Bir Annenin Oğluna Son Mektubu

” ... ve Kulkedisi kacarken, papucu ayagindan firladi. Ertesi gun Prens ayagi bu papuca sigacak genc kizi aramaya koyuldu. Ulkenin tum kizlari, Prens tarafindan begenilmek icin, ayaklarini daha ufak hale nasil getireceklerinin cabasina giristiler.

Iste o gun bu gundur kadinlar, ayaklarini, erkekler tarafindan belirlenmis kaliplara sıkıştırmaya calisir, boyle yaparak erkegin ” Prensesi ” olacagini dusler dururlar. Zaman gectikce topallamasinin , kendini depresif hissetmesinin sebeplerini surekli kendi eksikliklerinde arayarak.. ve papucun ne denli gecerli oldugunu hic dusunmeden..

Erkekler ise ellerindeki ” ayakkabıya ” (veya duslerindeki kaliba) ” ayagini ” (kendini) sıkıştıracak kadini arar; ” ayagi sıkışmis ” bir kadinin ne denli gercek, ne kadar huzurlu, mutlu olup, mutlu edebilecegini dusunmeden... Ve... Ve birlikte yalinayak yasayabilmenin ozgur keyfinden habersizce...

” Murathan Mungan/Yüksek Topuklar
 
KÜÇÜK BİR KIZ YATAK ODASINA GİTTİ VE GÖMME DOLAPTAKİ GİZLİ YERİNDEN CAMDAN BİR REÇEL KAVANOZU ÇIKARDI. TÜM BOZUK PARALARI YERE DÖKTÜ VE ONLARI DİKKATLE SAYDI. ÜÇ KERE SAYDI.

Paranın toplam tam olarak mükemmel olmalıydı. Hata yapma şansı yoktu. Madeni paraları kavanoza dikkatle geri koydu ve kapağı kapattı, arka kapıdan gizlice çıktı ve 6 blok ilerdeki kapısının üzerinde büyük kırmızı Yerli Şefin işareti olan Rexall eczanesine doğru yola koyuldu. Eczacının dikkatini ona vermesi için sabırla bekledi, ama eczacı o anda çok meşguldü. Tess bir sürtme gürültüsü yapmak için ayağını döndürdü. Hiçbir şey olmadı. Yapabileceği en gürültülü ses ile boğazını temizledi. Faydası olmadı. Sonunda kavanozdan bir çeyreklik çıkardı ve onu cam tezgahın üzerine çarptı. İşe yaramıştı ! “ Ne istiyorsun? ” diye sordu eczacı, kızgın bir ses tonu ile. “ Şikago ’ dan gelen, asırlardır görmediğim erkek kardeşim ile konuşuyorum ” dedi sorusunun yanıtını beklemeden. “ Evet, size erkek kardeşimden bahsetmek istiyorum ” diye yanıtladı Tess, aynı kızgın ses tonu ile. “ O gerçekten, gerçekten çok hasta...ve ben bir mucize satın almak istiyorum ” . “ Pardon ? ” dedi eczacı. “ Onun adı Andrew ve başının içinde giderek büyüyen kötü bir şey var ve babam sadece bir mucizenin onu kurtarabileceğini söylüyor. Bir mucizenin fiyatı ne kadar? ”“ Burada mucize satmıyoruz, küçük kız. Üzgünüm, ama sana yardım edemem ” dedi eczacı, biraz yumuşayarak.“ Dinleyin, onu ödeyecek param var. Eğer yetmezse, kalanını getiririm. Sadece bana fiyatını söyleyin.

