, "Ağa" "Bey" ünvanları arasında sıkışıp kalmış bir adam olarak lanse ediliyor.
Piraye`nin tutarsız karterinden söz etmeme gerek yoktur herhalde. Neyi yapmam dediyse yapıp, ne yapacam dediyse yapmadı. Hele kaynanasına inat çocuk doğurması taban tabana zıttı kendisiyle. Romanın her bir satırında Piraye`nin isminin taşıdığı anlamı , aslında tiyatrocu olmak istediğini ve şiire olan tutkusunu Haşime anlatmasını ve aralarında güçlü bir bağ kurulmasını bekledim. Ama yoktu, aşk adına hiç bir şey yoktu. Birbirlerinin kara kaşlarına kara gözlerine (Piraye bide Haşimin konumuna) aşık oldu.Öyle içi boş, aşk
denilmeyecek
yüzeysellikte bir hoşlantı sadece.
Velhasıl kelam olayları ve kahramanları birbiriyle devamlı çelişen bir romandı. Beni resmen hayal kırıklığına uğrattığı için bu kadar içerlendim.