” Eczacının kardeşi iyi giyimli bir adamdı. Öne doğru eğildi ve küçük kıza sordu, “ Kardeşinin ne tür bir mucizeye ihtiyacı var? ”“ Bilmiyorum, ” diye yanıtladı Tess, gözleri sulanarak. “ Sadece onun gerçekten hasta olduğunu biliyorum ve annem onun bir ameliyata ihtiyacı olduğunu söylüyor. Ama babamın bunu ödeyecek parası yok, onun için paramı kullanmak istiyorum. ”“ Ne kadar paran var? ” diye sordu Şikago ’ dan gelen adam. “ Bir dolar ve on bir sent ” diye yanıtladı Tess, ancak duyulabilir bir sesle. “ ve bu sahip olduğum tüm para, ama eğer daha lazımsa biraz daha getirebilirim. ”“ Evet, ne tesadüf ” diye gülümsedi adam.

“ Bir dolar ve on bir sent – küçük kardeşin için bir mucizenin tam ücreti. Bir eli ile parayı aldı, diğer eli ile kızın elinden tuttu ve “ Beni yaşadığın yere götür ” dedi. “ Kardeşini görmek ve anne baban ile tanışmak istiyorum. Gereksinim duyduğunuz mucizeye sahip olup olmadığımıza bir bakalım. ” Bu iyi giyimli adam Dr. Carlton Armstrong idi, nöro – cerrahide uzman bir cerrah. Ameliyat ücretsiz yapıldı ve Andrew ’ in eve dönmesi ve iyileşmesi uzun sürmedi. Anne ve baba onları buraya kadar getiren olaylar zinciri ile ilgili mutlu şekilde konuşuyordu. “ Bu ameliyat gerçek bir mucize ” diye fısıldadı annesi. “ Ameliyatın maliyetini merak ediyorum ” Tess gülümsedi. O, bir mucizenin fiyatının ne olduğunu tam olarak biliyordu...bir dolar ve on bir sent....artı küçük bir çocuğun imanı. Bir mucize doğal yasanın ertelenmesi değildir, daha yüksek bir yasanın işlemesidir...

Ceviri:Saffet Guler
 
Alışverişe gitmek üzere evden çıkan bir kadın, kapısının karşısındaki kaldırımda oturan bembeyaz sakallı üç yaşlıyı görünce önce duraksadı, sonra onları, tüm içtenliğiyle evine davet etti; "Burada böyle oturduğunuza göre, üçünüz de kesinlikle acıkmış olmalısınız", dedi. "Lütfen içeri gelin, size yiyecek birşeyler hazırlayayım."

Üç yaşlıdan biri, kadına, eşinin evde olup olmadığını sordu. Kadın, eşinin biraz önce çıktığını, şu anda evde olmadığını söyledi. Yaşlı adam, başını iki yana salladı; "Eşiniz evde değilse, biz de davetinizi kabul edemeyiz", dedi.

Akşam eşi geldiğinde, kadın karşı kaldırımdaki yaşlı adamlarla arasında geçen konuşmayı anlattı. "Senin evde olmadığını öğrenince, içeri girmek istemediler" dedi. Yaşlı adamların budavranışlarını öğrenince, kadının eşi üzüldü. "Bir bakıversene dışarı", dedi. "Hâlâ oradalarsa, şimdi davet edebilirsin eve."

Kadın kapıyı açar açmaz, karşı kaldırımdaki bembeyaz sakallı üç yaşlıyla yeniden karşılaştı. "Eşim geldi, şimdi evde" dedi ve onlara davetini yineledi; "Yemeğimizi birlikte yemek için sizi şimdi davet edebilir miyim evimize?"

Kadının davetine yaşlılardan biri yanıt verdi; "Biz hiçbir eve üçümüz birlikte gitmeyiz", dedi ve kısa bir duraksamadan sonra, bir açıklama yaptı; "Sağ yanımdaki bu arkadaşımın adı, zenginliktir. Bu yanımda oturan arkadaşımın adı başarı, benim adım ise sevgidir.

Kendini ve arkadaşlarını tanıttıktan sonra sevgi, kadına ilginç bir öneride bulundu "Şimdi evinize gidin ve eşinizle başbaşa verip, bir karara varın", dedi. "İçimizden sadece birimizi davet edebilirsiniz evinize. Hangimizi davet etmek istediğinize karar verin, sonra gelin, kararınızı bize bildirin."

Kadın, sevginin önerisini eşine anlattığında, adam sevinçten göklere fırladı. "Aman ne güzel, ne güzel", dedi. "Hangisini davet edeceğimizi bize bıraktıklarına göre, biz de içlerinden zenginliği davet ederiz ve evimiz de bir anda zenginliğe kavuşmuş olur."

Eşinin kararı, kadının hiç de hoşuna gitmedi. "Başarıyı davet etsek, daha mantıklı bir karar vermiş olmaz mıyız, kocacığım?", dedi.

Kayınvalidesiyle, kayınpederinin bu konuşmasına, içerideki odada bulunan gelinleri de kulak misafiri olmuştu. Koşarak içeri girdi ve o da kendi önerisini söyledi; "En doğru karar, sevgiyi davet etmek değil midir?", dedi. "Düşünsenize, evimiz bir anda sevgiye kavuşacak"

Gelinin bu önerisi, kayınpederin de, kayınvalidenin de çok hoşlarına gitti. "Tamam, en doğru karar bu olacak" dediler. Sevgiyi davet edelim..."

Kadın kapıyı açtı ve üç yaşlıya birden sordu; "İçinizde hanginiz sevgiydi? Onu davet etmeye karar verdik. Lütfen buyursun..."

Sevgi ayağa kalktı, eve doğru yürümeye başladı. Arkadaşları da ayağa kalktılar ve sevginin arkasından, onlar da eve doğru yürümeye başladılar. Kadın, büyük bir şaşkınlık ve heyecan içinde, zenginlikle başarıya sordu; "Siz niçin geliyorsunuz? Ben yalnız sevgiyi davet etmiştim."

Kadının bu sorusuna, üç yaşlı birlikte yanıt verdiler; "Eğer içimizden yalnız zenginliği ya da başarıyı davet etmiş olsaydınız, davet edilmeyen ikimiz dışarıda bekleyecektik. Fakat siz sevgiyi davet ettiniz. Bu durumda üçümüz birden gelmek zorundayız evinize."

Ve kadının "niçin?" diye sormasını beklemeden, zenginlik ve başarı sözlerini şöyle sürdürdüler; "Çünkü sevginin olduğu her yerde, biz zenginlik ve başarı da her zaman, onun yanında oluruz.
 
eny bu çok güzel...
Ben de olsam sevgiyi seçerdim yanında başarı ve zenginlik olmadan...
Belki başarı olabilir yanında ama zenginlik asla...
 
İnsanların çoğu kaybetmekten korktuğu için, sevmekten korkuyor.

Sevilmekten korkuyor, kendisini sevilmeye layık görmediği için.

Düşünmekten korkuyor, sorumluluk getireceği için.

Konuşmaktan korkuyor, eleştirilmekten korktuğu için.

Duygularını ifade etmekten korkuyor, reddedilmekten korktuğu için.

Yaşlanmaktan korkuyor, gençliğinin kıymetini bilmediği için.

Unutulmaktan korkuyor, dünyaya iyi birşey vermediği için.

Ölmekten korkuyor, aslında yaşamayı bilmediği için.

Ve yaşamaktan korkuyor, kendisi için değil, başkalarına göre yaşadığı için.
 
Kim söylediyse haklı .Doğru söze ne denir .Çoğu insan böyle .Teşekkürler enycim .
 
Her yaşın kendi tercihleri ve anlayışı var. İşte kadınların süreçleri...

Kadının yaşamdaki süreçleri:

YAŞ / İÇKİ
17 – Bira
25 – Beyaz şarap
35 – Kırmızı şarap
48 - Şampanya
66 – Su


SAÇLAR
17 – Yıkamak
25 – Şampuan ve Yumuşatıcı ile yıkamak
35 – Boyatmak, şampuan ve yumuşatıcı ile yıkamak
48 – Boyatmak, bakım yapmak, şampuan ve yumuşatıcı ile yıkamak
66 – Peruğa bakım yapmak


FAVORİ SPOR
17 - Alışveriş
25 - Alışveriş
35 - Alışveriş
48 - Alışveriş
66 - Alışveriş


MÜKEMMEL BİR BULUŞMA
17 - Burger King
25 – Bedava yemek
35 – Elmas yüzük
48 – Daha büyük elmas yüzük
66 – Evde tek başına


RÜYALARIN ERKEĞİ
17 – Uzun, esmer ve yakışıklı
25 – Uzun, esmer, ve paralı bir yakışıklı
35 – Uzun, esmer ve hem paralı hemde akıllı bir erkek
48 – Saçları olan bir erkek
66 – Bir erkek


EVLENMEK İÇİN EN İDEAL YAŞ
17 - 17
25 - 25
35 - 35
48 - 48
66 - 66


İDEAL SEVGİLİ
17 – Yemeği ödemeyi öneren
25 – Yemeği ödeyen
35 – Ertesi sabah kahvaltı hazırlayan
48 – Ertesi sabah çocuklar için kahvaltı hazırlayan
66 – Kahvaltısını çiğneyebilen
 
HERŞEYİN BİTTİĞİ AN

Thomas Edison'un laboratuvarı 1914 yılının Aralık ayında yanmış. Zararın iki milyon doların üzerinde olmasına karşın, bina sadece 238. 000 dolara sigortalıymış, çünkü bina betondan yapıldığı için yanmaz olduğu düşünülüyormuş.

O soğuk Aralık gecesi Edison'un yaşamı boyunca yaptığı çalışmaların büyük bir kısmı kül olmuş. Ertesi sabah 67 yaşındaki Edison yanıp kül olan laboratuvarına bakıp şunları söylemiş:

"’Bu felaketin değerini bilmemiz gerek. Bütün hatalarımız yandı, kül oldu. Şükürler olsun Tanrıya, herşeye yeniden başlayabiliriz. "

Yangından tam üç hafta sonra Edison Fonografı bulmuş.

Büyük bir felaketin karşısında Edison'un gösterdiği olgunluğu göstermek çoğumuz için mümkün olmayabilir. Asıl önemli olan her gün karşılaştığımız küçük felaketler karşısında savaşmaya devam edecek gücü bulabilmektir.

Küçük felaketlere rağmen cesaretini kaybetmeme gücünü yine her gün karşımıza çıkan küçük mucizelerde bulabiliriz. Günün sonunda geriye dönüp baktığımızda, felakete dönuşebilecek olayların bir şans veya mucize eseri gerçekleşmediklerini görmek hiç de zor değildir. Felaketlerle mucizelerin arasındaki ince çizgiyi farkettiğimiz zaman aslında ne kadar şanslı olduğumuzu anlayabiliriz.

Hepimizin başına gelmiştir: Kapısını açık unuttuğunuz halde çalınmayan araba, gaz sancısı olduğu anlaşılan kalp krizi, elinizden düşüp de kırılmayan bardak, en sıkışık zamanda pantolonun cebinden çıkan para, elektrik kesilmeden birkaç saniye önce kaydettiğiniz dosya, sizin arkasından koştuğunuzu farkederek duran otobüs şöförü, kapağı açık unutulan fakat mürekkebi bittiği için çantanıza akmayan dolma kalem, gece uğradığınız bakkalda bulduğunuz son ekmek, tam size çarpacakken aniden durmayı başaran araba, yangın büyümeden bastıran sağnak yağmur, son anda iptal edilen çalışamadığınız sınav, üstünüze değil de yere dökülen kaynar çay, en sıkıntılı anınızda gelen güzel haber, kaybettiğinizi zannederken beklenmedik bir yerden çıkan kıymetli eşyanız, evinizden çaldıklarını satamadan yakalanan hırsız, yola fırlarken yakaladığınız küçük çocuk, kırılan fakat parçalanmayan cam, elinizi kesmeyen kör bıçak ve bunlar gibi daha yüzlerce küçük mucize günümüzün her anında bizi bekler.

Biz bunları mucize olarak görmek yerine şansımıza bağlar ve önemsemeyiz. En küçük felaketi büyüterek perişan olurken, mucizeleri küçük görmek ne yazık ki doğamızda vardır.

Hayatımız böyle küçük mucizelerle doluyken karşılaştığımız küçük felaketler karşısında belki daha metin olabiliriz. Sonuna geldiğimiz her günde aslında mucizelerin felaketleri kat kat aştığını görebilirsek belki ertesi gün hiçbir şey olmamış gibi hayatımıza devam edebiliriz.

Felaketler büyük olsun, küçük olsun her zaman bir çarenin bulunduğunu hatırlayabilirsek belki Edison gibi cesur davranabiliriz. Aslında tüm felaketlere göğüs gerebilecek güce sahip olduğumuzu ve bu gücün de hergün karşılaştığımız mucizelerde saklı olduğunu bilirsek belki acılara bakıp gülümsemeye devam edebiliriz.

Ve ne olursa olsun aslında şanslı olduğumuzu düşünebiliriz. Herşeyin sonu gibi görülen her anın devamında bir hayat yatar. Sonların aslında yeniden başlangıçlar olduğunu görmek hepimizin elindedir. Hayatınızdaki mucizelerin felaketlerden daha fazla olması dileğiyle.

alıntıdır..
 
MİMAR SİNAN'IN MEKTUBU



Bir kaç yıl önce Süleymaniye Camisinin yıkılma tehlikesi içinde olduğu keşfedilmiş. Eğer çözüm bulunamazsa, koca cami kısa bir zaman içinde yıkılacakmış. Caminin tüm taşıyıcı yükü kemerlerindeymiş. Bu kemerlerin ortalarında bulunan kilit taşları zamanla aşınmış. Ama elde yazılı bir proje olmadığı için nasıl değiştirileceği bilinmiyormuş. Hemen Türkiye'nin en yetkin mühendis ve mimarlarından oluşan bir heyet hazırlanmış. Bir sürü fikir atılmış ortaya, her kafadan bir ses çıkmış ama sonuç alınamamış.



Ülkenin en iyi bilim adamları bu sorunu çözememiş.



Tartışmalar sürerken caminin içinde büyük bir karmaşa sürüyormuş. Ülkenin çeşitli bilim kuruluşlarından bir sürü mimar, mühendis kemerleri
inceliyormuş. Bu adamlardan biri ortalarda dolanırken kazara gizli bir bölme bulmuş. Bölmede üzerinde eski yazı olan bir not varmış. Uzmanlara inceletilen kağıdın orijinal olduğu belgelenmiş. Bu kağıt parçası bizzat
Mimar Sinan'ın imzasını taşıyan bir mektupmuş. Mektupta yazılanlar tercüme ettirilince şöyle bir metin çıkmış ortaya:



"Bu notu bulduğunuza göre kemerlerden birinin kilit taşı aşındı ve nasıl değiştirileceğini bilmiyorsunuz".



Kağıtta yazılanlar bununla da bitmiyormuş. Koca Sinan kademe kademe kilit taşının nasıl değiştireceklerini anlatıyormuş. Heyet kademe kademe Sinan'ın söylediklerini yapmış. Süleymaniye camisi böylelikle kurtarılmış.



Bu mektup şimdi Topkapı Sarayı'nda saklanıyormuş...


alıntıdır...
 
Atalarımız ne kadar zeki insanlarmış ben mimar sinana zaten hayrandım bu yazıyı okuyunca tekrar hayran kaldım emeğine sağlık canım
 
:1shok: :1shok:
Mimar Sinan'a olan saygım bir kat daha arttı..
 
X